İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə21/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   169

426- qqBERAET-İ ZİMMET }±8† ¬}¶<~h" : Zimmetinde birşey olmayış. Aleyhte hüküm sabit oluncaya kadar zimmet­ten, mes’uliyetten ve su-i zan­lardan temiz ad­dolunmak. Bu kaide, İslâm Hu­kuku’nun kavaid-i külliyesin­den bir madde­dir. Şöyle ki: «Berâet-i zimmet asldır. Binaenaleyh bir kimse birinin malını telef edip de mikta­rında ihtilaf et­seler, söz mütlifin olup, mal sahibi iddia ettiği ziyadeyi isbata muhtaç olur.

Kezalik: Bir kimse borç cihetinden şu kadar kuruş dava; müddeâaleyh de inkâr etse; söz, borcu olmadığına yeminle müddeâaleyhin olur. Çünki her şahıs zimmet­ten, borçtan âri olarak yaratılmış olduğundan berâet-i zimmet asldır. Bu kaide, Eşbah’ın ¬}Å8¬±g7~ ­}«=~«h«" ­u².«ž²~ kaidesinden mütercem­dir.»(H.İ. ci:l,s:275)



427- qqBERAT €~h" : Nişan. Rütbe. İmtiyaz ve taltif için verilen resmi kâğıt. (Bak: Şühur-u Selâse)

428- qqBEREKET }6h" : Bolluk, çokluk, Feyiz. Cenab-ı Hakk’ın lütfu, ihsanı. Uğurluluk. Meymenet, saadet.

Kur’an (ll:48) (41:10) ve emsali âyetleri, ezvak-ı hayatiye esbabının ihza­riyle niam-i İlahiyenin bollaştırılması mânâsında olmakla beraber, mucize ve keramet şeklinde de bereket vardır ki, zâhir nazarın ve malum sebeblerin fev­kinde zuhur eder.

Peygamberimizin (A.S.M.) mucizelerinden bir kısmı bereket mucizeleri­dir. Bu mucizelerin bir kısmı, Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat adlı ese­rin Ondokuzuncu Mektub’unun 7. Nükteli İşareti’nde toplanmıştır. Burdan iki nümune alıyoruz:

«-Nakl-i sahih-i kat’î ile- Şifa-i Şerif ve Müslim gibi kütüb-ü sahiha beyan eder­ler ki: Hazret-i Câbir-ül Ensarî diyor:

Bir zat, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’dan iyâli için taam istedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, yarım yük arpa verdi. Çok zaman o adam iyâli ile ve misafirleriyle o arpadan yediler. Bakıyorlar, bitmiyor. Noksaniyetini anlamak için ölçtüler. Sonra bereket dahi kalktı; noksan ol­mağa başladı. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a geldi, vak’ayı beyan etti. Ona cevaben ferman etti:

²v­U¬" «•_«T«7«— ­y²X¬8 ²v­B²V«6«ž« ­y²V¬U«# ²v«7 ²Y«7 (35) Yâni: Eğer kile ile tec­rübe etmeseydi­niz, ha­yatı­nızca size yeterdi.» (M.l15)

«Ümm-ü Mâlik isminde bir sahabiye, “ukke” denilen küçük bir yağ tulu­mun­dan, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a yağ hediye ederdi. Bir def’a Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ona dua edip ukkeyi vermiş; ferman et­miş ki: Onu boşaltıp sıkmayınız. Ümm-ü Mâlik, ukkeyi almış. Ne vakit evladları yağ isterlerse, bereket-i duayı Nebevî ile ukkede yağ bulur­lardı. Hayli zaman devam etti. Sonra sıktılar, bereket kesildi.» (M.148)

429- «Başta Buharî kütüb-ü sahiha -nakl-i kat’î ile- beyan ediyorlar ki: Haz­ret-i Ebu Hureyre aç olmuş. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın arkasın­dan gidip, Menzil-i Saadete gitmişler. Bakarlar ki bir kadeh süt, oraya hediye getirilmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm emretti ki: “Ehl-i Suffe’yi çağır!” Ben kalbimden dedim ki: “Bu sütün bütününü ben içebili­rim, ben daha ziyade muhtacım.” Fakat emr-i Nebevî için, onları topladım, getirdim. Yüzü mütecaviz idiler. Ferman etti: “Onlara içir!” Ben de, o kadehdeki sütü birer birer verdim. Her birisi doyuncaya kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içi­rerek bütün Ehl-i Suffe o sâfi sütten içtiler. Sonra ferman etti ki:

²«h²-_«4 «a²9«~«— _«9«~ «|¬T«" (36) Ben içtim. “İçtikçe, iç!” ferman eder. Ta ben de­dim: “Seni hak ile irsal eden Zât-ı Zülcelal’e kasem ederim, yer kal­madı ki içeyim.” Sonra kendisi aldı, Bismillah deyip hamdederek bakıyesini içti. Yüzbin âfiyet olsun.

İşte şu sâfi hâlis, süt gibi lâtif, şüphesiz mucize-i bâhire-i bereket, beşyüz bin hadisi hıfzına alan Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte-i Sahiha ile nakilleri, gözle görmek kadar kat’î olmakla beraber, Medrese-i Kudsiye-i Ahmediye (A.S.M.) olan Suffe’nin namdar, sâdık, hâfız bir şâkirdi olan Ebu Hureyre’nin umum Ehl-i Suffe’yi manen işhad ederek, âdeta umumunu tem­sil edip şu ihbarı, tevatür derece­sinde kat’î telakki etmiyenin, ya kalbi bozuk veya aklı yok.

Acaba, Hazret-i Ebu Hureyre gibi sâdık ve bütün hayatını hadise ve dine vak­feden; ¬‡_ÅX7~ «w¬8 ­˜«f«Q²T«8 Ì~ÅY«A«B«[²V«4 ~®f¬±W«Q«B­8 Å|«V«2 ««g«6 ²w«8«— (37) hadisini işiten ve nakleden; hiç mümkün müdür ki, hıfzındaki ehadis-i Nebeviyenin kıyme­tini ve sıhhatını şüpheye düşürüp, Ehl-i Suffe’nin tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ!..



Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın bereketi hürme­tine, bize ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ih­san et!..» (M.l18)

430- «Ehl-i siyerin bütün muteber kitabları haber veriyorlar ki, Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm, Ebu Bekir-is Sıddîk ile beraber hicret eder­ken, Atiket Bint-il Huzâiyye denilen Ümm-ü Ma’bed hanesine gelmişler. Gâyet zaif, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, Ümm-ü Ma’bed’e ferman etti: “Bunda süt yok mudur?” Ümm-ü Ma’bed demiş ki: “Bunun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek.” Re­sul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm gidip o keçi­nin beline elini sürmüş, memesini de mes­hetmiş, dua etmiş. Sonra demiş: “Kap ge­tiriniz sağınız!” Sağdılar, Resul-i Ek­rem Aleyhissalatü Vesselâm, Ebu Bekir-is Sıddîk ile iç­tikten sonra, o hane halkı da doyuncaya kadar içtiler. O keçi kuvvet­lenmiş, öyle de mübarek kalmış.» (M.149)

Rahmet-i İlahiye, mezkûr bereket mucizeleriyle tezahür ettiği gibi, lâyık-ı mer­hamet olanlara da ikram ile tecelli eder: «Kanaat-ı kat’iyye verecek dere­cede tecrü­beler vardır ki: Nasıl çocukların aczlerine binaen rahmet tarafın­dan rızıkları hârika bir surette memeler musluklarından gönderiliyor ve akıt­tırılı­yor... öyle de; masumi­yet kesbeden imanlı ihtiyarların rızıkları da, bere­ket sure­tinde gönderiliyor. Hem bir hanenin bereket direği, o hanedeki ihti­yarlar ol­duğu; hem bir haneyi belalardan muhafaza edici, içindeki beli bü­külmüş masum ihtiyarlar ve ihtiyareler bulunduğu, Hadis-i Şerifin bir par­çası olan

_ÈA«. ­š«Ÿ«A²7~ ­v­U²[«V«2 Å`­M«7 ­pÅ6 Çh7~ ­„Y­[ÇL7~«ž²Y«7«— (38) yâni: “Beli bükülmüş ihtiyar­la­rı­nız olmasaydı, belalar sel gibi üzerinize döküle­cekti.” diye ferman etmekle, bu hakikatı isbat ediyor.» (L.235)

431- Bereket hakkında âyetlerden birkaç not:

-İman ve takva, sebeb-i berekettir: (7:96)

-Firavuniyetin işkencelerine sabredenlerin, bereketli arza vâris kılınması: (7:137)

-Meleklerin âl-i İbrahim’e bereketle duası: (11:73)

432- qqBERZAH „ˆh" : İki âlemin arası. *Kabir. Dünya ile âhiret arası. *Perde. *Sıkıntılı yer. İki yer arasındaki geçit. *Mania, engel.

Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Ber­zah bü­yük ve manevi bir âlemdir. İslâm Ansiklopedisi berzah kelimesinin Farsçada (sokak, köşebaşı) mânâsındaki (berzen)’den Arabçalaşmış oldu­ğunu kaydeder. (Bak: Âlem-i Berzah)



433- qqBESMELE yVWK" : Bismillahirrahmanirrahim’in kısaltılmış ismi. (Bak: Bismillah)

434- qqBEYAN –_[" : İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme. Öğ­retme. Fesa­hat ve belagat. Söz olsun, iş olsun; vuku’ bulan şeyden murad ne ol­du­ğunu o şey ile alâkası ve münasebeti bulunan bir sözle veya bir fiil ile açık­lamaktır. Ebd: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinaye, teşbih, istiare gibi ba­hislerini öğreten kısmı. (Bak: Belâgat, Edebiyat, Fasahat, Tefsir)

435- Kur’an (3:138) (55:4) (75:19) âyetlerinde (beyan) kelimesi geçmekte olup, hakkında beyan ve tebyini, Allah’ın ihsanı olduğu ve ona beşerî tema­yül­lerle tasar­ruf etmeden teslimiyet gerektiği dersi verilir. Ve aynı kökten tü­remiş olan kelimeler de Kur’anda hayli çoktur.

435/1- Musa A.S. fir’avne karşı, sözlerinin iyi anlaşılıp irşada vesile ol­ması ve li­sanında iğlak ve işkalsiz bir selaset bulunması için dua etmiştir. (Bak: Kur’an 20:27, 28)

Bu âyetten, güzel ifade ve beyanın müstahsenliği anlaşıldığı gibi, firavn-meşreb deccallara karşıda i’caz-ı Kur’aniye ile hakkı izhar etmek gerekiyor diye îmaî bir mânâ anlaşılıyor. (Bak: 387.p.)

Bediüzzaman Hazretleri kendi ifadesini muğlak bulurken, İ’caz-ı Kur’anı beyan eden Risale-i Nur’un beyanının fevkalâde güzel olduğunu izhar eder. Ez­cümle bir eserinde şöyle der:

«İşte en uzak hakikatları en yakın bir tarzda en âmi bir adama ders vere­cek de­recede; benim gibi türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zâ­hir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve su­hulet-i beyan; elbette bilâşüphe bir eser-i inâyettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’an-ı Ke­rim’in i’caz-ı mâneviyesinin bir cilvesidir ve temsilat-ı Kur’aniye’nin bir temes­sülüdür ve in’ikâsıdır.» (M.373)

Kur’an (20:27,32) ve (28: 34,35) âyetlerinde beyan edilen Allah’ın Musa’yı A.S. kardeşi Harun A.S.ın yüksek fasahat-ı lisaniyesi ve muavene­tiyle destek­leteceği müjdesinin asrımıza bakan işareti vechinde, asrın Mehdi­sinin de lisan-ı hakikat ve belagatta en üstün derecede olan eserlerin, hayatın geniş dairesinde vazifedar olarak gelecek zatın hitabetine de te’sir edeceğine bir îma olabilir.

436- qqBEYT-İ ATİK s[B2 ¬a[" : Kâbe-i Muazzama. Kur’an (22:29,33) âyet­le­rinde Beyt-i Atîk ifadesi geçer. (Bak: 1088.p.)

«Kâbe’ye Beyt-i Atîk denilmesinin vechine gelince; bunda bir kaç mânâ vardır:

l- Atîk; lisanımızda da meşhur olduğu üzere kadîm mânâsına gelir, evvel za­mandan kalma demektir. Gerçi biz bazan bu mânâda “eski” tabirini de kulla­nırız, lakin eski daha ziyade “halak” yani köhne ve harab mefhumunu ifade eder. Halbuki atîk ve kadîm, köhne demek değildir. Antika demektir.

(3:96)_®6«‡_«A­8 «}ÅU«A¬" >¬gÅV«7 ¬‰_ÅXV¬7 «p¬/­— ¯a²[«" «ÄÅ—«~ Å–¬~ âyeti mantukuna nazaran Kâbe-i Muazzama ruy-i zeminde mevcud mâbedlerin en kadîmi olmak itiba­riyle “atîk” tesmiye edilmiştir. Bu mânâ, Ha­san-ı Basrî’den menkuldür.

2- Atîk; Sure-i İsra’nın âhirinde beyan olunduğu üzere, ıtak gibi ceyyid ve mu­teber mânâsına gelir ki, birinci mânânın lâzımıdır. Bu mânâca Beyt-i Atîk, beyt-i şe­rif ve mükerrem demektir. Nitekim Beytülharam dahi denilir. Bu mânâ, Said ibn Cübeyr’den menkuldür.

3- Atîk; âzad ve hür mânâsına gelir. Kâbe-i Muazzama da cebâbirenin ta­sallu­tundan âzade olduğu için atîk tesmiye edilmiştir.

Bu mânâ bir hadis-i şerif ile Resulullah’tan da mervîdir. Buyurmuş ki:

­y«T«B²2«~ ­yÅ9«ž¬ ¬s[¬B«Q²7~ «a²[«A²7~ ­yÁV7~ |ÅW«, _«WÅ9¬~

Çn«5 °‡_ÅA«% ¬y²[«V«2 ²h¬Z²P­< ²v«V«4 ¬?«h¬"_«A«D²7~ «w¬8

yani, Allah Tealâ Beyt’e “El-atîk” tesmiye etti, çünkü onu cebâbireden âzade kıldı da ona asla bir cebbar galebe edemedi. Bu hadisi Buhari tarikında ve İbn-i Cerir ve Taberani ve daha başkaları İbn-üz Zübeyr’den tahric eylemiş, Tirmizi hasendir de­miş, Hâkim sahih demiştir. İbn-i Ebi Necih ile Katade de bu mânâ ile tefsir etmiş­lerdir. Filhakika bir zamanlar “Tübba” hedmetmek istemiş, felce uğramış, vazgeç­mesi tavsiye edilmiş, binaenaleyh bırakmış iyileşmiş, tâzimen bir örtü ile iksâ etmiş idi ki ilk Kâbe örtüsüdür. Sonraları Ebrehe de Fil Vak’ası ile musab olmuştu. Gerçi Haccac yıktı, lâkin onun kasdı Beyt’e tasallut değil, ibn-i Zübeyr’i çıkarmaktı; sonra bina etti. Karamıta’nın Hacer-i Esved’i bir kaç seneler alıp götürmüş olmaları da, bu kabilden olmak gerektir. Âhirzamanda Habeş tarafından hedmedilip taşları de­nize atılacağına dair rivayet edilen bir hadis mazmunu da sahih olduğuna göre Kı­yamet alâmâtındandır.

Mücahid, kimsenin mülkü olmadığından dolayı hürr-ül asl mânâsına atîk tes­miye edildiğini söylemiştir. Bazıları da atîk, mu’tık mânâsınadır demişler ki, hacce­denlerin rakabelerini zünubdan âzad eder demektir. Şimdi bu iza­hattan anlaşılır ki; “Beyt-i Atîk” ünvanı bu mânâların hepsine kabil bir su­rette terceme edilemiyeceği cihetle aynen muhafaza edilmek iktiza eder.» (E.T.3400)

Mezkûr mânâların hepsinden, Kâbe’nin hisse-i vasfiyesi vardır. (Bak: Kâbe)



437- qqBEYT-ÜL HARAM •~hE7~ a[" : Kâbe-i Muazzama’nın etrafının bir ismi, Kur’anda (5:2,97) âyetlerinde ge­çer. Kâfirlerin yaklaşmaları men’ edildiği, on­lara haram olduğu için bu isimle anılır. (Bak: Kâbe)

438- qqBEYT-ÜL MAKDİS ‰fTW7~ a[" : Mukaddes ev. Beyt-ül Mu­kaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsi mâbed. Bir ismi de Mescid-ül Aksâ’dır. *İnsanın, Cenab-ı Hak’tan başka kimse ile tat­min olmayan kal­bine de aynı isim verilir. (Bak: Mescid-i Aksâ)

«Kudüs-ü Şerifin meşhur bir mâbedidir ki; Hz. Süleyman tarafından te’sis olu­nup, II. Buhtünnasr tarafından tahrib ve Keyhusrev tarafından ta­mir olunmuş iken, bâdehu Romalılar zamanında ve 70 tarih-i miladîsinde ihrak olunmuştur. Kudüs-ün Mevriye Tepesi üzerinde vaki olup, Yavuz Sultan Selim Han tara­fından mevkiinde bir cami-i şerif bina olunmuştur. Eski memuriyeti ve tezyinatı hakkında kütüb-ü tevarihde bazı mübalağalı tarifat vardır.» (Kamus-ul A’lam’dan) (Bak: Arz-ı Mukaddes ve 3459.p.)



438/1- qqBEYT-İ MA’MUR ‡YWQ8 ¬a[" : İmar olunmuş ve daima çok ce­ma­ati bulunan beyt. Kur’an (52:4) âyetinde geçen “Beyt-i Ma’mur” hak­kında Mü­fessir Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde şu bilgiyi veriyor:

«Beyt-i Ma’mur, bir rivayete göre yedinci semada bir beyttir ki her gün onu yetmiş bin melaike ziyaret eder. Kıyamete kadar bir daha avdet etmez­ler. Ona “Durah” dahi denilir. Hasan-ı Basrî’den bir rivayette de Beyt-i Ma’murdan murad Kâbe’dir. Allah Teâla onu her sene altıyüzbin kişi ile ma’mur kılar. Eğer insanlar ondan eksik olursa melaike ile doldurur, denil­miştir. Ma’lum ki bir ye­rin ma’mur olması demek, meskûn olması ve geleni gideni çok olup güzel ba­kılması mânâsın­dan mecazdır. Kâ’benin ma’muriyeti

(2:125) «w[¬S¬6_«Q²7~«— «w[¬S¬¶<_ÅOV¬7 «|¬B²[«" ~«h¬±Z«0 ²–«~ mısdakınca etra­fındaki­lerin ve hüccacın kesret ve ziyaretiyledir. Beyzavî der ki: Yahut Beyt-i Ma’murdan murad, mü’minin kalbidir ki, ma’muriyeti ma’rifet ve ihlas iledir.» (E.T.4551)

438/2- Hadislerde de “Beyt-ül Ma’mur” zikredilmektedir. Bir hadisin işare­tine nazaran Kâbe-i Şerif’in bir amud-u nurani halinde Arş’a doğru uza­narak temessül edip beşerin kelimat-ı tayyibe ve salihat-ı bakıyelerinin teza­hür ettiği bir makam ol­ması, hikmet-i ilahiye nazarıyla düşünülebilir. Zira hadiste «Beyt-i Ma’mur, Beyt-i Haram’ın misli ve onun hizasındadır ve eğer düşseydi Kâbe üzerine düşerdi.» deni­liyor. (R.E. sh: 196)

Bediüzzaman Hazretleri, namazda istikbal-i kıble hakkında sorulan bir suale verdiği cevabda şöyle der: «Kıble ve Kâbe öyle bir amud-u nuranîdir ki; semavatı arşa kadar takmış ve nazmedip Küre-i Arz’ın tabakatını ferşe kadar delerek kâinatın muntazam bir amud-u nuranîsi olmuştur. Eğer gıta ve perde keşfolunsa, hatt-ı şa­kûl ile senin gözünün şuaı, namazın herbir hare­ketinde ayn-ı kıble ile temas ve musafaha edecektir.» (Mu.50)

«Kâbe-i Muazzama, bu şühud âleminde, gayb ve melekût âlemindeki ma­kam-ı rububiyetin bir zahirî misalidir. Bu maddî beytin çevresindeki be­denî ha­reketler, melekût âlemindeki arş-ı kudretin etrafında yapılan ruhanî hareketlerin birer rumu­zudur.» (B.İ.İ. sh:350) Beyt-i Ma’mur, Buhari’de 59. kitab 6. bab ve 63. kitab 42. bab ve Müslim’de Kitab-ül İman 255, 264. ha­dislerde zikredilir.

qqBEYZAVÎ z—_N[" : (Bak: Nasırüddin Kadı Beyzavî)

439- qqBEZM-İ ELEST aK7~ ¬•i" : Cenab-ı Hak ruhları yarattığında “Ben Rabbiniz değil miyim? meâlinde: (7:172) ²v­U¬±"«h¬" ­a²K«7«~ diye sordu­ğunda, ruhlar |«V«" “Evet Rabbimizsin” diye cevap vermişlerdi ki buna “Elest Meclisi” veya “Bezm-i Elest” tâbir edilir. (Bak: Misak-ı Ezelî)

440- qqBİAT }Q[" : Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. *Rey ver­mek. Bu biat ile devlet idaresi, biat edilenlere emanet edilmiş olu­yor. (Bak: Emanet, Ulu-l Emr)

Birkaç atıf notu:

-Ebubekir’e (R.A.) biat, bak: 738.p.

-Hz. Osman’ın (R.A.) hilafeti, bak: 2938.p.

-Hz. Ali’nin (R.A.) hilafeti, bak: 212.p.sonu

-Hasan’a (R.A.) biat, bak: 1193.p.

-Hüseyin’e (R.A.) biat, bak: 1425.p.

Biat, Asar-ı Bediiye nam eserde. «Meşrutiyetin riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanmak» (A.B. 375) şeklinde ifade edilir.

Evet, asrımızda biatın şekli, intihab-ı meb’usan şekline yani seçim siste­mine geçmiş ve meşrutiyet devrinde tatbik edilmiştir.

441- Devlet reisi seçimi ile alâkalı bir hadiste mealen şöyle buyurulur:

«...İbn-i Ömer (R.A.) şöyle dedi: Babam vurulduğu zaman yanına gel­dim. Etra­fında toplananlar kendisini senâ medip, “Allah seni hayırla mükâ­fatlandır­sın” dedi­ler. Hz. Ömer: “Ben hem ümidli, hem korkuluyum” dedi. Yanındaki­ler: “Bir kim­seyi kendine halef tâyin et” dediler.

Hz. Ömer: “Muayyen bir zâtı kendime halef tâyin ederek hayatımda ve ölü­mümde işinizin mes’uliyetini mi yükleneyim? Ben bu hilafet işinden olan nasibimi ziyadesiz, noksansız hâcet mikdarı olmasını, ne kârlı, ne ziyanlı ol­ma­yarak başbaşa çıkmamı arzu etmişimdir. Eğer yerime bir halef tâyin et­mekte re’yimi kullanırsam (aykırı bir iş yapmış olmam), çünki benden hayırlı olan Ebu Bekr yerine bir halef tayininde kendi re’yini kullanmıştır. Eğer ha­lef tayininde re’yimi kullanmaz, işinizi sizlere bırakırsam, şüphesiz benden daha hayırlı olan Resulullah da (muayyen bir zâtı tasrih etmeyip) sizleri işi­nizle başbaşa bırak­mıştır.” dedi. (*)

Abdullah: Babam, Resulullah’ı zikrettiği zaman onun da bir halef tayin et­memiş olduğu hakikatını anladım, dedi.» (S.M. ci: 6, sh:12-13) Buhari ci: 12’de, 2167. hadis de aynıdır.

Kadınların biat etmeleri meselesi ise; Kur’an (60:12) âyetinde ve S.B.M. 11. cild, 1746 numaralı hadiste geçer. (Bak: 2639.p.)

442- Biat ve imamet gibi idarî ve hukukî mesailde en mühim nokta, si­yasî ihti­laflarla dahilî ve menfi mücadelelere kapı açmamaktır. Bunun için gereken müsbet hareketin en birinci şartı da, böyle ilmî ve hukukî meseleleri halk sevi­yesine indirip tarafgirane münakaşalara meydan vermeden, ülema arasında şer’î usule göre meşve­ret etmek ve hükümde rey-i cumhuru hâkim kılmaktır. Eğer mevcud şartlara göre böyle bir şûranın teşekkülü mümkün olmuyorsa, geniş dai­rede İslâm birliği ve şûra­sının tahakkuku meselesi önce­lik kazanır. Yani şartla­rına uygun olarak ittihad-ı İslâmın tahakkukuna çalış­mak gerektir. (Bak: İttihad-ı İslâm) (İbn-i Mâce, Kitab-ül Cihad, 41, 42, 43. babları biat hakkındadır.)

İmam tayin etmenin hükmü:

Dinimizde imamın (İslâm devlet reisinin) tayin edilmesi, bir farz-ı kifayedir. Bazıları biat akdini yaparak birisini seçince diğerlerinden bu farz sâ­kıt olur. (Bezdavi, sahife 186) Ehl-i Sünnet mezhebi, imam olmazsa fitne ve fesad ortalığı sarar diyerek imam tayininin gerekliliğini beyan etmiştir. (İbn-u Hacer, Fethül Bâri, 16, 146) İmam-ı Mâlik iyi veya fâcir, mutlaka bir imam ol­malıdır, der. (İbn-ül Arabi, Ahkâm 4, 1722, T.T. ci:3, sh:83-87 ve S.B.M. 18, 53,648, 1242, 1243, 1244. hadisler biat hakkındadır.)

443- qqBİAT-I RIDVAN –~Y/‡ ¬}Q[" : Kur’an’ın 48’inci suresi olan Fe­tih Su­resi’nin 10. ve 18. Âyetlerinde zikri geçen ve Hz. Peygamber’e (A.S.M.) bağlılıkla­rını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 kişi veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıd­van da denir. (R.Anhüm)

Buhari tercemesi ci:8, hadis no:1241 ve ci:10, hadis no:1598’de bildirilen Biat-ı Rıdvan hakkında aynı eserden kısmen aldığımız izahat şöyledir:

«Biat-ı Rıdvan, İslâm azim ve iradesinin en müşkil demlerde nasıl yüksel­diğini gösteren müstesna vakıalardan bir mühimmi bulunduğundan, İbn-i Hişam’ın Sîretindeki tertibe göre izah edeceğiz:

Resul-i Ekrem maiyetiyle Hudeybiye mevkiine inip, karşılarında Kureyş’in mu­halif bir vaziyet aldıklarını tamamıyla anlayınca, bu seferden maksad umre ve Kâbetullah’ı ziyaret olup harb için gelmediklerini Kureyş’e anlatmak lüzu­munu his­setti.

Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesselem Osman İbn-i Affan’ı çağırdı. Ebu Süfyan ile eşraf-ı Kureyş’e maksadı ifham için gönderdi. Bir de hicret ede­meyip Mekke’de kalan kadın, erkek müslümanlara teselli vermesini tenbih buyurdu.

444- Yine İbn-i İshak’ın beyanına göre, Hazret-i Osman Mekke’ye gitti. Mekke’de veyahut Mekke yolunda Eban İbn-i Said ibn-i As’a mülaki oldu. Eban, Hazret-i Osman’ı devesine bindirdi, himayesine aldı. Ve Resul-i Ek­rem’in emrini tebliğ edinceye kadar himaye ve delâlet etti. Hazreti-i Osman, Ebu Süfyan ve Kureyş’in ileri gelenleriyle görüşüp vazife-i risaletini ifa ve Resul-i Ekrem’in maksa­dını onlara tefhim etti. Onlar: Beyti tavaf etmek is­tersen sen git tavaf et!.. Hepiniz olmaz, diye cevab verdiler.

Hazret-i Osman da: Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesselem tavaf etme­dikçe ben de edemem, diye bu teklifi reddetti. Bu menfi cevabdan münfail olan Kureyş rüe­sası, onu Mekke’de alıkoydular ve tabir-i diğerle göz hapsine aldılar. Müşarünileyhin avdeti teehhür etmesi üzerine, Resul-i Ekrem ile maiyyetine “Osman İbn-i Affan katlolunmuştur” diye bir haber erişti.

İbn-i İshak’ın Abdullah İbn-i Ebi Bekir’den rivayetine göre, Hazret-i Os­man’ın katli haberi duyulunca Resul-i Ekrem: ­•²Y«T²7~ «i¬%_«X«# |ÅB«& «ƒ«h²A«9 «ž Artık bunlarla vuruşmadıkça bura­dan ayrılamayız!... buyurdu. Ve Resulullah halkı biate davet etti. Biat-ı Rıdvan, semure denilen bir ağacın altında icra edilmiştir.

445- Ashab-ı Kiram, Resulullah’ın önünde ölmek ve aslâ firar etmemek üzere biat etmişlerdir. Câbir İbn-i Abdillah (R.A.) “Biz Resulullah’a firar et­memek üzere biat ettik, ölüme biat etmedik” demiştir. Buhari’nin Seleme İbn-i Ekva’dan gelen rivayetinde de böyledir.

İbn-i Hişam’ın Şa’bi’den gelen bir tarik-ı rivayetinde, ilk biat eden zâtın Ebu Sinan Esedî olduğu bildiriliyor. Yine Şa’bi’den Beyhaki’nin tahricine göre, Resul-i Ekrem ilk biat eden Ebu Sinan’a “Ne diyerek biat edeceksin?” diye sormuş. O da “Resulullah’ın gönlünde ne muradı varsa onun üzerine biat ediyo­rum!” deyip biat etmiştir. Ebu Sinan biatı bu vechile güzel icra et­tiğinden, sair ashab da:

¬–_«X¬,~Y­"«~ «p«<_«"_«8|«V«2 «t­Q¬<_«A­9 Biz de Ebu Sinan’ın biatı vechiyle biat ediyoruz, de­mişler­dir.

Biatın hitamı sırasında idi ki, Hazret-i Osman’ın şehadeti haberinin yalan ol­duğu duyuldu. Resul-i Ekrem (A.S.M.) bir elini diğer eli üzerine koyarak Hazret-i Osman namına da biat etmiştir.

İşte İslâm Tarihinde “Biat-ı Rıdvan” namıyla meşhur vak’a budur.

(48:18) ¬?«h«D«L²7~ «a²E«# «t«9 Y­Q¬<_«A­< ²†¬~ «w[¬X¬8ÌY­W²7~ ¬w«2 ­yÁV7~«|¬/«‡ ²f«T«7

“Mü’minler ağaç altında sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı oldu” âyet-i kerimesi onun hakkında nâzil olmuştur.

Hz. Muhammed’in (A.S.M.) yüksek iradesinin kahir tecellisi Kureyş ara­sında şâyi’ olunca, Ehl-i İslâm’ın biatı Kureyş’e dehşet verdi. Derhal Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e sulh murahhası olarak Süheyl İbn-i Amr’ı gön­derdi. Hz. Osman da sâlimen geldi. Ve Hudeybiye hadisinde riva­yet olunduğu vechile sulh akdolundu.» (S.B.M. ci:8, sh:209)



446- qqBİD’AT }2f" : (Bid’a) Sonradan çıkarılan âdetler. *Fık: Dinin as­lında olmadığı halde, din namına sonradan çıkmış olan âdetler.

Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet hayatındaki münasebetlerde, ter­biye ve ahlâk kaidelerinde, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sa­hada, dine sonra­dan giren şekiller, tarzlar, âdet ve alışkanlıklardır ki, bid’at-ı hasene kısmı müstesna insanı dalâlete götürür. Meselâ: Nâmahrem kadın­larla erkekler bir arada bulunmak ve karışık yaşamak ve tokalaşmak; kadın­larda saç, kol ve ayakları örtmeyen açık-sa­çık kıyafetler; televizyon, radyo, gazete, mecmua ve sair neşir organlarıyla neşredi­len günah ve haramlar gibi..

Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle alâkalı yeni icad ve hü­kümlere bid’a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid’a-yı seyyie de­nilmektedir.

Sünnet-i Seniyeye aykırı olup medeniyet nâmı altında intişa eden ecnebi âdetleri umumîleştikçe fitne devresi başladı. (Bak: Fitne)



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin