İsmail arabaci kiMDİR


ANADOLU İSKANINDA URFA VE ÇEVRESİ



Yüklə 2,91 Mb.
səhifə249/269
tarix07.01.2022
ölçüsü2,91 Mb.
#83021
1   ...   245   246   247   248   249   250   251   252   ...   269
ANADOLU İSKANINDA URFA VE ÇEVRESİ

Bilgelik odur ki, ne bildiğini veya ne bilmediğini bilmektir. Sık sık, gerek televizyon kanallarında, gerekse değişik plâtformlarda Türk tarihi konusunda çoğu kimse ileri geri sözler sarfetmekte. Bu sözlerin kimisi "sanatçı" adınadır, kimisi de başka bir adadır. Sanki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'dan farklı bir tarihe sahipmiş gibi, "Osmanlı'dan nasıl kurtulamadık?" konusu başta olmak üzere, Türk tarihini küçültücü, Osmanlı'yı aşağılayıcı konular üzerinde birtakım konuşmalar içerisine girilmektedir. Bir millet düşünün ki, tamamen hafızasını kaybetsin ve şuursuz bir hâlde, sahip olduğu 4000 yıllık maziyi bir tarafa atıp, tarihini 1923'ten başlatsın. Bunun düşünülmesi bile mümkün değildir. O zaman, bu türden konuşmaları yapanların, bu milletten farklı bir mensubiyet duygusu içinde bulunduklarını düşünmemek imkânsızlaşıyor. Zira, kendi tarihini hor gören veya kendi tarihini tarih olarak benimsemeyenler, tabiî olarak, zaten o tarihin bir parçası olmaktan çıkmışlardır. O tarihin bir parçası olmayanlar da, o milletin bir parçası olarak düşünülemezler. O hâlde, önce, bildiğimizi, tarih biliminin bize açık açık gösterdiği gerçeği bir kere daha söyleyelim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı'nın bir devamıdır; tıpkı Osmanlı'nın Selçuklunun, Selçuklu'nun Büyük Selçuklu'nun, Karahanlı'nın Gazneli'nin, Gazneli'nin Uygur'un, Uygur'un Göktürk'ün, Göktürk'ün Hun'un bir devamı olduğu gibi. Bu konuda, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bu günleri görür gibi, bizlere şunları söylüyor:



"Büyük ve haysiyetli bir millet olan Türklerin tarihi insanlık kadar eskidir. Osmanlılar ve Selçuklulardan önce de Türkler, dünyanın dört bucağında devletler, imparatorluklar vücuda getirmişlerdir. Nerede bir Türk devleti batmış ise, bunun yıkıntıları üzerinde dâima yeni yeni devletler kurmuşlardır. Şimdi de böyle bir tarihî an gelip çatmıştır. Osmanlı Devleti çökmüştür, fakat tarihî zincir kopmayacaktır."

Çin kaynaklarından Çin-Su Efsanesi'nde şunlar yazıyor: "Köymen dağlarında-bugünkü Moğolistan- boylar hâlinde yaşarlardı. Kışın şiddetinde çok soğuk oldu. İçlerinden en büyük oğul bir ateş yaktı, ısındılar, hayatta kaldılar. Sonra onu kendilerine baş seçip, ona Türk adını verdiler." Bu sözü edilen zaman Milât'tan önceki 7, yüzyıldır. Tagan veya Tegrek dediğimiz ilk Türk kültürlerinin var olduğu zamanlardır. Bugün dilimizde yaşayan "tekerlek" kelimesi "tegrek"ten geliyor. Bunlar, çadırlarını arabalarının üzerine kurup, öyle yola çıktıkları için "Tegrek" olarak adlandırılmışlardır. Bugün "karavan" dediğimiz aracın ilk örneğini Tegreklerde buluyoruz. Tegreklerin dayandığı kültür de, Proto-Türk olarak kabul ettiğimiz, M.Ö. 2000 yıllarında varlık gösteren Karasuk kültürüdür. Derinliklere uzanan kökleri işte bu bilgilere dayanan Türkler, o köklerden dünyanın dört bir tarafına dağılıp, her gittikleri yerde bir devlet kurmuşlardır. Dünya coğrafyasında Türkler kadar çok devlet kurmuş, başka bir millet bulunmamaktadır -Bu durum biraz onların hürriyetlerim düşkün, kendi başına buyruk olmalarından kaynaklanıyor-. Bu sebeptendir ki, Türk kültürü, bütün dünyaya yayılmış, dünyanın her yerinde derin izler bırakmış, dünyaya düzen, insanlığa hizmet getirmiş, bir kültürdür. Bu yıl kuruluşunun 700. yıl dönümünü kutladığımız Osmanlı Devleti'nin büyüklüğü de işte buradan kaynaklanmaktadır. Üç kıtada hüküm süren, Avrupa'ya Avrupa olduğunu ve oradaki fikrî yapıyı temelinden sarsıp insanlığı öğreten Osmanlı Devleti, işte böylesine büyük bir kültürün mirasçısı olarak kurulmuştur.

Bilge Kağan, Orhun Âbideleri'nde şöyle söylüyor: "Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisinin arasında kişioğlu oldu." Burada sözü edilen "kişioğlu", sadece "Türk" değildir, "insan"dır, bütün bir "insanlık"tır. Göktürk, insana insanca bakarken, 750 sene sonra, İstanbul fâtihi Fâtih Sultan Mehmed, Ayasofya Vakfıyesi'nin başına bu anlayışı şu şekilde kayda geçecektir: "Kâinatın özü insandır, Bu vakfım insanlar içindir." Ve o Fâtih Sultan Mehmed, Avrupa'da Protestan veya Katolik savaşları, din harpleri yapılırken ve toplum sınıf farkları içerisinde ezilirken, çeşitli dinlere gösterdiği hoşgörüyle, toleransla, onlara Patrikhane kurma izni verecektir. Son yüzyıla geldiğimizde, Abdülhamid'i, Dârülaceze'yi kurarken, Sinegog'u, Havra'yı, Kilise'yi ve Cami'yi de sırt sırta inşa ettirirken görüyoruz. İşte bu özünü eski Türk bilgeliğinden alan ve zaman içinde değişmeden korunan devlet felsefesi, Osmanlı Devleti'ni büyük bir devlet hâline getirmiş; onun insanlığa, insanlık medeniyetine hizmet etmesini sağlamıştır.

İçerisinde Rum'un da, Bulgar'ın da, Arap'ın da, Macar'ın da yer aldığı, yaşam hakkına sahip olduğu Osmanlı Devleti idaresindeki topraklarda, Osmanlı, hepsini kendi tebaası, halkı olarak gördüğü bu insanları, müslim-gayri müslim farkı gözetmeksizin, bir çatı altında toplamıştır. Bu durum, onun adalet sistemine dayanan, belli hukuk nizamları çerçevesinde kurulmuş, hukuka dayalı bir devlet olmasından ileri gelmektedir. Osmanlı Devleti'nde hükümdarların astığı aslık, kestiği kestik olmamıştır hiçbir zaman Hükümdar dediğimiz sultanlar, padişahlar, tâ Orta Asya'dan kopup gelmiş Türk Kurultayı'ndan bir örnek olarak töre adı verilen nizamlar, o nizamların getirdiği kısıtlamalar çerçevesinde kendilerini sınırlamış, devleti idare etmişlerdir. Nitekim Divân-ı Hümâyun dediğimiz, kurultayın benzeri olan meclisde alman kararlar örfî hukuku teşkil etmiştir; bu kararların başına padişah tuğrası çekilerek ferman hâline getirilmiştir. Burası yasama organıdır, yürütme de buraya bağlıdır; yargı ise bağımsızdır. Bütün bunlar, Osmanlı Devleti'nin belli bir adalet sistemi,  belli bir kanun sisteminin uygulandığı bir hukuk devleti olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Buna bir mehaz olmak üzere tahrir defterleri adını verdiğimiz defterleri delil gösterebiliriz. 

Tahrir defterlerine, bütün sancaklar, bütün kazalar kaydedilmiştir. Hem yerleşik halk, hem de konar-göçer dediğimiz göçebe halk, bu defterlerde kendini bulmaktadırlar. Öyle ki, bu defterlere, medreselerinden kilisesine, camisine, köydeki evlerde kaç koyun varsa koyuna, inek varsa ineğe, tavuk varsa tavuğa kadar, tarım yapılıyorsa, hangi tür tarım ürününden ne kadar elde edildiği, ne kadar vergi alındığı, bir şehirde veya köydeki sakatına-malülüne, oradaki imamdan devlet memuruna veya bakkalına kadar hepsi kayıt altına alınmıştır. Herşey eksiksiz olarak kaydedilmiştir. Bugün bile Türkiye'de göremediğimiz kadar detaylı bir istatistikî başarı örneğidir bu defterler. İşte bu defterlerde, insanların şu veya busuna bakılmaksızın, aşiretler de tespit edilmiştir. Kaç tanesi Kürt aşireti veya Türk aşiretidir, hangileri Arap'tır veya Ermeni'dir, Yahudi'dir, bunlara bakılmaksızın, hepsinin kayıtlan tutulmak suretiyle bu defterlere kaydedilmiştir. Türk Tarih Kurumu Başkanlığı olarak, bu defterler üzerinde üç yıldır büyük bir çalışma içerisine girdik. Anadolu'daki Aşiretler adlı bu çalınmada, şimdiye kadar tam 36.000 aşiret tespit etmiş bulunuyoruz. Bunun tamamı şu an bilgisayarlarımıza yüklenmiş durumdadır. Benim, "Urfa bölgesinde yaşayan aşiretler hangileri?" komutuyla bilgisayarımdan aldığım şu gördüğünüz dökümde, Bidece Urfa yöresinde tam 562 aşiretten bahsediliyor. Bilgisayardan cevabını islediğim bir ikinci soru da, "Anadolu'da kaç Karakeçili var?" idi. Bilgisayar onu da verdi: Anadolu'da, bugünkü Türkiye sınırları içinde, yerleşim yeri olarak değil, başlı başına aşiret adı olarak, tam 260 Karakeçili aşireti var. Detaya girme imkânım olmadığı için bunları tek tek ele almak yerine genel olarak vereceğim.

Sözünü ettiğim 260 aşiret, 8796 hâneden oluşuyor. Anadolu coğrafyasında böylesine geniş bir nüfusa sahip bu aşiretler, ortalama 5 kişiden hesaplarsak -ki genelde her bir hânede yaklaşık 10 kişi vardır-, 40-45 bin kişi yapıyor ki, 16. yüzyıldan bahsettiğime dikkatinizi çekeyim. O tarihte Diyarbakır'ın nüfusu bile 12.000'dir. Peki, Karakeçililer, Anadolu topraklarının nerelerinde yaşıyorlar? Belgelere göre, Birecik başta olmak üzere, aşağıda sözünü edeceğimiz Anadolu topraklarının pek çok yerinde. Belgelerde, Birecik Karakeçilileri için "Ekrâd-ı Aşiret-i Karakeçili" diye yazıvor. "Ekrâd" ne demektir? "Ekrâd" Arapça bir kelime ve Kürt'ün çoğuludur, "Kürtler" anlamına geliyor. Ama ne gariptir ki, belgelerde "Ekrâd-ı Aşiret-i Karakeçili" için "Bozulus Türkmenlerindendir" diye bir ibare de var. Şimdi bu çok ilginçtir. Bu sözünü ettiğim ibareler, sayfasına kadar kayıtlı şu elimde gördüğünüz dökümlerde. İşte ben, şimdi, "Ekrâd-ı Aşiret-i Karakeçili" için, neden diğer yandan "Bozulus Türkmenlerindendir" dendiği izah etmek istiyorum. 

Urfa yöresinde birkaç değişik aşiret, boy var ama, bu boyların içerisinde en önemli iki grup bulunuyor. Bu iki grup, Urfa yöresindeki aşiretleri veya toplumu oluşturuyorlar. Bu boylardan biri Bozulus, diğeri Karaulus. Her ikisi de Türkmen olan bu gruplar, bu bölgeleri yurt tutmuşlar. Bunlarla ilgili olarak da elimde dökümler var. Ama bu konuya girmeden önce Karakeçililere dönmek istiyorum. Karakeçililerin oturduğu yerler arasında, ayrıca Eyâlet-i Rum yani Anadolu eyâleti de bulunuyor. O tarihlerde Anadolu eyâletinin merkezi Kütahya'dır. Karakeçililer, Ankara'da Çubuk, Balat, Kırkpınar ve Dikmen'de, "Kasaba Yörükleri" adıyla yurt tutmuşlar. Kırşehir'de "Ulu Yörük" grupları içerisinde yer alıyorlar. Çorum'da Budaközü nahiyesinde, Sivas sancağında, Adana'da Dündarlı nahiyesinde, Menteşe sancağı -bugünkü Muğla tarafları- kazalarında, Konya'da Bayburt nahiyesinde-burası yukardaki Bayburt değil Konya Bayburt'u, bugün Atçeken dediğimiz, Cihanbeyli bölgesi civarı; burada "At-çeken Ulusu" adını taşıyan, Osmanlı ordusuna at yetiştirmekle mükellef tutulmuş grubun içinde yaşıyorlar-, Sultaniye, Karapınar'da yurt tutmuşlar. Ayrıca Aydın'da Selçuk kazasında, Kütahya'da Kula nahiyesinde, Bozok sancağında -bugünkü Yozgat ili merkezi içinde- Demirceözü nahiyesinde, Karaman vilâyetinde ve Teke adı verilen, bugünkü Antalya'nın dağlık yörelerine doğru olan Elmalı kazası bölgesinde yurt tutmuşlar. Bunlar, biraz önce ifade ettiğim gibi, 40-45 bin civarında bir nüfusa sahiplerdir. Bu rakam, Karakeçililerin bugüne kadar tespit edilebilen nüfusları... Bu rakama kesin rakam olarak bakmamak lâzımdır. Çünkü elimizdeki dökümlerin henüz son kontrolü ve tashihi yapılmamıştır. Bilgisayara girilirken, bir harf düşüp de "Karakeçili" yerine "Karakecili" olarak yazıldığı takdirde o aşiretin dökümde yer alması mümkün değildir. Dolayısıyla bu tespitler kesin tespitler değildir ama, nasip olursa, bu yıl sonuna kadar eldeki verilerin tümünün incelenmesi tamamlanacak, sadece Karakeçililer değil, Anadolu'daki bütün aşiretler bir kitap hâlinde sunulacaktır. Böylece Anadolu coğrafyasında bir Aşiret Haritası da ortaya çıkmış olacaktır. 

Geniş çapta, Türkiye'ye yönelik, dışardan özellikle bozguncu faaliyetlerin ve yayınların Türkiye'de farklı etnik gruplar yaşadığı yolundaki tarihî temelden yoksun birtakım iddialarıyla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde, söz konusu faaliyetimizin ülkemizin birliği ve bütünlüğü için çok önemli olduğu ortadadır. Bir "mozaik" lâfıdır aldı gidiyor kendini. Mozaik nedir? Mozaik, küçük birtakım farklı parçaların biraraya geldiği bir yapıdır. Bu parçalar içinde bulundukları yapıyı terketmeye, dökülmeye mahkûmdur. İşte Türkiye'yi, Osmanlı döneminde "Şark Meselesi" adı altında bölmeye çalışanlar, bugün de çeşitli etnik gruplara ayırarak, "mozaik" adı altında parçalayıp bölmeye çalışmaktalar. Bunlara karşı bilimsel bir cevap olma niteliğini taşıyacağını düşündüğümüz söz konusu faaliyetimiz son derece büyük bir öneme sahiptir.

Bu noktada, "Kürt" ve "Ekrâd" kelimesi üzerinde de kısaca durmak istiyorum.  Biliyorsunuz, ilk Kürt tarihi olarak belirtilen Şerefnâme, 1597 yılında yazılmıştır. Benim tespit ettiğim tarihin sonrasında yazılmış bir kitaptır. Elimizdeki kaynaklat 1597'den önceki kaynaklardır, dolayısıyla, Osmanlı aşiret yapısını tam olarak ortaya koymaktadırlar. Söz konusu "Kürt" veya "Ekrâd" kelimeleri, "dağlık alanda yaşayan insan" anlamına geliyor. Şöyle ki, biraz önce sözünü ettiğim Karakeçililerde olduğu gibi Salurlu dediğimiz 24 Oğuz boyuna mensup boy ve Döğer dediğimiz yine 24 Oğuz boyuna mensup boyun da, bu bölgede yaşayanlarına tahrir defterinde "Ekrâd" denildiğini görüyoruz. 24 Oğuz boyuna mensup Avşarlar da "Ekrâd-ı Receplu Avşarı" olarak kayıtlarda geçiyorlar. Yani sadece Karakeçililerden değil, sözünü ettiğim boylardan da "Ekrâd" olarak, "Kürtler" olarak söz ediliyor. Dolayısıyla buradaki "Ekrâd", etnik bir mâna değil, dağlık alanda yaşayan insanlar anlamını taşıyor. Bunun sebebini de şöyle izah edebiliriz: Bu bölgede ve Diyarbakır'dan Ege Deniz kıyılarına kadar yaşayan 4800 çadır civarındaki Bozulus Türkmenleri, Kanunî Sultan Süleyman döneminde, bir büyük boy oldukları ve devlete karşı büyük bir güç teşkil ettikleri için küçük cemaatlere, kethüdalıklara bölünüyor. Her bir cemaatin başına bir kethüda tayin ediliyor ve bu küçük uruklar o kethüdanın ismiyle anılmaya başlanıyor. Meselâ, "Bozulus Türkmenlerinden İzzeddinlü Cemaati" deniliyor, zira başında İzzeddin Bey var. İzzeddinlü Cemaati'nin bir bölümü Kilis yöresinde yaşıyor. Orada Türkmen taifesinden gösterilirken, Osmanlı Devleti tarafından ok yapmakla görevlendirilince, dağlık alanlara gitmek zorunda kalıyorlar. Çünkü, oku ancak dağlık alanlardaki ağaçlardan yapabilirler. Onlar dağlık alanlara çıkınca, kendilerine "Ekrâd-ı Okçu İzzedilinlü" denmeye başlıyor. Bu sadece çok açık seçik örneklerden biridir, ama buna benzer pek çok örnek de bulunmaktadır. Meselâ, bu bölgelerde "Ekrâd-ı Türkmenân" ibaresi de çok sık olarak kayıtlarda geçmektedir. Ne demektir, Türkmenlerin Kürtleri? Burada, yine yukardaki örnekle aynı anlamda, Türkmenlerin dağda yaşayan grupları anlatılmaya çalışılıyor.

Bir nokta üzerinde özellikle durmak istiyorum. Bir şey yanlış anlaşılmasın. Ben bu örnekleri verirken, bir bilimsel gerçeği ortaya koymaya çalışıyorum. Amacım, Türklük dâvası gütmek, Kürtlük dâvasını reddetmeye çalışmak değil. İsteyenler kendini Kürt hissedebilir, isleyenler de kendini Türk hissedebilir. Ama gerçek nedir? Öncelikle şunu bilmemiz gerekmektedir ki, "mozaik" sözü Türkiye'deki birlik ve beraberliği bozmaya yöneliktir. Biz, ismimiz Kürt de olsa, Türk de olsa, aynı vatanın evlâtlarıyız, aynı kültürü benimsemiş, aynı kültürü özümsemişiz. Milleti millet yapan kültürdür, hissettiklerimizdir, yediğimiz yemektir, aştır, ağıttır, düğündür dernektir. Biz aynı milletin fertleriyiz. O hâlde, bu gerçekleri iyi bilmemiz, bir milletin mayasının kültür olduğu konusunda ortak hareket etmemiz gerekmektedir. Mozaikten söz edenler ise, kendi mensubiyet duygularını tatmin etmektedirler; kendi ırkçılıklarını kamufle etmektedirler.

Şimdi, bu çerçeve içerisinde, Karakeçililerden başka bu bölgede yaşayan aşiretlerden de kısaca söz etmek istiyorum. İnşaallah, bu çalışmamız tamamlandığında, çok daha kesin ve detaylı bilgilere kavuşabileceğiz. Biraz önce ifade ettiğim gibi, Urfa ve çevresinde, çoğunluk olarak. Bozulus, Karaulus, Döğer veya Döğerli olarak adlandırılan üç grup yaşıyor. Bunların dışında birtakım aşiret isimleri de kayıtlarımızda var. Bozuluş Türkmenleri grubundan 3659 hâne Urfa çevresine yerleşmiş, aşağı yukarı 20-25 bin civarında bir nüfusları var. Karaulus Türkmenleri grubu aşağı yukarı 1652 hâneden meydana geliyor ki, bazıları çadırda, bazıları konar-göçer, bazıları yerleşik olarak yaklaşık 10 bin civarında bir nüfusa sahipler, Döğer veya Döğerli dediğimiz grup ise, aşağı yukarı 4500-5000 kişiden meydana geliyor. Bunlar, Urfa yöresinin bugünkü toplumunu oluşturan insanlar. Meselâ, bugün Bozova dediğimiz, o zamanki "boz memleket" veya "Bozulusun yaşadığı memleket" anlamına gelen Bozili bölgesinde, Salarlı, Çakallı, Baziki, Çıplaklı, Gürkanlı, Akarlı, Gündeş, Hamidlü, Yürük Cemaati, Danişmendlü, Zaferanlı, Antepli, Akçakoyunlu, Borcanlı, Bozulus ismini taşıyan aşiretler yaşıyor. Kozan nahiyesinde, Harran'da, Üç Kilise, Akpınar köyünde, Kara Haydar'da, Akviran'da, Bozüyük'de, Çömlekçi'de, Kaba Haydar nahiyesinde, Sallı'da bu Bozulus grupları yer alıyorlar.

Çakallı, Döğerli, Kılınçlu, Artuk gibi isimler altındaki aşiretler Bozulus gruplarından bu bölgelere yerleşmişler. Ayrıca Karaulus dediğimiz grupta yine Döğerli veya Döğer Cemaati, Rışvanlı, Halitli, Salarlı, Baykanlı, Bayrambeyli gibi cemaatler yer alıyorlar. Bunlar da, Kesmeköy'de, Şemsviranı köyünde, Arapönü, Karapınarlı köyü, Küçükhisar köyü, Çöknüz, Soyluca, Harran, Sallı nahiyesinde yer alıyorlar. Bu bölgelere, yerleşen aşiretleri genel olarak topladığımız zaman aşağı yukarı 562 aşiret Urfa yöresinin aşireti olarak ortaya çıkıyor. Karakeçililerden ise, bu bölgede 160 aşiret yaşamaktadır.


Yazan: Yusuf HALAÇOĞLU (Türk Tarih Kurumu Başkanı - 2005)


Yüklə 2,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   245   246   247   248   249   250   251   252   ...   269




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin