İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə66/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   169
: Cin taifesinden çok muzır şerir ve korkunç bir cins. *Mc: Korkunç, kızgın ve öfkeli adam. (Bak: Cinn)

Bir âyette şöyle buyurulur: “(27:39) ¬±w¬D²7~«w¬8 °a<¬h²S¬2 «Ä_«5 Cinlerden bir ifrit dedi- Ragıb’ın Müfredat’ında ifrit, ­b[¬A«F²7~ ­•¬‡_«Q²7~ «Y­; ya’ni habis, çetin demek­tir. Şeytan gibi insana da istiare olunur, ifrit nifrit denilir. İbni Kuteybe demiştir ki; İfrit, müvessek-ül halk yani hilkati kuvvetli demektir. Aslı toprak demek olan “afer”dendir.” (E.T.3678) S.B.M. 2. cild, 288. ha­diste, Resulullah’ın namazını boz­durmak isteyen ifritten bahsedilir.

Aynı hadis Buhari 60. kitab 40. bab. S.M. 5. kitab 39. bab, Muvatta’ 10’da ge­çer.

Atıf notları:

-İfritler âlemi, bak: 21l,3347.p.lar

-İman-ı Ali’nin muhafız bir ifrit istemesi, bak: 2804.p.

qqİFTİHAR ‡_FB4~ : Övünmek. Kendini beğenircesine kendinden ve yaptık­larından bahsetmek. *Başkasının iyi bir hali ile sevinmek. (Bak: Tahdis-i Ni’met) (Bazı evliya ihtiyarsız fahre girmişler, Bak: 3675.p.)

qqİHBAR-I GAYBÎ zA[3 >‡_A'~ : Gaybdan verilen haber. Geçmiş za­man­dan veya gelecekten verilen haber (Bak: Gayb)

1503- qqİHLAS ‹Ÿ'É~ : (Hulus.dan) Kalbini safi etmek. İçten samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfa­ati, hakiki ve esas gaye etmiyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksad ve gaye edinmek. İnsan­lara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak. (Bak: Enaniyet, Riza-yı İlahî, Riya, Tekellüf)

1504- “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı manevi, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet ihlastır.” (L. 159)

“Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazınılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla mu­vaffaki­yet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlahiyeye ait olduğu için istenil­mez, belki bazan verilir. Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın, irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur. Hem ihlas ve hakperestlik ise, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa benden ders alıp sevap kazandırsınlar düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hi­lesidir.” (L.152)



1505- “Cay-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?” Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.” O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kes­men için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.” dedi.” (M. 268)

1506- İbadet ve dinî hizmetlerde “rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yar ise, herşey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İn­sanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlası kırar; eğer müşevvik ise, safvetini izale eder; eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemiyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki, (26:84) «w<¬h¬'´ž²~ |¬4 ¯»²f¬. «–_«K¬7 |¬7 ²u«Q²%~«— buna işa­rettir.” (B.L. 78)

1507- “İbadetin ruhu, ihlastır. ihlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredil­diği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet göste­rilse, o ibadet ba­tıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler; illet olamazlar.”(İ.İ.85) (Bak: 712.p.sonu)

1508- Âyet ve hadislerde ihlasın ehemmiyeti bildirilir. Ezcümle:

“  ¬w<¬±f7~ ­y«7 _®M¬V²F­8 ¬yÁV7~ ¬f­A²2_«4 ±¬s«E²7_¬" «_«B¬U²7~ «t²[«7¬~ _«X²7«i²9«~ _Å9¬~

(39:2, 3) ­l¬7_«F²7~ ­w<±¬f7~ ¬y±V¬7 «ž«~ Âyetiyle ve

«t«V«;«— «–Y­V¬8_«Q²7~ Åž¬~ «–Y­W¬7_«Q²7~ «t«V«;«— «–Y­W¬7_«Q²7~ Åž¬~ ­‰_ÅX7~ «t«V«;



(145) ¯v[¬P«2 ¯h«O«'|«V«2 «–Y­M¬V²F­W²7~«— «–Y­M¬V²F­W²7~ Åž¬~ «– «Y­V¬8_«Q²7~

-ev kema kal-Hadis-i Şerifi, ikiside ihlas ne kadar İslâmiyet’te mühim bir esas oldu­ğunu gösteriyorlar.



1509- Mühim ve müdhiş bir sual:

Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabet­siz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tari­kat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i ni­fakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevab: Bu elîm ve feci ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.

Birincisi: Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafle­tin itti­fakı dahi hakikatdarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyase­tin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ay­rılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddi ücret ve hubb-u cah ve şan ü şeref noktasında teveccüh ü nasdan alacakları (*) manevi ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek dere­cede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbi­riyle ittifak edebilirler. Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunla­rın herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etme­diği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nasda ve hüsn-ü kabulde hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur, maddi ve ma­nevi herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder.



1510- İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilacı ihlastır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle, (10:72) ¬yÁV7~ |«V«2 ެ~ «>¬h²%«~ ²–¬~ sırrına mazhar olup, nasdan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle (*) ­«Ÿ«A²7~ ެ~ ¬ÄY­,Åh7~ |«V«2 _«8«— (5:99) sırrına mazhar olup... hüsn-ü kabul ve hüsn-ü te’sir ve teveccüh-ü nası ka­zanmak noktalarının Cenab-ı Hakk’ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mü­kellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçı­rır.

1511- İkinci Sebeb: Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izze­tindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaif ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimi yapışırlar. Hatta meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Adeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsitdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimi bir ihlas, şerde dahi olsa, netice­siz kalmaz. Evet,ihlas ile kim ne isterse Allah verir: (**)

1512- Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafiyle, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, ken­dini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçı­rır, vazifesi zir ü zeber olur.

1513- İşte, bu müdhiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin ye­gana ça­resi, dokuz emirdir:

1- Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle, ha­reket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.

2- Belki daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhab­bet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu dü­şünüp ittifak ederek.

3- Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihe­tinde hakkı ise: Mesleğim haktır, yahut daha güzeldir diyebilir. Yoksa başka­sının mesleği­nin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düs­turunu rehber etmek.

4- Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle..

5- Hem ehl-i dalalet ve haksızlık-tesanüd sebebiyle-cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı mane­vîye karşı en kuv­vetli ferdî olan mukavemetin mağlub düşdüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki itti­fak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı ma­nevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek..

6- Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için..

7- Nefsini ve enaniyetini

8- Ve yanlış düşündüğü izzetini

9- Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazife­sini hakkıyla ifa eder. (*)” (L.148-151)

Bu bahsin diğer kısımlarını görmek isteyen, me’haz gösterilen kitaba bakmalı­dır.

1514- İhlas gibi manevi hislerin ve insanın iç dünyasındaki halet ve ni­yetlerin hayatta fiilî tezahürleri olur. “Evet insanın fiilleri, kalbin, hissin temayülatından çı­kar.” (H.Ş. 77) O tezahürlerle o görülemiyen manevi hisle­rin varlığı bilinir. “Kişinin işidir ayinesi, lafa bakılmaz” sözü meşhurdur. Bu ölçüye göre, insanlar kendilerini fiilleriyle ölçüp kontrol etmelidir.

Meselâ: Dinî hizmetlerde”menfaat-ı maddiye cihetinden gelene rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddi men­faati de kaçı­rır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet, bir hürmet ve bir muave­net fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sâdıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin teda­rikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi et­memek için, sadaka ve hediye gibi maddi menfaatlerle yardım edip hizmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfâat istenil­mez, belki verilir. Hem kal­ben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi iste­nilmez; belki umma­dığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir.

Hem (2:41) ®Ÿ[¬V«5 _®X«W«$ |¬#_«<´_¬" ~—­h«B²L«#ü«ž«— âyetinin nehyine yanaşır. ameli kısmen yanar. İşte bu maddi men­faati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihe­tiyle, o menfaatı başkasına kaptırmamak için, hakiki bir kardeşine ve o hususi hiz­mette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hiz­mette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat naza­rında sakil bir vaziyet alır. Ve maddi menfaati de kaybeder.” (L. 164) (Bak: 1811, 1812.p.lar)

Demek rekabet ve menfaat-ı maddiye istemek, ihlası kırar.



1515- İkinci misal: “Şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde si­yasete gi­renlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir ce­reyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî mak­sadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak. (Ş.362)

Demek, bu bozuk asrın bozuk siyasetine girenler, ihlasını tam muhafaza ede­mezler. (Bak. 3225, 3234.p.lar)



1516- Üçüncü misal: Müslümanlar arasında tarafgirlik ve adavet, ihlası kırıp his­siyatı karıştırır. Evet “Risale-i Nur’un bu kadar muarızlarına mukabil en büyük kuvveti ihlas olduğundan ve dünyanın hiçbir şeyine âlet olmadığı gibi, tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara hususan siyasete temas eden cereyanlara alâkadar olmaz. Çünki tarafgirlik damarı ihlası kırar, hakikatı değiştirir.” (E.L.I. 272)

Hem “hayat-ı maneviye ve sıhhat-ı ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünki vasıta-i halas ve vesile-i necat olan “ihlas” zayi olur. Zira tarafgir bir muannid, kendi a’mal-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen Livechillah amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelatında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte ef’al ve a’mal-i hayriyenin esasları olan “ihlas” ve “adalet” husumet ve adavetle kaybolur.” (M.270)



1517- Dördüncü misal: “Acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve cazi­bedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şa’şaalı geçmek ve insanlara iyi görün­mek ise, Nur’un bir esası ve mesleği olan ihlasa zıddır ve münafidir.” (E.L.I. 195) Hatta bir hadisin bir cümlesinde: ¬‰_ÅX7~ |¬4 °m«8_«3 (146) yani, insanlar içinde, cemiyette şöhrete koşmayıp, gizli kalan, gıbta edilecek kişiler ve hafif-ül haz diye vasıflanır. (Bu zatların gizliliği zahirde görünmemekten daha çok, hakiki kemalat ve manevî meziyetlerinin halkça tam anlaşılmamış olması manasındadır. Bu manadaki şahıslarla alâkalı olan 295.p ve 732 p.l. bendi ve 3940/3 .p. son bendi ve 3374/4. p.sonuna bakınız.)

Evet “teveccüh-ü nası müraat eden, ihlas-ı tammı bulamaz.” (L. 146) “Hizmet-i Kur’aniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.” (L.42)

“Bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından a’zami ihlas ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır.” (E.L.II. 201)

Hatta insanlarla görüşmek ve ziyaretçi kabul etmek olan meşru hakkın­dan dahi Bediüzzaman’ın manen men’ edildiği şöyle ifade ediliyor: “Risale-i Nur’un her ta­rafta neşir ve intişarının büyük bir bayramı münasebetiyle, ehl-i ilme lâzım olan musafaha ve sohbet etmekten ve bu mübarek bayramda da en has talebeleri ve kardeşleriyle musafaha ve sohbetten ve ona bakmaktan da şiddetle sıkılıp azamî ih­lasın muhafazası için bir hastalık haleti alarak men’edildiği ona ihtar edildi.” (E.L.II...204)

“Şimdi Risale-i Nur’un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâm’da dahi fev­kalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dost­lara inkılab ettiği bir zamanda Risale-i Nur’un azamî ihlasını (ki: Rıza-yı İla­hîden başka dünyevî, uh­revî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muha­faza için dehşetli bir merdümgiriz yani insanlardan tevahhuş ve sesi çıkma­mak ve konuşmamak hastalığı ve elini öp­mek, ona adeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti,kat’iyyen bize kanaat verdi ki: Bu bir istih­dam-ı Rabbanîdir.” (E.L.II.229)

1518- Beşinci misal: Hizmet-i diniye ve ibadette rekabet, ihlası kırar. Evet “dünya, umur-u diniyeye ve a’mal-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetle­rin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran ibadetlerde rekabet edil­memelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın tak­dir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mü­kâfatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile ibtal eder. Çünki sevab itasında ve ücret aldığında, nâsı Rabb-i Nâs’a şerik yapar ve hal­kın nefretlerine hedef olur.” (M.N. 227)

1519- Altıncı misal: Bu misal daha çok ehl-i tasavvuf dairesine bakar. Şöyle ki:

“Dünyada muvakkat zevkler kerametler, tam nefsini mağlub etmiyen in­sanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teşkil eder, ihlası kırılır. Çünki amel-i uh­revî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranılmaz; aransa sırr-ı ihlası bozar.” (E.L.I. 86) (Bak: 1986, 3670, 3671.p.lar)



1520- Yedinci misal; Dini, maddî ve manevî bir maksada âlet etmek, ih­lası bo­zacağını Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder.

“Bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat’i kanaat vere­cek bir tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmıyacak bir tarzda, bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat’i ka­naat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dahilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelibilir.” (E.L.II.79) (Bak: 3880, 3883.p.da 2. hadis ve 3416.p.)

“Nasılki Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi, dünyevî rütbelerine ve şahsım için uhrevî makamlarına âlet yapmaktan sırr-ı ihlas şiddetle beni men’ettiği gibi; öyle de kendi şahsımın istirahatına ve dünyevî hayatımın gü­zelce, zahmetsiz geçme­sine, o hizmet-i kudsiyeyi âlet yapmaktan cidden çe­kiniyorum. Çünki uhrevî hase­natın baki meyvelerini fani hayatta cüz’î bir zevk için sarfetmek, sırr-ı ihlasa muhalif olmasından kat’iyen haber veriyo­rum ki:

Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî huddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum va­kitte en güzel ilaç ge­tirseler, hakiki ihlas için kabul etmemeğe kendimi mec­bur biliyorum. Hatta ber­zahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp kabul etmemek ve uhrevî, baki meyvele­rini dünyada fani bir surette yeme­mek için nefsim de kalbim gibi kabul etmemeğe rıza gösteriyor. Fakat kasd ve niyetimiz olmadan inayet cihetinde gelen bereket gibi ikramat-ı Rahma­niye , hizmetin makbuliyetine bir alâmet olduğundan, nefs-i emmare karış­mamak şartıyla ruhumla kabul ederim. Her ne ise.. bu mes’ele bu ka­dar kâfi..”(E.L.II. 12)



1521- “Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebe­leri ye­tişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Al­lah rızası için çalışacaklardır.” (E.L.II.80)

İşte zikredilen şu cüz’î birkaç misalde görüldüğü gibi ihlas, fiilî tezahürle­riyle nazara alınınca, insan kendini ihlas cihetinde daha kolay kontrol ederek hatalarını tashi edebilir.



Atıf notlar:

-Niyetin ruhu ihlastır, bak: 2877.p.

-Umur-u diniyede rekabet ihlasa aykırıdır, bak: 3024.p.

-ihlas hakikatını tefekkür, bak: 3716.p.da bir âyet notu:

-Ubudiyette ihlas, bak: 1446.p.

Bir rivayette muhlislerin ihlası, fitnenin zulmetini aydınlatacağı (ıslah edeceği) haber verilir. (Bak: R.E. 313/9)



1522- İhlas kelimesinin geçtiği âyetlerden birkaç not:

Din yolunda haklılık iddiasıyla mücadele edenlere karşı ihlası tercih: (2:139)

-Duada ihlaslılık gerek. Zira (hesab için âhirete) dönülecek: (7:29)

-Zor hallerde Allah’a karşı ihlaslı tavır takınıp, rahatta ise gaflete dalmak hatası (10:22) (29:65) (31: 32)

-İhlaslı (muhlas) kulların (günahlardan) Allah tarafından korunması: (12:24) (Bak: 1042.p)

-Muhlas kullardan başkasına, şeytanın günahları güzel gösterip aldatması: (15:39, 40) (38:82, 83)

-İhlaslı (muhlas( kulları şeytan aldatamaz: (15:41), (37: 160, 169)

-İhlasla hareket etmeyenlere yaptıklarının cezası verilirken (muhlas) ihlaslıların afvedilmesi: (37:39, 40, 73, 74, 128)

-Peygamberimize ihlasla amel emredilmiştir ve öyle de amel etmiştir: (39:11, 14)

-Kâfirlerin ihlaslıları beğenmemelerine rağmen, ihlasta ısrar etmek: (40:14)

-Dinde ihlasla emrolunmuşlarken tefrikaya düşenler: (98:4, 5)

1523- qqİHTİLAF ¿ŸB'~ : (Hulf.dan) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karı­şık­lık, ikilik. (Bak: İttifak, Sadakat)

İki atıf notu.

-İhtilafa kapı açmamak ve ittifak etmek çaresi. Bak. 629, 630.p.lar

-Meşveret usulü, bak: 3570, 3571.p.lar

Ekseriyetle ihtilaf, ya şahıslar arasındaki şahsî haklardan veya tarafların farklı düşüncelerini bir derece meşru mesnede dayandırma imkânı bulunan fer’î mes’elelerden doğar. Böyle ihtilaflar istenmemekle beraber normal sa­yılabilir. Hakikatın izharına vesile olabilir. (Bak: 1832.p,) Yoksa cemaatın bağlı bulunduğu din, mezheb veya mesleğin farklı düşünme imkânı bulun­mayan esasatında ihtilaf etmek caiz olmaz. (Bak: Sadakat) Bu şekilde ihtilaf edenler, kendileri manen hak ve meslek dışına çıkmış olurlar. Böyle bir ihti­laf dahi, cemaatın bölünmesini değil, tas­fiyesini yani kemmiyetin karışıklı­ğından keyfiyetin (Bak: Keyfiyet) sağlamlığına terak­kisini intac eder.



1523/1 Kur’anda ihtilafı önleyecek ve ittifakı te’min edecek çok âyet ve düs­turlar vardır. Ezcümle:

1523/2- “(2:213) «w<¬‡¬g²X­8«— «w<¬h¬±L«A­8 «w[¬±[¬AÅX7~ ­yÁV7~ «b«Q«A«4 Allah hakka itaa­tin ve vifakın sevabını müjdeler, muhalefet ü isyanın ikabını anlatarak kor­kutur Peygamberler gönderdi.

¬±s«E²7_¬" «_«B¬U²7~ ²v­Z«Q«8 «Ä«i²9«~«— ve bunlarla beraber hakka müteallik kitab da indirdi ki, ¬y[¬4 ~Y­S«V«B²'~ _«W[¬4 ¬‰_ÅX7~ «w²[«" «v­U²E«[¬7 insanlar arasında ihtilaf et­tikleri hususta hâkim olsun, nizaı ve haksızlığı kaldırıp ihkak-ı hak etsin. Ebu Cafer kıraatinde “ya” nın zammı ve “kaf”ın fethiyle meçhul sigası üzere «v­U²E«[¬7 okunur ki, beyn-en nas ihtilafatta kitab-ı hakk ile hükmolunsun, icra-ı hükümet edilsin de­mek olur. Ve her iki halde hükm-ü hükümetin hik­met ve gayesi vaz’-ı hak değil, hakka tevfikan ref-i ihtilaf ve te’sis-i müsalemet olduğu anlaşılır.

Sonra insanlar bu kitab-ı münzelde de ihtilaf ettiler, ¬y[¬4 «r«V«B²'~ _«8«— kitabda ihtilaf çıkaran da başkaları değil ­˜Y­#—­~ «w<¬gÅ7~ ެ~ ancak o kitaba nail kılınmış olan ehl-i kitabdır.

Hem bunlar bu ihtilafı ²v­Z«X²[«" _®[²R«" ­€_«X¬±[«A²7~ ²v­Z²#«š_«%_«8 ¬f²Q«" ²w¬8 kendile­rine açık âyetler, nusus-i zâhire geldikten sonra, aralarındaki bağy ü hasedden ileri git­mek ve Peygamberlerle bile yarış etmek davasından nâşi çı­kardılar.

Eğer bu ihtilaf, nass ü beyyine bulunmayan, nasta meskûtün anhü kalan hususatta edille-i gayr-i beyyine ile taharri-i hak için olsa idi ihtilaf-ı nâsı, mümkün olduğu kadar azaltacak meşru bir ictihad olabilirdi, lakin bunlar böyle yapmadılar, beyyineler geldikten sonra mevrid-i nassta ihtilaf ettiler. Halbuki mevrid-i nassta ictihada mesağ yoktur. Ve bu gibi husustan dolayı­dır ki, bu kaide ilm-i fıkhın kavaid-i külliyesinden birini teşkil etmiştir. Mevrid-i nassta ictihad, ferdler tarafın­dan kanun-u hak hilafına re’sen bir teşri’dir. Bu ise hakka tevfikan ref-i ihtilaf değil, vaz’-ı hilaftır.

Bu suretle ehl-i kitab nâsın hubb-i dünya ve niza ü ihtilafına bihakkın hâkim olmak için bahşedilmiş bulunan kitab-ı hakkın nusus-u beyyinatına karşı bağy ü te­cavüzle yeniden ihtilaflar çıkararak nâsı teşvişe düşürdüler. Hukuk pay-i mal oldu, ahlâk ve nizam-ı içtimaî bozuldu, ni’metler zeval buldu, hatır ü hayale gelmez belâ­lara giriftar oldular.

¬y¬9²†¬_¬" ¬±s«E²7~ «w¬8 ¬y[¬4 ~Y­S«V«B²'~ _«W7 ~Y­X«8´~ «w<¬gÅ7~ ­yÁV7~ «f«Z«4 Badehu Allah bunların ihtilaf ettikleri hakka bi’set-i Muhammediye ve inzal-i Kur’an ile biizn-i Huda iman edenlere hidayet verdi.

¯v[¬T«B²K­8 ¯~«h«. |«7¬~ ­š_«L«< ²w«8 >¬f²Z«< ­yÁV7~«— Ve işte Allah böyle diledi­ğini bir sırat-ı müstakime hidayet eder, doğrultur.”(E.T. 742) (Esaslara bağlılık ih­tilafı önler, bak: 776.p.)



Mezkûr âyette geçen beyyinatın geçtiği pek çok âyetlerden birkaç not:

-Beyyinatı fâsıklardan başkası inkâr etmez.(2:99)

-Beyyinatı ketmedenler (gizliyenler) mel’un olurlar: (2:159)

-Beyyinata rağmen ahkâm-ı şer’iyeden i’raz edenleri zecr: (2:209)

-Beyyinata rağmen tefrikaya düşenler gibi olmayınız: (3:105)

1524- Diğer bir âyette de şöyle buyurulur:

“ (45:18) «–Y­W«V²Q«< «ž «w<¬gÅ7~«š~«Y²;«~ ²p¬AÅB«# «ž«— Bilmeyenlerin hevalarına uyma. -Allah’ın ahkâmına ilmi bulunmayan veya ilmin muktezasına tabi olmıyan kimseler sırf kendi keyf ü heveslerinin arkasında koşarlar. (Bak: Heva) Hevalar ise ferde göre ihtilaf eder, Benî İsrail gibi ihtilafa düşürür, Al­lah’ın gadabına götürür. Şeriat ise toplar,tevhid ile rızasına götürür. Şeriatı takib et de cahillerin hevalarına uyma.. (Bak. 778/3.p.) ~«g«; Bu Kur’an yahud bil­hassa bu öğüt ve şeriate ittiba ile ittika emri ¬‰_ÅXV¬7 ­h¬¶<_«M«" insanlara basi­ret nurlarıdır. Heva, şehevata ittiba, insanların kalblerini körlettiği, hakkı id­rakle­rine mani’ olduğu gibi, Allah’ın kelâmını ve emirle­rini tutarak şeriatına ittiba etmek de insanların hakka doğru kalb gözlerini açan ba­siret nurlarıdır.

«–Y­X¬5Y­< ¯•²Y«T¬7 °}«W²&«‡«— >®f­;«— Ve ikan şanından olan kimseler için hak ve savabı gösteren bir hidayet ve saadete erdirecek bir rahmettir. “(E.T. 4318)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin