he yoktur. Ve yine şübhe yok ki burada bu takrir berveçh-i bâlâ vahiy ve beyan-ı İlâhî ile olmuştur. Bununla beraber biz şunda da iştibah etmiyoruz ki burada vahy ile takrirden başka alel’husus devr-i nübüvvetten sonrası için istinbat-ı ilel-i ahkâmda tecrübenin de bir ehemmiyyet-i azîmesi bulunduğuna işaret-i mahsusa vardır. Her halde ictihadat-ı teşri’iyyede yalnız delâlet-i elfaz ile iktifa edilmeyip tecrübe ile hayatın cereyan-ı haricî ve hikemîsi dahi nazar-ı i’tibarda tutulmak lâzım
gelecektir. _A7~z7—~_<~—hAB2_4 emrinde bu nokta pek mühim bir mevki’ işgal
etmiştir. Şu şart ile ki her hususta olduğu gibi bunda da şehvetten ve teşehhiden iyice ihtiraz etmek ve hâdisata kasd-ı şehvetle bakmamak bir şart olduğu da şimdi anlaşılacaktır.
778/3- ²vU²[«V«2 «YB«< ²–«~ f<¬h< yÁV7~«— (4:27) o Gafur-ı Rahîm ve Alîm-i Hakîm olan Allah, sizin tevbe ve salâhınızı görüp üzerinizden daima nazar-ı rahmetle bakmak ve mes’ud etmek istiyor.
_®W[¬P«2 ®Ÿ²[«8 ~YV[¬W«# ²–~ ¬~«Y«ZÅL7~ «–YQ¬AÅB«< «w<¬gÅ7~ f<¬h< «—
O şehevat arkasında koşup keyflerine tabi’ olanlar da büyük bir inhiraf ile tarik-ı haktan sapmanızı, kendilerine uyup haram-helâl tanımıyarak fenalık yollarında dolaşmanızı ve uçurumlara sürüklenmenizi istiyorlar. Binaenaleyh siz böyle fâcir-lerin arzularına tabi’ olmayınız. (Bak: 1524.p.) İctihadatınızda ef’al ü harekâtınızda şehvete değil hikmete ve beyanat-ı İlâhiyyeye ve önünüzde bulunan erbab-ı rüşdün siyretlerine tebaiyyet ediniz ve ilm-i teşri’-i İslâmîde pek büyük bir esas olan şu
âyete bakınız: _®S[¬Q«/ –_«K²9¬²~ «s¬V'«— ²vU²X«2 «r¬±S«F< ²–~ yÁV7~ f<¬h< (4:28) Allah Tealâ
sizden ağır teklifleri kaldırıp mes’uliyyetinizi tahfif etmek ister. Zira insan zaîf olarak halkedilmiştir. Binaenaleyh, bab-ı teşri’de şehvete tabi’ olmak caiz olmadığı gibi şiddet ü tazyik de caiz değildir.
Burada «w<¬gÅ7~ z«V«2 y«B²V«W«& _«W«6 ~®h².¬~ _«X²[«V«2 ²u¬W²E«# ««— _«XÅ"«‡ _«X¬V²A«5 ²w¬8 dualarının bir eser-i icabeti vardır ki,
(7:157) ²v¬Z²[«V«2 ²a«9_«6 |¬BÅ7~ «Ä«Ÿ²3 ¶²~«— ²v;«h².¬~ ²vZ²X«2 p«N«<«—
(2:185) «h²KQ²7~ vU¬" f<¬h< ««— «h²K[²7~ vU¬" yÁV7~ f<¬h<
(22:78) ¯‚«h«& ²w¬8 ¬w<¬±f7~ |¬4 ²vU²[«V«2 «u«Q«% _«8«— âyetleri, kezalik
}EWK7~ }VZK7~ }[S[XE7 _" vUB\% hadis-i Nebevîsi hep bu düstur-u yüsr ve tahfifi nâtıktırlar.» (E.T.1334-1336) (Bak: Ruhsat)
779- İkinci meşrutiyetin ilan edildiği devrede, Şark bölgesinde, ehl-i kitab hakkında sorulan suallere Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevaplardan birkaçı:
«Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’anda nehy vardır:
(5:51) «š_«[¬7²—«~ >«‡_«.ÅX7~«— «…YZ«[²7~ ~—g¬FÅB«# « Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Cevab: Evvela: Delil kat’iyy-ül metin olduğu gibi, kat’iyy-üd delalet olmak gerektir. Halbuki te’vil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kur’anî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa; me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehy, Yahudi ve Nasara ile yahudiyet ve nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyle ise herbir müslümanın herbir sıfatı müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin. Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılab-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lakin, şimdi âlemdeki bir inkılab-ı azîm-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhanı zabt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’anîde dâhil değildir.» (Mün.31)
Birkaç atıf notu:
-Gayr-ı müslime muhabbet mes’elesi, bak: 2560.p.da âyet notu.
-Mütecaviz olmayan düşmanla zahiren dostluk, bak: 2541, 2543.p.sonu
-Gayr-ı müslimlerle müsavat mes’elesi, bak: 1408.p.
780- «Sual: Bir kısım Jön Türk der: “Demeyiniz Hristiyanlara hey kâfir. Zira ehl-i kitabdırlar.” Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?
Cevab: Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünki eziyettir. Eziyetten nehy var: _È[¬±8¬† >«†«~ ²w«8 ilh...
Saniyen: Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lakin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur.
Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelata karıştırmağa mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.» (Mün.33)
781- «Sual: Gayr-ı müslimin askerliği nasıl caiz olur?
Cevab: Dört vecihle:
Evvela: Askerlik kavga içindir. Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile boğuştuğunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu?
Saniyen: Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın, Arab müşriklerinden muahid ve halifleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehl-i kitabdır. Orduda toplu olmayıp müteferrik olduklarından, bizdeki ekseriyet ve kuvvet-i hissiyat, mazarrat-ı mütevehhimeye karşı sed çeker.
Salisen: Düvel-i İslâmiyede velev nadiren olsun gayr-ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri ocağı buna şahiddir.» (Mün.36)
Kur’an (2:75) âyeti, ehl-i kitab milletleri arasında Yahudilerin, din-i hakkı kabul etmeleri ihtimalinden en uzak olmalarından başka, onlardan bir grubun dahi, daima Kelâmullah’ı tahrif eden ehl-i nifak olduklarını beyan eder.
782- Ehl-i kitabın evsafı ve müslümanlara meveddet ve adavetçe vaziyetleri Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. Ezcümle:
«(5:82) ~Y6«h²-«~ «w<¬gÅ7~«— «…YZ«[²7~ ~YX«8³~ «w<¬gÅV¬7 ®?«—~«f«2 ¬‰_ÅX7~ Åf«-«~ Å–«f¬DÅB«7 “Gerek Yehud ve Nasara ehl-i kitab, gerekse bunların gayrı alelumum kâfir olan nâs içinde mü’minlere adavetçe en şiddetlisini, kasem olsun ki, Yahudiler ve müşrikleri bulacaksın. –Ehl-i imana şiddet-i adavet nokta-i nazarından Yahudileri müşriklerin de önünde göreceksin.–
Demek ki bunlar imandan uzaktırlar, kesîr-i fâsikûn, bunlarda daha ziyadedir. Çünki bunların dünyaya hırsı hepsinden çoktur.
(2:96) ~Y6«h²-«~ «w<¬gÅ7~ «w¬8«— ¯?Y«[«& |«V«2 ¬‰_ÅX7~ «‹«h²&«~ ²vZÅ9«f¬D«B«7 «— ilh... Ve çünki bunların kalbleri kasvetlidir. ®}«[¬,_«5 ²vZ«"YV5 _«X²V«Q«%«— (5:13) Hevaya inhimakleri, fesa-
da meyilleri, hakka karşı kibr ü inadları pek kuvvetlidir. Enbiyayı tekzib ve katilde, isyan ü ihtilalde mümareseleri pek ziyadedir.
783- >«‡_«M«9 _Å9¬~~Y7_«5 «w<¬gÅ7~ ~YX«8³~ «w<¬gÅV¬7 ®?Å…«Y«8 ²vZ«"«h²5«~ Å–«f¬D«B«7 «—
Ve yine kasem olsun ki, bütün bu nâsın mü’minlere meveddetçe en yakını: “Biz Nasarayız” diyenleri bulacaksın. Gerçi bunlar da umumiyetle mü’min değildir. Ve mü’minlere adavet bunlarda da vardır. Fakat cins cinse mülahaza edildiği zaman, öbürlerinin adavette şiddeti ziyade, bunların da mü’minleri sevebilmek kabiliyeti ziyadedir. Yani onların meveddetleri ihtimali büsbütün yok değil, lâkin bunların meveddeti daha ziyade melhuz ve daha ziyade yakın bir ihtimaldir. Bunlarda iman kabiliyeti, ehl-i iman muhabbeti, öbürlerinden fazla bulunur.
«t¬7† Bunların akreb bulunması şu sebebledir ki: «w[¬M[¬±M¬5 ²vZ²X¬8 Å–«_¬" bunlardan kıssîsler, yani ilm ü ibadetle meşgul keşişler _®9_«A²;‡«— ve rahibler, yani âhiret kor-
kusuyla manastırlarda nefislerini ezen taabbüdat ile meşgul târik-i dünyalar vardır.
«–—h¬A²U«B²K«< « ²vZÅ9«~«— Bir de bunlar mütekebbir değildirler. Mütevazi ve munistirler.» (E.T.1791)
784- Kur’an-ı Kerim’de: (2:121) (3:113, 114, 115, 199) (13:36) (28:52-55) ve emsali âyetler, ehl-i kitab’ın müsbet kısmının evsafını zikrederken, diğer pek çok âyetler de çoğunun yoldan çıktığını bildirir. (Bak: Kur’an 3:110)
Kur’an (4:159) âyetinde ehl-i kitabın, Hz. İsa’ya (A.S.) kabl-el mevt iman edecekleri bildirilir. (4:90) âyeti de mütecaviz olmayan gayr-ı müslime tanınan masuniyet hakkı ile alâkalıdır. Ehl-i kitabdan bazıları ise, müslümanları idlal etmek (Bak: Kur’an 3:69, 99; 4:44) hem de münafıklıkla aldatmak isterler. (Bak: Kur’an 3:72) (Bak: 3563.p.da âyet notu)
785- Mütecaviz dinsizliğe karşı İslâm Hristiyan ittifakı, asrımızın ehemmiyetli meselelerinden biri olmuştur. Bununla alâkadar olarak manidar bir hadiste şöyle buyruluyor:
« ²vU¬¶<~«‡«— ²w¬8~È—f«2 ²v; «— ²vB²9«~ «–—i²R«# «— _®X¬8³~ _®E²V. «•—Çh7~ «–YE¬7_«MB«,
İstikbalde Rum ile emniyeti te’min eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı savaşacaksınız.» (84) (Bak: 2305/1.p.)
Bu hadis-i şerif, beynelmilel dinsizlik ve anarşiliğe karşı, İslâm-Hristiyan ittifakını haber verirken, metindeki “Sulhen âminen” ifadesi, umumi huzur ve asayişi ciddi ihlal eden anarşizmden zımnen haber verir. Çünki manayı muhalifi ile anlaşılıyor ki; anarşizmin şiddetinden umumi emniyetin iadesine şiddetli ihtiyaç doğacak... yani, “emniyet sulhu”, emniyeti temin edebilmek için gereken kuvvete sahib olmak, ancak İslâm-Hristiyan ittifakıyla mümkün olacak, diye işaret eder.
Bununla beraber daha çok ittihad-ı İslâma ehemmiyet verilmelidir. (Bak: 1839.p.)
786- Aşağıdaki parçalar dahi bu hadis-i şerifin mana külliyetinden asrımıza bakan vechiyle alâkalı izahlardır. Şöyle ki:
«Şimdi ehl-i iman, değil müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünki küfr-ü mutlak hücum ediyor.» (E.L.I.206)
«Hatta hadis-i sahihle âhirzamanda İsevîlerin hakiki dindarları, ehl-i Kur’anla ittifak edip müşterek düşmanları olan zendekaya karşı dayanacakları gibi, şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hristiyanların hakiki dindar ruhanileri ile dahi medar-ı ihtilaf noktaları, muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmiyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.» (L.151)
Bir atıf notu:
-Risale-i Nur’un müsbet mesleği sebebiyle, her sınıf insandan Nur mesleğine dehalet edenler oluyor, bak: 998.p.
787- «Ehemmiyetli bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki:
Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tabi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.» (E.L.I.58)
Ebu Davud’un naklettiği bir hadîs meâli şöyledir: «(Her asırda) ümmetimden bir topluluk kendilerine düşmanlık edenlere karşı üstünlük sağlıyarak hak uğrunda savaşmaya devam edeceklerdir. Nihayet onların en sonuncusu (olan topluluk) da mesih deccali öldürecektir.» (S.E.D. 2484. hadîs)
Hadîsin sonunda beyan olunan o taifenin sonuncusu hakkında şu izah verilmiştir: «Metinde kendilerinden, “En sonuncu topluluk” diye bahsedilen ve mesih deccali öldürecekleri ifade buyurulan topluluktan maksad, Hz. Mehdi ile İsa A.S. ve onların tâbileridir.» Aynı bahiste mesih kelimesi hakkında izah vardır. Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları adlı eserin 811. hadis sıra no.daki nakiller de aynı mes’eleyi te’yid etmektedir.
İslâm İsevî ittifakı için: 1513.p.da Hâşiye, 1725, 2039, 2166.p.lara bakınız.
qqEHL-İ SUFFA y±S. ¬u;~ : (Bak: Ashab-ı Suffa)
788- qqEHL-İ SÜNNET }±X, ¬u;~ : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (A.S.M.)
söz ve hareketlerine şüphesiz, kat’i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tabi’ olanların mezhebi ve o mezhebte olan. Bunların muhaliflerine “ehl-i bid’a” veya “fırak-ı dalle” denir. (Bak: Cemaat)
Ümmetin yetmişüç fırkaya ayrılacağını ve fırka-i naciye, Ehl-i Sünnet olduğunu haber veren hadis-i Nebevî:
«Nakl-i sahih-i kat’i ile, ferman etmiş ki:
}«[¬%_ÅX7~ ®}«5²h¬4 «w[¬Q²A«,«— _®$«Ÿ«$ |¬BÅ8~ »¬h«B²S«B«,
(85) |¬"_«E².«~«— ¬y²[«V«2 _«9«~ _«8 «Ä_«5 ²v; ²w«8 «u[¬5 _«Z²X¬8 °?«f¬&~«—
deyip ümmeti, yetmişüç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor.» (M.106)
Atıf notları:
-Ehl-i Sünnet imamları, bak: 2410.p.
-Hulefa-i Raşidîn yolunda sebat, bak: 455/1.p.
789- qqEHVEN-ÜŞ ŞER ±h17~ –Y;~ : Ehven-i şerreyn de denir. İki şerli işin
veya şeyin daha az zararlısı. Bu ve bununla alâkalı bir kaç kaide, H.İ.’nin Kavaid-i Külliye kısmında şöyle izah ediliyor:
«Madde 27: “İki fesad tearuz ettikde ehaffı irtikâb olunur.” Meselâ, etrafa sirayet etmesin diye harîk mahalline bitişik evler hedm edilir. Kezalik, batmaya yüz tutmuş bir geminin hamulesinden bir takımı denize atılır. Fakat tearuz eden iki fesad, mütesavi olunca; mübtela olan hangisini dilerse ihtiyar eder. Meselâ: Deniz içinde tutuşup söndürülmesi kabil olmayan bir gemide bulunan kimse, gemide durursa yanacağı, denize atılırsa boğulacağı muhakkak olsa, İmam-ı Azam’a göre muhtardır, dilerse gemide durur, dilerse kendisini denize atar.
Madde 28: “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.” Yani: Bir kimse, iki şerden birini iltizam mecburiyetinde kalsa, bunlardan binnisbe hafif olanı ihtiyar eder.» (H.İ. ci:1 sh:282)
Bir âyette şöyle buyruluyor:
«(2:191) ²v6Y%«h²'«~ b²[«& ²w¬8 Ve sizi çıkardıkları yerden, yani Mekke’den onları
çıkarın, vatanınızı onların elinden kurtarın. -Burada bir ihraç emri, emr-i temkinîdir. Bu va’d feth-i Mekke ile incaz buyurulmuştur. Gerçi katil hadd-i zatında fena bir
şeydir, lâkin ¬u²B«T«²7~ «w¬8 Çf«-«~ }«X²B¬S²7~«— fitne de katilden eşeddir, daha ağırdır.
-Katil insanı yalnız dünyadan çıkarır, fitne ise hem dinden hem dünyadan oldurur. Binaenaleyh fitneye tutulmaktan ise, o fitneyi çıkaranları öldürmek veya çıkardıkları fitneyi kendi başlarına yıkmak elbette yeğdir. “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” kaidesi de bu gibi nususdan müstenbattır.» (E.T.695) (Bak: 1063.p.)
790- Hülasa «hayr-ı kesir için, şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için hayr-ı kesiri intac eden bir şer terkedilse; o vakit, şerr-i kesir irtikâb edilmiş olur. Meselâ: Cihada asker sevketmekte elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terkedilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir, halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesir olur.» (M.43)
Atıf notları:
-Bazı şerleri önlemek için ehven-üş şer kaidesiyle diyanet makamında kalmak, bak: 3145.p.
-Adalet-i nisbiye denen ehven-üş şer, bak: 527, 528,3613.p.lar.
-Siyasette ehven-üş şer namı altında işlenen zulüm, bak: 996.p.
791- qqEİMME-İ ERBAA yQ"‡~ ¬š y±W=¶~ : Dört imam. Müslümanların en büyük ve yüksek âlimleri ve müctehidlerinden hak mezheb müessisleri olan ve ehl-i imana rehberlik eden büyük imamlar. Bu dört büyük imamların isimleri: İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel (R.A.) Geniş tafsilat için “İmam” maddesinden aynı isimlere bakınız.
Bir atıf notu:
-Eimme-i Erbaanın manevi dereceleri, bak: 3210, 3211.p.lar.
792- qqEİMME-İ İSNAAŞER h12 _X$~ ¬š yW=¶¶~ : Oniki imam. Silsile-i sâdattan olup esasat-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur’aniye ve imaniyenin ve şeriatın muhafazasında manen vazifeli, veraset-i Nebeviyeyi hâmil, sâlih ve fâzıl, ilim sahibi şahsiyetlerdir. Bu seyyidler ve onların silsileleri, âlem-i İslâm’ın manevi reisleri, merkezleridirler. (Bak: Âl-i Beyt)
Oniki imam isimlerinin tesbiti için müracaat edilen kaynaklar arasında bazı farklar vardır. Mu’teber kaynaklara göre yaptığımız tesbit şöyledir. (Not: Tarihler hicridir):
«1- Oniki mübarek ve muhterem imamdan ilki: Hazret-i Ali (R.A.) Hicretten önce doğmuş, altmışüç yaşında şehid edilmiş, Necef’te medfundur.
2- Hazret-i Hasan: Hicri 3’de doğmuş, 50’de Medine’de vefat etmiştir.
3- Hazret-i Hüseyin: Hicri 4’de doğmuş, 61’de Kerbela’da şehid olmuştur.
4- Ali Zeynelabidin: 38’de doğmuş, 94’de Medine’de vefat etmiştir.
5- Muhammed Bakır: 57’de doğmuş, 117’de Medine’de vefat etmiştir.
6- Cafer-i Sadık: 80’de doğmuş, 141’de Medine’de vefat etmiştir.
7- Musa Kâzım: 128’de doğmuş, 183’de Bağdad’da vefat etmiştir.
8- Ali Rıza: 148’de doğmuş, 203’de Horasan’da vefat etmiştir.
9- Muhammed Cevad (Taki): 195’de doğmuş, 230’de Bağdad’da vefat etmiştir.
10- Ali Hadi: 214’de doğmuş, 254’de Samarra’da vefat etmiştir.
11- Hasan Halis: 232’de doğmuş, 260’da Samarra’da vefat etmiştir.
12- Muhammed (Mehdi) : 255’de doğmuştur. Ancak nerede medfun olduğu bilinememektedir.»
792/1- Eski zamanlarda İslâm cemiyetinde dine teslimiyet kuvvetli olduğu gibi, dahilde dinsizlik cereyanları ifsadatta serbest bırakılmadığından, dinî şahsiyetlerin irşadatı yeterli idi. Şimdi ise, dine olan teslimiyet zayıf ve dinsizlik cereyanları da büyük imkânlarla küllî tahribat yaptıklarından, bu zamanda dinî bir şahsiyet ancak cemaata istinaden hizmet edebilir. (Bak: 2295.p.) Binaenaleyh Mehdi-i Muntazar mes’elesinde iddia olunan. “Onikinci imam ölmemiş, fakat gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak” sözü yerine, meselâ “Mehdi-i Muntazar, evvelen sırren tenevveret, yani gizli çalışır, sonra zahire çıkacak, veya o zatın kabri önceleri meçhul olur, yahud onun kemmiyeten zaif olan ilk devresindeki şahs-ı manevisi, sonra kuvvetlenerek manen dirilip zahire çıkar” gibi bir mecaz manaya haml edilse idi, ferdî şahsiyetle beraber şahs-ı manevinin de varlığı kabul edilmiş olurdu. Evet böyle istikbalî olan ihbarat-ı gaybiyelerde müteşabih ifadelerin hikmetini nazara almayanlar, bazan hakikatı iltibasa uğratırlar.
793- «Mehdi hakkında Şiilerin oniki imamdan birisi, hayatta iken gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak demelerine mukabil Ehl-i Sünnetin bir kısmı, İmam-ı Munta-zar akidesi batıldır demişler. Az bir kısım Hanefi üleması da,
|«K[¬2 Ŭ~ >¬f²Z«8 « demişler... Her asırda mehdi manasına ümmetin fıtrî bir ihtiya-
cına binaen beklemişler. Ve bir kaç vecihte rivayetlerin delaletiyle bir kaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdi sâdât-ı Ehl-i Beyt’ten geleceği ümmetçe kabul edilmiş.» (Ş.420) (Bak: Müceddid)
Kureyş’ten oniki halife gelmeden önce kıyametin kopmayacağı, ehadiste geçer. Ezcümle: S.M. 33. Kitab-ül İmare, bab: l, 5 ilâ 10. hadisler ve Buhari 93. kitab. 51. bab bunlardandır. (Oniki imama işaret eden âyet, bak: 523.p.)
794- qqEİMME-İ SELASE y$Ÿ$ ¬š yW=¶~ : Üç imam. Fıkıh kitablarında ekseri
yetle İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik için söylenir. Hanefi mezhebine dair mes’elelerin bahsolduğu kitablarda “Eimme-i Selase”den maksad: İmam-ı Azam ile iki talebesi olan İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Ebu Yusuf’tur.
qqEKANİM-İ SELASE }$Ÿ$ ¬v[9_5~ : Üç unsur. (Bak: Teslis)
795- qqEKONOMİ |8Y9Y5~ : (yu.i. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesablayarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idareli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için yapılan çalışma ve faaliyetler. Bu faaliyetlere hâkim olan kaideleri inceleyen ilim. (Bak: iktisad)
796- İktisadî hâdiseler istihsal (üretim), istihlak (tüketim), mübadele (değişim) ve tevzi (bölüşüm, dağıtım) olmak üzere dört gruba ayrılır. İktisad ilmi bu hâdiselerin birbiriyle olan münasebetlerini, müvazenelerini (dengeleşimleri), teşkilatlanma ve idaresi bakımlarından şekillerini tetkik etmekte ve hâdiselerin matematikî olarak mümkün modellerini bulmaya çalışmaktadır. Günümüzde iktisad politikaları büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. İktisadî politikalar, bugünkü dünyamızda iki ana sisteme ayrılmıştır: 1- Kapitalizm, 2-Sosyalizm. Bunlar arasında zikredilen “karma ekonomi” şekli, esas itibarıyla bunlardan birine dahil edilmektedir. İslâm iktisad sistemi bunlardan esastan ayrılmaktadır. Bu iki sistem yalnız dünya hayatını esas gaye gören sistemlerdir. Kapitalist sistem, emeği ferdî sermayeye, sosyalist sistem, emeği devlet tahakkümüne bağlar. Kapitalist sistemde sermaye sahibleri, sosyalist sistemde, devlet ve cemiyet adına bir grub, yani komünist partisi hâkim olur. Her iki sistem istismar (sömürme) ve tahakküme dayandığı için, cemiyet hayatında anarşiyi ve ihtilalleri doğurmakta; insanlık barış, huzur ve saadete ulaşamamaktadır.
797- İslâmiyet ise, kapitalizmdeki ferdin kapitalist tarafından istismarını, sosyalizmdeki kollektif tahakkümü ve ferdin komünist idareci kadrosunca istismarını kaldırır. Evet Kur’an (53:39) âyetinde beyan edildiği gibi, herkesin kazancı emeğine göre olur.
qqELBİSE yKA7~ : (Bak: İlmiye Kıyafeti, Tesettür)
798- qqELEKTRİK t
Dostları ilə paylaş: