İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə24/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   169
: “Ceber” veya “Ceberiye” de denir. İnsanın cüz’-i ihtiyariyesinin varlığını kabul etmiyen ve ehl-i sünnet cemaatinden ay­rılmış olan bir bid’at fırkası. Bu mezhebin zıddı ise, Mu’tezile mezhebidir. (Bak: Mu’tezile ve 491/1.p.)

496- qqCEHENNEM vXZ% : «Âhirette azab yeri olan ateşin ism-i alemi­dir ve müennestir. Arabca “cehnam” kelimesinden me’huz, bu da “cehm” den müştaktır. Cehm, galiz ve müstekreh olmak; cehnam, dibi görünmez de­rin kuyu demektir.» (E.T.732) (Bak: Küfr)

Asi ve zâlim, kâfir ve müşrik insanların İlahî adaletle ceza görecekleri ve Kur’an (67:7) âyetinde, kaynatan ve sesi işitilen diye şiddeti tavsif edilen yer­dir.

Herkesçe bilinir ki, beşer âleminde ahyar ve eşrar, zâlim ve mazlum var­dır. Her vicdan sahibi; zâlimin tecziyesini, mazlumun taltifini vicdanen his­sedip is­ter. Ma­dem bu dünyada beşer âlemindeki ahvale uygun adalet icra edilmiyor, elbette cen­net ve cehennem âhirette vardır ve mazlum ve zâlim­leri bekliyorlar.

Cehennem’e dair Kur’anda çok âyetler vardır. Çok kere de, Cehennem mânâ­sında “nar” kelimesi geçmektedir. Kur’an (87:12) âyetinde geçen “nar-i kübrâ” yani cehennem-i kübrâ ifadesi, cehennem-i suğra’ya da bakar. Zira suğrasız kübrâ düşü­nülemez.



497- Cehennem Kur’anda muhtelif tabirlerle ifade edilir. Cehennem’in yedi ta­bakası olarak meşhur olan isimler şunlardır:

l- Kur’anın çok muhtelif âyetlerinde geçen Cehennem (2:206), birinci ta­baka olup, hafif ceza mahalli olduğu söylenir.

2- Leza: Şiddetli alevi olan Cehennem. (70:15) (92:14) âyetlerinde geçer.

3- Hutame: Kırıp ufalayıp yutan Cehennem. (104:4 ilâ 8) âyetlerinde ge­çer.

4- Saîr: Alevlendirilmiş Cehennem. Cehîmu su’iret (81:12), ashab-ı saîr (35:6), cehenneme saîr (4:55) tabirleriyle muhtelif âyetlerde tekraren geçtiği gibi, yalnız “saîr” (42:7) olarak da muhtelif âyetlerde geçer.

5- Sakar: Kızartıcı ve bunaltıcı Cehennem. (54:48) (74:26 ilâ 31 ve 42) âyetle­rinde geçer.

6- Cahîm: Kur’anda (2:l19 ashab-ı cahîm) (26:91 bürrizet-il cahîm: cehen­nemin bariz “apaçık” olarak azgınlara gösterilmesi) (37:23 sırat-ıl cahîm: ce­hennem yolu) (37:55 sevai-l cahîm: cehennemin ortası) (37:64 asl-il cahîm: ce­hennemin aslı ve kökü) (40:7 azab-ı cahîm) (81:12 cahîmü su’iret: cahîmin kı­zıştırılması) tabirleri var­dır.

7- Haviye: Çok derin ateş çukuru. (101.9 ilâ ll) âyetlerinde geçer. Veya derk-il esfel: Cehennemin en aşağı tabakası (4:145)

Elmalılı Hamdi Yazır, Cehennem’in yedi tabakasına işaret eden bir âyeti şöyle tefsir eder:

«(15:44) ¯~«Y²"«~ ­}«Q²A«, _«Z«7 Onun o Cehennem’in yedi kapısı vardır. Yani gire­ceklerin kesretinden dolayı yedi medhali veyahut azgınlığın enva’ ve derecatına göre evvela cehennem, sonra leza, sonra hutame, sonra saîr, sonra sakar, sonra cahîm, sonra haviye namında yedi tabakası vardır.» (E.T.3065)

Bu tabakalardan başka Cehennem’de azab yerleri olarak Gayya (19:59), Veyl (38:27), Semmum (52:27 ve 56:42), dar-ül huld: ebedî kalma yurdu (41:28), dar-ül bevar: helâk olmak yeri (14:28) ve emsali tabirlerle de Cehen­nem’in azab envaına işaretler vardır.

Cehennem tabiri umumi mânâda bütün uhrevî azablara şâmil olarak kulla­nıl­makla beraber, has mânâ ile de birinci tabaka Cehennem’i ifade eder. (3:163) âyeti de ehl-i Cennet ve Cehennem’in derecelerine ve dolayısıyla da Cennet ve Cehen­nem’in tabakalarına işaret eder. (T.T. ci:5 sh:765’teki bölüm ve İbn-i Mace 37. Kitab-üz Zühd 38. Babı Cehennem’in evsafı hakkındadır.)



498- Sual: «Cehennem nerededir?

Elcevab: ­yÁV7~ ެ~ «`²[«R²7~ ­v«V²Q«< «ž  ¬yÁV7~ «f²X¬2 ­v²V¬Q²7~ _«WÅ9¬~ ²u­5

Cehennem’in yeri bazı rivayatla “taht-el Arz” denilmiştir.(43) Başka yer­lerde be­yan ettiğimiz gibi Küre-i Arz, hareket-i seneviyesiyle ileride mecma-i haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, Arz’ın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, per­deli ve nursuz ateş ol­duğu içindir. Küre-i Arz’ın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Ka­mer, nuru çekil­dikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluk­lar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.

Cehennem ikidir: Biri suğra, biri kübrâdır. İleride suğra, kübrâya inkılab edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Ce­hennem-i Suğra yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezi­dir. İlm-i Tabakat-ül Arz’ca malûmdur ki: Ekseriya her 33 metre hafriyatta, bir de­rece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u Arz altıbin küsur kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti cami, yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedid ve riva­yet-i hadise muvafık bir ateş bulu­nuyor.(44)

Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kübra’ya ait çok vezaifi dünyada ve âlem-i berzahta görmüş ve ehadislerle işaret edilmiştir. Âlem-i âhirette Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı senevîsindeki meydan-ı haşre döker; öyle de içindeki Cehen­nem-i Suğra’yı dahi Cehennem-i Kübra’ya emr-i İlahî ile tes­lim eder. Ehl-i İtizal’in bazı imamları “Cehennem sonradan halkedilecektir” deme­leri, hal-i hazırda tama­mıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasib bir tarzda inkişaf etmedi­ğinden, galattır ve gabavettir. Hem perde-i gayb için­deki âlem-i âhirete ait menzil­leri dünya gözümüzle görmek ve gös­termek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet de­recesine getirmeli veyahut gö­zümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp tayin edelim.

¬yÁV7~ «f²X¬2 ­v²V¬Q²7~«—

Âhiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat bazı rivayatın işaratıyla âhiretteki Cehennem bu dünyamızla münasebetdardır. Yazın şiddet-i hararetine ²vÅX«Z«% ¬d²[«4 ²w¬8 (45) denilmiştir. Demek bu dünyevî, küçü­cük ve sönük akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat İsm-i Ha­kîm’in nuruyla bakabiliriz. Şöyle ki:

Arzın medar-ı senevîsi altında bulunan Cehennem-i Kübra, yerin merke­zin­deki Cehennem-i Suğra’yı güya tevkil ederek bazı vezaifini gördürmüş. Kadir-i Zülce­lal’in mülkü pek çok geniştir, hikmet-i İlahiye nereyi göstermiş ise Ce­hennem-i Kübra oraya yerleşir.

Evet bir Kadir-i Zülcelal ve emr-i Kün Feyekûn’e mâlik bir Hakim-i Zülkemal, gözümüzün önünde kemâl-i hikmet ve intizam ile Kamer’i Arz’a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile Arz’ı Güneş’e rabtetmiş ve Güneş’i seyyaratıyla beraber Arz’ın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’at ile ve haş­met-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şemsüşşümus tarafına bir hareket ver­miş ve do­nanma elektrik lambaları gibi yıl­dızları, saltanat-ı rububiyetine nu­rani şâhidler yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş bir Zat-ı Zülcelal’in kemâl-i hikmetinden ve aza­met-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübra’yı elektrik lambalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip, âhirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani âlem-i nur olan Cennet’ten yıldızlara nur verip, Cehennem’den nar ve hararet göndersin. Aynı halde o Cehennem’in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın.

Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki: Dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekir­dekte saklar. Elbette o Zat-ı Zülcelal’in kudret ve hikmetinden uzak değildir ki; Küre-i Arz’ın kalbindeki Cehennem-i Suğra çekirdeğinde Cehennem-i Kübra’yı sakla­sın.



499- Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uza­nıp eği­lerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın münteha­sında­dır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsi­lenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında, nuranîsi, ulvîsi yukarı tara­fındadır. Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsulat-ı maneviye-i arziyenin iki mah­zenidir. Mahzenin mekâsı ise, mahsulatın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin dur­duğu ve tecemmu’ ettiği yerdedir. Yani habisatı ve müzahrafatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı âlâdadır. Hem lütuf ve kah­rın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise, her yerde olabi­lir. Rahman-ı Zülcemal ve Kahhar-ı Zülcelal nerede is­terse tecelligâhını açar.

Amma Cennet ve Cehennem’in vücudları ise, Onuncu ve Yirmisekizinci ve Yirmidokuzuncu Sözlerde gayet kat’i bir surette isbat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile ka­dar ve mahzenin mahsulat kadar ve havzın ırmak kadar ve tecelligâhın rah­met ve kah­rın vücudları kadar kat’i ve yakînîdir.» (M:8-10)



Bir atıf notu:

-Ehl-i Cehennem’in Cehennem’e nasıl gidecekleri hakkında sual, bak: 3395.p.

500- Beşer âleminde aşikâre görünen iman ve inkâr, hayır ve şer, adalet ve zu­lüm, itaat ve isyan gibi birbirine zıd olan ahval kat’iyen iktiza eder ki; ebedî âlemde mükâfat ve mücazat yerleri olan Cennet ve Cehennem bulun­sun. Evet «hakiki ada­let ister ki: Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin bü­yüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mü­cazat görsün. Madem şu fani, geçici dünya ebed için halkolunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhari­yetten çok uzak­tır.. Elbette âdil olan o Zat-ı Ce­lil-i Zülcemal’in ve Hakîm olan o Zat-ı Cemil-i Zülcelal’in daimî bir Cehennem’i ve ebedî bir Cennet’i bulunacaktır.» (S.67)

501- «Sual: Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehen­nem’de hapis nasıl adalet olur? CEHENNEM

Elcevab: Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, 7 milyon 884 bin da­kika hapis iktizası kanun-u adalet iken; bir dakika küfür bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle 57 trilyon 201 milyar 200 milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette (4:57) ~®f«"«~ _«Z¬4 «w<¬f¬7«_' adalet-i İlahî ile vech-i muvafakatı bundan anlaşılı­yor. Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki:

Katl ve küfür, tahrib ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir da­kikada katl, lâakal zahirî âdete göre onbeş sene maktûlün hayatını selbeder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, binbir esma-i İlahiyeyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve had­siz delâil-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan kâfiri binler seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, «w<¬f¬7«_' de hapseder.» (L.276)

501/1- «Sual: Pekâla o ebedî ceza hikmete muvafıktır, kabul ettik. Amma mer­hamet ve şefkat-i İlahiyeye ne diyorsun?

Cevab: Azizim! O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir ya ademe gide­cektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehen­nem’de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem’de olsa hayr-ı mahzdır.

Maahaza kâfirin meskeni Cehennem’dir ve ebedî olarak orada kalacaktır. Fakat kâfir kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çek­tikten sonra, ateş ile bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddet­lerden azade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a’mal-i hayriyelerine mükâ­faten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadisiye var­dır.» (İ.İ.81) (Bak: 3503.p.)

501/2- Cehennem’de bazı kâfirlerin azablarının tahfifi meselesi, oldukça müşkil bir meseledir. Bu mevzumuzun baş kısmında görüldüğü gibi Cehen­nem’de hafif ve şiddetli azab dereceleri ve mahallerinin bulunması, mesele­mizi teyid ettiği gibi, din-i hakka ve ehline kasden mütecaviz ve münafık gibi eşedd kâfirlere Cehennem aza­bının hafifletilmiyeceği belki ziyadeleştirileceği mealinde olan âyetler dahi, Cehen­nem’de azab tahfifinin mümkün olduğuna, zıddiyet ve nisbiyet kaidesiyle delâlet eder. Zira çokluk-azlık, tahfif-teşdid gibi umur-u izafiye biribirisiz olmaz ve düşü­nülemez.

Bazı zatlar, Cehennem hakkındaki (6:128) (11:108) (78:30) âyetlerinden, Cehen­nem’in intihasına dair bir mâna fehmediyorlarsa da sarih ve mükerrer âyetlerin Ce­hennem’in ebedîliğine dair olan muhkem ve kat’i hükümleri kar­şısında bu nevi ka­villeri, bir değer kazanamamıştır. Ancak İslâm’a karşı kasıdlı, mütecaviz ve münafık kâfirlerden olmıyan ve dünyada insanlara bazı faydaları olmuş olan bir kısım ehl-i küfür hakkında -Cehennem’de ebedî kalmakla beraber- azablarının tahfifine dair ri­vayetler var. Ezcümle: Ruh-ül Beyan Tefsirinin 10. cild 82. sahifesinde bu mevzuda rivayet ve izahları bu­lunduğu gibi, İbn-i Mace Mukaddime’deki 216. hadisi aynı me­sele ile alâkalı­dır. Keza Şerh-u Şir’at-il İslâm II, 52 ve Umdet-ül Kari IX, 336 mevzumuzla alâkalı hadis naklederler.

Hem Ebu Talib’in imanı meselesi hakkında gelen ve meselemizle de alâ­kalı olan S.B.M. 1549 no.lu hadis ve Müslim Kitab-ül İman’da 360. ve 362. hadisler, Ebu Talib’in Cehennem’de azabının tahfifini bildirir.

501/3- Peygamberimizin (A.S.M. «amcası Ebu Talib’in imanı hakkında esahh nedir?

Elcevab: Ehl-i Teşeyyu, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserisi imanına kail de­ğiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın risaletini değil, şahsını zatını gayet ciddi severdi. Onun o gayet ciddi o şahsî şefkatı ve muhabbeti elbette zayie gitmiyecektir.

Evet ciddi bir surette Cenab-ı Hakk’ın Habib-i Ekrem’ini sevmiş ve hi­maye etmiş ve tarafdarlık göstermiş olan Ebu Talib’in inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir iman ge­tirmemesi üzerine Cehennem’e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hu­susi Cennet’i onun hasena­tına mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde ba­harı halkettiği ve zindanda uyku va­sıtasıyla bazı adamlara zindanı saraya çe­virdiği gibi, hususi Cehennem’i hususi bir nevi Cennet’e çevirebilir...» (M.387)

İki atıf notu:

-Cehennem azabından affedilip edilmeme meseleleri, bak: 2162 ilâ 2168. p.lar.

-Ehl-i Sünnet’in hâricinde velâyet meseleleri, bak: 2364.p.

502- «Kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatına sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur’anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.

Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedid bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanla-rın hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane ce­zadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir mer-hametsizlik ve şeni’ bir gadirdir.» (K.L.75)



503- Hem «Cehennem’in vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hik­met, onun vücudunu isterler. Çünki nasıl bin masumların huku­kunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçala­yan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve zâlimi affetmek ve canavarı serbest bı­rakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçarelere yüzer merhametsizlik­tir. Aynen öyde de: Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlahiyenin hukukuna inkâr ve tecavüz, hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzib ile hukuklarına tecavüz ve mahlukatın o esmaya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hil­kati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezahür-ü rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyetlerle mukabelelerini ve ayinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki affa ka­biliyeti kal­maz.

(4:48) ¬y¬" «¾«h²L­< ²–«~ ~—­h¬S²R«< «ž «yÁV7~ Å–¬~ âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem’e atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına ta­arruz edilen hadsiz davacılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte o davacılar, Cehennem’in vü­cudunu istedikleri gibi izzet-i celal ve azamet-i kemal dahi kat’i isterler.» (Ş.230) (Cehennem ceza-yı ameldir, bak: 534.p.)



504- Hem «Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini kor­kusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tevbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lez­zetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlukatın in­tikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.

Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan yine Cehennem’in vücudu, bin derece idam-ı ebedîden hayırlıdır. Ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünki insan hatta yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evladının ve ahba­bının lezzetleriyle ve saa­detleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ud olur.

Şu halde sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedî ile ademe dü­şeceksin veya Cehennem’e gireceksin! Şerr-i Mahz olan adem ise, senin bü­tün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber idam olmasından, binler de­rece Cehennem’den ziyade senin ru­hunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünki Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Herşey senin küfrün ile ademe düşer. Eğer sen Cehennem’e girsen, vücud dairesinde kalsan, se­nin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek herhalde Ce­hennem’in vü­cuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına ta­raftarlık­tır.

Evet Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hakim-i Zülcelalinin hakimane ve âdilane bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celalli bir mevcud ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zihayatın celaldarane meskenleridir.» (Ş.229)



Bir atıf notu:

-İnsandaki sonsuz beka isteği, bak: 106.p.

505- Hem Cehennem korkusu bilhassa gençleri kötülüklerden men’eder: «Hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr akıllarını her vakit başına alma­yan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaif ve ihtiyar­ların rahatı ve haysi­yeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahve­der ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker. Canavar bir hayvan hükmüne ge­çer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükü­met hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padi­şah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fe­nalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaif olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.» (Ş.225)

506- Cehennem olmazsa Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır:

«Bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzel­lik-çir­kinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek bü­yük bir hikmet içindir.

Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur. Cehenemsiz Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey bir ci­hette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur. Ma­dem bu karışık mevcudat dar-ı faniden dar-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki ha­yır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet’e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar. Ve bu mütemadiyen çal­kalanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur.» (Ş.232) (Bak: Ezdad)

507- Mezkûr bahisle alâkalı olan şu hadis-i şerifin hakikatı, cay-ı dikkat­tir:

²Y«7 ¬‡_ÅX7~ «w¬8 ­˜«f«Q²T«8 «>¬‡­~ ެ~ «}ÅX«D²7~ °f«&«~ ­u­'²f«< «ž

«>¬‡­~ ެ~ «‡_ÅX7~ °f«&«~ ­u­'²f«< «ž«— ~®h²U­- «…~«…²i«[¬7 «š_«,«~

(46) ®?«h²K«& ¬y²[«V«2 «–Y­U«[¬7 «w«K²&«~ ²Y«7 ¬}ÅX«D²7~ «w¬8 ­˜«f«Q²T«8

Elmalılı Hamdi Yazır, hadisin mealini şöyle nakleder: «Cennet’e giren her kula, şayet cezalandırılsaydı, Cehennem’de bulunacağı mevki behemehal gösterilir ki, şükrü artsın. Cehennem’e giren her kula da şayet iyilik yapsa idi Cennet’te buluna­cağı makam behemehal gösterilir ki, hasreti artsın.» (E.T.5029) Ve yine S.B.M. 7. cild, 1086. hadis aynı hakikatla alâkalıdır. (Bak: 544.p.) (Berzahta ehl-i Cehennem’e ma­kamları gösterilip azab verilmesi, bak: 1892.p.)

Hem Kur’an (19:69 ilâ 71) (99:7,8) âyetlerinin küllî mânaları içinde aynı mânaya da işaretleri vardır ve şâyan-ı teemmüldür.

Bu makamda mezkûr hadis ve âyetlerin hakikatları, ancak erbab-ı ilme baktığı için tercümelerini vermedik.

Ve keza Cehennem ehlinin Cennet ehlinden rızık istemelerini bildiren (7:50) âyeti de bir cihette aynı mes’ele ile alâkalıdır.

Hem yine zıddı olmayanın ihtifası hakkında «demişler:

¬˜¬‡Y­Z­1 ¬?Åf¬L¬7 |«S«B²'~ ¬w«8 «–_«E²A­, Ben de derim:

«ž²Y«7«—  ¬˜¬±f¬/ ¬•«f«Q¬7 |«S«B²'~ ¬w«8 «–_«E²A­, «— ²v«Q«9

²a«5«h²&«~ «ž«— ­vÅX«Z«% ²a«"Åg«2 _«W«7 ­h<¬h«Z²8Åi7~«— ­}ÅX«D²7~

Cennet olmasa Cehennem tazib etmez. Zemherir (*) olmasa, ihrak et­mez.» (S.T.İ.106)



508- Bu kaideye binaen denilebilir ki, bu dünyada musibetler, ölümler ve ebedî yokluk korkuları ve sair meşakkat ve ahval-i dünya, bu dünyaya gelip bilinmese idi, Cennet’teki saadet ve ebedîliğin sonsuz kıymetleri anlaşıl­mazdı. Demek muvakkat dünya hayatı ile ebedî âhiret hayatı, hikmet-i İla­hiye ile birbirine manen ve hikmeten bağlı olup, biri birisiz olmaz. Yalnız dünya hayatına bakıp âhireti nazara almayanlar, hakikata vasıl olamaz, belki inkâra meyleder. (Bak: 1031, 1032.p.lar.)

509- Sonsuz hikmetlere medar olan bu âlemdeki zıdlar, kıyamette tefrik edilip Cennet ve Cehennem ikmal edilecek:

«Cennet ve Cehennem; şecere-i hilkatten ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür eden iki semeredir ve kâinatın teselsülen gelmekte olan silsi­lelerinin iki ne­ticesidir ve ebede doğru akıp giden kâinat seylinin iki mahzeni ve iki havuzudur.

Evet Cenab-ı Hak, gayr-ı mütenahi hikmetler için bu âlemi, imtihana sahne yaptı; yine sonsuz hikmetler için tagayyürata, tahavvülata, inkılablara mahal olma­sını irade etti; ve yine sonsuz gayeler için hayır ile şerri, nef’ile za­rarı, hüsün ile kubhu, hülâsa iyilikle kötülüğü karışık bir şekilde Cennet ve Cehennem’e tohum olmak üzere kâinatın şu mezraasına serpti. Evet madem ki bu âlem, nev-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karışık ol­maları lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar: (36:59)

«–Y­8¬h²D­W²7~_«ZÇ<«~ «•²Y«[²7~~—­ˆ_«B²8~«— “Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz” diye olan tüy ürpetici, saika-vari, şiddetli emr-i İlahîye maruz kalacakları gibi; iyi in­sanlar da (39:73) «w<¬f¬7_«'«_;Y­V­'²…_«4 Daimî kalmak üzere Cennet’e giriniz.” diye olan Cenab-ı Hakk’ın mün’imane, şefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır.

İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğ­rayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem’in; iyiliği, hayrı, nef’i doğruran maddelerin de diğer tarafa çekil­mesiyle Cennet’in techizatları ikmal edilecektir.» (İ.İ.140)

Bir atıf notu:

-Kâinat ilk yaratılışında ebede elverişli yaratılsa idi daha iyi olmaz mı idi suali, bak: 1032.p.


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin