FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL’İN KURULMASI (1948)
Kudüs’ün “İsrail Devleti’nin başkenti” olması kararı, Siyonist lider Dr. Theodor Herzl tarafından 29 Ağustos1897’te toplanan “Birinci Siyonist Kongre”de alındı. Aslında bu amaca dönük çalışmaların tarihi 1850’lere kadar gidiyor. Ama 1860’larda bile Filistin’deki Yahudi nüfus altı bin civarında idi. Bu durumda Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmak gerekiyordu. Batı destekli kampanyalar açıldı. Bu konuda başta din, tarih ve para olmak üzere, her türlü teşvikten yararlanıldı...
“Arz-ı Mev’ud” (vaat edilmiş topraklar), lokomotif kavram olarak sık sık vurgulandı, her türlü yayında kullanıldı. Çöl, “cennet” gibi takdim ediliyordu... Artık sıra “devlet” taleplerini tek çatı altında toplamaya gelmişti. İlk Siyonist Kongre bu amaçla 29 Ağustos 1897’de yapıldı. İsviçre’nin Basel Kasabası’nda Dr. Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongreye 200 varlıklı delege katıldı. Kongreden başkenti Kudüs olan bir Yahudi Devleti kurulması kararı çıktı. (1897’de örgütün 177 şubesi varken, ertesi yıl sayı 913’e çıkarıldı, ikinci kongrede de delege sayısı iki katına çıkmıştı. Bu arada Herzl’in politik, Ahad Haam’ın da ‘Kültürel Sosyalizm’ini sentezleyen bir gruplaşma oluşmuştu.)
İsrail’i kurmak isteyenler başlangıçta bir toplumsal bir organizasyon gibi çalıştı, ama güçlendikçe durum değişti ve devlet düzenine benzer bir hiyerarşik yapılanmaya gidildi. Bankalar ve ticarî şirketler oluşturuldu. Çok sayıda gazete, dergi, kitap yayınlandı. Tiyatro oyunları sahnelendi. Sinema endüstrisine el atılıp önemli filmler yapıldı. Böylece sanatın her dalı, Yahudi propagandasının hizmetine verildi. Artık her şey Siyonizm’in emellerine hizmet ediyordu. Siyonizm’in kontrolündeki hareket kısa sürede o kadar zenginleşti ki, Sultan İkinci Abdülhamid’e müracaat edip, son derece cazip bir teklif sundular. Buna göre;
1. Osmanlı Devleti’nin tüm borçları ödenecek;
2. Osmanlı Devleti’ne büyük malî yardımda bulunulacak;
3. Sultan Abdülhamid’in siyaseti Avrupa ve Amerika’da desteklenecek;
4. Osmanlı Devleti’nde inşa edilecek savaş üslerinin parası ödenecek;
5. Sultan Abdülhamid Han’a şahsı için büyük bir meblâğ verilecek;
6. Filistin’de uluslararası çapta kurulacak üniversiteye Türk öğrenci de alınacaktı.
Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’nın anılarına göre, Sultan Abdülhamid, bu teklif karşısında çok öfkelenmiş, yüksek sesle bağırarak: “Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazinelerini kucağıma dökseler, size Siyonistlik adına bir karış yer vermem. Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan, para ile satılamaz. Derhal burayı terk edin. Defolun!” demişti.
1909’da İkinci Meşrutiyet döneminde kurulan İttihad-Terakki Hükümeti’nde, üç Yahudi veya dönme bakan (maliye, ticaret ve ziraat ile nafia bakanlıkları) yer almıştır. Ardından İttihad-Terakki iktidarı, azınlıkların da toprak satın alabilecekleri yolunda bir kanun çıkarmıştır. Bu sayede Yahudiler, Filistin’de geniş topraklar satın almış, hatta Sultan Abdülhamid’in kişisel arazisi bile yok pahasına Yahudilere satılmıştır.
1910'LU YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL
1915-1916: Şerif Hüseyin - Mc Mahon yazışmaları:
Hicaz Valisi ve Mekke Şerifi Hüseyin ibn Ali’nin Kahire’deki Britanya Yüksek Komiseri Sir Henry Mc Mahon’a gönderdiği mektuplardır. Bu mektupta Ortadoğu’da Arapların bağımsızlığının sağlanması ve Britanya’nın Osmanlı Devleti unsurlarına karşı destekleyeceği ayaklanmalar yer alıyordu. 24 Ekim 1915’de Sir Henry Mc Mahon’un bu mektuba cevaben gönderdiği satırlarda şu konulara değiniliyordu:
“Mersin ve Hatay sancaklarıyla; Şam, Humus, Hama ve Halep sancaklarının batısında bulunan Suriye vilayetinin parçalarının halis Arap olduğu söylenemez. Dolayısıyla önerilen hat sınırlardan çıkarılmalıdır.”
“Yukarıda belirtilen değişikliklerle ve Arap önderlerle olan anlaşmalarımızı peşin hükme tâbi tutmamak koşuluyla bu hat ve sınırları kabulleniriz.”
“Bu değişiklikler doğrultusunda Büyük Britanya, Mekke Şerifi’nin önermiş olduğu hat ve hudutlar içindeki bölgelerde, müttefiki Fransa’nın çıkarlarını da gözeterek, Arapların bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır.”
16 Mayıs 1916: Sykes-Picot Antlaşması:
Osmanlı Devleti'nin parçalanması sürecinde Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya arasında imzalanan bu anlaşma Küçük Asya Antlaşması (Asia Minor Agreement) olarak da bilinir. Anlaşmayı yazanlar İngiliz General Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot'tur, imzalayanlar ise Edward Grey ve Paul Cambon'dur.
I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut'ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.
1915'te Arabistan Yarımadası'nı ele geçiren İngiltere, Osmanlıya karşı ayaklanan Mekke'li Şerif Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır'daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında böyle bir antlaşma gizli olarak imzalanmıştır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmanın içeriği aşağıda verilmiştir.
Sykes-Picot Antlaşmasının Maddeleri
1. Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı,
2. Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,
3. İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir.
4. Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,
5. İskenderun serbest liman olacak,
6. Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır. (Filistin’e ilişkin bu maddede Rusya ile bir istişarede bulunularak uluslararası bir yönetim kurulmasından bahsediliyordu.)
1917 devriminden sonra Rusya Sykes-Picot anlaşmasından vazgeçmiş, Lenin gizli olan bu anlaşmayı dünya kamuoyuna açıklamıştır. Bu bilgiler ortaya çıktıktan sonra Osmanlı Devleti, olası bir bölünmenin sonucunda asıl hedefin Büyük Arap Devleti'ni kurmak olmadığını, İngiliz ve Fransızların yönetimine egemen olacağı çok sayıda ufak ülkeler kurulacağını anlatmaya çalıştıysa da, Arapları ikna edememiştir. Parçalanan bölge günümüze kadar sürekli olarak çatışma altında kalmıştır. Halk sürekli olarak zulüm görmüş, diktatörlerin altında ezilmiştir. Amaç hiçbir zaman halkın bağımsızlığı ya da devletlerin güçlenmesi olmamış; büyük devletlerin kontrolündeki ülkelerde kaynaklarının rahat rahat paylaşımı olmuştur. (Araplar bu anlaşmayı Hüseyin-Mc Mahon yazışmasına bir ihanet olarak görmektedir.)
2 Kasım 1917: Balfour Deklarasyonu.
Önce Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali'ye Arap Krallığı'nı vadeden, ardından Sykes-Picot Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını Fransa ile paylaşan İngiltere, manda yönetimi öncesi süreçte işgal altında tuttuğu tarihi Filistin topraklarında bir İsrail Devleti’nin kurulmasına uzanan yolu hazırlamış oldu.
Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, 2 Kasım 1917’de Siyonist hareketin lideri Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir “Musevi Devleti” kurulmasına ilişkin Britanya hükümetinin destek vereceğini belirtti. Böylelikle günümüz İsrail’inin Gazze Şeridi, Ürdün ve Batı Şeria’yı kapsayan sınırları çizildi.
Balfour Deklarasyonu’nda,
“Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Museviler için milli bir yurt kurulmasını uygun görmektedir ve bu hedefin gerçekleşmesi için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplulukların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır” ifadesi yer aldı.
Balfour Deklarasyonu nelere yol açtı?
İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'un Birinci Dünya Savaşı'nın üçüncü yılında Siyonist hareketin önde gelen figürlerinden Rothschild'e hitaben yazdığı "Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan vadeden" mektup, tarihe "Balfour Deklarasyonu" olarak geçti. Deklarasyon, İsrail Devleti’nin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyor.
Rothschild ve Balfour arasında karşılıklı yazışmalar sonunda hazırlanan deklarasyon, İngiltere'nin savaşa yeni dahil olan ABD'de güçlü olduğuna inandığı Yahudi diasporasını etkilemeyi amaçlıyordu.
"Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım." sözleriyle başlayan Balfour'un mektubu şöyle devam ediyordu:
"Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır."
Balfour'un, "Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım." sözleriyle son verdiği mektup, daha sonra İtalya, Fransa ve ABD'nin de desteğini almıştı.
1917’de İngiltere Filistin’i işgal etti. İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girdiğinde müttefikimiz Almanya (müttefiklerimize dikkat!) bayram yaptı: “Kudüs tekrar haçlıların eline geçti” diye Alman kiliseleri zafer âyinleri düzenledi. Allenby Kudüs’te askerî bir diktatörlük kurdu ve Filistin’e göç edecek her Yahudi’ye toprak sözü verdi. Ayrıca Yahudiler silah taşıyabileceklerdi. Oysa Arapların çakı taşıması bile yasaktı. Öte yandan, “Kültür Dernekleri” adı altında, Yahudilerin organize hale gelmesini sağladı. Araplar ise dağınıktı. Anlaşılacağı gibi, İngilizlerin Filistin’i işgal etmelerinin en önemli sebeplerinden biri, dünyanın değişik ülkelerinde dağınık olarak yaşayan Yahudileri Filistin’de toplamaktı.
Filistin topraklarına Yahudi göçü arttı
Mektubun yazıldığı 2 Kasım 1917 tarihinden bir hafta sonra basınla paylaşılan Balfour Deklarasyonu'na savaş sonunda Osmanlı Devleti'nin imzaladığı Sevr Anlaşması'nda yer verildi. Milletler Cemiyeti'nde 1922 yılında kabul edilen Filistin topraklarındaki İngiliz manda yönetiminin temelini de bu deklarasyon oluşturdu.
Balfour Deklarasyonu sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin'e 1920-1940 arası dönemde Yahudi göçü hız kazandı ve son olarak Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik Nazilerin gerçekleştirdiği soykırım sebebiyle göç oranı giderek arttı.
Bu süreçte Filistinliler, topraklarındaki Yahudi nüfusun artışına karşı çıkmaya çalıştı. Ancak İngilizlerin manda yönetimini sonlandırarak Filistin'den çekilmesinin ardından, 1948 yılında Filistinlilerin Nekbe (Büyük Felaket) diye andığı İsrail Devleti’nin kuruluşu gerçekleşti.
İngiltere Filistin'den çekildikten sonra İsrail Devleti’nin kurulmasıyla işgal süreci daha da yoğunlaştı, yüz binlerce Filistinli yurtlarından sürüldü, büyük can ve mal kayıpları yaşandı.
Balfour'un öncülük ettiği süreçte tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail Devleti, yarısından fazlasını zorunlu göçe maruz bıraktığı Filistinlilerin hâlihazırda yaşadığı bölgelere hâlâ "halksız vatan" muamelesi yapıyor.
Şerif Hüseyin’in oğulları Osmanlı Devleti’ne karşı ihanet etmelerinden dolayı ödüllendirilerek 1918’de Birinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye, Irak ve Şark’ül Ürdün’de (sonradan Ürdün) tahta geçtiler.
1920'Lİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL
24 Temmuz 1922 Milletler Cemiyeti, Filistin’in Britanya manda yönetimi altına verilmesi kararı aldı. Siyonizme ilgisini belirten Britanya, Yahudi Devleti kurma niyetini de dile getirdi. 1929-1939 yıları arasında, Avrupa’daki faşizmin şiddetlenmesi ile birlikte yaklaşık 250.000 Yahudi Filistin’e göç etti. Avrupa'da faşizmin şiddetlenmesi çok sayıda Yahudi'nin Filistin'e göç etmesine neden oldu.
1929 yılında Ağlama Duvarı sebebiyle Müslümanlar ile Yahudiler arasında çatışmalar çıktı. 339 Yahudi (çoğu Araplar tarafından) ve 232 Arap (çoğu Britanya güdümündeki askerler tarafından) yaralanırken, 130 Yahudi ve 116 Arap öldü.
23 Ağustos 1929 tarihinde ise Arap isyancılar El Halil’de 67 Yahudi’yi öldürdü.
1930'LU YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL
1930-35 yılları arasında İzzeddin El-Kassam önderliğinde İslami direniş örgütü Kara El, hem Britanyalı hem de Yahudi sivillere karşı saldırılar düzenledi. 1936-39 yılları arasında Filistin’e Yahudi göçünü protesto etmek için Kudüs Müftüsü önderliğinde gerçekleştirilen gösterilerde 5.000 Arap, Britanya askerleri tarafından, yüzlerce Yahudi de Araplar tarafından öldürüldü.
1940'LI YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL
22 Temmuz 1946 yılları arasında Siyonist örgüt Irgun, Kudüs’te Kral Davut Oteli’ni bombaladı. Otelde Britanyalı siviller ve Filistin askerleri bulunuyordu. 91 kişinin öldüğü bombalı saldırıda 41 Arap, 17 Yahudi ve başka ülkelerden 5 kişi hayatını kaybetti.
29 Kasım 1947 tarihinde BM Genel Kurulu, Britanya mandasındaki Filistin’i, biri Arap; diğeri de Yahudi olmak üzere ikiye bölmeye yönelik “çoğunluk planı” olarak bilinen tasarıyı sundu. Bu öneri Yahudiler tarafından kabul edilirken, Araplar tarafından reddedildi.
9-11 Nisan 1948 tarihinde, Arap-İsrail Savaşı sırasında, Kudüs yakınlarında bulunan Deir Yasin köyünde Siyonist Irgun örgütüne bağlı militanlar tarafından kadınlar, çocuklar ve yaşlılar katledildi. (Deir Yasin Katliamı)
14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail bağımsızlığını ilan etti. (Siyonist Lider David Ben Gurion tarafından kurulmuştur./ David Ben Gurion, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur.) 15 Mayıs 1948 tarihinde, Filistinliler İsrail’in bağımsızlığı sonrası 15 Mayıs 1948’i, Nakba (Felaket) Günü ilan etti. İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 1949’a dek 900 bine yakın Filistinli yaşadıkları bölgelerden çıkmaya zorlandı. Diğer taraftan İsrail’in bağımsızlık kararı alması sonrasında Britanyalılar Filistin’den geri çekildi. Mısır, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak ve Lübnan, İsrail’e savaş ilan etti. Mısır, Irak, Lübnan Ürdün ve Suriye, İsrail’i abluka altına almaya çalıştılar.
BİRİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI (1948-1949)
14 Mayıs 1948'de, İsrail Devleti'nin kurulmasından hemen birkaç saat sonra genel bir Arap taarruzu ve dolayısıyla Arap-İsrail Savaşı başladı. Gerilla mücâdelesi şeklinde başlayan savaş, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan'ın da katılmasıyla büyümüş ve sekiz ay kadar devam ettikten sonra 7 Ocak 1949'da Rodos Adası'nda imzalanan ateşkes anlaşmasıyla son bulmuştur.
Mısır, Irak, Lübnan, Suriye ve Ürdün orduları, İsrail'e operasyonlar yapmaya başladılar. Sayı bakımından üstün olmasına rağmen Arap devletleri, diplomatik olarak çöküntü içindeydiler. Özellikle savaş stratejisinin olmaması, Arap devletlerini çok uğraştıracaktı. İsrail ise henüz bir düzenli ordu kuramamıştı. Silahlarını Çekoslovakya'dan getirtiyorlardı. Ayrıca dış politikada ABD ve SSCB'yi arkalarına almışlardı. Diplomatik süreçte İsrail'e sorun çıkarabilecek tek ülke vardı: İngiltere. Ancak onlar da tüm askerlerini aylar öncesinden çekmişlerdi.
Arap orduları, Mısır Kralı Faruk ve Ürdün Kralı Abdullah tarafından komuta ediliyordu. Ancak bu iki kralın da stratejileri farklıydı. Bu nedenle komuta sorununu çözmek için Amman yakınlarında bir araya geldiler.
Mısır, stratejik öneme sahip Gazze şeridini işgal etmişti. Kral Abdullah, dinî ve siyâsî öneme sahip Eski Kudüs'ü işgal ederken; İsrail, Jaffa, Galiee ve Nazarreth'i almıştı. O sırada Mısır ordusu, Negev'i alarak İsrail ile bağlantısını kesti. Kral Abdullah'ın ordusu, Doğu Kudüs'ü ele geçirmiş; ama daha ileri gidememişti. Ancak Arap ordusu, kısa sürede yorulmuştu. İsrail ordusu, harekete geçti. Kısa sürede ilerleyen İsrail, güneyi ele geçirdi. Hatta Süveyş'e inmek bile istemişti. Ancak İngiliz ordularının Süveyş'te bulunduğu haberi, onları durdurmaya yetti.
Bu savaşta Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri, üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydettiler. Ancak Batılı güçlerin İsrail'i desteklemesi üzerine savaş, Arapların aleyhine dönüştü. Ayrıca İsrail, savaş sırasında Sovyetler Birliği'nden de önemli oranda yardım aldı. İşin ilginç tarafı ABD, Yeni İsrail Devleti’ni 14 Mayıs günü tanıdığı halde, SSCB, Arap-İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı. Yani Sovyetler, açıkça Araplar'a karşı cephe almış oluyorlardı. Kaldı ki, bununla da yetinmediler. İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin'e silah sevkıyatına ambargo koydukları halde; Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtası ile Çekoslovakya'dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı.
İsrail, Sovyetler'den gelen uçaklarla Ürdün ve Suriye'nin başkentlerine saldırdı ve bu saldırılarda çok sayıda sivil hayatını kaybetti. İsrail, savaş sonunda 1947'de taksim planı ile elde ettiği %56'lık Filistin toprağını % 78'e çıkardı. Yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen 700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000'i, Gazze'ye yerleştirildi. Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin'de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başladı.
Arap - İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü, İsrail'in ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en mücadele edeni, Ürdün ordusu oldu.
Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletler de bir ateşkes sağlamak için taraflar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince, Arap ülkeleri için İsrail ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı.
-
İsrail-Mısır ateşkes anlaşması, 24 Şubat 1949'da Rodos'ta,
-
İsrail- Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en-Nakura'da,
-
İsrail-Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949'da Rodos'ta,
-
İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim'de imzalandı.
Irak'ın İsrail ile sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusu olmadı.
Filistin'i kurtarma amacıyla savaşa girmiş olan Ürdün, Batı Şeria'ya; Mısır da Gazze Şeridi'ne asker yığdı. Sina'nın büyük bir kısmı, İsrail'in işgâli altında kaldı. Kudüs'ün kontrolü ise, batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölündü.
1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyâsî rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşandı. En önemli değişiklik, Mısır'da gerçekleşti. Mısır'da Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirildi.
Savaştan en karlı çıkan taraf, İsrail oldu. 1914'te 85.000, 1943'te 539.000, 1946’da 608.000, 1947'de 650.000 olan Filistin'deki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000'e ulaştı. Ürdün de İsrail'den sonra en çok toprak kazanan ülke oldu.
Savaş bitmişti; ama etkisi ve uzantıları, etkin bir biçimde sürüyordu. Özellikle Kral Abdullah'ın Arap Devletler Birliği'ndeki sert çıkışları, Arap devletleri arasında gerginliğe yol açmıştı. Arap devletlerarasında en büyük askerî güce sahip Mısır ve Ürdün, otorite savaşına başlamışlardı. Arap Devletler Birliği, şimdiki Filistin'de yeni bir devlet kurulmasını isterken Kral Abdullah ise arta kalan İsrail'den arta kalan toprakların Ürdün'e katılmasını istiyordu.
Birleşmiş Devletler ise çok daha farklı bir konuyla, Kudüs'ün tarafsız kalması için uğraşıyordu. Kudüs'teki İsrail ordusunun şehri boşaltmasını istiyorlardı. Bazı Arap devletleri de bu teklifi destekliyordu. Kral Abdullah için, Kudüs ve kentteki önemli camileri kontrol alında tutması, Filistin'de konumunu sağlamlaştırmak için şarttı. Her şeye rağmen Arap Devletler Birliği, 1949 yılının Ekim'inde yaptıkları bir açıklamayla Kudüs'ün tarafsız kalmasına karşı çıkıyorlardı. Bu geçen sürede Kral Abdullah, garip diplomatik açılımlara başlamıştı. İsrail ile yakınlaşan Kral Abdullah, özellikle Mısır ile zıtlaşmaya başladı. İsrail ile anlaşarak Gazze'ye bir hat çekilmesini dahi teklif eden Kral Abdullah, Mısır'da çıkan bir gazete tarafından Arapların ve İslam'ın düşmanı olarak gösteriliyordu.
İsrail, Arap ülkelerinin tepkisine rağmen 23 Ocak 1950'de Kudüs'ü başkent ilan etti. Bunun üzerine Arap ülkeleri, İsrail ile ateşkes anlaşması imzalamış olmalarına rağmen barış anlaşması yapmaya yanaşmadılar. 17 Haziran 1950'de aralarında askerî ittifaklar yaptılar. Diğer yandan Batılı güçlerin Araplara ambargo uygularken, İsrail'i desteklemeleri, gerginliği iyice arttırdı. 25 Mayıs 1950'de ABD, İngiltere ve Fransa tarafından "Üçlü Bildiri" ilan edildi. Söz konusu bildiri, "Ortadoğu'da güven ve istikrar uğruna çalışan Batılı bir ülke" oluşu itibariyle İsrail'in himayesini ve korunmasını kapsamaktaydı. Bu, Batılı devletlerin İsrail'in bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ardında olduğunu ve gerektiğinde İsrail'i desteklemekten geri kalmayacaklarını açıkça deklare eden bir durumdu.
Kral Abdullah, 20 Temmuz 1951'de, Kudüs'teki El-Aksa Camii'nde suikaste kurban gidiyordu. Tahta geçen oğlu Hüseyin, 11 Ağustos 1952'de kral olduğunda; Ürdün'ün nüfusunun üçte ikisi, kaçak Filistinlilerden oluşuyordu. Bu Filistinliler, Ürdün ekonomisini birkaç yıl içinde paramparça edip İsrail'in Ortadoğu'nun lideri haline gelmesini sağlayacaklardı...
İsrail, şu anda hem askerî hem de ekonomik olarak dünya devleri arasında. Bunun sebebi, çok açık: Yaptıkları olağanüstü diplomatik etkileşimler... Tüm Arap devletlerinin birleştiği halde yenemedikleri İsrail, savaş sırasında iç ve dış olarak her zaman müttefikleriyle iyi geçindi. ABD ve SSCB'yi yanlarına almaları demek, dünyanın %90'ını yanınıza çekmek demektir. Bu günlerde Gazze'ye yapılan operasyona hiçbir ülke ses çıkarmamaktadır.Çünkü İsrail, tüm dünyada olağanüstü lobi çalışması yürüten bir ülkedir.
1950'LİLİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL
İKİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI (1956)
İlk savaşın Yahudiler nezdinde dünyanın tavrının görülmesi açısından ayrı bir anlamı bulunmaktaydı. İsrail durumdan memnundu ve artık bölgede daha rahat hareket ediyordu. 50’li yılların başından itibaren 187 köyün tamamen tahrip edilmesi, insanların katledilmesi ve göçe zorlanması bunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu şekilde 1956’ya gelindi. Mısır Devlet başkanı Nasır’ın (Abdülnasır), 28 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nın uluslararası trafiğe açık olmakla birlikte, Mısır’a ait olduğu için millileştirildiğini açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için beklediği fırsatı elde etti.
İngiltere ve Fransa, Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirerek, 30 Ekim’de Mısır’dan Süveyş Kanalı’nın kendilerine bırakılmasını istediler, ancak Mısır bunu reddetti. Londra'da toplanan konferanslardan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa, İsrail ile anlaşarak Mısır’ın bütün havaalanları ve askeri bölgelerini imha etti. İsrail de Sina’yı işgal etti. Mısır, 7 Kasım’da ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan kararla; Süveyş Kanalı’na barış gücü yerleştirildi ve ABD’nin baskısıyla İngiltere ve Fransa Mısır topraklarından geri çekildi.
1959 yılında, İkinci Arap-İsrail Savaşı sırasında Süveyş Kanalı’nda İngiliz birliklerine karşı saldırılara katılan Yaser Arafat tarafından “El-Fetih Örgütü” kuruldu. Filistin kökenli iş adamları ve aydınları bünyesinde bulunduran bu örgüt, Filistin’in ancak Filistinlilerin çabasıyla kurtulabileceğini savunuyordu. Bu söylem, bazı Arap ülkeleri tarafından kendilerine karşı bir meydan okuma olarak yorumlandı. Arap ülkeleri bu konuyu görüşmek üzere 9-19 Eylül 1963 tarihleri arasında Kahire’de toplandılar. Bu toplantı sonucunda, Filistinlilerin sürgünde bir hükümet kurmalarına, ordu ve meclis oluşturmalarına karar verildi. Ancak Filistin sorunu üzerindeki konumunu kaybetmek istemeyen Ürdün, buna karşı çıktı. Ürdün’ün tüm itirazlarına rağmen Kudüs’ün Arap hâkimiyetinde olan bölümünde 28 Mayıs-3 Haziran 1964 tarihleri arasında Filistinlilerin ilk büyük kongresi yapıldı. Bu kongre Filistinlilerin ilk milli meclisi sayıldı. Ayrıca bu kongrede Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu da kabul edildi. Bunun üzerine yalnız bağımsız Filistinli kimliği ile mücadelede başarılı olunabileceğini savunan el-Fetih ile FKÖ arasında bir rekabet başladı.
Dostları ilə paylaş: |