İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ


- Âd kavmine dair âyetlerden birkaç not



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə23/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   1221
71- Âd kavmine dair âyetlerden birkaç not:

-Kur’anda müteaddid âyetlerde zikredilen Âd kavmi, uzun boylu, iri cüsseli ve kuv­vetli idiler: (41:15) (89:7,8)

-Şiddetli rüzgarla helak edildiler:(46:24,25) (54:19) (69:6)

-Rüzgar azabı günlerine eyyam-ı nasihat denir: (41:16)

-Âd-i ûla (ilk Âd kavmi) ve helaketleri: (53:50)

72-qqÂDAB ~…³~ : Usul, yol yordam. Davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve ter­biyenin gerektir­diği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edebsiz de­nir.(Bak: Ahlâk, Dil, Hecr-i Cemil, Hürmet, İlmiye Kıyafeti, Lisan-ı Hal, Musafaha, Selâm, Ter­biye) (İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a vasiyeti, bak: 1610.p.)

73- İslâm âdabının bütününü Peygamberimiz (A.S.M.) sünnetiyle göster­miştir:

«Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kı­sım, Şe­riat-ı Garra’da tafsilatıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir ci­hette tebed­dül etmez. Bir kısmı da nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kı­sımdır. Bir kısım, ibadete tabi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şe­riat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdab” tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid’a denilmez. Fakat, âdab-ı Nebevî’ye bir nevi muhalefettir ve onların nu­rundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı fıt­riyede Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın tevatürle mâ­lum olan harekâ­tına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdabını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlatın âdabının düsturlarını beyan eden ve muaşerete ta­alluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere “âdab” tabir edilir. Fakat o âdaba ittiba eden, âdâtını ibadete çevi­rir. O âdabdan mühim bir feyz alır. En kü­çük bir âdabın müraatı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ı ta­hattur ettiri­yor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, adeta hu­kuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez (Bak: 3113.p.) ve ilan edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsi farzlardan daha ehem­miyetlidir...



74- Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş:

|¬A<¬…Ì_«# «w«K²&«_«4 |¬±"«‡ |¬X«" Å…«~ (5) Yani: “Rabbim bana edebi, güzel bir su­rette ih­san etmiş, edeblendirmiş.” Evet Siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sün­net-i Seniyeyi bilen, kat’iyyen anlar ki: Edebin envaını, Cenab-ı Hak Habibinde cem’et-miştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder.» (L.53)



75- «Sual: Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey ondan gizlenemiyen Allam-ul Guyub’a karşı edeb nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler, Ondan gizlene­mez. Edebin bir nev’i tesettürdür. Mucib-i istikrah hâlatı setretmektir. Allâm-ul Guyub’a karşı tesettür olamaz?

Elcevab: Evvela: Sâni-i Zülcelal, nasılki kemâl-i ehemmiyetle sanatını gü­zel görmek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celbediyor. Öyle de: Mah­luka­tını ve ibadını sair zişuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde gö­rünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilaf-ı edeb olu­yor.

İşte, sünnet-i seniyyedeki edeb, o Sani-i Zülcelal’in esmalarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır.

76- Saniyen: Nasılki bir tabib, doktorluk noktasında bir nâmahremin en nâ­mahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir. Hilaf-ı edeb de­nilmez. Belki, edeb-i tıb öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabib reculiyet ünvanıyla, yahut vaiz ismiyle, yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz. Ona gösterilmesi edeb fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek, hayasız­lıktır. Öyle de: Sâni-i Zülcelal’in çok esması var. Her bir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ: “Gaffar” ismi, günahların vü­cudunu ve “Settar” ismi kusuratın bulun­masını iktiza ettikleri gibi; “Cemil” ismi de, çirkinliği göstermek iste­mez. “La­tif, Kerim, Hakîm, Rahim” gibi esma-i cemâliye ve kemâliye, mev­cudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulun­malarını iktiza ederler. Ve o esmâ-i cemâliye ve kemâliye ise, melaike ve ruhani ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle hüsn-ü edebleriyle göstermek isterler.

İşte Sünnet-i Seniyedeki âdab, bu ulvi âdabın işaretidir ve düsturlarıdır ve nümuneleridir.» (L.54) (Bak:1072/1.p.)



77- «Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hi­laf-ı edeb zan­neder. Meselâ: Alet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hil­kate, sanata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet naza­rıyla bakılsa; ayn-ı edebdir. Hacalet ona hiç temas etmez.

İşte menba-ı edeb olan Kur’an-ı Hakim’in bazı tabiratı, bu yüzler ve perde­lere göredir. Nasılki, bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüz­leri al­tında gayet güzel ve hikmetli sanat ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar. Ve pek zahiri inti­zamsızlıklar karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.» (S.232) (Bak: 1241/1.p.)

Âdab hakkında büyük hadis kitablarında hayli tafsilat vardır. Ezcümle, Buhari 78, Müslim 38, İbn-i Mace 35, Ebu Davud, Edeb 40. Kitabları örnek ve­rilebilir.


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin