İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə47/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   169

H


1080- qqHABLULLAH yV7~ uA& : Kur’an (3:103) âyetinde geçen ve allah’ın ipi mealinde olan bu kelime; Kur’an-ı Kerim, Allah’a kavuşma vasıtası, ihlas, ce­maat gibi manalarda tefsir edilmiştir. (Bak: Urvet-ül Vüska)

Esasat ve zaruriyat-ı diniyeye bağlı kalmak her müslüman için zaruridir. Bu bağlılık ise bütün müslümanları birleştirir. Bu da ittihad-ı İslâmın teşek­külüne sebebdir. Bu ise âlem-i İslâm için en büyük bir kuvvettir ki, bununla İslâm dini her türlü düşmanlardan korunur. İşte hablullah’a ve esasat-ı diniyeye sarılmanın böyle azîm iyilik ve faziletleri vardır. Bu muazzam neti­cenin de bu zamanda en büyük ve­silesi, tahkiki iman ve hakaik-i Kur’aniyeye vukufiyettir.

“Ebi Said-i Hudrî Hazretlerinden mervi olduğu üzere Resulullah (A.S.M.) şöyle buyurmuştur: ¬Œ²‡«ž²~|«7¬~ ¬š_«WÅK7~«w¬8 ­…—­f²W«W²7~ ¬yÅV¬7 ¬u²A«& «Y­; ¬yÁV7~ ­_«B6 (123) Se­ma­dan arza indirilmiş olan Hablullah: Kitabullahtır.” (E.T.l154) (Bak: 3471.p. sonu)

1081- qqHABT-I A’MAL Ä_W2¶~ nA& : Yapılan amellerin ihlassızlık, riya­kâr­lık, küfre temayül ve irtidad gibi sebeblerle sevabsız kalıp boşa çıkması ve ibtal ol­ması­dır. (Bak: A’mâl) Bir müslümanın amelde iflas etmesi demek olan habt-ı a’mal hak­kında Kur’anda âyetler vardır. Ezcümle:

“(47:33) ~Y­X«8³~ «w<¬gÅ7~ _«ZÇ<«~ _«< Ey o bütün iman edenler

«ÄY­,Åh7~ ~Y­Q[¬0«~«— «yÁV7~ ~Y­Q[¬0«~ Allah’a itaat edin ve Peygamber’e itaat edin

²v­U«7_«W²2«~ ~Y­V¬O²A­# «ž«— amellerinizi ibtal etmeyin -yani öbürlerinin yaptığı gibi kü­für, nifak, ucub, riya, menn ve eza ve bunlara benzer itaatsizlik ve baş­lanmış olan her­hangi bir ameli nakz ve ibtal edecek ma’kus bir fiil ve hareket ile boşa giderme­yin, hükümsüz bırakmayın.” (E.T.4397)

Hem “(49.2) ¬Å|¬AÅX7~ ¬€²Y«. «»²Y«4 ²v­U«#~«Y².«~ ~Y­Q«4²h«# «ž Seslerinizi Peygam­ber’in sesi fevkinde kaldırmayın, yani seslerinizi Peygamber’in sesinin vardığı had­den ileri geçirmeyin.

¯m²Q«A¬7 ²v­U¬N²Q«" ¬h²Z«D«6 ¬Ä²Y«T²7_¬" ­y«7 ~—­h«Z²D«# «ž«— ve ona söz söylerken birbiri­nize bağırdğınız gibi iri sesle söylemeyin, akran gibi de konuşmayın.

«–—­h­Q²L«# «ž ²v­B²9«~«— ²v­U«7 _«W²2«~ «n«A²E«# ²–«~ Zira amelleriniz habtolur, hiçe gi­der de haberiniz olmaz. Çünki Peygamber’e hürmetsizliğe ve ezaya bais ola­bilen şeyler küfre varabilir. Küfr ise a’mali habteder.

(5:5) ­y­V«W«2 «n¬A«& ²f«T«4 ¬–_«W<¬ž²_¬" ²h­S²U«< ²w«8«—

Burada «–—­h­Q²L«# «ž ²v­B²9«~«— kaydıyla şuurun nefyinden şu anlaşılır ki bu nehyolunan refi ve cehirden murad, yalnız istihfaf ve saygısızlık kasdıyla olanlar de­ğildir. Çünki o mü’minlerden sudûru melhuz olmıyan sarih küfürdür. Fakat sarih küfür olmamakla beraber, dolayısıyla ona varan sarih küfür mazınnesi olan haller de vardır.” (E.T.4451)

1082 -Âhirete tercih ederek dünya hayatının gaye edilmesi de ameli ibtal eder. Evet “bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şera­itini ağırlat­ması ve çok etmesi ve hacat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtela etmekle hacat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşa­mayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla ha­yat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatanın cezası olarak öyle dehşetlibir tokat, yedi ki, dünyayı başına Cehhennem eyledi. işte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.

1083- Ezcümle, ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kı­sım zat­lar, bizimle gayet ciddi alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zatta gör­düm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, ta ki hayat-ı dünyeviyesinde mu­vaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hatta tarikatı keşf ve keramet için ister. De­mek âhiret arzusunu ve dini vezaifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapı­yor.Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-ı diniyenin fevaid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici dere­ce­sinde olabilir. Eğer illet derece­sine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.” (K.L.109) (Dünya ha­yatını isteyenlere istek­leri verilir, âhirette mahrum kalırlar, bak: 712.p.)

“İhtar: ibadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredil­diği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet göste­rilse, o ibadet bâ­tıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler; illet olamazlar.” (İ.İ..85)



1084- Esasen “rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yar ise, herşey yardır. Eğer o yar de­ğilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işde, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameldeki ihlası kı­rar. Eğer müşevvik ise safvetini izale eder.

Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemiyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüns-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki;

(26:84) «w<¬h¬'³ž²~ |¬4 ¯»²f¬. «–_«K¬7 |¬7 ²u«Q²%~«— buna işarettir.” (B.L.78)

1085- Habt-ül a’mal hakkında âyetlerden birkaç not:

-İrtidad ehlinin dünya ve âhiret amelleri habt olup boşa gider: (2:217)

-Âyetleri inkâr edenler. Peygamberleri öldürenler, insaf ve adaleti emredenleri ezenle­rin amelleri ibtal olur: (3:22)

-Münafıkların amelleri habt olunur: (5:53) (33:19)

-İnkârcıların ameli ibtal olunur: (5.5) (18:104,105) (47:1,8,9,32)

-Şirk habt-ül a’male sebebdir: (6.88) (39:65)

-Âyetleri inkâredenlerin amelleri habt olur: (7:147)

-Müşriklerin camileri imar etmeleri gibi amelleri de habt olup boşa çıkar: (9:17)

-Dünya hayatını gaye edinip sefahete dalanların amelleri boşa gider: (9:69) (11:15,16)

-Hidayet tebeyyün ettikten sonra hakka tam teslimiyetten, kendi arzularına dönen­lerin amelleri habtolur: (47:25,26,28) (Bak: 3120.p.)

-Zekâtı Allah için vermeyenlerin durumu (2: 264)

1086- qqHACC ±c& : Kasdetmek. Muarazada delil ve hüccet ile galip ol­mak.

* Bir yere çok tereddüdle varıp gelme. * Şayan-ı tazim bir şeye teveccüh. *Bir şeyden feragat etmek. * Fık: İslâmın şartlarından ve hali vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme’deki Kâbe-i Şerifi, usu­lüne uygun olarak Arabî Zilhicce ayı, Kurban bayramı günlerinde bir defa ziyaret etmek. (Bak: Arafat, Umre)

Farz olan hacca, hacc-ı Ekber denildiği gibi, umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Maamafih arefe günü cumaya tesadüf eden bir hacca da Hacc-ı Ekber denilir. (O.A.L.)

1086-/1- Hac, hicret-i Nebeviyenin 9. senesinde farz kılınmıştır. Hac ibade­tinde farzlar, vacib ve sünnetler vardır. Bunlar hakkında ilmihaller ve hac rehberle­rinde teferruatlı bilgiler verilir. Biz burada merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nden, haccın rükünleriyle ilgili önemli bölümlerini kısmen naklettik. Ayrıca hacda kadın-erkek karışık halde namaz kılma ve tavaf yapmanın dinî mah­zurlarına da dikkat çektik. (Bak: 1089/1.p.)

“Haccın rükünleri yani mahiyetini teşkil eden farzları ikidir:

Biri, Arafat’ta bir müddet vukuf yani durmaktır; diğeri de, Kâbe-i Muaz­zama’yı tavaf-ı ziyarette bulunmaktır.

Arafat, Mekke-i Mükerreme’nin cenubî şarkında altı saatlik bir mesafede (Tak­riben 25 km.) bulunan bir mevkidir. Hac yapmak istiyenler için Ara­fat’ta durmak zamanı, Zilhicce’nin dokuzuna müsadif arefe gününün zeval vaktinden, ilk Kurban Bayramı gününün tulu-i fecrine kadar olan müddetin herhangi bir cüz’üdür. Bu müddet içinde Arafat’ta velev bir dakika durmakla bu vukuf farizası ifa edilmiş olur..” (B.İ.İ.348)

“Arafat’ın ortasında Cebel-i Rahmet’in yanında kıbleye karşı Allah Teala’ya dua edilmesi efdaldir. Burası muazzam bir mevkıftır. Dünyanın her tarafından akın edip gelen, yurtları, dilleri, renkleri başka fakat düşünceleri, gayeleri bir olan binlerce ehl-i İslâm Arafat’ta kefenlere bürünmüş, kabirle­rinden yeni hayat bulup mahşer saha­sında toplanmış olacak bir muhteşem beşer kütlesini temsil eder...

İmam Malik’e göre Arafat’ta vukuf müddeti, arefe günü güneşin zeva­linden yevm-i nahr’in fecrine kadar devam eder. O gün güneşin zevalinden gurubuna ka­dar velev bir lahza durulması, vacibdir. Gurubdan sonra da bir miktar durulmak lâ­zımdır, farzdır.” (B.İ.İ.349)

“Tavaf-ı ziyarete gelince; bu , Arafat’ta vukuftan (vakfeden) sonra Kâbe-i Mu­azzama’nın etrafında yedi defa dolaşmaktan ibarettir ki, bunun dört de­fası bir rü­kündür, bir farizadır. Tavaf-ı ziyaretin vakti, Kurban Bayramının ilk gününün tulu-i fecrinden başlıyarak hayatın son gününe kadar uzayan bir müddetin herhangi bir cüz’üdür ki, bu cüz’de yapılacak bir tavaf ile hac fari­zası ikmal edilmiş olur...

Kâbe-i Muazzama’nın cenub tarafındaki dıl’ın bir köşesine “Rükn-i Hacer”, di­ğer köşesine de “Rükn-i Yemanî” denir. Rükn-i Hacer’de “Hacer-i Esved= Hacer-i Es’ad” denilen mübarek bir taş vardır ki bu, tavafın baş­langıcı için bir nişanedir. İşte bu Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden tavafa başlanır. Beyt-i Muazzam sola alınarak Beyt-i Muazzam’ın kapısına doğru sağa gidilmek suretiyle devir yapılır. Böylece her devir (dolaşma) Hacer-i Esved’in bulunduğu köşeden başlar, orada ni­hayet bulur. Bu devirlerin her birine, bir “şavt” denir. Bu halde yedi şavtta, bir tavaf olmuş olur.

Tavaf, bir nevi namazdır; Allah Teala’ya heyecan ile muhabbet ve tazi­min bir nişanesidir. Arş-ı İlahî etrafında dolaşan kudsî meleklerin hallerine bir benzeyiş tar­zıdır..

Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved’in önüne gel­dikçe ona istikbal edilir, namaza durur gibi tekbir ve tehlil ile mübarek taşa eller kaldırılıp sürülür ve mümkün ise öpülür.

Bunlar mümkün olmayınca karşıdan elsürmek işareti yapılır. Buna isti­lam= se­lâmlamak denilmektedir.

Hacer-i Es’ad’a böyle el koymak, Hak Tealaya Hazretleri ile ibadet ve taat hu­susunda ahidleşmenin ve bu ahde vefa edileceğinin bir remzi demek­tir...” (B.İ.İ. 350)

Bazı rivayetlerde Hacer-ül Esved, yeryüzünde Allah’ın yemini (sağ eli) dir, ona el sürmekle Allah ve Resulü ile biat edilmiş olacağı bildiriliyor (K.H.1109) (İhya-ü Ulûm-üd Din tercemesi sh: 261) Bu rivayetlerden an­la­şılıyor ki: Hacer-ül Esved-e elsürmekle veya istilamla, Kalubela’da Allah’a verilen ilk sözü, dünyada yenilemek­tir. Hacdaki bu biattan sonra mü’min, dinde daha ciddi, salabetli, müttaki olacak ve asrın gafletinden silkinip uya­nacaktır. R.E. 202/5,6 ve 360/1, 361/2, 460/7’de de Hacer-ül Esved’e ait rivayetler vardır. (Bak: Hacer-ül Esved)

Mina’da şeytan taşlamanın da böyle hikmetleri vardır. Taşlanan ve taş­lanmış ve matrud şeytan manasında “şeytan-ı racîm” ifadesi, Kur’an (3:36) (15:17) (16:98) (81:25) âyetlerinde geçer ve mezkûr şeytan taşlamasının hik­meti bu âyetlerle de alâ­kalıdır.



1086/2- “Bir zata haccetmek farz olması için sekiz şart vardır Şöyle ki:

l- Müslüman olmalıdır..

2- Bâliğ olmalıdır..

3- Âkıl olmalıdır.

4- Hür olmalıdır.

5- Haccın farziyetine vâkıf olmalıdır. Şöyle ki: Dar-ı harbde gayr-ı müslimlere ait bir beldede bulunup ihtida eden kimse, haccın farz olduğunu bilmedikçe hac ile mükellef olamaz. Fakat İslâm ülkesinde böyle bir cehalet, bir mazeret teşkil etmez..

6- Hac vazifesini meşakkatsiz bir surette gidip ifa edebilmeye kâfi bir vakit bu­lunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse hac farizası için sair şartları tama­men haiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi ifaya müsait bir vakit bulama­dan vefat etse, bu fariza ile mükellef olmuş olmaz.

7- Hicaz’a gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesi efradının mutad vechile na­fakaları bulunmalıdır. Hacet-i asliyeden sayılan malların bulunması ile hac farz ol­maz. Fakat hacetten fazla bir mal, meselâ bir akar veya zaid eşya bulunsa, bunları satıp haccetmek lâzım gelir. Bir hanede kirayla otur­mak da haccın farz olmasına mani değildir.

8- Kendi haline münasib nakil vasıtası ve yolda yapacağı masraflara mu­kabil parası bulunmalıdır...” (B.İ.İ.351)

“Haram nafaka ile edilen hac makbul olmaz. Şübheli olan helal mal ile haccet­mek isteyen kimse, hac için istidane (borç) edip, deynini (borcunu kendi malından tediye eyler (öder) .” (N.İ. Kitab-ül Hac sh: 27)

“Fakir olan kimse, yürüyerek hacceylese, zengin oldukta iade etmez.” (Aynı eser sh: 50)

1086/3- “Haccın edası farz olmak için beş şart vardır. Şöyle ki:

l- Vücut sıhhatta bulunmalıdır.

2- Haccın edası, hissî manialardan hâlî bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, mahbus veya cebren memnu’ bulundukça haccetmekle mükellef ol­maz.

3- Yolda emniyet bulunmalıdır. Binaenaleyh yol tehlikeli bulundukça hacca gi­dilmesi farz olmaz.

4- Hac için en az 18 saatlik bir yolculukta bulunacak kadının yanında ko­cası veya müebbeden mahremi olan bir erkek bulunmalıdır. Bunların âkıl, bâliğ veya mürahik olmaları lâzımdır. Refakatinde böyle bir kimse bulunma­yacak bir kadın için haccetmesi farz olmaz.

5- Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş olmalıdır...” (B.İ.İ. 353)



1087- “Hacc-ı Şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubu­diyettir. Nasılki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi pa­dişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi, umum aktar-ı ar­zın Rabb-ı Azim’i ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfak-ı azamet-i Uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet,. hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet “Allahü Ekber” “Allahü Ekber” ile teskin edilebilir ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire, ilan edilebilir.

Hacdan sonra şu manayı, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram na­mazında, yağmur namazında, husüf, küsuf namazında, cemaatle kılınan na­mazda bulunur. İşte şeair-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.” (S.199)



1088- “Haccın hikmetine gelince: Bunun dinî ve dünyevî menafi-i kesireyi mutazammın olduğu her türlü şübheden varestedir. Ezcümle emr-i Kıblede beyan olunan (2:148) _®Q[¬W«% ­yÁV7~ ­v­U¬" ¬€Ì_«< ~Y­9Y­U«# _«8 «w²<«~ mazmun-u celilindeki tevhid-i içtimaîyi fiilen tecelli ettirecek olan en büyük ve en şâmil bir şiar-ı taabbüddür ki bunun vüs’at-ı şümulünü küre-i arz üzerinde hiç bir mekânda bul­mak kabil değildir. Zira Kâ’be-i Muazzama kadar kudsiyeti ka­dîm hiç birma^bed-i tevhid yoktur.Kâ’benin millet-i İbrahim’e alâkası, bü­tün edyan-ı semaviyece müsel­lem ve hatta Hazret-i Âdeme kadar intihası da mervidir. Mekke’nin hürmeti de hil­kat-i arz ile kaimdir. Hacc-ı Kâ’be, beşe­riyeti bütün uruk-u esasiyeden birleştirmeğe saik ve müsaid olduğu halde ondan sonra muhdes olan meabid ve mevaki binnisbe hususiyetlerinden dolayı böyle tevhid-i külle salih değildir. Hatta bizzat kabr-i Ne­bevî, türab-ı Kâ’beden efdal olduğu halde, kâ’be için mevcud olan devaı ve hasais-i hacc bunda bile tasavvur olunamaz. Hasılıı indallah hacca elyak olan kıble-i vah­det her halde “Beyt-i Atik” olduğunda hiç şübhe yoktur. Bundan başka Kâ’be arayan­lar, tevhide değil, şirk ve tefrika çalışmış olurlar. Sonra hac bir cihetten salât gibi bedenî, diğer cihetten zekat gibi malî haysiyetleri haiz bir ibadet-i camiadır. Ve aynı zamanda mana-yı cihadı da mutazammındır. Nite­kim bir hadis-i şerifte varid oldu­ğuna göre “Hacc bir cihaddır, umre tatavvudur.” Ve yine bu münasebetledir ki, bu­rada mesail-i hac, evamir-i cihad ile beraber nâzil olmuştur.” (E.T.708)

Bir atıf notu:

-Hacer-ül Esved’e el sürme ve şeytan taşlamanın hikmetleri, bak: 1086/1.p.sonu.

1089- Bediüzzaman’ın 364.P.da bahsedilen rü’ya-i sadıkası, Cihan Harbi’nin neticesi için müjdeler verirken, hac hakkında müjdeye bedel müteessifane sükût etmiş. Bediüzzaman bu rü’yanın sükûtunu şöyle anlatır:

“Rü’ya hacda sükût etti. Çünki haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musi­beti de­ğil, gadab ve kahrı celbetti. Cezası da keffaret’üz-zünub değil, kessaret’üz-zünub oldu. Haccın bahusus teârüfle tevhid-i efkârı, (*) teavünle teşrik-i mesaiyi tazam­mun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve masla­hat-ı vâsıa-i içtimaiyenin ihma­lidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.

İşte Hind, düşman zannederek, halbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor.

İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs biçare valideleri ol­duğunu “ba’de harabi’l Basra” anlıyor. ayak ucunda ağlıyorlar.

İşte Arab, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bil­miyor.

İşte Afrika, biraderini tanımıyarak öldürdü, şimdi vaveyle ediyor.

İşte âlem-i İslâm, bayraktar olduğunu gafletle bilmiyerek öldürmesine yardım etti, vâlide gibi saçlarını çekip ah u fizar ediyor.

Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seya­hatler ettirildi.

~—­h¬A«B²2_«4 (S.T.İ.52-54)

Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyuruluyor:

“İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki; zenginler tenezzüh için, orta halliler ticaret için, onların kurra’ları da riya ve gösteriş için, fakirler ise dilenmek için hacceder­ler.” (R.E.shf:503 ve K.H.326.hadis)

1089/1- Hac seferlerinde ve makamlarında haccın şart ve âdâbı ifa edilir­ken kadın-erkek karışık bulunmamaları lâzımdır.Hele Mescid-i Haram’da ve kılınan ce­maat namazlarında kadınların muhazatı namazı bozar. Merhum Ömer Nasuhi Efendi Büyük İslâm İlmihali’nde kadının namazda muhazatı bahsinde şöyle der: “Cemaat muhtelif zümrelerden ibaret olunca, imamın arkasında evvela erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf bağ­larlar. Bu tertibe erkekler ile erkek çocukların riayeti sünnettir; erkekler ile kadınların riayetleri ise farzdır. Binaenaleyh bir kadın veya müştehat olan bir kız çocuğu, bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatla kı­lacak olsa, erkeğin namazı fasid olur. Buna “Muhazat-ı nisa = kadınların er­keklerle bir hizada bulunması” meselesi denir.” (B.İ.İ.136)

Aynı bahsin devamında, bu muhazattan dolayı namazın fasid olması için ge­rekli olan on şartın izahatı verilir ve sonunda şu netice bildirilir: “Bu on şart topla­nınca, muhazat erkeklerin namazını bozar.” B.İ.İ.138)

Bu bahsedilen on şart ise, ekser cemaat namazlarında bulunur. Buna göre hac zamanında Mescid-i Haram’da kılanan cemaat namazında, kadınla­rın erkeklerin arka saflarında bulunmaları lâzımdır. Aksi halde yani ihtilat halinde, mezkûr hüküm tahakkuk eder. Aynı eser, bahsin sonunda şu ikazı veriyor:

“Erkeklerin namazlarını böyle fesada uğratan, huzurlarını ihlal eden ka­dınlar ise şüphe yok ki bundan dolayı günahkâr olmuş, Hak Teala’nın aza­bına lâyık bulunmuş olacaklardır. Binaenaleyh böyle fesada sebebiyet ver­mekten kaçınmalı, İslâm terbi­yesine riayet etmeli, yalnız yaşlı kadınlar cema­ate devam edecek olurlarsa mescidlerde kendilerine tahsis edilecek yerlerden ileri geçmemelidirler. Ve illâ bek­ledikler sevab, kazanacakları günaha tekabül edemez. Zaten alelıtlak kadınların ce­maate devam etmeleri, kerahatten hâlî görülmemektedir. Kadınların mescidleri, ha­nelerinin içerisidir. Bir hadis-i şe­rifte:

Åw¬Z¬#Y­[­" ¬h²Q«5 |¬4 ¬š_«K¬±X7~ ¬?«Ÿ«. ­h²[«' Kadınların namazlarının en fazilet­lisi, ev­lerinin içinde kıldıkları namazlardır.” buyurulmuştur. Kadınların na­mazları ile hanelerini nurlandırmaları, kendileri için pek büyük bir şereftir. Nitekim bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur.

¬–´~²h­T²7~ ¬}«=~«h¬5«— ¬?«ŸÅM7_¬" ²v­U«7¬ˆ_«X«8 ~—­‡¬±Y«9 İkamet ettiğiniz yerleri namaz ile, Kur’an okumakla nurlandırınız.”(B.İ.İ. 138)



1089/2- Cemaatlerde kadınların muhazatı meselesinin hükmü, hadislere isnad eder. Ezcümle; Ebu Davud 2. Kitab-üs Salat 17. babı, mescidlerde ka­dınların er­keklerden ayrı bulunması hakkındadır. Bu babın “Şu kapıyı ka­dınlara ayırsak” mea­lindeki 462. hadisin izahında şu bilgi verilir:

“Peygamber Efendimiz’in bu arzusundan, camilerde sadece kadınların girip çı­kacakları hususi bir kapının bulunmasının gerekli olduğu anlaşılmak­tadır. Yine bu hadisten anlaşılıyor ki; kadınların camiye cemaate gelmelerinin cevazı, fitneden emin olunması şartiyle kayıtlıdır.” (Ebu Davud Tercümesi 2. cild. 226.sh.)

Aynı kitabın 52. ve 53. babları da, kadınların mescidlere çıkıp çıkamıyacakları hakkındadır. Verilen hükümlerde, genç ve süslü ve koku sü­rünerek ve fitne ihtimali veya fitne varsa kadınların camiye çıkmaları, erkek­ler arasında bulunmaları yasakla­nır. Zamanımızda fitne ihtimali şöyle dur­sun, âhirzaman fitnesi müstevlidir.

İbni Mace 1000. ve 1001. hadislerin izahında. “Kadınların saflarına ge­lince: Eğer erkeklerle beraber namaz kılarlarsa, sevabı en çok olan kadın saffı, en geride­kidir. Çünki erkeklerden en uzak olanıdır. Sevabı en az olan kadın saffı ise, en ön­dekidir. Çünki erkeklerin saffına en yakın olanıdır.” hükmü vardır.

Bu tarz rivayetlerden anlaşılıyor ki; şartlarına riayet edilse bu fitne bu­lunmayan zamanlarda olsa dahi yine de kadın-erkek ihtilatı (karışıklığı ya­saklanmamakla bera­ber istenmemektedir. Çünki en tesirli fitneye, kadınlar vesile edilir. (Bak: 983.p.)

Resulullah’ın (A.S.M.) arkasında iki erkek ve bunların da arkasında Hz. Enes’in (R.A.) annesi Ümmü Süleym bulunduğu halde namaz kıldırdığını bildiren bir hadi­sin izahında şöyle deniliyor: “Bu hadiste kadının erkeklerle bir safta duramıyacağı-na, kadınların (arkada) ayrı saf teşkil etmesi gerekti­ğine delâlet vardır. Erkekler sa­fında kadın bulunursa, bazılarına göre hem kadının, o saftaki erkeklerle arkasın-daki erkeklerin namazı bozulur. Hanefi­lere göre de öyle ise de, yalnız erkek­lerin namazı bozulur, kadınlarınki bo­zulmaz. Tafsilat fıkıh kitablarındadır.” (B.M.2. cild 85.sh.)

Tavafın bir çeşit namaz olduğu ve kadınların tavafta erkeklerle karışık bir arada değil, arkada bulunacaklarına dair hadisler vardır.

Ezcümle: “ °? «Ÿ«. ¬a²[«A²7_¬" ­¿~«YÅO7~ Tavaf, bir çeşit namazdır. (S.B.M.409)

Bir hadiste, Atâ İbni Ebî Rebah, İbni Hişam’ın hac emirliği sırasında, kadınla­rın erkeklerle beraber tavaf etmelerini menettiğini haber verir ve bundan önce ka­dınların ve bu arada Hz. Peygamber hanımlarının erkeklerle beraber fakat karışık halde değil, ayrı yerde tavaf ettiklerini gördüğünü anla­tır ve bu sebeble hac emirliği yapan ibni Hişam’ın yasağına itirazda bulundu­ğunu ifade eder. Bu haberi dinleyen İbni Cüreyc, Atâ İbni Ebî Rebah’a so­rar: “Kadınlar erkeklere nasıl karışırlar?” (*)

Atâ cevab verir: “Kadınlar erkeklere karışmazlardı. Aişe (R.A.) erkekler­den ayrı bir yerde tavaf eder ve erkeklere karışmazdı. Aişe ile beraber tavaf eden bir kadın Aişe’ye: “Ey mü’minlerin anası! Haydi yürü de Hacer-i Esved’e el sürüp istilam edelim” dedi. Aişe ona: “Benden ayrıl” dedi ve (Hacer-i Esved’e el sürmek sure­tiyle) istilamdan çekindi.(**) (Sahih-i Buhari Kitab-ül Hacc Bab: 64 Kadınların er­keklerin beraberinde tavafları babı, ha­dis:99)

Ve bu hadisin devamı olan 100. hadis mealen şöyledir: “Ümmü Seleme (R.A.) şöyle demiştir: (Esna-yı hacda) hasta olduğumu Resullullah’a (A.S.M.) arzettim. “Halkın arkasında binekli olarak tavaf et” buyurdu. (Öylece) tavaf ettim.”

Bu hadisin izahında şu açıklama yapılıyor: “Bu lafızdan şu istifademiz oluyor ki; kadınlar erkeklerin arkasından tavaf etmek gerektir. Tavaf, namaza şebih (benzer) bir ibadettir. Namazda nasıl erkeklerin arkasında durulursa, tavafta da öyle olmaları lâzım gelir.” Bu hadis Buhari 25. Kitab-ül Hacc 64. babda ve Nesei Kitab: 24 bab: 136 ve 137’de zikredilir.

Kadınların camilere gidip gidemiyecekleri meselesi için 181, 182, 183 ve 3783.p.lara bakınız.

1090- Hac hakkında âyetlerden bir kaç not:

-Safa ve Merve şeairdendir. Hac veya umre kasdıyla Kâbe’yi ziyaret (2.158)

-Haccı ve umreyi Allah için yapmak ve kurban, traş, özür ve keffaret meseleleri: (2:196)

-Hac ayları ve yasakları: (2.197)

-Hac ibadetlerinden sonra cemaatle zikir: (2.200)

-Teşrik günlerinde tekbir: (2.203)

-Haccın farziyeti: (3:97)

-İhramda avlanma yasağı: (5:1, 95, 96)

-Hac ve ona müteallik mukaddesata hürmet etmek ve mani olanlara tecavüz etme­mek: (5:2).(9:5) âyeti de tecavüz hakkını nâtıktır.

-Kâbe ve Beyt-i Haram’ı emin belde ve ayakta kalmaya (ittihad-ı İslâm kuvvetine) vesile kıldı: (5:97)

-(Hac ile ittifak kuvvetini kazanan) İslâmın, mütecaviz müşriklere karşı tecavü­zünü dur­duracak muhtırası: (9:3,4,6)

-Bütün insanlara haccın ilan edilmesi ve kurban kesmek: (22.27,28,29,36)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin