Ispiroğlu


ALTINCI BÖLÜM 6. HZ. PEYGAMBER’İN KONUMU VE YÜKÜMLÜLÜĞÜ



Yüklə 294,49 Kb.
səhifə11/13
tarix01.03.2018
ölçüsü294,49 Kb.
#43481
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

ALTINCI BÖLÜM

6. HZ. PEYGAMBER’İN KONUMU VE YÜKÜMLÜLÜĞÜ

6.1. HZ.PEYGAMBER’İN BEYANI


Hz. Peygamber’in beyan faaliyeti, onun bir bir peygamber olark üstlendiği vahyin tebliği yanında hemen onun kadar önemli olan bir görevi olmaktadır. Bizim, Resulullah’ın beyanlarından sarfı nazarla Kur’an’a ulaşmamız onu anlamamız ve onu yaşanabilen bir hayata geçirmemiz mümkün değildir. Resulullah, gerek sözleriyle gerek fiilleriyle Kur’anı bize açıklamıştır.’Sünnet Kur’an’ın açılımıdır’ sözüyle kastedilen budur. Nasıl ki Kur’an kendi içinde birbirini açıklıyorsa Medeni süreler Mekki süreler in açılımı mahiyetinde ise Medeni süreler olmadan Mekki sürelerden yaşanabilir, mükemmel ir hayat mümkün değilse sünnet olmadan da Kur’an’ı anlamak ve onu hayata geçirmek mümkün değildir. Çünkü sünnet yaptığı beyan göreviyle Kur’an’ın açık bıraktığı alanları doldurmakta ve din böylece tamamlanmaktadır.

Vahyin aynı zamanda inkılapçı özelliğiyle her zaman toplumun arkasından gelmemekte aksine çoğu zaman başı çekerek toplumu belli bir hedefe doğru yönlendirmekte, ileri hedefler vermekte, ulaşılacak seviyelere ilişkin hükümleri işin aciliyetine de bağlı olarak bir ön hazırlık yapılmadan daha başta indirebilmektedir. Bu durumda vakıadan hareket etmek zorunda kalan peygamberin, belirlene hedeflere ulaşabilmesi için işin başında ortamın gereklerini dikkate almış olması ve ona uygun bir uygulamaya girişmesi 191 ve fakat zaman içinde ilerledikçe bunları terk etmesi mümkün olabilir.

Bu itibarla biz Resulullah’ın beyanlarını uygulamadan ayırmak istiyoruz. Beyanın vahye dayalı olduğunu fakat uygulamanın ortamla yakın ilişkisi olduğunu dolaysıyla hiçbir uygulamanın kendi ortamından soyutlanarak evrenselleştirilmesinin mümkün olmayacağını düşünüyoruz. İmam-ı Şafi’nin ‘ her kim Resulullah’dan kabul etmişse Allah’dan kabul etmiştir’ 192 sözünün beyana yönelik sünnet olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada konunun zorluğu, bu ikisinin aradı ayırabilmektedir. Bundan çıkış da yine ancak vahiy külliyatının istikrası sonucu elde edilecek olan külli esasların kıstas olarak kullanılması ile mümkün olabilecektir.

Bu noktada toptancı ve aceleci davranmamak gerekecektir. Herhangi bir sünnetin Kur’ani bir esas ters düşmesi halinde hükümde aceleci olmamak aksine o sünnetin başka bir Kur’ani esasa uygun düşüp düşmeme ihtimalinin bulunup bulunmadığını araştırmak gerekir.

Aslında sözünü ettiğimizde bu konu sadece sünnete has değildir. Vahyin şeriat boyutunda farklılık esasıdır. Bu farklılığın sebebi de vahyin inmesinde etkin olan gerçekçiliktir. Yani şeriatlar belli bir zamanın ve mekanda belli bir kültüre sahip insanların ihtiyaçlarını karşılamak için gelir ve her şeriat, dini içinde taşır. Bir benzetme yapacak olursak, şeriat dinin belirli şartlar içerisinde bedenleşmiş şeklidir diyebiliriz. Bu itibarla ruha nisbetle bedenlerdeki farlılık gibi vahiyde de sosyal gerçeklikten kaynaklanan, dolayısıyla izafi ve tarihsel öğelerin bulunması tabiidir. Dini özünde taşıyan şeriat bedenine uygun elbise dikmek ise başka bir şeydir.

6.2. RASULULLAH’IN VAHİYDE TASARRUFTA BULUNAMAMASI


Hz. Peygamber’in vahiyde herhangi bir şekilde şöyle yada böyle oynama, değişiklik yapma yetkisi bulunmuyordu. Rasulullah vahyin ilk muhatabı, ilk mümini ve gereği ile sorumlu ilk yükümlü sıfatıyla vahiy üstü değildi. Vahye mutlak itaatle görevli idi. Bu konuda doğrudan ona yönelik ayetler bulunmaktadır:

Rabbinden sana vahyolunana uy;193

Aralarında Allâh'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allâh'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allâh, bazı günâhları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan çoğu, yoldan çıkmışlardır.194

Onlara açık âyetlerimiz okunduğu zaman, bizimle buluşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir." derler. De ki: "Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azâbından korkarım." 195

Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık. Sonra onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı.196

Aynı manayı teyid eden bizzat Resulullah’ın kendi beyanları da bulunmaktadır.

Resulullah bir defasında mescidde hissettiği aşırı sarımsak kokusu üzerine ‘Kim bu pis kokulu bitkiden yiyecek olursa sakın mescidde bize yaklaşmasın’ buyurur. İnsanlar sarımsak haram kılındı, sarımsak haram kılındı derler. Bu Resulullah’ın kulağına gider bunun üzerine şöyle buyurur: Ey insanlar! Allah’ın bana helal kıldığı bir şeyi benim haram kılma yetkim yoktur. Şu var ki ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum. 197

Yukarıda ayetlerde Allahu teala bize peygamberine, kendisine indirilen vahye uymayı emrettiğini ve ona vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisi tanımadığını çok açık bir şekilde ifade etmektedir. 198

Resulullahın vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisinin olmayışı onun istek üzerine değişikliğe gitmek gibi bir surette tecelli eden sözlü tasarruflarının vahye dayalı olmadığını gösterir.

Hz. Peygamber’in Kur’an’a ekleme yapmamasında maksat, beyan yada yorum anlamında olmayıp vahye kendi sözünü sokuşturmak, Allah’a iftirada bulunmak, Risalet görevleri ile ilgili yapması gerekenleri yapmayıp yapmaması gerekenleri yapmak, kısaca vahiy üzerinde oynama yapmak anlamındadır.

Resulullah, Kur’an vahyini tebliğ etmekle memur biri sıfatıyla onu ilga ve iptal etme yetkisine sahip değildir. Vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber ona herhangi bir değişiklik yapma yetkisi olmadığı gibi, onun gereğini harfiyyen uygulamak ve hayata geçirmekle de sorumluydu.

6.2.1. RESULULLAH’IN ŞURA YETKİSİNE BAŞVURMASI


Resulullah, olaylar karşısında ilke olarak aceleci davranmayıp vahyin gelmesini beklerdi. Buna rağmen vahiy gelmediği zaman özellikle önemli konularda ‘onlara iş(emr) konusunda danış’199 buyruğu gereğince Ashabı ile iştişare yoluna giderdi.

Akılların aşılanması200 demek olan şura esas itibarıyla farklı görüşlerin ortaya konulması esasına dayanır. Danışman konumunda olan kimse her türlü güvenceye sahip olması seçerken danışma üyelerinin ileri sürdüğü görüşler arasında en uygun olanını seçer. Tabi söz konusu olan İslam’sa seçilecek görüşün Kur’an’ın ruhuna amacına,onu izlediği teşrii siyasetine en uygun olması gerekir.

Resulullah vahiy ile müeyyeddi. Bununla birlikte hemen her alanda istişareye büyük önem verir, böylece bunun bir esas olarak ümmete hem öğretilmesi, hem de alışkanlık olarak kazandırılmasını amaçlardı. O ibadetlerin düzenlenmesi, dini şeairin belirlenmesi, gibi konularda dahi istişare etmiş, Şura’nın islamın önemli bir umdesi olduğunu bizzat kendi uygulamalarıyla göstermiştir. İnsanları görüş bildirme teşvik etmiş, bu halde yanılmaları halinde dahi ecir alacaklarını bildirmiştir.

6.2.2. HZ.PEYGAMBERİN ŞURASINDAN ÖRNEKLER


a. Namaz çağrısı ezanın tespiti: Resulullah,m namaza çağrı gibi çok önemli olan ve ileride islamın en belirgin şiarı haline gelecek olan ezanın belirlenmesi için ashabıyla istişare etmiş ve onların u konudaki teklifini almıştı. Yapılan teklifler tartışıldı ve tam bir karar alınamadan toplantı dağıldı. Sonra Abdullah b. Zeyd el- Ensari’nin ‘hak rüyası’ an dayalı olarak bugünkü icra edilmekte olan ezan vahyin de onayı ile İslam çağrısı olarak kararlaştırılmış oldu.201

b. Aile hayatıyla ilgili bir örnek: Sevgili eşi Hz. Aişe validemize çirkin bir iftira atılmıştı. Medine bu haberle çalkalanmış, mü’minler çok üzülmüş, münafıklar ise içten içe sevinmişti. Ve bu asılsız haberi içten içe körüklemişlerdi. Resulullah tam bir ay boyunca vahiy beklemiş, fakat vahiy bir türlü gelmemişti. Bunun üzerine yakınlarından olan Hz. Ali ile Usame’ye danışmış onlara ne yapması gerektiği hakkında onlarla istişarede bulunmuştur. Bürün bunlardan sonradır ki bizzat Kur’an ile validemizi temize çıkarmıştır. 202

c. Yönetimle ilgili konularda istişare ederdi: Bilindiği gibi İslam’da yönetim şura esası üzerine kurulmuştur. Şekli zamanla insanların emrine bırakılmıştır. Fakat önemi Kur’anda defalarca vurgulanmıştır. ‘Allâh'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar verince de Allah'a dayan; çünkü Allâh kendine dayanıp güvenenleri sever’203

‘Onların işleri aralarında danışma iledir.’204

Bu meyanda olmak üzere Resulullah’ın Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşalar hakkında ettiğini biliyoruz. Hendek savaşının sona erdirilmesi amacıyla Medine hurma mahsulunün bir kısmının savaş alanına terk etmeleri karşılığında Feraze Oğulları’na verilmesi konusunda sa’dlerle istişare etmiş, ve onların görüşü doğrultusunda hareket ederek kendi düşüncesinden vazgeçmiştir. 205

Resulullah’ın şuraya götürmekle memur olduğu konular, elbette ki hakkında vahiy olmayan konulardı. Hakkında vahiy bulunan konularda vahyin gereğini yerine getirmek zorundaydı. Nitekim ifk hadisesinde iftiracılar had cezası tatbik etmiş, istişare sonucu ortaya sunulan fikirlere aldırmamıştı.206 Keza o azmettikten sonra kararından dönmemekle memur bulunuyordu.207 Uhud savaşı öncesi yapılan şurada kendi reyi Medined kalıp savunma savaşı yapmaktı. Fakat özellikle gençle düşmanla dışarıda karşılaşmak istiyordu. Resulullah sonunda dışarı çıkmaya karar verdi ve zırhını giydi. Sonra ashab belki yanlış yaptıkları gerekçesiyle Resulullah’dan Medine’de kalmak istediklerini belirtseler de artık karar verilmişti. Allah ne taktir etmişse onu göreceklerdi.


6.2.3. RESULLAH’IN REY VE İCTİHADI


Resulullah olaylar karşısında eğer mevcut vahiy ile bir çözüm bulamamış, ve belli bir süre de geçtiği halde vahiy gelmemişse o taktirde rey ve ictihadı ile hareket ederdi. Resulullah’ın sözünü ettiğimiz bu şartlarda ictihad etmesi, çok tabi ve vahyin amacına uygun bir tavırdır. Onun ictihada olan ihtiyacı diğerlerine nisbetle daha çoktur. Zira vahiy, Kur’an’da da ifade edildiği gibi208 insanlık için gerekli bütün tafsilatı vermemektedir. Zaten verecek olsa rahmet olmaktan çıkar, haşa insanlığa bir zahmet ve yük olurdu.

Vahyin amacı belli bir tekamülden sonra insanların artık kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamak ve belirlenen hedefe doğru çizilen yolda verilen usul ve ilkelerle yol almalarını sağlamaktadır.vahiy nazarı esasları vermekte bunun hayata geçirilmesini ise Resulullah ve ümmeti gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber vahiy meleği elinde bir kukla değildir.209 Elbetteki uygulamadaki pek çok problemlerle pek çok olaylarla karşılaşılır. İşin tabiatı budur. Bu durumda Resulullah’ın ve sonrasında onun yerini alacak olan ulemanın nazari esasları hayata uyarlama esnasında bazı yetkiye sahip olmaları re’sen bazı kararlar alabilmeleri pek tabiidir. Resulullah’ın ictihad etmesini gerekli kılan bu gerekçeye karşılık , onun cevazına mani herhangi bir şey yoktur. Zira bu haddi zatında ne muhaldir. Ne de muhale yada mefsedete götürecek bir şeydir.210 İctihada dayalı görüş beyan etmek ne Hz. Peygamber ne de sonraki müctehidler içi heva ve hevese uyma anlamına gelemez.

Eğer mesele vahiy ile ilgili ise yani bir meselenin ibtidaen konulmasını yada bir usul bir esas bir ilke bir hedef belirlemesini gerektiren bir alanda ilgili ise o zaman Resulullah da vahyi beklemek durumundadır. dolaysıyla ashabında elbette kendilerini aşan bu gibi konularda vahye ve vahyin temsilcisi durumunda olan Resulullah’a başvurmaları gerekecektir. Yok böyle değil de uygulama mahiyetinde ise bir yargıyı bir tedbiri gerektiriyorsa dinin günlük yaşantıya aktarılmasında bir çıkış yolu aranıyorsa o zaman ashab ,Resulullah’dan da aldıkları cesaretlendirici teşvikle bu gibi alanlarda ictihad etmişler, bunda bir sakınca duymamışlardır. Dinin yaşanabilirliği de zaten bu anlayışa bağlıdır. Her şeyi en ince ayrıntılarına kadar ortaya koymayı ilke olarak benimseyen vahyin isteği de budur.

Resulullah, vahiy olan vahye dayalı konuşan ve içinde yanılmazlık ve hatadan beri olma vasfının yanında, fani bir kul yanılabilen, unutabilen bir insan olma özeliğini211 de taşıyordu. Ancak o hiçbir zaman vahyin kontrolü dışında değildi. Hayatın acı-tatlı bütün yönlerinin ashaba öğretilmesi zaruriyyeti onun böylesine bir insan peygamber olmasını gerektiriyordu. Yani her şey vahyin sihirli değneği ile çözümlenmeyecek, insanlara, insani melekelere, insani gayretlere ve katkılara iş düşecekti. İşte Resulullah hayatın bu yönüyle de insanlığa örnek olmuş, onlara ictihad etmeyi bilfiil öğretmişti. Hayatın sonsuza dek yürümesi için yapılacak olan buydu


6.2.4. HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİNİN VAHYE DAYALI OLUP OLMADIĞINI AYIRMANIN FAYDASI


Resulullah’ın vahiy tarafından onaylanmış olan sünneti tümüyle kendi tabii ortamında ve özel şartla içerisinde doğrudur,yerindedir ve her zaman için ideal bir örnektir. Yoksa faklı ortamlarda olduğu gibi taşınması gerkli evrensel mahiyeti şeri hükümler değildir. Aksine şer’i hükümlere kaynak olacak peygamberi çözümlerdir.

Burada bir noktayı daha belirtmek gerekir. Mutlak hakikat tektir ve hiçbir zaman ve mekana göre toplumlara nisbetle değişiklik arzertmez. Fakat bu mutlak hakikatın tezahürü başka bir ifadeyle sosyal gerçekler, toplumlara zaman ve şartlarına göre değişir. Dolaysıyla sosyal alanlarda doğruluğun tekliği gibi bir zorunluluğun ve buna bağlı olarak da izafiliğin esas olduğu unutulmamalıdır. Bir konuda pek çok birbirinden farklı ictihadi çözümlerin bulunabilmesi ve bunlarla amel eden her insanın yükümlülüğünü yerine getirmiş, kulluk görevini hakkıyla ifa etmiş sayılması212 bu anlayışın sonucu sayılmaktadır. Görülüyor ki insanlar sadece imkanları doğrultusunda kullukta bulunmakla yükümlüdürler. Allah’a götüren vasıtaların çok olduğu da bilinmektedir.

Dolaysıyla Resulullah’ın vahye dayalı olarak ortaya koyduğu tebliğ ve beyan tasarrufları dışında ictihadi tasarruflarının vahyin takriri sonucunda doğru olduğunun sabit olması, ictihada dayalı o tasarrufun aynı zamanda evrensel ilahi bir hakikat mahiyeti olmasını gerekli kılmaz. Zaten Resulullah’ın bütün ictihatları belirli esasların uygulanması nassların belirli şartlar , özel konumlar müvacehenesinde yorumlanması, yahut da tamamen akıl ve tecrübenin ilgi alanına bırakılmış olan hususlarda ilgilidir.

Evrensellik arzetmek zorunda olan bir nassın ideal tatbikinin her zaman ve her mekan için tek olduğunu söylemek yanlıştır. Resulullah’ın bütün ictihadi çözümleri doğru ve isabetli çözümlerdir. Ancak yegane çözümden ibaret değildir. Resulullah’ın bu tür ictihadi sünnetnin diğer beşeri çözümlerden ayrıca farkı da bulunmaktadır. O da hatasızlığı kesin olarak bilinen örnek olmasıdır. Diğer ictihadi beşeri çözümlerde ise isabet edilmişliğin bir garantisi yoktur. O yüzden de onların ictihadi sünnetin aksine herhangi bir kaynak değeri yoktur.



Yüklə 294,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin