İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə121/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   169

P


2956- qqPEYGAMBER hAWR[á : (Peygamber) Allah’dan haber getiren. Al­lah’ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi. (Bak: Enbiya, Nübüvvet)

Atıf notları:

-Kütüb-ü sabıkada Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında gelen müjdeler, bak: 1008.p.

-Peygamberimiz (A.S.M.) gelmeseydi diğer peygamberler unutulurdu, bak: 2606.p.

qqPOZİTİVİZM •i: (Bak: İsbatiyecilik)

2957- qqPRENS BİSMARK »‡_WK[" j9há : (1815-1898) Meşhur Al­man siyasilerinden ve Alman birliği için çalışanlardan birisidir. İslâmiyeti ve Hz. Pey­gamber’i (A.S.M.) medh ü sena ederek hayranlığını bildiren bir mü­tefekkirdir.

2958- “Prens Bismarck (Bismark)’ın Beyanatı:

Sana muasır bir vücud olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (A.S.M.)

Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı Lahutîden geldiği iddia olunan bütün münzel semavi kitabları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göre­medim. Bu ka­nunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile te’min edecek mahiyetten pek uzaktır. Lakin Muhammedîlerin Kur’anı, bu kayıddan azadedir. Ben, Kur’anı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîle­rin düşmanları, bu kitab Muham­med’in (A.S.M.) zade-i tab’ı olduğunu iddia edi­yorlarsa da, en mükemmel hatta en mütekâmil bir dimağdan böyle hârikanın zuhu­runu iddia etmek, hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki; Mu­hammed (A.S.M.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muham­med (A.S.M)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitab, senin değildir; o Lahutî­dir. Bu kitabın Lahutî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünç­tür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremiyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim. Prens Bismarck.” (İ.İ. 213)



2959- qqPROTESTANLIK sV9_BK#—há : Papa’yı Hristiyanların başı ola­rak tanımayıp ruhaniyetini kabul etmeyen bir Hristiyanlık mezhebi. (Bak: İse­vilik, Nasraniyet, Püritenlik, Reform)

2960- Protestanlık, Miladi XVI. yüzyılda Avrupa’da, Katolik Kilisesi ru­hani re­isliği olan papalığın hâkimiyet ve otoritesini reddeden Reform hare­keti neticesinde ortaya çıkan dinî mezhep ve kiliseleri ifade eden bir terimdir. “Hristiyanlıkta Re­form” denilen dinî ve siyasî tahrikâttan çıkan mezheplerin ve fırkaların hey’et-i mecmuasına Protestanlık ıtlak olunur ki, bunların bir kısmı o zaman İncil ve akıl namına papaları protesto ederek Roma Kilise­sinden ayrılan katoliklerle teşkil edil­miş, bir kısmı da bizzat Protestan cema­atlerinin sinesinden türemiştir. Bu suretle diğer Nasara fırkalarının mecmu­una muadil denecek kadar Protestan fırkaları hasıl olmuştur ki, başlıcaları Lüteranizm, Kalvenizm, Presbiteranizm, Anglikanizm, Anabaptizm fırkala­rıdır.” (E.T. 1619)

2961- Batı dillerinde “reform” kelimesinin lügat manası; bozulan bir şekli dü­zeltmek, yeniden aslî şekline irca’ hareketi demektir. Avrupa’da Pro­testan kiliseleri­nin doğmasına yol açan harekete Reform denilmesinin se­bebi de, Katolik, Hristiyanlığı temsil eden Papalığın Hristiyan asliyetinden uzaklaştığı, İncil ve diğer kutsal saydıkları metinlere ve ilk kiliselere nazaran inhiraf ettiği, bid’atlarla bozul­duğu düşüncesiyle Hristiyanlığı ilk asliyetine döndürmek, bozukluklarını düzeltmek manasında bir hareket olarak ortaya çıkmasıdır.

2962- Hakikate nazaran Reform ve Protestanlık hareketi, Hristiyanlığı tahriften ve bid’atlardan arındırıp asliyetine irca’ etmiş değildir. Çünkü bu hareketin dayan­dığı temel, mevcut olan muharref dört İncil ve Havarilere ait mektuplardır. Oysa Hz. İsa (A.S.) tebliğini İbranî dilinde yapmış, fakat onun zamanındaki bu tebliği günümüze kadar ulaşamamıştır. İncil olarak ileri sü­rülen kitapların en eskileri bile Yunanca olup Hz. İsa’dan (A.S.) sonra ka­leme alınmıştır. Nitekim bu nevi çok sa­yıda İnciller ortaya çıkmış ve birbirini tutmıyan bu İnciller sebebiyle Hristiyanlıkta farklı mezhepler çıkmıştır. Mi­ladi 325 yılında İznik’te toplanan Konsil (ruhani mec­lis), bu çeşitli İnciller­den yalnız dört tanesini kabul etmiş ve bunlara uymayan İn­cilleri ve mez­hepleri reddetmiştir. Bu dört İncil’in ilk kaleme alınış tarihi ise, miladi 60-110 arasındadır. Bu İncillere yazarlarının adına izafeten Matta İncili, Markos İn­cili, Luka İncili ve Yuhanna İncili denmiştir. Bu İncillerin muhtevasının bir kısmı, İslâmî bir tabirle söylersek, vahiy olması şöyle dursun, zayıf ve hatta mevzu hadisler mesabesindedir. Bu sebeplerle Hristiyanlıkta mezhep ayrılıkları ve mücadeleleri her devirde olagelmiştir. Kaynaklar bu mezhepler arasında Hz. İsa’yı (A.S.) Allah’ın kulu ve resulü olarak kabul eden muvahhid mezhebini de kaydeder. (Aryus’un kur­duğu Aryaniler Mezhebi gibi.) Yasaklanan İncillerden biri olan Barnabas İncili’nin sonradan bulunan nüshası da, Hz. İsa’yı Allah’ın kulu ve resulü olarak zikreder.

2963- Kilisenin kabul ettiği dört İncil’e rağmen, itikat ve ibadet bakı­mından en mühim mezhep ayrılığı, Hristiyanlığın Mi. 1040 yılında Katolik Kilisesi ve Orto­doks Kilisesi olarak ikiye ayrılmasıdır.

Önceleri bütün Doğu Ortodoks kiliseleri, Doğu Roma Kilisesi denen Bizans Kilisesine bağlıydı. Zamanla kavimler arasında çıkan bir takım din anlaşmazlıkları yüzünden Doğu Ortodoks kilisesinde de bölünmeler mey­dana geldi. Böylece İstan­bul Ortodoks Kilisesi; Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Süryani Ortodoks kili­seleri olmak üzere üçe ayrıldı. Rum Orto­doks kilisesi merkezi İstanbul, Ermenilerin Erivan, Süryanilerin Mardin idi. Erivan Osmanlı Devleti sınırları dışında kalınca, Osmanlı topraklarında bu­lunan Ermeni Ortodoksları İstanbul’u merkez olarak alınca Ermeni Orto­doks kilisesi de, merkezin biri Erivan diğeri İstanbul olmak üzere ikiye ay­rıldı. Başlangıçta Bizans Ortodoks Kilisesine bağlı olan Rus Orto­doks Kili­sesi, Rusya’nın güçlenmesi sonucu bağımsızlığını ilan etti. Böylece Mos­kova, Rus Ortodoks Kilisesi merkezi oldu.



2964- Ortodoks kiliseleri başlangıçlarını Hz. İsa’ya kadar götürür. Orto­doks kelimesi “doğru itikad” manasına gelir ve bu kiliseler, Hristiyanlığın gerçek inancına sahip olduklarını iddia ederler. Aslında bunların da kabul et­tikleri dört İncil’dir. Bu kiliseler, Mi. 325’te toplanan İznik Konsili (ruhani meclisi) kararlarıyla birlikte Mi. 787 yılına kadar olan ilk yedi konseyin ka­rarlarına uyarlar. Bu tarihten sonraki hiçbir konseyin aldığı kararları kabul etmezler. Ayrıca bütün kiliseleri bağlayıcı kararlar alabilecek hiç bir yüksek otorite de tanımazlar. Bu sebeple de Papa’yı Hz. İsa’nın ve Aziz Petrus’un varisi saymazlar. Ortodoks papazlar evlenirler. İbadetler her mem­leketin kendi dilinde yapılır. Kilise başkanlarına “patrik” denir.

Katolik Roma Kilisesi ise birliğini Mi. 16. yüzyıla kadar korumuştur. Ki­lise sözü Yunanca “Ekklesia” olup cemaat demektir. Katolik kelimesi de Yunanca “catholikos” kelimesinden gelip “umumi, küllî, âlemşümul” mana­sına gelir. Roma Kilisesi kendine bu adı vermekle, dünyadaki bütün Hristiyan cemaatının küllî kili­sesi olduğunu ifade etmiş oluyordu.



2965- İlk Hristiyan cemaatlerinde ruhban sınıfı ve bunlar arasında meratipler teşekkül etmemişti. Zamanla bu meratip doğmaya başladı. Önce bir itibar sırası ola­rak kıdemliler manasına gelen “presbyteri”, gözeticiler (mubasır) “iyakos”lar vardı. Mi. 2. yüzyıldan itibaren “presbyteri”ler kendile­rini kilisenin temsilcisi sayıp rahiple­rin başı oldular. Episkopi de piskopos ünvanını aldı. Sonra da piskoposlar havarile­rin halefi sayıldı. Bunlar bir araya gelerek Katolik Kilisesi (âlemşümul kilise) mey­dana getirdiler. Havarilerin mes’ul reisi saydıkları Aziz Petrus (Simun) Roma’da din uğruna ölmüş ve Roma piskoposu onun vazifesini yüklenmiştir. Böylece Roma Ki­lisesi baş­kanı papa, Aziz Petrus’un manevi varisi, halefi ve onun yetkilerine sahip, dolayısıyla, Hz. İsa’nın yeryüzündeki temsilcisi sayılmıştır. Papa’dan sonra kardi­naller, başpiskoposlar, piskoposlar, rahipler gelir ki bunların hepsi ruh­ban sınıfını teşkil eder.

Katolik Kilisesinde ruhban sınıfı dışında kalanlar yani laik denilen Hristiyan halk, ruhbanın idaresine tabi olmak zorundadır. Miladi 8. yüzyıl­dan itibaren bunlara izinsiz kutsal kitapları okuyup üzerinde fikir yürütmeleri yasaklanmıştır. Bunlar an­cak vahyedilmiş hakikatlar değerinde sayılan Kato­lik Kilisesinin itikadiyatını aynen ve hiç tartışmasız kabul etmek zorundadır. Aksi takdirde mezhep ayrılıkçısı sayılır. Mezhep ayrılıkçısı demek, Kiliseden farklı, kendine göre fikri olan kimse demektir. Papa aynı zamanda ruhani bir devletin başkanıdır. (Bak: Teokrasi) Ortaçağda ru­hani iktidarın, cismanı ikti­dara üstün olduğu ilan edilmiştir. Papa, yanılmaz ve ma­sum sayılmıştır. Papa, Roma’da Vatikan denilen muhteşem bir sarayda otururdu. Katolik olan bü­tün krallar, prensler ve halk ona bağlılık ve saygı gösterirdi. Yanıl­mazlık sıfatı dolayısıyla İncil ve diğer metinler üzerinde yorumlar yapmak, kanun ve ka­ide koymak, içtihad yapmak, itikat, ibadet, usul ve erkân, ceza ve muamelat hususlarında tek merci ve tek otorite idi. Hz. İsa’nın yeryüzündeki vekili sı­fatıyla günahkâr Hristiyanların günahlarını affetmek, kilise ve papalığa karşı gelenleri ce­zalandırmak ve afaroz etmek salahiyetinin kendisinde olduğu ka­bul edilmişti.



2966- Papalar günahların affı ve cezaların bağışlanması için keffaret ve diyet olarak para ve mal bağışını da kabul ediyorlardı. Bu şekildeki bağışlan­maya endüljans denmekte idi. Kilise bu yolla büyük servetlere ulaştı. Katolik kilisesinin bütün Avrupa ülkelerinde vakıf, bağış ve endüljans gibi yollarla elde edilmiş arazi­leri, tesisleri, binaları, servetleri mevcuttu. Bu yolla ruhani iktidar yanında, cismani bir iktidarın da sahibi olmuştu. Rönesans dönemine gelindiği zaman, papalığın lüks ve israfı da artmıştı. Toplanan para ve ser­vetler, gösterişli saraylar, şatolar, kiliseler, mezar ve heykellerle resimlere, şatafatlı tören ve toplantılara harcanıyordu. Bu du­rum geniş çapta hoşnut­suzluklara sebebiyet veriyordu. Reform ve Protestanlık ha­reketinin başlama­sına yol açan, bardağı taşıran karar, Roma’da inşa halinde olan Sen Piyer Ki­lisesi’nin bitirilmesi için günahların affı karşılığı Avrupa çapında te­berru toplanmasına dair Papa X. Leon’un 1516 yılında verdiği karardır. Endüljans denilen mal ve para bağışı ile günahların bağışlanmasına dair bu son karara, bir müddet sonra yeni bir karar daha ilave etti. Bu bağış ölmüşlerin günahla­rının affı için de kabul edilecekti.

2967- Bağış kampanyası Almanya’da tantanalı büyük bir kampanya ha­linde pa­pazların va’zlarıyla başlatıldı. Kendisi de bir din adamı olan ve Wittenberg Üniver­sitesi’nde İlahiyat dersleri veren Martin Luter (Martin Luther), buna karşı çıktı. Gü­nahların mağfireti ve kurtuluşun bu tarzda ba­ğışlarla olamıyacağını ileri sürdü. Allah ile kul arasında kimsenin giremiyeceğini, af ve kurtuluşun, Allah’ın bir lütfu olan Allah’a iman ve Al­lah sevgisiyle mümkün olduğunu müdafaa etti. Bu düşüncelerini Aziz Pavlus (Paulus)’un “Romalılara Mektubu” (Kitab-ı Mukaddes, Türkçe ter­cüme, 1981 Yeni Ahit shf: 154) olarak bilinen yazısına dayandırdı. Düşün­celerini 31 Ekim 1517’de, 95 madde halinde Wittenberg kilisesinin kapısına asarak ilan etti. Ayrıca fikirlerini Papa’ya da iletti. Bağış toplamakla görevli papazlar ve bir kısım din adamları yaptıkları va’z ve konuşmalarda Luter’in fikirlerini çürütmeye çalıştılar. Bu yolla da Luter’in fikirleri tanıtılmış olu­yordu. Luter onların bu konuşmalarına karşı­lık yazılı beyannameler dağıttı. Papa, Luter’den ileri sürdüğü fikirleri bırakmasını istedi. Luter, Papa’nın bu teklifini kabul etmedi. Bunun üzerine Papa Luter’i afaroz etti. Luter, Papa’nın kendisine gönderdiği afaroznameyi Wittenberg meydanında halkın önünde yaktı (10 Aralık 1520). Papa kendisine kafa tutan Luter’i cezalandır­mak için o sırada Almanya imparatorluğuna seçilen Şarlken’e baş vurdu. Koyu bir katolik olan Şarlken, Luter’i yargılamak üzere Worms şehrinde toplanan Diyet Meclisi’ne çağırdı.

2968- Mecliste yapılan bütün baskılara rağmen, Luter fikrinden dönmedi ve inancını cesaretle müdafaa etti. İmparatorun başkanlık ettiği Diyet Meclisi Luter’i ölüme mahkûm etti. Fakat onu dostlarından Saksonya Elektörü Frederik, kaçırtarak malikanesi olan Wartburg şatosunda sakladı (1521. On yılını orada geçirmiş, düşün­celerini açıklayan üç eseri çok kimselere tesir et­miş ve taraftar bulmuştur. Bu arada İncil’i Almancaya tercüme etmiştir. Ga­yesi herkesin anlamadığı Latince İncil yerine Almancasının okunmasını sağ­lamak ve Papa’nın otoritesini kırmaktı. Ona göre Hristiyanlıkta en üstün otorite Papa değil “Kutsal Kitap”tı, Papa’nın dediği değil; İncil ve Havarile­rin sözleri idi. Bu bakımdan dinde bağımsızlık fikrini müdafaa etti. İlk kili­seler gibi, kilisenin cemaatların idaresinde olmasını ileri sürdü. Cismani bir ri­yasetin otoritesini kabul etmedi. Papa’nın yanılmazlığı inancını tanımadı. Din adamlarının evlenmesine taraftar oldu ve kendisi de evlendi. İnsanın Allah’a karşı kuvvetli imanı ve sevgisi varsa, herkese karşı hür olduğunu id­dia etti.

Bazı fikirlerini aşırı istikamette değerlendiren köylüler, kralsız ve papaz­sız bir Hristiyanlık davasıyla ayaklandılar. Kilise mallarını yağma ve talan et­tiler. Luter bunları teskin etmek istediyse de başaramadı. Bunun üzerine Luter’in de teşvikiyle Prensler, bu köylü ayaklanmalarını şiddetle bastırdılar ve kilise mallarını geri aldılar.



2969- Luter bir kitabında: “Kiliseyi düzeltmek için, onun elindeki bütün serve­tini almak lâzımdır. Kilise ancak o zaman esas dinî vazifeleriyle uğra­şır” demişti. Bu sözler Katolik Kilisesinin mal ve mülklerinin yağmalanması şeklinde kabul edildi. Bu sebeple Luter’e taraftar olan başlıca büyük Alman prensliklerinden olan Saksonya, Brandenburg, Palatina Elektörleri ile bazı küçük prensler, kendi toprak­ları içinde yer alan kilise mallarına el koydular.

2970- Almanya’da başlayan bu mücadeleler İmparator Şarlken’i telaşa düşürdü. Luter’cilerle başa çıkamıyacağını anlayınca bir Diyet Meclisi top­ladı. Bu meclis “Luter Mezhebinin, şimdiye kadar nerede tutunmuşsa ancak oralarda kalmasına, fakat başka yerlere yayılmamasına” karar verdi (1529). Şarlken’in bu kararına beş Alman prensi ve ondört şehir protesto etti. Bu ta­rihten itibaren bu protesto dolayı­sıyla, Katolik kilisesinden ayrılmış olan Luter Mezhebi taraftarlarına protestan adı verildi.

2971- İmparator Şarlken, Diyet Meclisi’nin kararını protesto eden prensler ve şehirleri silah zoruyla yola getirmek istedi. Bunun üzerine Pro­testanlarla İmparator arasında 25 yıl süren mezhep kavgaları başladı. Nihayet Şarlken, Protestanlığı res­men tanımak zorunda kaldı. 1555 tarihinde Ogsburg’da toplanan Diyet Meclisi’nde İmparatorla Protestan Mezhebi ve kilisesi resmen kabul edildi. Alman prensleri is­tedikleri mezhebi seçmekte ve bu mezhebi kendi tebaasına kabul ettirmekte serbest oldular ve kendi idare­leri altında bulunan memleketlerde din işlerinin mutlak âmiri olmak hakkını elde ettiler.

2972- Görüldüğü gibi papalıktaki dine bağlı devlet sistemi yerine, Pro­testanlıkla devlete bağlı din sistemi gelmiş oluyordu. Protestanlığın böyle bir neticeye varma­sının sebebi, karşılarına imparatorluk ve papalık gücü ile çı­kılmasına karşılık, kendi­sini müdafaa etmek için mahalli bir devlet kuvvetine dayanma ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç karşılıklı menfaata da uygundu. Çünkü Papa­lığa karşı Protestanlık hareketinin var­lığı ve korunması bu yolla mümkün ol­duğu gibi, Prenslikler de Papalığa karşı daha müstakil olabilecek ve memle­ketlerindeki Papalığa ait mülk ve arazilere el koyabile­ceklerdi.

2973- Papalık otoritesini tanımama ve Katolik Kilisesinden ayrılma ha­reketi olarak başlıyan Refom hareketinin öncüleri arasında Alman Martin Luter’den başka Fransa’da Jan Kalven (Jean Calvin), İsviçre’de Ulrih Zıingli (Ulrich Zıingli), İs­koçya’da Con Knoks (Jhon Knox) da yer alıyordu.

Kalven felsefe, mantık, hukuk ve ilahiyat tahsili yapmış, mühim eserleri La­tince, İbranice, Yunanca asıllarından okumuştu. O da Papa’nın yanılmaz­lığını ve dinde otoritenin mercii olarak kabul edilmesini reddetti. Kurtuluş için imanı esas aldı ve otoritenin kaynağı olarak “Kutsal Kitab” ve en eski kaynakları gösterdi. Kili­selerin bağımsızlığına taraftar oldu. Kiliselerin, halk tarafından seçilen din adamları ile cemaatlerce idaresini müdafaa etti. Fransa’da Protestanlık şiddetle takibata uğra­dığı için İsviçre’ye geçerek bir müddet faaliyetlerini orada sürdürdü.



2974- Kalvenistler Fransa’da Kral I. Fransuva, II. Henri, II. Fransuva, IX. Şarl zamanında şiddetli takibata uğradı. Kalvenistler ve diğer Protestan­lar işkencelere tabi tutuldu, hatta diri diri ateşte yakıldılar. Fransa’da çıkan mezhep savaşları Fransa’yı manen ve maddeten perişan bir hale getirdi. Bu din ve mezhep kavgaları, 1563-1594 yılları arasında 30 yıl sürdü. Kral X. Şarl zamanında mezhep mücadelesi korkunç bir devreye girdi. Kralın emriyle 25 Ağustos 1572’de, Sen Bartelmi Yor­tusu’na rastlayan geceden sonra Paris’te Kalvenistlere karşı büyük bir katliam dü­zenlendi. Diğer şehirlerde de buna benzer katliamlar oldu. Bu durum IV. Henri’nin kral olmasına kadar sürdü. Eski bir Kalvenist olan IV. Henri, mezhep değiştirip tekrar Katolik olma­sından sonra kavgalar sona erdi. Kral 1598’de neşrettiği Nant Fermanı ile Kalvenist ve Protestanlara mezhep ve inanma serbestliği verdi.

2975- Dikkate değer bir husus şudur ki; Katolik Kilisesine karşı itikad ve vic­dan hürriyeti istiyen Kalven, İncil’in serbest tefsiri neticesi tevhid inan­cına varan Mişel Serve’yi (Michel Servet) suçladı ve teslis itikadını kabul et­mediği için onu Katolik engizisyonuna ihbar etti. Serve hekim, hukukçu ve ilahiyatçı idi. İncil’in tef­sirini yazdı. Fikrini “De Trinitatis Erroribus” (Teslis Konusunda Yanılma Üstüne) ve “Christianismi Restitutio” (Hristiyanlığın Islahı) gibi eserlerle ortaya koydu. Mişel Serve, Kalven’in ihbarı ile, bu son eseri yüzünden engizisyon mahkemesi ka­rarı ile 28 Ekim 1553’de yakılmıştır.

2976- Papa’ya karşı protestan hareketin bir diğer öncüsü de İsviçre’li Zwingli olduğu yukarıda ifade edilmişti. Zwingli İbranice, Yunanca Latince bilen ve mühim eserleri asıl kaynaklarından okuyan hümanist bir din adamı idi. O zaman hümanist diye, bu eski dilleri bilip bu dillerle yazılmış eserleri inceliyen, toplıyan ve yayınlıyanlara ve bu yolla yeni bir edebî harekete vesile olanlara denilirdi. Zwingli de yazdığı eserleriyle Reform hareketine katıldı. “Din”i Tefsirlerin Doğruluğu ve Yanlışlığı Üzerine” adlı eseri (1525), geniş yankılar yaptı. Mücadelesini İsviçre’de yürüttü. Kendisi bu mezhep ayrılığı sebebiyle öldürüldü.

2977- Reform hareketleri İngiltere’ye de sıçradı. Diğer memleketlerde halk ha­reketi şeklinde ortaya çıkan Protestanlık, İngiltere’de Kralların öncü­lük ettiği bir ha­reket oldu. Kral VIII. Henri, eşinden boşanıp başka bir ka­dınla evlenmesine Papa’nın izin vermemesi üzerine Papa ile münasebetini kesti ve İngiltere’nin Papa’ya karşı dinî bağımsızlığını ilan etti. İngiltere’deki kiliseleri kendine bağladı. Böylece İngiltere’de Anglikanizm mezhebi ve Anglikan Kilisesi kurulmuş oldu (1534).

Anglikanizm, Kalvenizm ve Katolik Mezhebinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. VIII.Henri’den sonra gelen krallar başka mezhepleri ka­bul etmek iste­yince karışıklıklar çıktı. Nihayet Kralice I. Elizabeth (1558-1603) zamanında Angli­kanizm resmi mezhep olarak tanındı.

İskoçya’da reform hareketi, Kalven’in misyonerleri tarafından yürütüldü. Bun­lar din işlerinin “Presbiteri” denilen, halk tarafından seçilmiş bir mec­lisçe idaresini esas aldıklarından bu mezhebe Presbiteryen Mezhebi denmiş­tir.

2978- Reform hareketleri Avrupa’nın kuzey memleketlerine de yayıldı. İsveç, Norveç, Danimarka Protestan mezhebini kabul etti. Daha sonra Pro­testan Mezhebi Amerika’da da yayıldı.

İngiltere’de ve daha çok Amerika’da Protestanlığın başka tali mezhepleri doğ­muştur. Bunların belli başlıları: Babtistler, Metodist’ler, Püriten’lik, Kvaker’ler, Mormon’lar, Üniter’ler, Salütist’ler, Kristian Siantist’ler, Yehova Şahitleri, Teozoflar vs.dir. Bunların yanında çeşitli mezheplere mensup tari­katlar da ortaya çıkmıştır.

Bu tali mezhepleden biri olan Püritenlik, İngiltere’de ve Amerika’da si­yasi sa­hada ve bilhassa demokratik düşüncenin gelişmesinde tesirleri görülen bir dinî akım olması sebebiyle üzerinde bir nebze durmakta fayda vardır. Zira uzun zaman Hristiyanlık dünyasına hükmeden Katolik Hristiyanlığın hâkimiyeti ve otoritesinin Reform ve Protestanlık hareketiyle sarsılması neti­cesi, Hristiyanlıktaki taassubu bir derece de kırıp vicdan ve fikir hürriyetleri­nin tanınmasına yol açtığı gibi, Avrupa’da ve Amerika’da demokrasinin ge­lişmesi fertlerin hak ve hürriyet sınırlarının genişle­mesine, gelenekçi Hristiyanlık anlayışının baskısının azalmasına ve Batı insanının Hristiyanlık dışındaki dinlere, bilhassa İslâm’a karşı daha hoşgörülü bir tavırla yak­laşma­sına yol açmaktadır.



PUTPEREST a,hâ#Yá : (Bak: Sanemperest)

2978/1- qqPÜRİTENLİK tVXB<‡Yá : (İng. Puritanism, Fr. Puritanisme “püritnizm”, sıfat olarak puritain, (“püriten”) Miladı 16. asırda İngiltere’de, Kal­ven’ci fikirleri temsil eden ve bu yüzden baskı gören dinî bir cereyana ve­rilen addır. Püriten’ler başlangıçta bir mezhebin temsilciliğini yapmak üzere ortaya çıkmamış­lardı. O zamanlar İngiltere’de krala tabi Anglikanizm mez­hebi kurulmuştu. Angli­kanizm bir fikir ve halk hareketi olarak değil, İngil­tere kralı VIII. Henri’nin, bo­şanma konusunda Papa’yı tanımaması ve İngiliz kilisesini kendisine bağlaması ile kurulmuştur. Bu sebeble kilisenin teşkilat ve idaresi, dinî ayin ve merasimlerle kıya­fetler bakımından Katolik kilisesinin unsurlarını taşıyordu. Oysa İskoçya’da ortaya çıkan Presbiteryen mezhebi Kalvenci olup dinî cemaatın idaresinde demokratik esasları benimsemiş, dinî ayin ve ibadetlerde sadeliği müdafaa ediyordu. Anglikan kilisesi mensupla­rından bir kısmı bu fikirlerin tesiri altında kalarak Anglikanizmin hâlâ muha­faza ettiği Katolik unsurlarına karşı çıktılar. Bu hareket Anglikan kilisesi tara­fından şiddetle kınandı ve Püriten’ler 1583’te kurulan Kilise Yüksek Komis­yo­nunun kararları ile takibata uğrayıp, baskı ve zulme maruz kaldılar. Bir kısmı Hol­landa’ya ve daha sonra Amerika’ya göç etti. Bir kısmı Presbiteryen mezhebine ka­tıldı.

2978/2- Kraliçe I. Elizabet’in 1603 yılında ölümü ile İngiltere’ye hük­meden Tudor Hanedanı sona ermiş, yerine Stuart hanedanı geçmiştir. Bu hanedandan ge­len dört kral (I.Ceymis, I. Çarls, II. Çarls ve II. Ceymis) İn­giltere’yi mutlakiyetle idare etmek istediler. Oysa İngiltere’de o sıralarda bir de parlamento mevcuttu. Kral I. Çarls parlamentoyu dağıttığı gibi, Presbi­teryenleri ve dolayısıyla Püritenleri, Anglikan mezhebine girmeye zorladı. Bunun üzerine 1638yılında Edinburg’da isyan çıktı. Kral, isyanı bastırması için gerekli parayı temin için parlamentoyu toplamak zorunda kaldı. Fakat parlamento da krala karşı cephe aldı. Böylece dinî sahadan sonra siyasi sa­hada da siyasi Püritenlik ortaya çıktı.

Kral’ın ve Anglikan kilisesinin zulmüne ve baskısına karşı Püritenler “no bishlop no king” yani ne piskopos istiyoruz ne de kral, diyerek dinî sahada olduğu kadar siyasi sahada hürriyet ve demokrasiye taraftar oldular. Bu hür­riyetçi slogan ve fikirleri bir kısım burjuva-kapitalist çevreleri de cezbetti. Devlet idaresinde parla­mentarizm ve demokrasi, kapitalist sınıfın menfaatine uyduğu için Püritenlik bu çevrelerce destek gördü ve siyasi alanda işbirliği yapıldı. Nitekim Kral I. Çarls’a cephe alan parlamento, gücünü bu işbirliğin­den aldı. Kral taraftarları ile parlamento taraftarları arasındaki mücadele ve savaşta kral yenildi ve Londra’dan kaçtı. Daha sonra yakalanarak idam edildi. Parlamentonun başına Kromvel (Cromıel) geçti. Pü­ritenler Kromvel’in ikti­darı zamanında hükümeti fiilen kontrolleri altına aldılar. Fa­kat daha sonra si­yasi tecrübesizlikleri yüzünden bölündüler. İngiltere’de 1660 yı­lında krallık yeniden kurulup Çarls II.’nin tahta geçmesi ile Püritenler yeniden baskı ve takibe uğradılar ve siyasi alandan elendiler.

Kuzey Amerika’ya göç eden Püritenlerin siyasi rolleri daha uzun sürdü. Masaçuset (Massachusetts)’te ayrı bir koloni kurdular. Fakat muhtelif se­beplerin te­siriyle 1691 yılında kolonileri dağıldı. Bununla beraber devlet ida­resinde demokratik fikirleri müdafaaya devam ettiler. Nitekim 1750’den iti­baren, Anglikan piskopos­luğu ile İngiliz hükümetine karşı çıkmaya başladı­lar. Bu bakımdan da Amerika’daki İngiliz sömürgelerini bağımsız bir devlet olma hareketine yönelten 1776 ihtilalinin hazırlanmasında büyük bir rol oy­nadılar.

2979- Siyasi alandaki Püritenlik geniş çevrelerce desteklenmesine karşı­lık, dinî sahadaki Püritenlik çok sınırlı kalmıştır. Zira Püritenler yalnız İncil’e bağlılığı esas aldıkları ve buna göre bir çok bid’atları reddettikleri için bu mezhep mensupları din ve ahlâkta çok katı olarak vasıflandırıldılar. Nitekim Puritanizm kelime manasıyla “tathir ve tasfiyecilik” demektir ve Hristiyan dinine sonradan ilave edilen unsurları ayıklayıp asliyetine irca’ fikrini ihtiva etmektedir. Bu cereyan mensupları ayrıca Kal­ven’in kaderiyeci görüşlerini benimsemeleri neticesi, kendilerine farklı ve mümtaz bir yer vererek diğer topluluklardan tecritleri neticesine yol açmıştır. Nitekim Kal­ven “İman, an­cak ebedî saadetleri ezelden mukadder olan kimselere bahşedilmiş İlahî bir lütuftur” demiştir ve bu sebeple de samimi inanışa sahip Püritenler, ken­dile­rini hususi olarak İlahî bir mazhariyete sahip gördüklerinden dinî, ahlâkî ha­yatta çok titiz ve disiplinli yaşayışı esas almışlar, buna uyamıyanlara karşı hoşgörülü olamamış, taraftarlarının azalmasına sebep olmuşlardır. Öyle ki, Batı’da yazılmış lügatlar “püriten” sözüne mecaz olarak mütaassıp, aşırı bağ­lılık manalarını verirler.

Zikri geçen bu mezhep çokluğu ve din hürriyeti, insanları doğru dini aramaya sevketmektedir. Hakikatı arama meyliyle İncil ve Tevrat’ın aslını araştırma çalışma­ları artmıştır. Tarafsız ilim adamları ve tarihçiler, bunların tahrife uğradığını kabul etmektedirler. Ayrıca bu kitapların tarihî hâdiseler ile dünya, kâinat ve insan hak­kındaki malumatlarında ilim ve hakikata aykırı ta­rafları ortaya çıkarılmaktadır. (Bak: Prens Bismark) Bu muharref din ve mez­hepler, zamanımız insanlarının din ihtiya­cını tatmin edememektedir. İnkâr­cılık cereyanları, insanları maddi ve manevi buh­ranlara sürüklemektedir.

Geçici maddi zevkler ve aldatıcı meşgaleler, buhranlara bir çare değildir. Bu se­beple akıl ve vicdan sahipleri, hakikatı aramaya devam edeceklerdir ve etmektedir­ler. Nitekim bir çok örnekleriyle bu hakikatı bulanların huzura kavuştukları görül­mektedir. Yirminci asır ve sonrası insanları, Kur’an haki­katlerine sarılmakla ancak felah bulacaklardır.




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin