İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə149/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   145   146   147   148   149   150   151   152   ...   169

3748- «Bu temsiller; şuunat-ı rububiyetin hakikatını tutamaz, ihata ede­mez, mikyas olamaz; fakat baktırabilir. Meselâ: Lezzet ve sürur ve memnu­niyetin bizce malum manaları, şuunat-ı mukaddeseyi ifade edemiyor; fakat birer ünvan-ı mülahazadır, birer mirsad-ı tefekkürdür. Hem dahi şu temsil­ler; muhit, azîm bir kanun-u rububiyetin küçük bir misalde ucunu göster­mekle, rububiyetin şuunatında o kanunun hakikatını isbat ediyor. Meselâ: Bir çiçek vücuddan gider, binler vücud bırakarak öyle gider denilmiş. Onunla azîm bir kanun-u rububiyeti gösteriyor ki; bütün bahar, belki bütün dünyadaki mevcudatta bu kanun-u rububiyet cereyan ediyor.

Evet Hâlik-ı Rahim, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyor; o Sani’-i Hakîm, aynı kanunla her sene Küre-i Arzın libasını Tecdid eder. Hem o aynı kanunla, her asırda dünyanın şeklini tebdil eder. Hem aynı kanunla, kıyamet vaktinde kâinatın suretini tağyir edip değiştirir.

Hem hangi kanunla zerreyi, mevlevi gibi tahrik ederse; aynı kanunla Küre-i Arz’ı meczub ve semaa kalkan mevlevi gibi döndürüyor. Ve o kanun ile âlemleri böyle çeviriyor ve manzume-i şemsiyeyi gezdiriyor.

Hem hangi kanunla senin bedenindeki hüceyratın zerrelerini tazelendiri­yor, tamir ve tahlil ediyorsa, aynı kanunla senin bağını her sene tecdid eder ve her mevsimde çok def’a tazelendirir. Aynı kanunla, zemin yüzünü her ba­har mevsiminde tecdid eder, taze bir peçe üstüne çeker.

Hem o Sani’-i Kadir, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihya eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihya eder ve o kanunla Küre-i Arzı yine o baharda ihya eder ve aynı kanunla Haşirde mahlukatı da ihya eder. Şu sırra işareten (31:28) ¯?«f¬&~«— ¯j²S«X«6 ެ~²v­U­C²Q«" «ž«— ²v­U­TÇV«' _«8 Kur’an ferman eder. Ve hakeza kıyas et.

Bunlar gibi çok kavanin-i rububiyet vardır ki, zerreden ta mecmu’-u âleme kadar cereyan ediyor. İşte faaliyet-i rububiyetin içindeki şu kanunların azametine bak ve genişliğine dikkat et ve içindeki sırr-ı vahdeti gör; herbir kanun bir bürhan-ı vahdet olduğunu bil. Evet şu çok kesretli ve çok azametli kanunlar, herbiri ilim ve iradenin cilvesi olmakla beraber; hem vahid, hem muhit olduğu için; Sani’in vahdaniyetini ve ilim ve iradesini gayet kat’i bir surette isbat ederler. İşte ekser Sözler’de ekser temsilat, böyle kanunların uçlarını birer cüz’î misal ile göstermekle; müddeada, aynı kanunun vücuduna işaret eder. Madem temsil ile kanunun tahakkuku gösteriliyor; bürhan-ı mantıkî gibi yakinî bir surette müddeayı isbat eder. Demek Sözler’deki ekser temsiller; birer bürhan-ı yakinî, birer hüccet-i katıa hükmündedir.» (M.290)



3749- Kur’anda h/  uC8 gibi kök kelimelerden türemiş olan ifade­lerle çok temsiller vardır. Ezcümle (2:17) âyetinde geçen misal için şu izahat veriliyor:

«Edebiyatta tefhim ve cazibe nokta-i nazarından temsilin büyük ehem­miyet-i beyaniyesi vardır. Çünki alel’ekser akıllar, vehimlerin müdahale ve ta­sallutlarına maruz olduklarından makulat-ı hafiyeyi hüsn-i idrakten mahrum kalırlar; temsil ile vehimleri akla teshir eder ve hakikatı cahil, gabi kimselere bile tefhime vesile olur. Zira temsil, dakik ve rakik makulat-ı hafiyyenin nikab ü hicabını atarak, onları açık mahsusat kisvesinde ibraz eder de tanın­madık şeyleri tanınmış, görülmedik şeyleri görülmüş gibi izhar ve ifham ey­ler.» (E.T. 244)



3749/1- h/ kökünden gelip temsil manasında olan kelimeleri ihtiva eden âyetlerden birkaç not:

-Allah’ın sivrisinekten misal getirmesi ve bu misale karşı mü’min ve kâfirlerin tavri: (2:26)

-Görenle görmeyen; zulmetle nur müsavî olmaz temsili: (13:16)

-Hak ve ehl-i hak, yağmura; batıl ve ehl-i batıl su yüzündeki köpüğe, benzetme temsili: (13:17)

-Güzel gözün ağaca benzetilmesi temsili: (14:24)

-Yemiş veren ağaçla getirilen temsil: (14:25)

-İrşad için muhtelif temsillerin verildiğini beyan eden âyet: (14:45)

-Allah’ın verdiği ni’metleri küfranla karşılayıp kendine mal eden ve şirke düşen kişi ile şükür ve tevhid yolundaki kişi arasında bulunan farkı gösteren temsil: (16:75, 76) (18:32-44)

-Dünya hayatının faniliğini anlatan temsil: (18:45)

-Bir sineği yaratamayan şeylerden istimdad edenlerin batıl anlayışlarını anlatan tem­sil: (22:73)

-Nur-u İlâhi hakkında temsil: (24:35)

-Geçmişte helak edilen ümmetlerin hepsine misaller getirilmişti: (25:39)

-Örümcek yuvasiyle getirilen temsil: (24:41)

-Temsilleri ancak alimler anlar: (25:43)

-İnsan kendine ortak kabul etmezken Allah’a şirk koşmayı takbih eden temsil: (30:28)

-Kur’anda her türlü misaller verilmiştir. (30:58) (39:27)

-Tevhide ait bir misal: (39:29)

-Azamet-i İlâhiye hakkında temsil: (59:21)

-Münafıkların korkunç haletlerini tasvir eden bir temsil: (2:17 ilâ 20)

-Riyakarların halini tasvir eden bir temsil: (2:264)

Atıf notları:

- Kur’an’da hakir şeylerden misal getirilmesi, bak: 903, 904.p.lar.

-Kur’andaki misallerin hakikatını âlimler anlar, bak: 1595.p.da bir âyet notu.

3750- qqTENEFFÜS j±SX# : (Nefes’den) Nefes, soluk alma. Dinlenme. *Tan yeri ağarma. *Deniz suyunun sahile vurması. *Üfürmek. *Okullarda ders araları verilen dinlenme. (Bak: Tenezzüh, İstirahat)

3751- qqTENEZZÜH ˜±iX# : Uzaklaşmak. *Gezinti. Bağ ve bahçe gibi yerlere gam ve kederi izale için çıkmak. *Kusur, pislik ve ayıptan uzak ol­mak. (Bak: Teneffüs, Seyahat)

Eyyüb (A.S.)’ın hastalığı zamanında (38:42) âyetiyle emredilen: «Depren ayağınla... Rekz: üzengi tepmek, kanat çarpmak kabilinden olan harekettir.» (E.T. 4100) diye izah ediliyor ki, küllî manasında çok hakikatları ifade et­mekle beraber, idman ve bir miktar yaya yürümenin sıhhat cihetindeki alâka­sını da ihtar eder.



3752- qqTENKİD f[TX# : Kamus-u Türkî’de tenkid hakkında şu bilgi ve­riliyor: “Edebiyat-ı Cedide Fransızların kritik (critique) dedikleri, muaheze-i edebiye manasıyla kullanılmakla başlamış ise de, Arabîde fT9 maddesi tef’il, babından gelmediğinden, bunun yerine (intikad) ve (tenkad) kullanılsa daha doğru olur.”

Geniş manasıyla tenkid, seçmek manasındaki nakd kökünden geldiği ci­hetle muhakeme ve araştırıcılık yolu olup, herhangi birşey veya durum hak­kında, tahkik neticesinde ve ıslah ve tekmil niyetiyle, iyi ve kötü taraflarını delilerle göstermektir. Hadis ilminde, mevzu’ ile sağlam hadisleri seçip ayıran hadis imamlarına da bu mana ile alâkalı olarak nakkad-ı muhaddisîn denir. Fakat zamanla ve halk lisanında, bir şeyin yalnız kötü tarafını söylemek ma­nasında kullanılır olmuştur.



3753- Esasen dinî meselelerde doğruluk ölçüsü, mutlaka şer’î deliller olup şahsî anlayışların değeri yoktur. Herhangi bir meselenin yanlışlığı, şer’î delillerle sabit olduğunu tam bilmedikçe hüküm vermemeli ve ölçüsüz tenkidler yapmamalıdır. (Bak: Naklî Delil)

Evet «en müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar.» (H.Ş. 140) (Bak:İhtilaf)

«Tenkidin saiki ya nefretin veya şefkatin tatminidir. Dostun veya düş­manın ayıbını görmek gibi.» (A.B. 111)

«Sebeb-i ihtilaf, hâkim-i zalim olan cerbezedir. Fikr-i tenkid ve bedbin­liğe istinad eden cerbeze, daima zalimdir.» (A.B. 103)

«En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar. O müdhişin en müdhişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem manevi imtisaldir. Şu tenkid, imtisali iltizamı iz’anı kırar. Tas­dikte de bîtaraf kalır.

Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nurani sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. Bîtarafane muhakeme dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar. » (H.Ş.140)

«Seviye-i irfan bir olmadığından fırkalarda husumet, taassub ve tarafdarlık intac eder. Tabii o kuvveti istimal ile siyasete karışacak ve umumi idarede herkesçe lezzetli olan tahakümatı yapacak sahib-i ağraza müsaid bir zemin olur. Binaenaleyh bizdeki fırkaların şimdiki hal ile devamı gayet mu­zırdır.

Lâkin bir şirkette veya münevver-ül fikir ve bîtaraf mabeyninde tenkidat-ı siyasetten veya ehl-i ilim mabeyninde nasihat ve irşaddan menfaat olabi­lir.»(H.Ş.108)



3753/1- Bediüzzaman Hz.nin menfi tenkidin terki hakkında talebelerine verdiği nasihatlardan kısa birkaç örnek:

«Bu hizmet-i Kur’aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıbta damarını tahrik etmemek­tir..» (L.160)

«Münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir planı; böyle herbiri birer za­bit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlede toplattırır, bo­ğuşturur, manevi kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri ko­layca tokatlar, vurur.» (Ş.318)

«Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkid etmeyiniz. Yoksa az bir zaaf gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip, sizlere büyük zarar verebilirler.» (K.L.223)

«Risale-i Nur şakirdlarinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkid etme­mek, kusurunu affetmek düsturu ile bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î hissî şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler.» (E.L.I.89)

«Şimdi müdhiş yılanların hücumuna maruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i di­yanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek birbirini tenkidle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.» (K.L. 246)



3753/2- Hak ve hakikatın müdafaa ve muhafazası için gerektiğinde müsbet tenkid yapılır. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, bir sual üzerine bazı şahısların isimlerini zikrederek hatalarını gösterdiği cevabında şöyle diyor:

«Mustafa Sabri ile Musa Bekûf’un efkârlarını müvazene etmek için vak­tim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki: Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Musa Bekûf’a nisbeten haklıdır, fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zatı tez­yifte haksızdır.

Evet Muhyiddin kendisi hâdî ve makbuldür, fakat her kitabında mühdi ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavaid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor ve bazı kelâmları zahiri dalalet ifade ediyor. Fakat kendisi dalaletten müberradır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış, kavaid-i Ehl-i Sünnete taassub cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş.

Musa Bekûf ise, ziyade teceddüde tarafdar ve asrîliğe mümaşatkâr efkâriyele çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu-l Alâ-i Maarri gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan, kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnete mu­halefet eden meselelerine ziyade tarafdarlığından ziyade ifrat ediyor.

_ÈX¬8 «j²[«7 ²w«8 |«V«2 _«X¬A­B­6 ­}«Q«7_«O­8 ­•­h²E«# Ô ¬w<¬±f7~ ¬|²E­8 «Ä_«5

Yani: “Bizden olmıyan ve makamımızı bilmeyen, kitablarımızı okuma­sın, zarar görür.” Evet bu zamanda Muhyiddin’in kitabları, hususan vahdet-ül vücuda dair meselelerini okumak zararlıdır.» (L.273)

«Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i salihînin tenkidleri gibi.» (S.T.İ. 91)

3754- Tenkid, şahıslar hakkında olmaktan daha çok, fiil ve sıfatlara ait olmalıdır. Meselâ: Hırsızı tenkid yerine, hırsızlığı tenkid etmek ve kötülemek gibi... O zaman bu tenkidden hırsız dahi istifade ve ıslah-ı hal edebilir. (Bak: Gıybet, Münakaşa)

Atıf notları:

-Bediüzzaman’ın sakal meselesindeki tenkide verdiği cevab, bak: 3255-3257. p.lar.

-Bediüzzaman Hz.nin şahsına yapılan ihanetkâr tenkidlere karşı sabır ve müsa­mahası, bak: 3264.p.

-Umumi hukuka bakan meselerde müsamaha edilemez, bak: 126.p.

-Fasık-ı mütecahirin aleyhindeki konuşma gıybet sayılmaz, bak: 909.p.

-Sahabeler zamanındaki fitnelerden tenkidkârane bahis açmamak, bak: 994, 995.p.lar.

3755- qqTEOKRASİ |,~h5—~ y# : (Fr. Theocratie) Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şekli. Allah namına papaz­lar idaresi.

Bu kelime, İslâm memleketlerinde: Şeriat hükümleriyle devleti idare et­mek manasında kullanılır. Avrupa memleketlerinde ise, Allah namına pa­pazlar idaresi ve hâkimiyeti manasına gelir. 1886’da basılan Kamus-u Fransavî’de: “Kanun-u İlahî ile ve sıfat-ı ruhaniyetle icra olunan hükümet” şeklindeki ifadesiyle, bu iki manaya işaret edilmiştir. Fakat İslâm ve İsevî milletlerinde teokrasinin ifade ettiği manada ilmî ve ehemmiyetli bir fark vardır. Şöyle ki:

Hristiyanlıkta velediyet akidesi ekseriyetçe kabul edildiğinden papaz, Al­lah’ın mutlak vekili ve İlahî kudsiyete sahip addedilmiştir. Buna göre papaz, murakabe edilmez ve kimseye karşı da mes’ul değildir.

İslâmiyette ise: İdareci, şer’î kanunlara karşı mes’ul olduğu gibi; halkın idareciye itaat etmesi de, idarecinin Allah’ın kanunlarına bağlılığı nisbetindedir. Yani idareci kanunlarla mukayyeddir. (Bak: 676.p.da Teokratik Devlet tarifi)

Bütün milletlerde kelimenin ifade ettiği müşterek mana ise; şahıslar tara­fından İlahî ve dinî hâkimiyeti icra etmektir. (O.A.L.) (Bak: Demokrasi, Ulu-l Emr, Velediyet Akidesi)

3756- qqTERAKKİYAT €_[±5h# : Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler. Teknik gelişmeler. (Bak: Keşfiyat, Avrupalılaşmak, Elektrik, Fenn, Taassub)

İki atıf notu:

-Terakkiyat-ı medeniyede telahuk-u efkâr ve edyan-ı semaviyenin yeri, bak: 2280.p.

-Âhirzamanda ulûm ve fünunun hâkimiyeti, bak: 1561.p.

İnsanların mazhar oldukları bütün kemalat-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniyeyi icmalen tazammun eden (2:31) _«ZÅV­6 «š_«W²,«ž²~ «•«…´~ «vÅV«2«— âyeti «“Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın dava-yı hilafet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır” diyor. İşte sair enbiyanın mu’cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fa­tihası olan Hazret-i Âdem Aleyisselâm’ın mu’cizesi umum kemalat ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahata yakın işaret ediyor.

Cenab-ı Hak (Celle Celalühü), manen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: “Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melaikelere karşı hilafet davasında rüçhaniyetine hüccet olarak bütün esmayı talim ettiğimden, siz dahi -madem onun evladı ve varis-i istidadısınız- bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrada, bütün mahlukata karşı rüçhaniyetinize liyakatınızı gös­termek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlukatlar size müsahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismime ya­pışınız, çıkınız!..

Fakat sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yap­mayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esma-i Hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Ta fünün ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatları olan Esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize baka­sınız.



3757- Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm: Şu âyet-i acibe, insanın camiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemalat-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havarik-ı sun’iyeyi “Talim-i Esma” ünvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle latif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemalin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlahîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muh­telif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san’at kemalini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.

3758- Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehası, Cenab-ı Hakk’ın “İsm-i Adl ve Mukaddir”ine yetişip, hendese ayinesinde o ismin hakîmane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.

Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikatı Hakîm-i Mutlak’ın “Şâfi” ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i ze­minde rahimane cilvelerini edviyelerde görmekle, tıbb kemalâtını bulur, ha­kikat olur.

Meselâ: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmet-ül Eşya, Cenab-ı Hakk’ın (Celle Celalühü) İsm-i Hakîminin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında gör­mekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa ya hurafata inkılab eder ve malayaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalalete yol açar.

İşte sana üç misal!.. Sair kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et.

İşte Kur’an-ı Hakîm, şu âyetle beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi arş ileri” di­yor.» (S.262)

3759- «Herşeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden (6:39)

¯w[¬A­8 ¯_«B¬6 |¬4 ެ~ ¯j¬"_«< «ž«— ¯`0«‡ «ž«— âyet-i kerimesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerim, zahiren ve batınen, nassen ve delaleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek herşeyi ifade ediyor. Buna binaen, gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri, gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Ke­rim’in işaratından fehmettiğime göre, mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hik­met takib edilmiştir:

Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.

İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev’-i beşere göstererek, o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev’-i beşeri teşvik ve teşci’ etmektir. Sanki Kur’an-ı Kerim, enbiyanın kıssa ve hikâyele­riyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: “Ey beşer” Şu gördüğün mu’cizeler, bir takım örnek ve nümunelerdir. Telahuk-u efkâ­rınızla, çalışmalarınzla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.” diye ihtar et­miştir. Evet mazi, istikbalin ayinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, ma­zide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Evet şu terakkiyat-ı hazıra tamamıyla semavî dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan il­hamlar üze­rine vücuda gelmişlerdir. Evet:

1- İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.

2- Kâinatın ihtiva ettiği bütün nevi’lerin isimlerini, sıfatlarını, hassalarını beyan zımnında; beşerin telahuk-u efkârıyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde (2:31) _«ZÅV­6 «š_«W²,«ž²~ «•«…³~ «vÅV«2«— âyetiyle işaret edilen Hazret-i Âdem’in mu’cizesine mazhar olmuştur.

3- Bütün sanayinin medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması saye­sinde icad edilen bu kadar terakkiyatla nev’-i insan, (34:10) «f<¬f«E²7~ ­y«7 _ÅX«7«~«— âyetiyle işaret edilen, Hazret-i Davud’un mu’cizesine mazhardır.

4- Yine telahuk-u efkâr ile, tayyare gibi keşfedilen terakkiyat-ı havaiye sa­yesinde nev’-i beşer, (34:12) °h²Z«- _«Z­&~«—«‡«— °h²Z«- _«;Ç—­f­3 âyetiyle sür’ati be­yan edilen Hazret-i Süleyman’ın mu’cizesine yaklaşıyor.

5- Kıraç ve kumlu yerlerden suları çıkartan santrafüj âleti,

(2:60) «h«D«E²7~ «¾_«M«Q¬" ²¬h²/~ ¬–«~ âyetiyle işaret edilen Hazret-i Musa’nın (A.S.) asasından ders almıştır.

6- Tecrübeler sayesinde ve telahuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın mu’cizesinin ilhamatındandır. Hakikaten şu mu’cizeler ile bu terakkiyat arasında pek büyük münasebet ve muvafakat vardır. Evet dikkat eden adam, bilâtereddüd o mu’cizeler bu terakkiyata bi­rer mikyas ve nümunelerdir diye hükmeder.

Ve keza (12:94) _®8«Ÿ«, «— ~®…²h«" |¬9Y­6 ­‡_«9 _«< âyet-i kerimesinin delaletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı za­man, ateşin harareti mutedil bir büru­dete inkılab etmesi; beşerin keşfettiği yakıcı olma­yan mertebe-i nariyeye ör­nek ve me’hazdir.

7- (12:24) ¬y¬±"«‡ «–_«;²h­" ³~«‡ ²–«~ «ž²Y«7 âyet-i kerimesinin -bir kavle göre- işaret ettiği gibi, Hazret-i Yusuf’un (A..S.) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi; ve kervanları Mısır’dan avdet etti­ğinde Hazret-i Ya’kub’un (12:94) «r­,Y­< «d<¬‡ ­f¬%«ž« |¬±9¬~ yani: “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” demesi; ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm demesine işaret eden,

«t­4²h«0 «t²[«7¬~ Åf«#²h«< ²–«~ «u²A«5 ¬y¬" «t[¬#´~ _«9«~ (27:40) âyet-i kerimesi; pek uzak mesafe­lerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata nümune ve me’hazdirler.

8- Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik manasında ¬h²[ÅO7~ «s¬O²X«8 _«X²W¬±V­2 (27:16) olan âyet-i kerime; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlat ve hayvanatların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hakeza, beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır; istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.» (İ.İ. 206-209)

Mimsiz medeniyete teşvik edenlere hitaben Bediüzzaman şöyle diyor.

«Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki mak­sadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki iti­kadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fasıkın idaresi ve onlar içinde asayiş te’mini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir. İşte bu esaslara bi­naen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teşvik etmiye muhtaç de­ğildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin te’sisine ve teavün düsturunun tes­hiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve sa­labet-i diniye ile olur.» (L.122)

Atıf notları:

-Bediüzzaman eskiden medeniyet ve terakkiyata teşvik ederken sonra bu teşviki terk etmesinin sebebi, bak: 2284-2288.p.lar.

-Kur’an’da fennî terakkiyi teşvik derecesi, bak: 2105.p.

-Mu’cizelerin terakkiyata örnekler olması, bak: 2525-2527.p.lar.

-Allah, âfak ve enfüste hakikatleri tebeyyün ettireceği hakikatı, 1898.p.da bir nebze bahsedilir, oraya bakınız.

-Tarih ve meşveretin terakkiyata te’siri, bak: 3574.p.

-Teknik terakkinin semaya teveccühü, bak: 3355.p.

-Kur’anda fünunun işaretle bahsedilmesinin hikmeti, bak: 2103-2110.p.lar.

-İslâmiyeti Hristiyanlığa kıyasla, terakkiyat namına yapılan bazı iddialar, bak: 1751-1756.p.lar.

-Davud (A.S.)ın mucizelerinin teknik terakkiye delaletleri, bak: Davud (A.S.)

-Kur’anda televizyon gibi keşfiyata işaret, bak: 3734, 3735.p.lar.

-Kur’anda celb-i ervah ve cinlerle muhabereye delalet, bak: 599, 600.p.lar.

-Kur’anda ölüme muvakkat bir hayat rengi verilmesinin mümkün olduğuna işaret, bak: 1205.p.

-Kur’anda, ateşten korunabilmek teknik imkânına işaret, bak: 1467, 1468.p.lar.

-Âhirzamanda (İslâmiyetin hâkimiyet devrinde) zenginliğin lüzumu, bak: R.E. 1.ci. sh:105/6 ve 5/15

3759/1- Avrupa’da Rönesans ve Reform denilen hareketlerle başlayan müsbet ilim ve fen sahasındaki terakkiyat, geçen asırda sanayi sahasına tat­biki ile ferd ve cemiyet hayatında büyük tahavvülata yol açmıştır.

San’at, düşünce, din ve içtimaî hayat sahasında başlayan bu hareketler, Fransız Büyük İnkılâbına müncer olmuş ve neticede bu inkılâbdan doğup mânevi tahribatı büyük olan lâdinî bir cereyan siyasî, iktisadî, hukukî ve iç­timaî sahada fikriyâtını hâkim duruma getirmiştir.

Bu cereyan, şiddetle sarıldığı dünya hayatının menfaat ve lezzetleri yo­lunda teknik imkânlara sahib oldukça, Karun gibi (Bak: Karun) küfrana saptı. Halbuki müsbet fenlerin herbiri, Allah’ın kâinatta koyduğu kavanîn-i külliyenin keşfine dayandığını ve keşfiyat-ı fenniye ise, insanın fıtratına ko­nulan mütenevvi ihtiyaçların ve tekâmül kabiliyetinin inkişafiyle olduğunu nazara almadı. Bütün bu nizam ve intizamat-ı kâinatın, Rububiyet ve hik­met-i İlahiyenin eseri olup tesadüf ve tabiatın eseri olmasının imkânsızlığını tam anlayamıyor ve meziyetlerini kendi iktidarına ve enaniyetine isnad edip acziyetini unutturuyor. (Bak: 65.p.)

Halbuki mahlûk ve masnuiyeti göz önünde olan bu insan, Hâlık ve Saniini bilmeli ve emrine girmeli; mazhar olduğu iyilikleri, Mâlikinin ihsanları olduğunu anlayıp şükretmelidir.



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   145   146   147   148   149   150   151   152   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin