İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə44/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   169
: Fikir ve düşünceler. Bir mes’elenin veya takib edilen bir gayenin veya bir mesleğin, ilim ve isbat yoluyla hakikatını idrak etmek. İddia edilen fikirler ve tefekkür sistemi. (Bak: Tefekkür)

qqFİL VAK’ASI |, yQ5— u[4: (Bak: Ebabil)

972- qqFİRASET },~h4 : (Feraset) Zihin uyanıklığı. *Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. *Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. *Yiğitlik. *Binicilik. (Bak: İlham)

«Firasetin bir nev’i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen se­ziştir. Diğer nev’i ise; kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek ne­ticesinde hasıl olur.» (L.R.)

Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

« Åu«% «— Åo«2 ¬yÁV7~ ¬‡Y­X¬" ­h­P²X«< ­yÅ9¬_«4 ¬w¬8²¶Y­W²7~ «}«,~«h¬4 ~Y­TÅ#¬~ (97)

“Yani mü’minin ferasetinden, anlayışından sakınınız. Çünki o, aziz ve celil olan Allah Teala’nın nuru ile nazar eder.” (Bak: 3681.p.)

Feraset iki kısımdır, biri sebebi bilinmeksizin husule gelir. Bu bir nevi il­hamdır. Diğeri de muhtelif tabiatlara vukuf vesilesiyle husule gelir. Bu kes­bîdir.

Velhasıl: Kâmil bir mümin kendisi ile muhaverede bulunan kimselerin ruhî hallerini, sözlerinin samimi olup olmadığını pek güzel anlar, ona göre hareket eder.» (H.G.Hadis No: 45)

973- qqFİR’AVN –Y2h4 : Mısır’da hususan Hazret-i Musa (A.S:) zama­nında Allah’a isyan edip İlahlık davasında bulunan, Musa Peygamber’e inanmayan hü­kümdar. *İlahlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan. (Bak: Âd, Mumya, Musa (A.S.), Tagut)

973/1- Tenbih ve tavzih: Her zaman kötü ve şerli insanların tahribat ve fitnele­rinden uzak durmak ve müteyakkız olmak için; hem bu gibi şerlerden ve şerirlerden ikaz ve irşad eden dinî şahsiyetleri dinlemek ve onlardan isti­fade etmek için Kur’an ve ehadis, cebbar insanların şerlerini takbih ve onlara karşı mücahede edenlerle be­raber olmayı teşvik eder. Bu ikaz ve teşvikler, sadece o şerir şahıslara ve devrelerine münhasır değildir. Çünki Kur’an düs­tur-u küllî cihetinde bütün zaman ve mekân­lara hitab eder ve kıssadan hisse verir. (Bak: Kur’an 28:3) Hem fir’avunlardan daha çok, onların açtıkları zu­lüm ve idlal cereyanları olan Fir’avuniyetler daha müdhişdir. Bu itibarla her asır, böyle kıssalardan alınacak hisseyi görmeli ve almalıdır. (Bak: Bakarperest, 3727.p.)

974- Kur’anda bir Firavun cesedinin, hârika olarak asrımıza kadar muha­faza edileceğine ve istikbalde ibret-i âlem için ortaya çıkacağına işaret eden (10:92) «t¬9«f«A¬" «t[¬±D«X­9 «•²Y«[²7_«4 âyeti «gark olan Firavuna der: “Bu gün senin gark olan cese-dine ne­cat vereceğim” ünvanıyla umum Firavunların tenasuh fikrine binaen cena-zelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i atiyenin temaşagâhına gönder­mek olan mevt-alûd, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle be­raber, şu asr-ı âhirde o gark olan Fi­ravunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir be­den, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizane bir işaret-i gaybiyeyi, bir lem’a-yı i’cazı ve bu tek kelime bir mü’cize olduğunu ifade eder.» (S.402) (Firavunun gark esnasın­daki iman-ı ye’si, bak: 1654.p.)

975- «Musa Aleyhisselâm’a karşı muharebe eden firavun, gark olacağı zaman iman etmiş. Gerçi sekerat vaktinde o iman makbul değil. Fakat o makbul olmayan imana, imanın mahiyetine hürmet için bir mükâfat olarak Cenab-ı Hak, o Firavu­nun bedenine necat vereceğini haber veriyor.

Çünki Firavunların tenasuh mezhebine göre ve saadet-i uhrevî yerine şöhretpe-restlikle istikbalde mumyaları, heykelleri baki kalmasını istedikle­rinden ve o heykel-leri ve mumyaları, belki bir ruh bulacak gibi efsaneleriyle öyle kanaat getirdiklerin-den, o Firavunun o zahirî ve makbul olmayan ima­nına mükâfat vermekle beraber, onların tenasuh düsturlarına binaen mum­yalamak kanunlarına işaret eder. İşte bu âyetin bir mu’cizesi olarak, o gark olan Firavunun cesedi aynen bulunmuş. Şimdi Londra’da bir müzede muha­faza ediliyor. Seyyahlar onu temaşa ediyorlar.» (Kn. 79)



976- Yine böyle ihbar-ı gaybî ile alâkalı âyetlerde;

«Meselâ: (2: 49) ²v­U«¶<_«K¬9 «–Y­[²E«B²K«<«— ²v­U«¶<_«X²"«~ «–Y­E¬±"«g­< Benî-İsrail’in oğulla­rının

kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak; bir Firavun zamanında yapılan bir hâ­dise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda ma­ruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefiha­nede oynadıkları rolü ifade eder.» (S.402) (Bak: 165.p.)

Hem «Kur’anda çok tekrar edilen kıssa-i Musa Aleyhisselâm’ın cümleleri ve cüz’leridir ki, her bir cümlesi, hatta her bir cüz’ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor. Meselâ: _®&²h«. |¬7 ¬w²"~ ­–_«W«;_«< (40:36) Fira­vun, vezirine emreder ki: “Bana yüksek bir kule yap, semavatın halini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa’nın (A.S.) dava ettiği gibi semada ta­sarruf eden bir İlah var mıdır?” İşte _®&²h«. kelime­siyle ve şu cüz’î hâdise ile, dağ­sız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlikı tanımadığından tabiat-perest olup Rububiyet dava eden ve âsâr-ı ce­berutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağmisal meş­hur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup ce­nazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır Fira­vunlarının an’anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder.» (S.401)



977- «Arkadaş! Malik-i Hakiki’den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur. Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Malik-i Hakikisini unutan, kendisini kendisine malik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbabı, kendisine kıyas ile, hâkim ve malik defterine kaydeder. Ve bu vesile ile, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı mu­araza ve mübarezeye başlar.

Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef su-i ihti­yar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.» (M.N.67)



978- Firavun ‘79:24) âyetinde bildirildiği gibi: “En yüksek rab en mü­kemmel terbiyeci ve en âlî terakkici benim”dedi. Demek İlahî terbiyeyi yani dinî düstur ve nizamı reddedip mutlak hâkimiyet makamında kendisini kabul ettirmek istedi. Evet Rabb-ül Âlemîn olan Allah, atomlardan yıldızlara kadar her şeyi, şeriat-ı fıtriye de­nen küllî kanunlarıyla terbiye ve tavzif ettiği gibi, insanları da dinin hükümleriyle terbiye eder, rububiyetini gösterir. İşte bu kadar şümullü ve mükemmel olan İlahî terbiye sisteminden kaçan ve onu gerilik ve irtica addedip nefsaniyete dayanan sis­temlerine bağlanmanın en yüksek terakki olduğunu telkin eden çığırcı mütecebbir-ler, bu âyetin kanun-u küllîsinin cüzleri olarak tarihe geçip ebedî helâket ve mahkû-miyetlere gi­den bir kafile teşkil ederler.

İşte Rububiyet-i ilahiyenin hâkimiyetini ilga ve beşerî hâkimiyetli ikame ile giri­şilen lâdinî azgınlıkların ve tagutiyetin şerlerine düşmemek için Kur’an, mezkûr âyet ve emsalleri ile beşeri ikaz ediyor. (Bak: 2187.p.)



İki atıf notu:

-Firavun cereyanının tefrikacılık fitnesi, bak: 1527.p.

-Firavun cereyanlarının kabir azabları, bak: 1892.p.

979- Kur’anda Firavuna ait kıssalar çok âyetlerde tekrar edilir. Bu âyet­lerden bir kısmı şunlardır:

-Musa (A.S.) ve Firavun kıssası: (7:103 ilâ 141) (26:10 ilâ 67)

-Dünya serveti ve Allah’a karşı istiğna ile dalalete düşen Firavun ve kavminin mu­sibetle ıslah edilmeleri için Musa (A.S.)’ın duası: (10:88)

-Fir’avunun iman eden sihirbazlarının el ve ayaklarını çaprazlama kesmekle teh­didi: (20/71),(26/49)

980- qqFİTNE }XB4 : İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya hak ve ha­kikat­ten saptıracak şey. * Muharebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilafı. * Şikak. Anarşi. * Mihnet ve beliyye. * Potada altın ve gümüşü eritmek. (Bak: Anarşi, A’ver, Bid’at, Günah, İmtihan, Kıyamet Alâmetleri, Müsbet Hare­ket)

981- «Âhirzaman fitnesinde en dehşetli rolü oynayan taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu, hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet nasıl ki tarih­lerde eski za­manlarda “Amazonlar” namında gayet silahşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i as­keriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de: Bu zamanda zendeka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebe­sinde nefs-i emmarenin planiyle, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi, yarım çıplak hanımlardır ki; açık ba­cağıyla, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikah yolunu ka­pamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak, çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhla­rını kebair ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürü­yorlar. Bir kaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı ba­caklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dün­yada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç ol­duğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hatta bu halin ne­ticesi olarak, o âhirzamanda, bazı yerlerde nikaha rağbet­sizlik ve riayetsizlik yüzün­den, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymet­siz bir surete gireceği, hadisin rivayetinden anlaşılıyor.» (G.R.23) (Bak: 2861.p.)

982- «Rivayette var ki, “fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlildir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygambe­rîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra

¬–_«8Åi7~ ¬h¬'³~ ¬}«X²B¬4 ²w¬8«— ¬Ä_Å%Åf7~ ¬}«X²B¬4 ²w¬8 (98) vird-i ümmet olmuş.

Allahu a’lem bissavab, bunun bir te’vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikab eder­ler. Meselâ: Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve ka­dın kendi güzellikle­rini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çı­kar. Ve fıtraten cemalperest erkekler dahi nef­sine mağlub olup, o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları, birer cazibedarlık ile, pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.» (Ş.584) (Bak: İkrah-ı Mülci) (Âhirzaman fitnesini ateşlendirenler, bak: 386.p.)

983- Resul-i Ekrem (A.S.M.) «nakl-i sahih-i kat’i ile ferman etmiş ki:

¬•—Çh7~«— «‰¬‡_«4 ­€_«X«" ²v­Z²B«8«f«'«— «š_«O²[«O­W²7~ ~­Y«L«8 ~«†¬~

²v¬;¬‡_«[¬' |«V«2 ²v­;«‡~«h¬- «nÅV«,«— ²v­Z«X²[¬" ²v­Z«,²_«" ­yÁV7~Å…«‡

(99) deyip “Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belanız, fitne­niz içi­nize girecek, harbiniz dahilî olacak, şerirleriniz başa geçip hayırlı­lar ve iyilerinize musallat olacaklar!” haber vermiş. Otuz sene sonra, haber verdiği gibi çıkmış.» (M.107)

Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

« ¬š_«K¬±X7~ «w¬8 ¬Ä_«%¬±h7~ |«V«2 Åh«/«~ «|¬; ®}«X²B¬4 >¬f²Q«" ­a²6«h«# _«8

Resulullah (A.S.M.): Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne, bir imtihan vesilesi bırakmadım.» (100)

«Nitekim ¬–_«O²[ÅL7~ ­u¬¶<_«A«& ­š_«K¬±X7~ (101) “Kadınlar şeytanın, nifak cereyanı­nın ağ­larıdır” denilmiştir. Şeytanlar başka tarik ile aldatamadıklarını, en zi­yade kadınla aldatır.» (E.T.1471)

Diğer bir hadis meali de şöyledir.

«İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki: Onların endişeleri mideleri ola­cak, şe­refleri de meta-ı dünya olacak ve kıbleleri de kadınları olacak ve din­leri de dirhem ve dinarları (paraları) olacak. Bunlar mahlukatın en şerlileridir ve Allah katında on­ların hiç nasibleri yoktur. » (K.H. hadis: 3270) (R.E. sh: 504) (Bak: 2804/1.p.sonu)

983/1- Âhirzaman fitnesinde bozulan insanların garib hallerini haber ve­rip ikaz eden bir rivayet de şöyledir:

«–Y­A«6²h«<«— _«Z«9~«Y²7«~«— _«[²9Çf7~ «`¬¶<_«0«~ «–Y­V­6²_«< °•²Y«5 ²v­6«f²Q«" |¬#²_«[«,

«–Y­K«A²V«<«— «_Z«9~«Y²7«~«— ¬š_«K¬±X7~«u«W²%«~ «–Y­E¬U²X«<«— _«Z«9~«Y²7«~«— ¬u²[«F²7~«˜«h­4

°j­S²9«~«— ­p«A²L«# «ž ¬u[¬V«T²7~ «w¬8 °–Y­O­" ²v­Z«7 _«Z«9~«Y²7«~«— ¬_«[¬±C7~ «u«W²%«~

_«Z²[«7¬~ «–Y­&—­h«< «— «–—­f²R«< _«[²9Çf7~ |«V«2 «–Y­S¬6_«2 ­p«X²T«# «ž ¬h[¬C«U²7_¬"

«–Y­Z«B²X«< _«;¬h²8«~|«7¬~ ²v¬Z¬±"«‡ «–—­… È_"«‡«— ²v¬Z¬Z7¬~ ¬–—­…²w¬8 ®}«Z¬7³~ _«;—­g«FÅ#¬~

­y«6«‡²…«~ ²w«W¬7 ¬yÁV7~ ¬f²A«2 ¬w²"~ ¯fÅW«E­8 ²w¬8 °}«W<¬i«Q«4 «–Y­Q¬AÅB«< ²v­;~«Y«Z¬7«—

«v¬±V«K­< «ž ²–«~ ²v­U¬S«V«' ¬r«V«'«— ²v­U¬A¬T«2 ¬`¬T«2 ²w¬8 ­–_«8Åi7~ «t¬7«†

«h¬±5«Y­< «ž«— ²v­;«i¬¶<_«X«% «p¬AÅB«< «ž«— ²v­;_«/²h«8 «…Y­Q«< «ž«— ²v¬Z²[«V«2

¬•«¶Ÿ²,¬ž²~ ¬•²f«; |«V«2 «–_«2«~ ²f«T«4 «t¬7«† «u«Q«4 ²w«W«4 ²v­;«h[¬A«6

«Sizden sonra öyle insanlar gelecek ki, türlü ve zevkli yemekler yiyecek, renkli ve rahat binitlere (binek ve seyahat vasıtalarına) binecek, rengârenk ve güzel kadın­larla evlenecek, kat kat ve nefis kumaşlar giyecektir. Onların bir mideleri var ki az ile doymaz, onların bir istekleri var ki çoğa da kanaat et­mez. dünyaya bağlanmışlar, Akşam-sabah düşündükleri ve taptıkları dünya­lıktır. Onu, Allahü Teâla’nın dışında ilâh ve Rablerinden başka rab kabul ederler. Bütün çabaları dünya içindir. Yalnız hevâ ve heveslerinin peşinde koşarlar. Abdullah’ın oğlu Muhammed’in kat’î sözü şudur ki; sizin veya on­ların peşinden, sizden sonra veya onlardan da sonra gelenler­den o güne yeti­şenler, bunlara selâm vermesin, hastalarını ziyaret etmesin, cenazele­rine git­mesin ve büyüklerine hürmet göstermesinler. Zira bunları yapanlar, İslâmi­yet’in yıkılmasına yardım etmiş olurlar.» (*) (İ.U. ci: 3, sh: 516)

Âhirzaman fitnesine karşı teyakkuz ve ibret için dikkat çekici olan böyle riva­yetler, bozuk cemiyetlerde aşılanan sefih hayattan uzak durmayı ders ve­rir.



984- «Âhirzamanda bir şahsın hatiat ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide acaba adi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günah­lardır ki kâinatın hey’et-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harab olmasına sebebiyet verir, diye düşü­nürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddid esbabını gördük.

Ezcümle müteaddid vücuhundan radyo ile anlaşıldı ki: O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler ve milyonlarla insanı dinlet­tirmekle gü­nahlara sokar. Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiye­dir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâ­zım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şük­rün aksine isti’mal ettiğinden elbette tokat yiyecek. » (K.L.71)



985- Âhirzaman fitnesinin bilhassa son devresinde moda ve medeniyet namı altında umumileşen sefahet ve hayatperestliğin tesiriyle kulaklar de­vamlı nefsanî müzikte ve gözler nefsin emrinde ve haram manzaraların sey­rinde çalıştırılıp, kulak hakkı duyamaz, göz kâinat sergisindeki masnuat-ı İlahiyeyi tefekkürle ibret alamaz, kalb kumandanı da maneviyat cihetinde ölür. Böyle insanlardan müteşekkil olan cemiyetlerde günahlara medeniyet ismi verilip günahı tahsin etmek, dinî hayatı da irtica diye takbih etmek gibi acib bir vaziyet meydana gelir. İşte ümmeti bu hale dü­şürecek olan fitneden Peygamberimiz (A.S.M.) çok tekrarla ikazatta bulunmuştur. Ezcümle bir ha­dis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

«}«T¬A²O­W²7~ ­š_«[²WQ²7~ ­š_ÅWÅM7~ ­}«Q¬"~Åh7_«4 °w«B¬4 ­p«"²‡«~ >¬f²Q«" ²w¬8 ²v­U«[¬#²¶_«#

¿—hQW7~_Z[4 hUX< |B& v<ž~ ¾h2 ¬šŸA7_¬" _Z[¬4 }Å8­ž²~ ¾hQ#

vZ9~f"~ €YW# _W6 vZ"YV5 _Z[4 €YW#hUXW7~ _Z[4 ¿hQ<—

«Yani size benden sonra dört fitne gelecektir. Dördüncüsü geldiğinde, kulağa bir şey girmez, göz görmez ve her tarafı fitne sarar. Ümmet bir belaya mübtela olur, yılanın çöreklenmesi gibi. Öyle ki, onda maruf inkâr edilir, münker ise maruf sayılır. Ve bu fitnede, insanların bedeni öldüğü gibi kalbleri de ölür.» (102) (Şehevî musikî gibi ifsad vesileleriyle yapılan manevi tahribat, bak: 2652, 2653.p.lar)

İnsanın hakiki ilim ve fazileti kazanmasının iki temel menbaı, naklî ve aklî de­lillerdir. Kulak naklî delillerin, göz aklî delillerin iki ana cihazıdır. Fit­neye düşme­mek isteyen bu mühim iki organı asıl vazifelerinde istihdam edip nefsin âleti olarak kullanmamalıdır. (Bak: Musikî, Nazar-ı Haram)



Birkaç atıf notu:

-Heva yolunda kulağın sağır, gözün kör olması, bak: 1268.p.

-Sefahet yolunda dinsizlik ile iftihar eden ehl-i dalalet, bak: 618.p.

-İnsan bir çekirdeğe benzer, şartlara göre ya çürür veya büyür, bak: 1968,1969.p.lar.

-Kavm-i Şuayb’ın, hakkı anlıyamadıkları, bak: 3566.p.

985/1- Diğer bir hadis de özetle şu mealdedir: «Âhirzaman fitnesinde bozuk insanların kalbleri şeytan kalbi gibidir. Kan dökücü (anarşist ve ihti­lalci, fâsık)tırlar. Çocukları uram (edebsiz ve hırçın); (*) gençleri hayasız ve vakarsız; yaşlıları emr-i bil-ma’rufu yapmaz; sünneti bid’at gibi, bid’atı sünnet gibi görürler; idarecileri tâgi ve müfsidir. İşte o zaman Allah onlara şerlilerini musallat eder. Hayırlıların duası (ve daveti) kabul olmaz.» (R.E. 502)

Acibdir ki bu gibi rivayetler, bu âhirzaman fitnesini aynen haber veriyor. Haya­sızlık, açıksaçıklık gibi günahlar medenîlik namı altında iftiharla alenî işleniyor. Bu hayatı, 1400 sene evvel kemal-i ciddiyetle haber veren zatın peygamberliği aşikârdır. Eğer Allah bildirmezse, bir beşer düşüncesiyle böyle gaybiyyatı ihbar etmek müm­kün değildir.



986- Bir hadis-i şerif mealinde: «Âhirzaman fitnesinde kişi mü’min ola­rak sa­bahlar, kâfir olarak akşamlar. Ancak Allah’ın ilim ile ihya ettiği kimse­ler müstesna­dır» (103) buyuruluyor. Çünki İslâm cemiyetinde taklidî iman kâfi olsa da, fitne zaman­larındaki bozuk cemiyetlerde mü’min iman-ı tahkikî ile hak ve batılı ayırıp kendi hayatında iman nuru ile hakkı takib eder. Medeni­yet namı altında işlenen gü­nah ve haramı tanır.

Ve ekseriyeti istila eden günahları fikren kabul etmediği gibi fiilen de içtinab etmek gayretinde olur. Âhirzaman fitnesinin gaflet-i umumiyesinden, kalblerdeki hissiyat-ı diniye ve ibadet hâlisiyetinin zedeleneceği, T.T.5. cild 937. hadisi gibi ehadisin işaratından anlaşılıyor. (Bak: 710/1.p.)



İki atıf notu:

-Bu asrın medeniyet-i sefihe gafletini yırtmak, hususi lütfa mazhar olan zatlara mü­yesser olur, bak: 1004.p.

-Âhirzaman fitnesinde ilim amelden hayırlıdır, bak: 1585.p.

987- Diğer bir cihette de:

«Bu âhirzaman fitnesinde açlık ehemmiyetli biri rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, biçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, (*) rivayetlerden an­laşılıyor.» (K.L.140) (Bak: 1082.p.)



988- «Sual: Sen bu zamanın hâdisatına fitne-i âhirzaman diyorsun. Hal­buki ha­diste varid olmuş ki: “Âhirzamanda Allah Allah denilmeyecek. Sonra kıyamet ko­pacak.”

Elcevab: Evvela; fitne-i âhirzamanın müddeti uzundur. (Bak: 1000/1.p.) Biz bir faslındayız. Saniyen: Yerde Allah Allah denilmeyecekten murad, Al­lah’a iman kal­kacak demek değildir. (104*) Belki Allah’ın namını değiştirecekler demektir. Nasılki yerde Allah Allah denilmez ise kıyamet-i kübra kopacak, bir memlekette de Allah Allah denilmezse bir nevi kıyamet kopmasına işa­rettir.» (S.T.164) (Bak: 2019/1.p.) (R.E. sh: 299,4 ve 7. hadisleri de aynı mevzu ile alâkalıdır.)



989- Âhirzaman fitnesinde terk-i imarete ve makamat-ı resmiyeyi iste­memeye dair bir kaç hadis meallerini, yalnız ibret ve teyakkuz makamında olarak burada dercetmek münasib görüldü. Şöyle ki:

«İnsanların akaidlerini bozduklarını, emanetlerini hafife aldıklarını ve -parmak­larını birbirine geçirip- böyle olduklarını gördüğün zaman; evini ter­cih et, lisanına sahib ol, maruf olanı al, münkeri bırak, kendi işinde meşgul ol ve ammenin işlerini kendilerine bırak.» (105)

«Âhirzamanda zâlim hükümdarların avanesi olur ki; onlar sabah, Allah gaza­bında yürürler. Akşam da Allah’ın buğzu içinde dolaşırlar. Sakın onların sırdaşların­dan olmayın.» (106)

990- «Benden sonra yakında bir takım sultanlar peyda olur. Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir. Kimseye bir hayır göstermezler. Bir şey verirlerse, ancak onların dinlerinden bir taviz kopararak verirler.» (107) (Ehl-i dünya parasını ucuz vermez, dinden taviz ister, bak: 3043.p.)

«Benden sonra ümmetimden bir kavim gelir. Kur’an okur, dinî ilimler­den de malumatları olur. Şeytan onlara gelir, “Dünyalığınızı düzeltmek için hükümete so­kulsanız ya. Siz yine dininizde onlara uymazsınız” der. Nasıl ça­lıdan dikenden başka bir şey alınmazsa, onlara sokulmaktan da günahtan başka bir şey elde edilmez.» (108) (Bak: Ulema-is Sû)



«Deccal’ın çıktığını işittiğinizde ondan firar edip kaçınız. Çünki bir adam ona gelir, onu reddetmek üzere niyetlenip yanına gelir, fakat ona tabi’ olup kalır. Çünki Deccal’la beraber kalbleri vesveselendiren çok şeyler var­dır.» (R.K.K. 808. hadis me­ali)

«Deccal’ın çıktığını duyduğunuzda, mümkün mertebe ona, (cere­yanına, dünyaperest anlayışına ve yaşayış tarzına) yaklaşmayın. Çünki adam onu (cereyanını) mü’min zannederek yanına gider, (içine girer) beraberinde bi­raz kalır, sonra ondaki şüphelerle ona tabi’ olup tuzağına düşer.» (R.K.K. 811. hadis meali)

«Yakında bazı emirler gelecek. Siz onların bazı işlerini beğenecek, bazıla­rından ise hoşlanmayacaksınız. Kim onları bırakırsa necat bulur. Kim onlar­dan ayrılırsa selâmet bulur, kim de onlar karışırsa helâk olur.» (109)



İki atıf notu:

-Ahkâm-ı dinin terkiyle doğan fitne, bak: 3892.p.

-Fitnenin aile müessesesinin manevi rabıtasına verdiği zarar, bak: 180.p.sonu.

«Âhirzamanda zâlim ümera, fâsık vüzera, hain hâkimler ve yalancı ülema gelir. Her kim onlara yetişirse sakın onların yardımcıları, vergi memuru, ha­zinedarı ve onların emniyet memurları olmasın.» (110) (Aynı eser, sh: 360’da da aynı mana ile alâ­kalı hadis vardır.)



Bir atıf notu:

-Siyasîlerin, dinî şahsiyetleri âlet etmek istemeleri, bak: 3416.p.

991- Evet «İslâmiyet noktasında bu asır gayet ehemmiyetli ve dehşetli­dir.Kur’an ve hadis ihbar-ı gaybî ile ehl-i imanı onun gitmesinden sakındır­mak için şiddetle haber vermiştir.»(KL.187)

992- «Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlyerin mü­him bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul’da te’vilini söylediği hadis­lerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini gö­rür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mu­kabele edecek olan Hizb-ül Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevi kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’anın nurlarıyla mukabele edilebilir.”(*) tavsiyesine müraatla, Ankara’da teşrik-i mesai edemiyeceği için, ken­di­sine tevdi edilmek istenen mebusluk, Dar-ül Hikmet-il İslâmiye gibi Diyanet’teki azalığı, hem Vilayât-ı Şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara’dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamıyacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır. Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.» (T.H. 147)

993- Mevzumuzla alâkadarlıkla gayet manidar ve «w«B¬S²7~ «`¬±X­% ²w«W«7«f[¬QÅK7~ Å–¬~ cüm­lesinin üç defa tekrarlanması ile mühim bir noktaya dikkati çeken bir hadis de me­alen şöyledir: «Said fitnelerden uzakta kalandır. Said, fitnelerden uzakta ka­landır. Said, fitnelerden uzakta kalan ve fitneye maruz kalıp da sabr eden ki­şidir. Fitneye başlayan ve çalışanın vay haline!» (111) (Bak: 3278/1.p.)

Bu hadisin verdiği ders ile alâkalı olarak; Bediüzzaman Hazretleri ken­dine ya­pılan ve daima sabırla karşıladığı pek çok su-i kasdlardan birini şöyle anlatır:

«Gizli düşmanlarımız hükümetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi gibi bir hâdise çı­karmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki Eski Said yok, yenisi ise her şeye ta­hammül ediyor; o planı sair su-i kasdlere ezcümle zehir vermeye tebdil etti­ler. Hıfz-ı İlahî onu da akim bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükümetin nüfuzunu, benden halkları ürkütmek ve vaz geçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı nuriye tevessü’ edi­yor.» (E.L.I. 147) diyerek sabırlılık ve müsbet hareket etmek dersini fiilen gösteri­yor.

İki atıf notu:

-Dine hizmet yolunda eziyetlere sabretmek rivayeti, bak: 3179.p.

-Fitne zamanında menfi hareketlerden kaçınmak, bak: 585.p.

994- Bilhassa cemiyetin ihtilaf ve fitneler düştüğü bir zamanda bu türlü müna­kaşalardan, hasseten geçmişteki fitneleri şimdi medar-ı münakaşa et­mekten kaçmayı düstur edinen Bediüzzaman, mevzuumuz üzerindeki hassa­siyetini şöyle ifade edi­yor:

«Madem bu zamanda zendeka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cere­yanları var; elbette bu müdhiş düşmana karşı cüz’i teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapı­sını açmamak gerektir. Hem ölmüş insanları zem­metmek, hiç lüzumu yok. Onlar dar-ı âhirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lü­zumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i âl-i beytin muktezası değildir ve lâzım da değildir, diye Ehl-i Sünnet Velcemaat, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men’etmişler. Çünki Vakıa-i Cemel’de Aşere-i Mübeşşereden Zübeyr ve Talha ve Aişe-i Sıddıka (R.A.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat o harbi içtihad neticesi deyip: Hazret-i Ali (R.A.) haklı, öteki taraf haksız fakat içtihad neticesi olduğu ci­hetle afvedilir. Hem Vehhabilik damarı, hem müfrit Rafizilerin mezhebleri İslâmi­yet’e zarar vermesin diye Sıffîn Harbindeki bâgilerden de bahis açmayı za­rarlı görü­yorlar.» (E.LI.204)



995- «Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tabi olarak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer’iye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdik­lerini, hatta İmam-ı Ali’nin (R.A.) kar­deşi Ukayl ve “Habr-ül Ümme” ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulun­duklarından, hakiki Ehl-i Sünnet Velcemaat,

¬w«B¬S²7~¬~«Y²"«~ Çf«, ¬}«Q<¬hÅL7~¬w¬,_«E«8 ²w¬8 bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen

_«X«B«X¬K²7«~ «h¬±Z«O­X«4 _«X«<¬f²<«~ ­yÁV7~ «hÅZ«0 diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahset­mek caiz görmüyorlar. Çünki itiraza müstehak bir kaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A. gibi Aşere-i Mübeşşere’den büyük zatlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uya­nır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı ka­pamak tarafdarıdır. Hatta Ehl-i Sünnet’in ve İlm-i Kelâm’ın azîm imamla­rından meşhur Sa’deddin-i Teftezanî, Yezid ve Velid hak­kında tel’in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat’in allameleri demişler:

“Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve facirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’i bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tevbe etmek ihtimali oldu­ğundan, öyle hususi şahsa lanet edilmez.

Belki «w[¬T¬4_«X­W²7~«— «w[¬W¬7_ÅP7~ |«V«2 ¬yÁV7~ ­}«X²Q«7 gibi umumi bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur.” diye Sa’deddin-i Teftezanî’ye mu­kabele et­mişler.» (E.L.I. 206)

«Şimdi dehşetli ejderhalar hakaik-i imaniye cephesinde ehl-i imana gö­zümüz önünde saldırmalarından ve çokları ısırmalarından, ehl-i imanı kur­tarmak mecburi­yeti Kur’anın emriyle varken; bu zamanı bırakıp eski zamana gidip, Ehl-i Beyt’e gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek, daha ziyade ru­humu ezer ve kuvve-i maneviyeyi kırıp ruhuma azab azab üstüne gelmektir.



996- Zalim siyasetin gaddarane bir düsturu olan “cemaat için ferd feda edilir” diye çok zalimane pek çok vukuatı, ehven-üş şer diye bir nevi adalet-i izafiye na­mında hâkimiyetine bir maslahat göstermişler. Hatta bu asırda, o gaddar düsturun hükmüyle, bir adamın hatasıyla bir köyü mahveder. Beş-on adamın, onların siyase­tine zarar vermek tevehhümüyle, binler adamı perişan eder.

İşte eski zamanda bir derece, siyasetin bu gaddar düsturu İslâmlar içine girdi­ğinden; siyasette bu müdhiş düsturlar karşısında, mecburiyetle selef-i salihîn sükût ile ve Ehl-i Sünnet Velcemaat’ın imamları o kapıları kapamak,

_«X«B«X¬K²7«~ «h¬±Z«O­X«4 _«X«<¬f²<«~ ­yÁV7~ «hÅZ«0 deyip o kapıları açmıyorlar.

997- Madem Ehl-i Beyt’e zulmedenler şimdi âhirette cezasını öyle bir tarzda görüyorlar ki, bizim onlara hücumla yardımımıza bir ihtiyaç kalmıyor. Ve mazlum Ehl-i Beyt, muvakkat bir azab ve zahmet mukabilinde o derece yüksek bir mükâfat görmüşler ki, aklımız ihata etmiyor. Değil şimdi onlara acımak, belki onlara o had­siz rahmete mazhariyetleri noktasında binler teb­rik etmek gerektir ki; birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve baki sa­adetler âhirette kazandıkları gibi; dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmi­yetsiz, dünyanın fani saltanatı ve muvakkat hakimi­yeti ve karışık siyasetine bedel manevi birer sultan ve hâkikat âleminde birer şah, bi­rer manevi padi­şah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalar, aktablara kuman­dan oldu­lar. Kazançları bire bin değil, milyonlardır.

998- İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rab­bani, Gavs-ı Azam ve İmam-i Gazali, Zeynelabidin (R.A.) -hususan Cevşen-ül Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım- Ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali’den Kerremallahu Vechehu aldığım ders, otuz senedenberi, hususan Cevşen-ül Kebir’le daima onlara manevi irtibatımda, geçmiş hakikatı ve şimdiki Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım. Zalimlerin gaddarlıklarını değil düşmek, bakmak; belki dü­şünmek de meşrebimize gel­miyor. Çünki onlar mücazatını ve mazlumlar mükâfa­tını, aklımızın fevkinde görmüşler. O mes’eleler ile meşgul olmak, şimdiki bu hazır musibet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kur’aniyeye zarar verir. Ülema-i İlm-i Kelâm’ın ve Usul-üd Din allamelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaat’ın dâhî muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tedkik ve muhakematla ve âyât ve hadisleri müvazene ile kabul ettikleri Usul-üd Din düsturları, şimdiki Risale-i Nur’un meşrebinimuhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hatta hiç­bir yerde, hatta ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-ı ihlas tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslâm içine giriyor. Şialıkta mutaassıb ve Vehhabilikte de müfrit, feylesofların en maddîsi ve mütefen­nini ve mutaassıb hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hatta bazı misyo­nerler de, Din-i İsa’nın (A.S.)hakiki ruhanisi de o daireye gireceklerine ema­reler var. Birbirine hücum değil; belki bir tesanüd, bir müsalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa mes’eleleri ortaya atmıyorlar. De­mek İmam-ı Ali’nin (R.A.) otuz-kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Ri­sale-i Nur, bu zamanın müdhiş yaralarına tam bir ilaçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz.» (E.L.I. 209-211) (İsevîlerin hakiki dindarlarıyla dahi it­tifak, bak: 786.p.)

999- «Eğer denilse: Mübarek İslâmiyet ve nurani Asr-ı Saadet’in başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünki onlar, kahra lâyık de­ğil idiler?

Elcevab: Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebata­tın, to­humların, ağaçların istidadlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri ken­dine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de: Sahabe ve Tabiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip kamçı­ladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu. İslâmiyet’in hıf­zına koşturdu. Herbiri kendi istidadına göre, camia-i İslâmiyet’in kesretli ve muhte­lif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı ha­dislerin muhafazasına, bir kısmı Şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-i imaniye­nin muhafazasına, bir kısmı Kur’anın muhafazasına çalıştı ve hâkeza... herbir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyet’te hummalı bir surette sa’yettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyet’in aktarına o fırtına ile to­humlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ve gülis­tan içinde ehl-i bid’a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.

Güya dest-i kudret, celal ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anil-merke­ziye ile pek çok münevver müçtehidleri ve nurani muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâm’ın aktarına uçurdu, hicret et­tirdi, şarktan garba ka­dar ehl-i İslâmı heyecana getirip Kur’anın hazinelerin­den istifade için gözlerini aç­tırdı. » (M.100) (Müslümanlar arasında muharebe, Bak: 528.p.sonu)

1000- Ekseriyetle imtihan manasında olan “fitne” hakkında Kur’andan birkaç not:

-Harut ve Marut isimli iki meleğin gönderilmesinin bir hikmeti de beşerin imtihanı için ol­duğu: (2:102)

-Fitnenin katilden eşeddiyeti: (2:191)

-Fitneye karşı İslâmi iktidarın şiddeti (tenkil): (2:193, 217) (4:91) (8:39)

-Müteşabih âyâtın te’vilinden fitne ika’etmek isteyenler: (3:7)

-Fakir fakat fâzıl kişilerle enaniyetlileri imtihan: (6: 53)

-Umuma dokunan fitne ve musibet: (8:25)

-Mal ve evlad fitnesi yani imtihanı: (8:28) (64:15)

-Beyn-el müslimîn teavün olmazsa büyük fitne ve fesad istila eder: (8:73)

-Mi’racdaki rü’ya (rü’yet) ile şecere-i mel’unun, insanlar için bir fitne ve imtihan ol­ması: (17:60) (37:63)

-Musa (A.S.)’ın mihnetler içinde imtihanı: (20:40) ve kavminin imtihanı: (20:85, 90)

-Dünya zinetleri ve metaiyle imtihan: (20:131)

-Şer ve hayırla imtihan: (21:35) (39:49)

-Sadakat imtihanı: (29:2,3,10) (Bak: İmtihan maddesi sonundaki âyet notları)

-Kıyamet öncesinde anarşinin dalgalanması: (18:99)

-Âhirzaman fitnesinde ifsad cereyanının dokuz mümessili: (27:48)

1000/1- Fitne hakkında hadislerden birkaç not:

-Üçyüzden fazla fitne önderleri (bir nevi deccallar): T.T.5. cild 925. hadis

-Ahlas, serra, duhayma fitneleri (Uzun süren ve insanların müsbet ve menfi iki gruba ayrıl­dığı mezkûr üçüncü fitne, süfyanî fitneye işaret olsa gerektir): T.T.5. cild 927.hadis

-Fitnelerde silah yasağı: T.T.5. cild 908,915.hadisler.

1000/2 « ¬}«W«E²V«W²7~ «r²[«,«— ¬Ä_Å%Åf7~ «r²[«, ¬}Å8 ­ž²~ ¬˜¬g; |«V«2 ­yÁV7~ «p«W²D«< ²w«7

Meali: Cenab-ı Allah şu ümmetin (ümmet-i Muhammed A.S.M.) üstünde hem Deccal’ın kılıncını hem de büyük harb kılıncını beraber cem’etmeye-cektir. (Melhame-i kübra olan İkinci Harb-i Umumî hırpala­madığı işaretiyle, İs­lâmlar içinde bir Deccal, âlem-i İslâm’ı başka bir tarzda hırpalayacak.)» (Tefekkürname sh: 287, Said Nursî R.A.), (R.E. 354’de de geçer.)



1000/3- Âhirzaman fitnesinden sonra fesad tam izale olmayıp, kıyamete kadar devam eder. Ancak kâmil ve hakiki hürriyet rejiminin ikamesi ve hâ­kimiyetiyle ve teknik imkânların terakkisiyle cemiyeti umumen murakabe edip (Bak: 3735.p. ve 3734.p.sonu) kurtla kuzuyu bir arada yaşatma imkânı olabilir ve cemiyette kurt (yani şerli kişiler) yine olacak demektir. Bununla alâkalı iki hadis meali şöyledir:

«Peygamberler, baba bir ana ayrı kardeşlerdir. Dinleri de birdir. Meryem oğlu İsa (A.S.) da benim kardeşimdir. Ve aramızda başka peygamber yoktur. O tekrar yeryüzüne gelecektir. Onu gördüğünüzde tanırsınız. Orta boylu, kırmızı-beyaz renkli bir zattır. Üzerinde Mısır kumaşından iki parçalı elbise vardır. Su isabet et­mediği halde başında damlalar görülür. (Geldiğinde) putu kırar, domuzu öldürür, cizyeyi kaldırır ve milletleri İslâm’a davet eder. İs­lâm’dan başka din kalmaz. Arslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla beraber dolaşıp otlarlar. Ve çocuklar yılanlarla oynar ve hiçbiri de diğerine zarar vermezler. O, kırk sene yaşıyacak ve ölecektir. Cenazesini müslümanlar kaldıracaktır.» (R.E. 191/5)

«Ne mutlu İsa (A.S.) indikten sonraki hayata. Göğe rahmet için, arza da ye­şertmek için müsaade edilir. Taş üzerine tohum ekilse biter, insanlar ara­sında kin ve çekememezlik olmaz. Hatta bir adam bir arslana rastlasa, arslan ona dokunmaz. Yılana bassa yılan onu sokmaz.» (R.E. 314/2)

1000/4- «Yakında bir fitne olacak, öyle ki, insan kardeşinden ve baba­sından ay­rılacak ve bu fitne kıyamete kadar insanların kalblerinde yayılıp du­racak. Hatta o fitnelerde belaya uğramış çilekeş bir adam, zaniyenin zinası sebebiyle ayıplandığı gibi ayıplanacak.» (R:E. 298/10)

Hadislerin beyanından anlaşıldığına göre, bir fitne çıktı mı artık onun açtığı yara bir daha kapanmayacaktır. Kalbler eski berraklık ve safiyetine bir daha kavuşma­maktadır. Resulullah (A.S.M.) bunu bir hadislerinde. “Ümme­tim arasına kılınç bir girdi mi, artık kıyamete kadar bir daha kaldırılmaz” diye ifade eder. (Tirmizi, Fiten: 32)

Hz. Huzeyfe Hz. Peygamber’e (A.S.M.) cahiliye şerrinden sonra kavuş­tukları İslâm hayrı’nın ilâ-nihaye devam edip etmiyeceğini sorması üzerine, Hz. Peygamber (A.S.M.) tekrar şer (ve fitnenin) geleceğini söyler. Huzeyfe, bu şerden sonra tekrar hayır gelecek mi diye sorunca, Hz. Peygamber (A.S.M.) mevzumuzla alâkalı şu ce­vabı verir: “Evet gelecek, ancak bu hayır bulanık olacak.” Rivayetin Ebu Davud’daki bir vechinde: “Bu şerden sonra bulanık bir sulh (hüdne) var” denilir. (Ebu Davud, Fiten l, 4246. hadis ve S.M.ci:6, sh: 50 hadis: 1847)

Hadisin bütün vecihlerinde yer alan ve “bulanık” kelimesiyle tercüme ettiğimiz kelimenin aslı “dahan”dır.

Şârihler, aslen küduret yani bulanıklık manasına gelen bu tabirin açık­lanmasına ayrı bir yer verirler. Aliyy-ül Kari şerden sonra gelecek hayrın, di­ğer bir ifade ile fit­neden sonra teessüs edecek sulh ve sükûnun hile, nifak ve hıyanet içerisinde devam edeceğini ifade eder ve devamla:

“Şu mana dahi muhtemeldir: Fitneden sonra insanların emîr olarak başa geçi­rilen kimsenin etrafında toplanmaları kerhendir, gönül rızasıyla değildir, isteyerek değildir.” der. (Aliyy-ül Kari, Mirkat 5, 143) (Bak: 2305.p. sonunda hadiste geçen Cehcah notu)



1000/5- Fitne zalimleri temizler. Yani birbirlerini ihlak eder. İbnü-l Arabi’nin Ahkâm-ül Kur’anda kaydettiği bir rivayette Hz. Peygamber (A.S.M.) şöyle buyur­maktadır: “Fitneden ikrah etmeyin, zira o, münafıkların hasadıdır.” (Bak: 2719 p.sonu) (İbnü-l Arabi, Ahkâm-ul Kur’an 4, 1722) (Taberani’nin Evsat’ından naklen verilen şu hadis de bu manayı te’yid eder: «Allah diyor ki: “Ben buğzettiklerimden yine buğzettiklerim vasıtasıyla inti­kam alır, sonra da herbirini Cehennem’e yolla­rım.” (Aclunî Keşf-ül Hafa 2, 49)

Yukarıdaki rivayetlerle manası te’yid edilen şu rivayet de burada kayda değer: «Zalim kimse, Allah’ın yer yüzündeki adaleti ne bir vasıta)dır . Önce onun vasıta­sıyla intikamını çıkarır, sonra da ondan intikam alır.»

Bu rivayetlerin ifade ettikleri mananın doğruluğunu şu meâldeki âyet te’yid et­mektedir: «İşte biz, zalimlerden kimini kimine, irtikâb etmekte ol­dukları (günahlar) yüzünden, böylece musallat ederiz.» (6:129). Kur’an (2:51), (22:40) (35:43) (52:42) âyetleri de aynı mes’eleyi te’yid eder. Keza (19:82) âyeti de en sonunda anarşistler ile deccal cereyanı zıdlaşmasına ima eder.

İmam-ı Malik’in, saltanat kaygısına düşen liderler hakkında şöyle dediği kayde­dilir: “Mevcut imama karşı bir yenisi çıkacak olursa; Ömer İbn-i Ab­dülaziz gibi bi­risi için yeni çıkanı def’ etmek bir vecibedir. Fakat (onun gibi değerli olmayan bir kimse ise) bırak onu. Allah zalimden kendisi gibi biri va­sıtasıyla intikam alıyor de­mektir. Bilahare ikisinden de intikamını alacaktır.” (İbn-ül Arabi, Ahkâm 4, 1721)

«Bu mânanın başka bir şeklini ifade eden selef-i salihînden gelmiş başka bir söz ise şöyledir:

ÇhÅL7~ ­y²E¬V²M­< ­h²[«F²7~ ­y²E¬V²M­< ²v«7 ²w«8 (Keşf-ül Hafâ 2/272) Yani: “Hayır ve iyili­ğin ıslah edemediği kimseyi, şer ve kötülük ıslah edecektir.”

İmam-ı Ali (R.A.)ın da aynı mânaya yakın iki tane hikmetli sözü vardır:

ÇhÅL7~ ­y²E«V².«~ ­h²[«F²7~ ­y²E¬V²M­< ²v«7 ²w«8 sözü ile

|¬7_«U²7~ ­y²E«V².«~ |¬7_ÅO7~ ­y²E¬V²M­< ²v«7 ²w«8 sözü. (Müntehabat Min Kelâm-i Emir-il Mü’minîn Ali sh: 98)

Meâlleri: “Hayrın ıslah etmediğini, şer onu ıslah eder.”

İkinci sözünün meâli ise, aşağı yukarı teşbihli olarak aynıdır.» (R.K.K. 887. ha­dis)

Fitneden evvel çok ibadet yapmak fitne içinde, ibadette ihlası bulama­maya da işaret olsa gerek): S.M. ki. l, hadis: 186. Bir rivayette de, Süfyan fit­nesinde onun ge­tirdiği hayat-ı medeniyeye girenin amelleri sevabsız kalaca­ğına işaret edilir. Bak: R.E. 507/10, R.K.K. hadis sıra no: 807. (Bak: 952 p.sonu, 3651, 3666/8.p.lar)



Bir atıf notu:

-Günahların zikirden nefretkârane uzaklaştırması, bak: 1074.p.

1001- qqFURKAN –_5h4 : Hak ile batılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran. *Kur’an-ı Kerim. *Kur’an-ı Kerim’in 25’inci sure­sinin ismi.

«Furkan; ayırmak, ayırd etmek manalarından masdardır. Ekseriyetle “fark” ma’kulatta, “tefrik” mahsusatta kullanılır. Sonra furkan, fârık veya mefruk manasına da gelir. Bu suretle mühim davaları hall ü fasleden kat’i bürhanlara, mu’cizelere “furkan” ıtlak olunur. Bu mana ile Kur’an-ı Ke­rim’in bir ismi de “El-Furkan”dır.» (E.T.3561)

Bu kelime Kur’anda (2:53, 185) (3:4) (8:29, 41) (21: 48) (25:l) âyetlerinde geçer.

1002- qqFÜCUR ‡YD4 : Günah, Zina. Namusları pay-mal etmek gibi şeytanî iştiha. Fücur hakkında (91:8) âyetinin tefsirinde şu bilgi verilir: «Fü­cur, hakdan udul etmek, hak yolunu yarıp nizamından çıkarak fısk u isyana düşmektir. Bilhassa zina etmek, yalan söylemek, edebsizlik etmek mansına isimlendirilir.» (E.T.5857) (Bak: Fâsık ve 1067.p.)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin