Bir atıf notu:
-Niyet âdetleri ibadete çevirir, bak: 2877.p.
2871- Ey insan! “Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envaına bir fihriste şeklini veriyor.
Binaenaleyh, geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: “Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünki vukua gelen haller suale tabidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmiyen şeyler suale tabi değildir. Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır. Gelecek ahvalin ademdir. Vücud mes’uldür, adem ise mes’ul değildir.
Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.” (M.N: 136)
2872- “Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği nimetler, ister âfakî olsun ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusûl buluyor. Meselâ:
Ziya, hava, gıda, savt ve sada gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır. Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi sahipsiz, hesapsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i Hakiki’nin kasdıyla gelir, insan da ihtiyarıyla alır. Sonra ihtiyaca göre in’am edenin iradesiyle bedeninde intişar eder.”(M.N: 94)
2873- “Sem’, basar, hava, su gibi umumi nimetler daha ehemmiyetli, daha kıymetli olduklarına nazaran, hususî şahsî nimetlerden kat kat fazla şükre istihkak ve liyakatları vardır. Binaenaleyh, o gibi umumi nimetlere karşı nankörlük edip şükran etmemek, en büyük küfra-ı nimet sayılır.
Hal bu merkezde iken, bazı insanlar şahıslarına ait hususi nimetlere karşı Allah’a şükrederlerse de, şu umumi nimetler onlara şümulü yokmuş gibi fikirlerine bile gelmiyor. Halbuki en büyük nimet, âmm ve daimî olan nimetlerdir. Umumiyet kemal-i ehemmiyete delil olduğu gibi, devam da ulviyet ve kıymete delalet eder.” (M.N.239)
2873/1- Yukarıda bahsedilen umumi nimetlerden sular hakkında Kur’anda bazı âyetler vardır. Meselâ Kur’anda deniz suyu h«E²"«~ ‡_«E¬" h²E«" kelimeleriyle; nehir suları ‡_«Z²9«~h²Z«9 kelimeleriyle; yağmur suları š_«8h«O«8 kelimeleriyle; kaynak suları (pınarlar) –Y[2 w²[«2 kelimeleriyle ifade edilir. Âyetlerde, insanların içmeleri cihetinde ve nimetiyet ve şükür vazifesi makamında kaynak sularına (pınarlara) daha çok dikkat çekilir. Meselâ: (36:34) ¬–Y[Q²7~«w¬8_«Z[¬4 _«9²hÅD«4«— yani onda (Arz’da) kaynaklardan (pınarları fışkırtarak) akıttık.
(44: 25) ¯–Y[2«— ¯_ÅX«% ²w¬8 ~Y6«h«# ²v«6 yani (o tard ve gark edilen Firavun güruhu) nice güzel bahçeler ve kaynak sular terk etmişlerdi. (26:57) âyeti de aynı mealdedir. Yani ehl-i dünya ve kâfirler dahi bunların kıymetini bilip kullanıyor ve şükretmiyorlardı (26:134) ¯–Y[2«— ¯_ÅX«%«— yani (size) cennetler (bağ ve bahçeler) ve menba’lar (kaynak suları ikram eden Allah’a küfran-ı nimet etmiyerek ittika edin). (77:27) _®#~«h4 ®š_«8 ²v6_«X²[«T²,«~«— Sizlere tatlı sular içirdik (içiriyoruz).
İşte bu ve benzeri âyetlerde temiz, tatlı ve safi kaynak sularının nimetiyet ciheti hatırlatılarak şükre teşvik edildiği gibi, bu pınarlar yer altındaki temiz ve İlahî mahzenlerde insanlar için ihzar edildiğine ve insanların bu suları tercih etmeleri gerektiğine de işaret vardır. Yine Kur’anda pA9 kökünden türeyen (39:21) «p[¬"_«X«< kelimesiyle ifade edilen yer altında yağmur sularının iddihar olunduğu mahzenlerden haber verilir. Keza (7:57) âyetinde de yağmur yüklü bulutların rüzgârlar vasıtasıyla muhtaç yerlere gönderilip onunla çeşitli meyvelerin rızık olarak ihya olunduğu bildirilerek, böyle hârika İlahî icraatlardan ibret alınması hatırlatılır.
2874- Ve keza “nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsil ile izah edilmiş. İcmali şudur ki:
Birzat, bir biçareyi, bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başındada en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnetdarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veya hiçe sayıp şükretmiyerek yukarıya bakar. Keşki bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım. Ne için o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil deyip şekvaya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de: Bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmıyarak, ağaç olmayıp hayvan kalmıyarak, insan olup müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve afiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla sıhhat ve afiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya su-i ihtiyariyle veya su-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekva etmek, sabırsızlık göstermek, aman ne yaptım böyle başıma geldi diye rububiyet-i İlahiyeyi tenkid etmek için bir halet, maddi hastalıktan daha musibetli, manevi bir hastalıktır.” (L.215)
Bir atıf notu:
-Oruç nimetlerin kıymetini hissettirir, bak: 461.p.
2874/1- qqNİSA š_K9 : (Kadınlar) Arapçada “imreetü, mer’etün, meretün, cem’i: nisaün ve nisvetün ve nisvân” kelimeleridir ve kadınlar demektir. Avret de denir. (Bak: Avret)
Yeryüzünde kesretli enva arasında en üstün varlık olan insan nev’i, pek çok hususiyetleriyle birbirine mütenasibiyet ve fıtraten mütekâbil ihtiyâcat üzere erkek ve kadın olarak iki kısım yaradılmıştır. Kadın fıtraten lâtif, nâzik ve erkeğin nazarında câzib ve sâhib-i cemaldir. Bunun için şeriat kadını gayr-ı meşru nazarlardan ve tasallutlardan korunması ve daha pek çok hikmetler için tesettürü farz kıldı.
Bediüzzaman Hazretleri, bu hususla alâkalı olarak verdiği izahlardan bir kısmında şunları kaydeder:
“Kur’an, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Tâ hevasat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevasat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler... Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki: Aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki: Açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.”(S.410)
“Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlahiyenin munis, latif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki; kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü siretidir. Ve en kıymetdar ve en şirin cemali ise; ulvî ciddî, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, latife mahlûkun hukuk-u hürmeti, o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa: Hüsn-ü suretin zevaliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda bîçare hakkını kaybeder.” (S.639)
Hem “kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet birkadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedi arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddi bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır.” (L.196)
Kur’an (2:25) âyetinde: “Onlar (cennet ehli) için orada (cennette) mutahhar (çok temiz) zevceler (eşler) de var” mealindeki âyette müjdelendiği gibi, «İnsan en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını , şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak; gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya birşeye dalarak tefekkür eden adam; velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sani ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zâhiri olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâli olmasıdır.” (İ.İ.145)
2874/2- Kadın erkek farklılığı hakkında Kur’an’da şöyle buyrulur:
“(4:34) ¯m²Q«" |«V«2 ²vZ«N²Q«" yÁV7~ «uÅN«4 _«W¬" Çünkü Allah rical ve nisanın ba’zısını diğerine hilkaten tafdil etmiştir. ²v; zamiri delâletiyle bundan erkeklerin kadınlara fazl ü rüchanı anlaşılmakla beraber âyetin öyle bir hüsn-i beyanı vardır ki bu fazl ü fazileti Åw¬Z²[«V«2 yÁV7~ vZ«VÅN«4 _«W¬" diye alel’ıtlak erkeklere hasr etmemiş, mübhem olarak ba’zısının diğerine tafdilini (üstün kılındığını) ifade eylemiştir. Bu ise erkeğin kadında bulunmayan bir takım mezaya-yı fıtriyeyi haiz olduğu gibi aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan ba’zı mezaya-yı fıtriyeyi haiz olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin yekdiğerine muhtelif cihetten muhtaç bulunduklarını ve bu suretle erkekle kadın fıtraten mütefavit ve mütekabilen müfteadıl (yani birbirine karşı farklı cihetlerden üstünlükleri) olduğu gibi her erkeğin ve kezalik her kadının da seviyeleri bir olmadığını ve binaenaleyh her erkek her kadın ile ferden mukayese edilemiyeceğini ve maamafih bütün bunlar topyekûn karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacı, erkeklerin kadınlara ihtiyacından fazla ve çünkü beyan olunduğu veçhile asıl mi’yar-ı fazilet olan kesb ü iktisab nokta-i nazarından erkek haslet-i failiyetle kaim (yani aile hayatında idareci ve icraatçı), kadın ise hissi itaat ve haslet-i kabiliyet ile rakik ve cazibedar bir fıtratta ve bunun için kuvvet-i rical ile himaye ve muhafazaya daha ziyade muhtaç, ve binaenaleyh binnetice suret-i umumiyede fazl ü rüçhanın rical tarafından bulunduğunu vilayet-i emir ve salâhiyet-i idarenin bihakkın erkek olan ricale tevdii ve kadınların onlara itaatı hem bir hak ve hem de menfaat-i nisvanın muktezası olduğunu pek beliğ bir îcaz ile tefhim eyler.
İşte erkeklerin nübüvvet, imamet, velâyet, ikame-i şeair, hudud-i kısasta şehadet, vücûb-i cihad, vücûb-i cum’a, ezan, hutbe, i’tikâf, asabalık, katl-i hata ve kasamede tahammül-i diyet, talâk u ric’atte istiklal gibi bir takım hasais ve hukuk-u vezaif ile temayüzleri de bu cümledendir.
¬š_«K¬±X7~ |«V«2 «–Y8~ÅY«5 olarak ailede hakk-ı riyaseti haiz olmalarının bir sebebi bu tefadul-i fıtrî, biri de ²v¬Z¬7~«Y²8«~ ²w¬8 ~YT«S²9«~ _«W¬"«— erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya sarf etmeleri kazıyyesidir. Ki kesbî olan bu sebeb de evvelkine merbuttur. Ve kadınların mirastan nasibleri yarım olması bilhassa bu sebeble alâkadardır. Ve bunda kadınların menfaatı, irste müsavi olmalarından çok ziyadedir.” (E.T. 1348-1350)
2874/3- Zevceyn arasında mütekabil haklar: “(2:228) ÅwZ«7«— ve kadınlar için erkekler üzerinde Åw¬Z²[«V«2 >¬gÅ7~ u²C¬8 erkekler için kadınlar üzerinde bulunan hukuka mümasil ¬¿—h²Q«W²7_¬" ma’ruf veçhile, yani tanınması ve muhafaza edilmesi vacib hukuk, mevcuddur, ki bunlar müteaddid âyetlerde beyan olunmuştur.
Ezcümle: (2:229) ¯°–_«K²&¬_¬" ¯d<¬h²K«#²—«~ ¯¿h²Q«W¬" °¾_«K²8¬~
(4:19) ¬¿—h²Q«W²7_¬" Åw;—h¬-_«2
(2:233) ¬¿h²Q«W²7_¬" ÅwZ#«Y²K¬6«— ÅwZ5²ˆ¬‡ y«7 ¬…Y7²Y«W²7~ |«V«2«—
¯m²Q«" |«V«2 ²vZ«N²Q«" yÁV7~ «uÅN«4 _«W¬" ¬š_«K¬±X7~|«V«2 «–Y8~ÅY«5 Ä_«%¬±h7«~
(4:34) ²v¬Z¬7~«Y²8«~ ²w¬8 ~YT«S²9«~ _«W¬"«—
(4:4) ®}«V²E¬9 Åw¬Z¬#_«5f«. «š_«K¬±X7~ ~Y# ³~«—
®‡_«O²X¬5 ÅwZ<«f²&¬~ ²vB²[«#³~«— ¯‚²—«ˆ «–_«U«8 ¯‚²—«ˆ «Ä~«f²A¬B²,~ v#²…«‡«~ ²–¬~«—
(4:20) ®š²|«- y²X¬8 ~—g'Ì_«# «Ÿ«4
~YV[¬W«# «Ÿ«4 ²vB².«h«& ²Y«7«— ¬š_«K¬±X7~ «w²[«" ~Y7¬f²Q«# ²–«~ ~YQ[¬O«B²K«< ²w«7«—
(4:129) ¬}«TÅV«QW²7_«6 _«;—‡«g«B«4 ¬u²[«W²7~ Åu6
İmdi bu hükmün umumu içinde şu da anlaşılıyor ki hîn-i nikahta mehir tesmiye edilmemiş ise, mehr-i misil de lâzım gelir.
Ú «— Û Maamafih °}«%«‡«… Åw¬Z²[«V«2 ¬Ä_«%¬±hV¬7 erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Maksadı izdivacda erkekler kadınlar müşarik olmakla beraber üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, idare ve infak eylerler, me’unet-i aileyi erkekler çekerler, erkeklerin bu gibi cihetlerle der’uhde edecekleri fazla vecibeye mukabil meziyet ve dereceleri de fazladır.” (E.T. 785)
2874/4- Bazı rivayetlerde İslâm kadınlarının asr-ı saadette (yani fitnenin bulunmadığı en mükemmel İslâm cemiyetinde) gazaya iştirakleri olduğu; yani, geri hizmetlerde çalıştıkları bildirilmiştir. (Bak: S.B.M.1216.hadis) Zamanımızın fitne ve bozuk cemiyetinde, şeriat imamları kadının camiye çıkmalarını dahi caiz görmüyorlar. (Bak: 181,182, 183.p.lar)
Bir rivayette: “Kadını cemiyetin idaresinde veliyy-ül emir, idareci tâyin eden cemiyet felâh bulmaz” buyrularak ümmet ikaz edilir. Bu rivayete istinaden imamlar, kadının veliyy-ül-emir olamıyacağı hükmünü vermişlerdir. (Bak: D.M.i.F. shf: 3469, H.G. 339.hadis, Buharî: 92-18, Tirmizî fiten 75, K.H.2080. hadis (S.M. ci: 4, shf: 263) Bütün beşer âlemine Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberler yalnız erkekler arasından gönderilmiştir. (Bak:3933.p.ta bir âyet notu)
Sağlam İslâm cemiyetlerinde dahi kadınların hâkimlik yapmalarını, müçtehidlerin ekserisi caiz görmemişlerdir. Hukuk-u İslâmiye ve İstilâhatı Fikhiye Kamusunun altıncı cild 429. sahifesindeki (kadıların=hâkimlerin evsafı) bölümünde bu hususun tafsilâtı vardır. Ancak bu bölümdeki hükümleri İslâm cemiyetinde câri olduğu da unutulmamalıdır. Aksi halde cemiyette en büyük ifsad kapısının açılmasına sebebiyet verilir.
Hikmet-i İlahiye her nevi mahlukları ve herkesi vazife-i fıtriye ve gaye-i hilkatlerine göre vücud şekli verip çeşitli istidat, kabiliyet ve cihazatla teçhiz etmiştir. O şey veya kimse, kendi hususiyetlerine uygun olan vazifede çalışması veya çalıştırılması ile kendi hususiyetlerindeki İlahi hikmetler tezahür eder ve istidatları zamanla gelişir. Vazifesinde de muvaffak kılınır. Nitekim Kur’an (17:84) ayetinde çok hakikatlerle beraber, insan nevindeki bu hakikate işaret edildiği gibi (4:119) gibi ayetlerle de hilkatin tağyiri ile, hilkat nizamını bozmak ve ona ters düşen harekette bulunmak, şer hesabına geçeceği beyan edilir. Bu zahir hükümlerin derin hikmet ve mahiyetlerini izah eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir.” (İ.İ. 110)
“Evet Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir. “ (İ.İ. 111)
“Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna fıskın birinci sıfatı olan (2: 27) ¬yÁV7~ «f²Z«2 «–YNT²X«< cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet bu âmiller hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan rabıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur.
Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan «u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~«h«8«~ _«8 «–YQ«O²T«<«— cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ve keza dünyanın nizamının bozulmasını intac edip fesad ve ihtilale sebebiyet veren iki ihtilalcidirler.
Buna dahi, fıskın üçüncü sıfatı olan ¬Œ²‡«²~ |¬4 «–—f¬K²S<«— cümlesiyle işaret edilmiştir. Evet fasık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse, itikadata ait rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza kuvve-i gazabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa heva-i nefse tabi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zail olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu itibarla fasıklar hem nev’inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur. » (İ.İ. 165)
“ «–xNT²X«<: Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden “nakz” tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur.” (İ.İ. 173)
« (2:27) «u«.Y< ²–«~ ¬y¬" yÁV7~ «h«8«~ _«8 «–YQ«O²T«<«— Bu cümledeki emir, iki kısımdır.
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahim ile tabir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir. Meselâ; ilmin i’tası, manen ameli emrediyor; zekanın i’tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekayı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.” (İ.İ. 174)
Mezkur nisa mevzuunun fıtrat kanunlarına uymak meselesinde en ehemmiyetli cihet şudur ki, hikmet-i İlahiyenin farklı veya müşterek olarak çeşitli vasıflar ve meziyetlerle teçhiz ettiği erkeklerin ve kadınların fıtratlarına uygun hayat ve hareket tarz ve kanunlarını mutlak isabetle vazedebilecek olan ancak onların Sani’leri olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmektir.
Evet Cenab-ı Hak insanları yaşayışlarında başıboş bırakmayıp peygamberleri vasıtasıyla uyacakları şeriatı gönderdiği herkesin malumudur. Bu şeriata uygun hayat ve hareket, fıtrata uygun hayat ve hareket demektir. Buna muhalif olan hayat ve hareket ise, İlahî hikmet ve gayeye ve istikamete; Rububiyetin terbiyesine ve Onun fıtrat kanununa aykırı düşen dalalet yolu olup insan fıtratının fesadını, dünya ve ahiret hayatının mahvını intac eder.
İşte nisa taifesini açık-saçık ve erkeklerle iç içe karışık olarak cemiyetin her sahasında tavzif etmek mezkur tekvinî teşri’î kanunlara muhalefet olduğundan fitneye kapı açılır. (Bak: 983. p.)
Atıf notları:
-Sıbgatullah hakikatına muhalif düşen gayr-ı fıtrî tezeyyün (bak: 3375. p.)
-Kadınlar dinde emredildiği gibi örtünmelidirler. (Bak: Tesettür)
-Kadının temel olduğu aile hayatının muhtelif hususiyetleri: (Bak: Aile)
-Kadında haya ahsendir rivayeti: (Bak: 1239.p.sonu)
-Âhirzaman fitnesinde kadınların rolü: (Bak: 981/983.p.lar)
-Avrupa sefih hayatının nazarında kadının putlaştırılması: (Bak: 3294 ve 938.p.sonu)
-Kadın, şer’î nikâh ile disiplin altına girer: (Bak: 2859.p.)
-Kadında akıl ve din noksanlığı: Bak: İ.M. 4003. hadis.
-Âhirzaman fitnesinde kırk kadına bir erkek nezaret edeceği rivayeti: (Bak: 2861.p.)
-Âhirzaman fitnesinde insanların kıbleleri kadınlar olacak rivayeti: (Bak: 983.p.sonu)
-Mirasta kızların hakkı: (Bak: 2469.p.)
-Fitraten zayıf olan kadınların cemiyeti kavi olduğuna işaret eden bir nükte-i Kur’aniye: (Bak: 1834.p.)
-Kadının ilk yaradılışı: (Bak: Havva)
Bir âyet notu:
-Kadın-erkek arasında hiss-i meveddet ve rahmet: (30:21)
qqNİSBÎ |AK9 : (Bak: Hakaik-ı Nisbiye)
2875- qqNİYET }[9 : Kasd. Kalbin bir şeye yönelmesi. *Fık: Yapılan bir vazife ile Cenab-ı Hakk’a taatta bulunmayı ve O’na manen yaklaşmayı kasdetmektir. (Bak: Mana-yı Harfi, Nokta-i Nazar)
2876- Niyet ve tarz-ı nazar gibi ince manalı tabirler hakkında Bediüzzaman şöyle der:
“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksad: Mana-yı harfi, mana-yı ismî, niyet, nazardır. Şöyle ki:
Cenab-ı Hakk’ın masivasına (yani kâinata) mana-yı harfiyle ve O’nun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır. Evet her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakk’a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh nimete bakıldığı zaman Mün’im, san’ata bakıldığı zaman Sani’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne ve fikre gelmelidir.
Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet adi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa, marifet-i İlahiyedir.” (M.N.51)
2877- “Evet niyet öyle bir hasiyete maliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mayedir. Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur. Ve keza niyette öyle bir hasiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.
Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hasiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir.
Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şakir olur, şükür sevabını kazanır.” (M.N.70) (Küllî niyet, bak: 2870.p.)
Bu p.daki mana ile alâkalı hadîs için, bak: R.E. 98/5,6
2878- “Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta’ bulur.
Nasılki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hakeza kıyas et.” (M.N. 201)
T.T.ci: l, shf: 35’de niyet, ihlas ve bunların meziyetleri hakkında bir bölüm mevcuddur.
Atıf notları:
-Zekat için kalben niyet etmek, bak: 4047.p.
-Cihadda niyet, bak: 581.p.
-Ameller niyetlere göredir, ikrah ile değil, bak: 1418.p.
Dostları ilə paylaş: |