GEZİ NOTLARI
YUNANİSTAN
İpsala sınır kapısı çok bakımlı. İstanbul Sanayi ve Ticaret odası tarafından yeni yaptırılmış. Sınırdan geçerken Türk tarafının polisi otobüsten indirip sınır geçiş işlemlerinin herkesin kendisinin yaptırmasını istiyor. Türk tarafındaki geçiş işlemlerini hallettikten sonra otobüse bindik tekrar. Hemen Yunan tarafına geçilmiyor. Meriç nehri üzerinde çok uzun bir sınır köprüsü var. Köprünün ayaklarının altında yöre halkının sulu tarım yaptığı tarlalar bulunuyor. Eskiden buralar kullanılmayıp, tampon bölge kabul edilirmiş, bakmışlar Yunanistan karşı tarafta tarım yaptırıyor, bizimkilerde tarım yaptırmaya izin vermişler. Köprünün tam ortasında askerimiz nöbet tutuyor. Biraz öte yanında da Yunan askeri var. Köprünün Türkiye tarafı çok temiz. Bizim askerler iyi mıntıka temizliği yapıyorlar. Yunan tarafına geçildiği an kirlilik başlıyor. Köprüdeki yolun iki yanı sigara izmariti ve pet şişeler ile dolu. Gerçi bizim Türkler kirletmiştir gibi geliyor. Çünkü sınır kapısını Türkler daha fazla kullanıyor. Yunanlıların iyi mıntıka temizliği yapmadığı veya hiç yapmadığı ortada. Yunan sınır kapısındaki Yunan polisinin kıyafeti de düzgün değildi. Yunan sınır kapısı bakımsız, pislik içinde. Yunan polisi pasaportları toplu alıp kimseyi görmeden işlem yapıyor. Sınır kapısını geçtikten sonra çok düzgün bir otoyola geçiyoruz. Otoyolun yapımını Avrupa Birliği finanse etmiş. Meriç nehrinden sonra 30-40 km. boyunca Türk yerleşimi yok. Yunanlılar sınır güvenliği için sınır boylarında yaşayan Türkleri daha içerilere göndermişler. Sınırdan 30-40 km. sonra yolun sağında, Rodop dağlarının eteklerinde Türk köyleri başlıyor. Türk köyü olduğunu kalem gibi göğe yükselen minarelerden anlıyoruz. Batı Trakya- Makedonya coğrafi bölgelerinin sınırı kabul edilen Nestos nehrine kadar aralıksız Türk köyleri bulunuyor. Arazi, Bursa –Karacabey arası gibi hafif engebeli ve verimli. Gümülcine’ye girmedik ama BatıTrakya’da Türklüğün en baskın olduğu yer burasıymış. İskeçe girişinde mola verdik. İskeçe’nin kurabiyeleri dünyaca ünlüymüş. Mola verdiğimiz yerde kurabiyelerden aldık, gerçekten çok lezzetli. Mola yerinde Türkler de çalışıyor. Anlaşmak da güçlük çekmiyorsunuz. Gümülcine’den sonra İskeçe Türklerin en fazla yaşadığı ikinci şehir. İskeçe tipik bir Türk şehri. Her ne kadar Yunanlılar şehir ekonomisine hakim olmaya çalışıyorlarsa da Türklerin çalıştırdığı bir çok işyeri bulunuyor.
Yunanistan’da dine ayrı bir önem veriliyor. Yollarda kilise maketleri dolu. Meğerse yolda kaza yapan birisi, ölmediyse kendisi, öldüyse ailesi, kaza yapılan yere kilise maketi dikip içinde de mum yakıyormuş ki yolda yolculuk yapan diğer insanlara da ‘’burada kaza oldu, daha dikkatli gidin’’ mesajı veriliyormuş. Fakat Yunanistan şöförleri çok dikkatsiz ki yolun her yeri kilise maketi kaynıyor (yani çok kaza oluyor) ve bu sayede de kilise maketi yapıp satmak bir sektör haline gelmiş. Yunanistan’da yollarda nerede olduğunuzu ve yolu gösteren çok sayıda harita, yol kenarlarında pano halinde asılı. Aslında güzel bir uygulama, Türkiye’de de olsa fena olmaz. Bir ilden başka bir ile geçtiğinizde hemen yeni ilin haritası çıkıyor karşınıza. Yolda Türkiye’de gidiyormuşunuz hissine kapılıyorsunuz, çünkü İtalya’ya geçen çok sayıda Türk tırını görüyorsunuz.
Nestos nehri geçildiğinde Türk köyleri bıçak gibi kesiliyor. Artık Yunanistan Makedonya’sındasınız. Kavala’ya gelmeden orta ölçekli bir gölün yanında mola verdik. İnsanın aklına Osmanlı akıncılarının buraları dört nala nasıl geçtikleri geliyor. Kavala, Gemlik’e benziyor biraz. Deniz kenarında, yerleşim alanı az ve dik dağ yamaçlarında kurulmuş bir şehir. Karşıda denizin ortasında Taşoz adası var. Kavalalılar yazları denize girmek için oraya gidiyorlarmış. Kavala’nın gezilebileceği ender yerlerinden birisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın müzesi. Kavala’da mübadeleye tabi tutulan bir yer olduğu için, Türkiye’den gelmiş bir hayli Yunanlı var. Bunlar Türkiye’den geldiğimizi duyunca daha sıcak davranıyorlar. Fakat sanırım Yunanistan’ın diğer bölgelerinden buraya gelenlerden mi olsa gerek, Yunan milliyetçiliğinin had safha da olduğu yerlerden birisi Kavala. Kavala’nın tam otasındaki bir tabelada ‘’Konstantinopolis 400 km.’’ yazıyor. Yani İstanbul’u unutmuyorlar. Ayrıca yine Kavala’nın merkezi yerlerinden bir yamaçta, kuzeyinden kan damlayan bir KIBRIS haritası bulunuyor. Haritanın altında ‘’Remember Cyprus’’ ‘’Kıbrıs’ı Unutma’’ yazıyor. Yani Yunanistan Türklerin gönül rahatlığı ile dolaşabileceği bir ülke değil.
Yunanistan’da Selanik hariç genç insan görmedim desem yeridir. Gerçekten Yunanistan’da genç nüfus yok. Selanik’te Yunanistan’ın en büyük üniversitesi olan Aristo Üniversitesi olduğu için, gençler hayli fazla. Aristo Üniversitesinin 40.000 öğrencisi varmış. Aristo Üniversitesinin duvarlarında hala orak çekiç işaretleri mevcut. Selanik’e gidip de Atatürk’ün evine gitmemek olur mu? Türkiye’nin Selanik konsolosluğu Atatürk’ün doğduğu evin bahçesinin içinde. Ev üç katlı sayılır. En all katı olan zemin ardiye-kiler olarak kullanılıyormuş. Orta ve üst katlar oturmak için kullanılıyor. Atatürk’ün çocukluğunu yaşadığı ev, doğduğu oda, banyosu, tuvaleti, mutfağı ve misafir salonu ile zamanının en iyi evlerinden. Sanırım ailesinin maddi durumu oldukça iyiymiş. Atatürk’ün birebir ölçülerine göre takım elbisesi dikilmiş ve başı olmayan bir manken üzerinde sergileniyor. Atatürk’ün boyu 1.70 m.yi geçmiyormuş, ayrıca da zayıf ve minyon tipliymiş. Evin bahçesinde Atatürk zamanından kalma nar ağacı hala duruyor. Evin bir tarafı yanından geçen yola bitişik. Evi karşısında Yunanlı gençlerin takıldığı bir kafe var. Bana göre ev biraz korumasız. Yunanlılar tarafından çok rahat zarar verilebilecek bir konumda.
Yunanistan’ın tam ortasında Larissa şehri var. Yunanistan’ın Hava Kuvvetlerinin merkezi burasıymış. Larissa’ya kadar yeşillikler mevcut iken buradan güneye doğru birden kıraç, ağaç olmayan topraklar başlıyor. Yani Yunanistan’ın Batı Trakya ve Makedonya bölgeleri harici diğer orta ve güney bölgeleri çöl gibi. Bir de Yunanlılar bana biraz tembel geldi. Çok sayıda deli zeytin’in kendiliğinden yetiştiği eğimli araziler bomboş duruyor. Türkiye’de olsa değerlendirilmedik toprak parçası kalmazdı.
Larissa’dan sonra yol denizin kenarından geçmeye başlıyor. Deniz kıyılarında sahil diye bir şey yok. Toprak bittiği gibi hiç kumsal olmadan deniz başlıyor. Üç Ege adasına gittiğimde de yine denize girilecek düzgün bir yer göremedim. Yani Yunanistan’ın ana karası ve yanındaki adaları tam anlamıyla sahil yoksunu. Adalar da denize dik kayalıklar mevcut. Yunanistan’ın her tarafında Yunan bayrakları asılı. Çok milliyetçiler diye düşündüm. Pazar günü Selanik’de bir kilise ayinini izlemiştim, burada da kilise tıklım tıklım dolu idi. Aynı zamanda dindarlar. Kilisenin havası bana ortaçağ karanlık Avrupasını hatırlattı.
Atina’da 5 kattan daha yüksek bina 9-10 taneyi geçmez. Bu 9-10 tane yüksek olan bina da politik torpillerle yaptırılmış oteller. Yunanistan 1829’da kurulurken Atina Belediyesi, Atina’nın sembolü olan Akropol şehrin her tarafından görülsün diye 5 katlıdan daha yüksek bina yapılmamsı için kanun çıkarmış. Atina’nın gezilebilecek çarşısı, Plaka semtinde. Çok fazla gezilebilecek bir yeri de yok. Şehrin dokusunu fazla bozmamışlar. Atina’nın Pire semtinde (eskiden Pire ayrı bir şehir olmasına rağmen şimdi Atina ile birleşmiş) Karaman’dan gelen Türkçe konuşan Hristiyanlar oturuyormuş. 1923’de mübadele sonucu Mersin limanından ilk çıkan gemi bunların gemisiymiş ve Pire’ye getirmiş bırakmışlar. Yerli Yunanlılar bunlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmış. Bit vardır diye geldiklerinde herkesin kafasını kazıtmışlar. Pire için küçük İstanbul diyorlar. Sokaklarında ekmek arası balık ve köfte gibi tipik Türk adetleri varmış dediler ama görmedim. Akropol reklam yaptıkları gibi bir yer değil. Bizim Bergama ve Efes’de bulunan antik taşların onda biri, Akropol’de yok. Herkesin bildiği Akropol haricinde iki tane daha antik eser var, o kadar. Akropol’ün de üstünde çatısı yok. Gerçi Akropol bu antik taşların olduğu tepenin adı. Akropol dediğimiz antik eserin adı Panteon. Tanrıça Athena’nın mezarı. Bize rehberlik eden kişi, 1955 yılında İstanbul’dan Atina’ya göç etmiş Yunanlı bir bayandı. Akropol’deki tarihi eser azlığını şöyle açıklıyor: ‘’dönemin hükümeti bizim tarihi eserlerimizi Fransızlara hediye olarak vermiş’’ diyor. Dönemin hükümeti tabii ki Osmanlı devleti oluyor. Atina’da tarihi eser az olmasına rağmen, yaptıkları reklam sayesinde Atina turist kaynıyor.
Yunanistan’ın kültürel yapısı aynı bizim Ege bölgesi kültürümüz. Giyim tarzı, hoşlanılan müzikler ve şarkılar dahi aynı. Sanki tek bir halk gibiyiz, onlar Hristiyan, biz Müslüman, onlar Yunanca biz Türkçe konuşuyoruz. Farkımız burada. Yunanistan’da otellerdeki ve restoranlardaki hizmet sektörü çok zayıf. Bizim Türkiye’deki otellerimizin konforu ve hizmeti ile mukayese edilemez. Yunanistan Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen, Yunanlılar kendilerini geliştirememişler. Bizim Marmara ve Ege bölgelerimiz Yunanistan’ın her bölgesinden daha gelişmiş ve daha modern. Yunanistan’ı görünce, Türkiye Avrupa Birliğine girmeyi onlardan önce haketmiş olduğunu anlıyorsunuz. Fakat din faktöründen dolayı önümüze hep zorluk çıkarıyorlar. Yani olay tamamen duygusal.
Dostları ilə paylaş: |