İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə36/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   169
: (Fr. psk.) Benmerkezcilik. Zihnî ge­lişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayır­maya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile dü­şünür. Sanki dün­yada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve iste­ğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve eşya, isteği gibi kendisine davranmazsa ağlamaya başlar. Herşeyin merkezi olduğu hissini taşır.

İnançsız insanlar, bu çocuktan farklı mı düşünüyor? Her varlık kendi nefsine maliktir, kendisi için çalışır, kendi zevki için çabalar, gayesi yaşamak ve varlığını de­vam ettirmektir diyen ve benliklerini dünyanın merkezi yapan, kendilerini firavun gibi ilah sanan bu insanlar, egosantrik düşünüşten daha aşağı seviyede değiller mi? (Bak: Menfaatperest)



Kur’an dünya milletleri içinde Yahudilerin ekserisinin, menfaat ve dünyaperest-likte en aşırı derecede olduklarını tekraren kaydeder. (Bak: Ya­hudi)

773- qqEHADİYET }: (Ahadiyet) Allah’ın (C.C.) her bir şeyde ken­dine ait birlik tecellisi. «Kâinatın hey’et-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi isbat edip gösterdiği gibi; zihayatların cüz’iyatlarına mukan­nen erzaklarını veren ni’met-i Rabbaniye dahi, ehadiyet-i İlahiyeyi isbat edip göste­rir. Vahidiyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. Ehadiyet ise; herbir şeyde, Hâlik-ı Külli Şey’in ekser esması tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneş’in ziyası, bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle, vahidiyet misalini gösterir. Ve herbir şeffaf cüz’de ve su katrelerinde, Güneş’in zi­yası ve harareti ve ziya­sındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması, ehadiyet mi­salini gösterir. Ve herbir şeyde hususan zihayatta ve bilhassa herbir insanda; o Sani’in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiyeti gösterir.» (M.234)

774- «Evet nasılki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vahidiyete bir mi­sal olduğu gibi, ayine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zatının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsa idi ve cam par­çalarının ve içinde güneşcikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyet­leri bulunsa idi; irade-i İlahiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsa­liyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermiyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle, te’siriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebeb olarak, ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve sühuleti gösterir. Aynen öyle de; Sani-i Zülcelal, vahidiyet itibariyle bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve ha­zır ve nazır olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle herşeyin, hususan zihayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki; kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zihayatı öyle mu’cizatlı bir şe­kilde yaratır ki; eğer bütün esbab toplansa, bir bülbülü, bir sineği ya­pamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir ve bir insanı halk eden, ancak kâinatı icad eden zattır.» (Ş.662) (Ehadiyete bir misal, bak: 2989.p.)

774/1- «İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki; bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rab­baniye olan ruh, onların idaresinde onların manevi sesle­rini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şa­şırtmaz. Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiş­tirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bile­bilir, hissedebilir, idare edebilir. Hatta çok nuraniyet kesb etmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.

Öyle de: |«V²2«ž²~ ­u«C«W²7~ ¬y±V¬7«— Cenab-ı Hakk’ın, madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve azasında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zat-ı Vacib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, had­siz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz, o Hâlik-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şa­şırtmaz, bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İs­terse, bütününü birinin imdadına gönderir. Her şey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşey’i bilir ve hakeza...» (S.687) (Bak: Temessül)

Bu misallerin dürbünü ile icad-ı eşyadaki sühuletin bir sırrı kolayca anla­şılır.

qqEHL-İ BEYT a[" ¬u;~ : (Bak: Âl-i Beyt)

775- qqEHL-İ KİTAB _B6 ¬u;~ : Allah’ın gönderdiği kitablara inanan­lar. Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler gibi... Fakat ekseriyetle ve bilhassa Kur’anda “ehl-i kitab” ifadesiyle Yahudi ve Hristiyanlar kasdedilir. (Bak: Av­rupalılaşmak, İsevi­lik, Yahudilik)

Ehl-i kitab iki kısım olarak mütalaa edilmeli:

Birincisi, Kur’andan önce gelmiş olan semavi kitabların ders verdiği hak ve tevhid dinine bağlı olanlar. Bu itikadı halen muhafaza edenlerin, İslâmi­yet’i de ka­bul etmeleri gerekir. Zira onların bağlı oldukları semavi kitablar, Peygamberimiz’i (A.S.M.) müjdeledikleri gibi, onların tabi oldukları peygam­berlerin sahib bulunduk­ları peygamberlik hususiyetleri, en mükemmel şe­kilde Peygamberimizde de vardır.

İkincisi, ehl-i kitabın bağlı oldukları kitabların tahrifinden sonra bu muharref kitablara bağlı kalarak batıl itikadlara sahib olanlardır. Bunların da, tahrif edilmemiş ve edilemiyecek olan Kur’anın verdiği tevhid dersiyle itikadlarını tashih etmeleri ve İslâmiyet’e hak din olarak inanmaları gerekiyor.



776- Kur’anda ehl-i kitab hakkında çok Âyetler vardır. Ezcümle bir âyet-i ke­rime şöyledir:

«f­A²Q«9 Ş«~ ²v­U«X²[«"«— _«X«X²[«" ¯š~«Y«, ¯}«W¬V«6 |«7¬~ ~²Y«V«Q«# ¬_«B¬U²7~ «u²;«~_«< ²u­5

_®"_«"²‡«~ _®N²Q«" _«X­N²Q«" «g¬FÅB«< «ž«— _®\²[«- ¬y¬" «¾¬h²L­9 «ž«— yÁV7~ Åž¬~

(3:64) «–Y­W¬V²K­8 _Å9«_¬" ~—­f«Z²-~ ~Y­7Y­T«4 ~²YÅ7«Y«# ²–¬_«4 ¬yÁV7~ ¬–—­… ²w¬8

“De ki: ey ehl-i kitab! Sizinle bizim aramızda müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki: Allah’tan başkasına değil yalnız Allah’a ibadet edip bağlanalım. O’na hiçbir şeyi şerik yapmıyalım. Ve ba’zımız ba’zımızı; rab ittihaz etmesin. Eğer bundan yüz çevi­rirlerse şöyle deyin: Şahid olun ki biz hakikaten müslimiz (müsalematkârız.)”

Burada muhtelif vicdanların, muhtelif milletlerin, muhtelif dinlerin, muhtelif kitabların bir vicdan-ı esasîde, bir kelime-i hakta nasıl tevhid oluna­bilecekleri, İslâmın âlem-i beşeriyette ne kadar vasi’, ne kadar vazıh, ne kadar müstakim bir ta­rik-i hidayet, bir kanun-u hürriyet ta’lim eylemiş bulunduğu ve artık bunun Arab ve Aceme inhisarı olmadığı tamamen gösterilmiştir. ...Bütün hürriyet ve müsavat da­vasının esası bu bir kelimede, bir vicdanda toplanır..

İşte hürriyet ile müsavat davasının bütün miftah-ı halli buradadır. Birbi­rimizi rab, mevla, hâkim-i mutlak tanımayalım, bütün harekâtımızı bir Hakk’ın emriyle ve Allah’ın rızasıyla ölçelim. Allah’ı bırakıp da onun madu­nunda ve hakkın hilafında bir tabi’iyet misakımız olmasın.

...Asıl misak ve asıl vicdan bir Allah’ın emrine itaat olunca her ihtilaf mülahaza-ı hak ve kanun-u hak ile hallolunur. Ve hiç bir kimsenin arzu-yu mücerredi hâkim olmaz. Binaenaleyh İsa’yı da rab tanımayalım. Onu da Al­lah’ın bir kulu ve Resulü tanıyalım, kezalik papalar, krallar, rüesa hep böyle, her birine Allah’a itaatleri ve hakkı taharrileri nokta-i nazarından bakalım.

Vaki’ olan bir suale karşı Resulullah ehl-i kitabdan iman edenlere “Siz hani pa­paların ve sairenin sözlerine, mücerred onların sözleri olduğu için, itaat etmez mi idiniz? İşte o, onları rab ittihaz etmektir” buyurmuştu.» (E.T.1131)

Kur’an (9:31) âyetinde Yahudiler hahamlarını, İsevîler rahiblerini ve İsa’yı (A.S.) erbab (rablar) edindikleri bildirilir.



777- Kur’anda ehl-i kitabdan sarahatla bahseden âyetler olduğu gibi işa­retle bahseden âyetler de vardır. Meselâ:

«(2:4) «t¬V²A«5 ²w¬8 «Ä¬i²9­~ _«8«— Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvik­ten sami’leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin makabliyle nazmına dair “dört letaif” vardır.

l- Bu cümlenin makabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki: Ey in­sanlar! Kur’ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sabıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur’an, onların sıdkına delil ve şahiddir.

2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki: Ey ehl-i kitab! Geç­miş olan enbiya ve kitablara iman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur’ana da iman ediniz! Zira onlar Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatıyla, ruhuyla Kur’anda ve Hazret-i Muhammed’de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur’an Allah’ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarik-i ûla ile kabul ediniz ve et­melisiniz.

3- Zaman-ı Saadet’te Kur’andan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şecere­dir. Kökü zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın ab-ı hayat menba’ların-dan kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budak­ları da istik­bal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddi ve ma­nevi semereleri yetiş-tiriyor. Evet İslâmiyet mazi ve istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-ı umumiyeyi te’min ediyor.

4- Kur’an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle onlara bir ünsi­yet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:



778- Ey ehl-i kitab! İslâmiyet’i kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatı-nızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bu­lunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü salifenin güzel­liklerini ve eski şeri­atlarının kavaid-i esasiyelerini cem’etmiş olduğundan, usulde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız, za­man ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahav-vül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî ol-mayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların te­beddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üze-rine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede te­beddül vardır. Çünki fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazar­rat olur. Veya bir ilaç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhire da’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hü-kümlere geldi, diye hükmetmiştir.» (İ.İ.49-50) (Bu paragrafta izah edilen hususa, yani edyan-ı semaviyede sabit ve müşterek olan esasat-ı diniyeye Kur’an (5:68) âyeti işaret eder.) Bir rivayette de: «Peygamberlerin dinleri (esasatta) birdir.» deniliyor. (R.E. 191) (Bak: 831.p.)

Bir atıf notu:

-Mazlum hristiyanların necatı mes’elesi, bak: 2166.p.

778/1- Kur’an (3:3) âyetinin tefsirinde “Geçmiş semavi şeriatlar, bizim de şeri­atımızdır” kaidesi şöyle izah ediliyor:

«Kur’an kütüb-ü salifenin iman ve tevhid-i İlahîye da’vet ve adl ü ihsanı âmir, enbiya ve ümem-i maziyenin kısas u ahbarı ve ümem ü a’sarın ihtilafiyle değişmi-yecek olan ahkâm-ı sabite gibi esasat-ı muhkemelerini tak­viye ve tevsi’ ede­rek, yeni baştan mevki-i icraya koymuş ve hikmet-i teşri’ muktezasınca ezmine ve emkinenin ve ümem-i mükellefenin hususiyyetlerine ve hakk u hayır nokta-i naza­rından mesalih-i lâikalarına müteallik ahkâm ve şerayi-i fer’iyyelerini ta’dil ü tecdid ederek din-i hakkı cemi-i ezman ve emkinede ve bilcümle ümem ü akvamda cere­yanını te’min edecek şamil bir ilm-i teşri’ dahi ta’lim eylemiş ve bu suretle kütüb-ü İlahiy-yeyi mukaddemden muahhara mütevaliyen yekdiğerinin tasdik u tenfizinden geçire-rek bil’ıstıfa hepsinin sıdk-ı esaslarını bihakkın uhde-i zamanına almış bulun­duğun-dan, kütüb ve şerai-i salifeden hiç biri şehadet-i Kur’an ile tas­dik edilmedikçe ne nübüvvetlerinde, ne delaletlerinde hakk olarak tasdik edilemez.

Ya’ni kurun-u salifede enbiya-i salifeye verilmiş olan İlahî fermanların temyizen merci-i tasdiki Hatem-ül Enbiya ve kanun-u tasdiki muhkemat-ı Kur’andır. Bu ma’na Usul-i Fıkıh’ta şu kaide-i teşri’ ile ifade olunur: “Bizden evvelkilerin şeriatları bizim de şeriatımızdır. Fakat Allah ve Resulü tarafın­dan tasdikan nakledilmek şar­tıyla.”» (E.T.1021)

778/2- Diğer bir âyette de şöyle buyruluyor:

«(4:26) ²v­U«7 «w¬±[«A­[¬7 ­yÁV7~ ­f<¬h­< Allah’ın bu teşri’attan muradı size helâl ve ha­ramı

farkettirip açıkça anlatmak ²v­U¬V²A«5 ²w¬8 «w<¬gÅ7~ «w«X­, ²v­U«<¬f²Z«<«— ve sizi sizden ev­velkile-

rin sünnetlerine ya’ni sülûk edip ni’met ü saadete erdikleri yollara hidayet ve delâlet

etmek ²v­U²[«V«2 «Y­B«<«— ve devr-i cahiliyyede sizden nazarını, rahmetini çek­miş iken,

sizi İslâm ile böyle tarik-ı salâha irca’ edip günahlarınızdan tevbe ettirerek üzerinize rahmet ve in’amını tevali ettirmektir. Bu beyan olunan hill ü hurmet ah­kâmı büs­bütün yeni teşri’ olunmuş ve hiç tecrübe edilmemiş bir yol değil. Esasen mukteza-yı hilkat ve fıtrat olup sizden mukaddem olanların ni’met ü saadete erme­lerine sebeb olmuş mücerreb ve sâlim yollardır.

İşbu ²v­U¬V²A«5 ²w¬8 «w<¬gÅ7~ «w«X­, ²v­U«<¬f²Z«<«— nass-ı celîli, şerayi-i mütekaddimeden ba’zı ahkâmın takririne delâlet ettiği cihetle İlm-i Usûl’deki

_XVA5w8p<~h- yV,‡—yV7~_ZM5~†~_X7}Q


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin