İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə30/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   80

Sirzâd Düvenci

DÜVENCİ (Şîrzâd) — Kendisini yakarak intihar etmiş 32 - 33 yaşında Tarsuslu bahtsız güzel bir kadın; İstanbulda benzeri gaayetle ender görülür bu fecî vak'a 1966 yılı şubatının beşinci günü Cadde-bostanda Toprakyol Sokağında bir apar-tımanın bir dâiresinde gün ortasında

geçmişdir. Bir diş hekimi ile onsekiz yıldanberi nikâhsız olarak yaşayan ve o erkekden 13 yaşında bir de kızı bulunan Şîrzâd Düvenci, aralarında geçimsizlik de başlamış olan erkeğe nikâh akdi için ısrarla tekliflerde bulunmuş ve bu isteği her zaman red edilince, son teklifinden sonra üstüne gaz dökerek kızının ve kızının babasının gözleri önünde entarisini bir kibritle tutuşturarak yanmaya başlamışdır; kaldırıldığı Haydarpaşa Numune Hastahânesinde ölümünden az önce polise ve doktorlara son ifâdesi şu olmuşdur: «Kızımın meşru annesi olmak istiyordum, kocamı korkutub nikâha razı etmek istedim, fakat ben yanarken onun kılı bile kıpırdamadı, vahşîce seyretti..» (Hürriyet Gazetesi, 6.11.1966).

.DÜYUNU UMÛMİYE KONAĞI — (B.: İstanbul Erkek Lisesi).

DÜZ (Mustafa) — 1961 senesinde Nişantaşı civarında on kadar zengin evi ve apartıma-nı soymuş ve girdiği yerlerden 100,000 liraya yakın kıymet taşıyan eşya kaldırmış bir hırsız; bu vak'aların faali olduğu 1961 yılında otuz yaşlarında, eli ayağı düzgün ve kaşı gözü yerinde gaayetle yakışıklı şehbaz ve şehlevend bir delikanlı olub hırsızlıklarında albenisini ve güzelliğini bir vasıta olarak kullanmış; soymaya karar verip nişanladığı zengin ev ve apartı-manlarının evvelâ bir yolunu bularak hizmetci-leriyle sözde sevişmiş, evde yalnız bulundukları zamanlar o kadınlar tarafından bir âşık kırık o-larak içeri alınmış, bir müddet türlü cünbüşlerle

gönül eylemiş, hizmetçi jigolosu olarak girdiği yerlerden de, ilk fırsat-da yükde hafif bahâda ağır vurgunu yapmış ve kaçmış-dır.


Mustafa Düz (Resim: S. Bozcalı)

edilemedi.

Bibi.: Hüriyet Gazetesi.


Yakalandığı zaman resimleri istanbul gazetelerinin birinci sayfalarında intişâr etmiş olan Mustafa Düz'ün aslen nereli olduğu tesbit

DÜZAYAK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Heybeli Adanın yollarından; adanın iskele bölgesi yalı boyundadır; bir başı Ayyıldız Caddesi üzerindedir, öbür başı Uluğ Bey, Heybeli Meydanı ve Orhan sokaklarının teşkil ettiği bir dört yol ağzındadır (1934 B.Ş.R. Pafta 33); yerine gidilip son durumu tesbit edilemedi (Şubat 1967).

DÜZ, DÜZ BAKI — Zamanımızda sâdece rakı denilen ve üzümden çekilen alkollü ve anasonlu içkinin yakın geçmişe kadar adı; anason yerine sakız katılan ve «Mastika» denilen rakı çeşidinden ayırd etmekiçin «düz», «düz rakı» denilirdi; zamanımızda rakı îmâli devlet inhisarı altındadır ve bu idare mastika yapmamak-dâdır, piyasada rakılarımızın anasonlu düz rakı olduğu için halk ağzında eski tâbir terk edilmiş, sâdece rakı denilmekdedir. Türkiye devlet inhisarı, Tekel İdaresi erik, dut, elma gibi mey-valardan da rakı çekmemektedir.

Rakı şarab boldur Mastika Düz doldur Azıcık da Konyak olsun Mezeleri piyaz Tabakda kiraz Biraz 'da havyar Karşımda da bîr yar olsun

DÜZENLİK SOKAĞI

İSTANBUL


ansiklopedisi

mm—



DÜZOGÜLLAftî



bir ihtilâl ile başlayan Dördüncü Mustafa devrinde yeniçeri ocağı zorba ağaları, Istanbulda-ki ekalliyetlerin de gözlerini yıldırmak için her cemaattan birer namlı zenginin idamını kararlaştırmışlar, Ermeni katoliklerden de Düzoğlu Ohannesi seçmişlerken muhakkak bir ölümden, adamlarından Kazaz Artin tarafından kurtarılmıştı. (B.: Artin, Kazaz).

Düzoğlu Serkiz Çelebi ipek vergisi iltiza-mındaki muvaffakiyeti üzerine ikinci Mahmu-dun ilk saltanat yıllarında Darphâne sarrafı oldu; bir müddet sonra da ölünce bu iş oğullarına kaldı; fakat darphâne idâresinin intizamını kay-



Kirkor Çelebi (? - 1819)


Serkis Çelebi

Darbhâne Sarrafı

(1777 - 1819)


Mihran Bey

Darbhâne Sarrafı

(1817 - 1891)

Mastika Düz Pertek içelim birer tek

(Şanıram, Küplü Kantosu)

* Mastika Düz hoş olur

Rakı içen sarhoş olur Kalmadı rakı parası Elimde kadeh yarası Yandı ciğer kebab oldu Vefası^ yar yüzünden Benim hâlim lıarab oldu

(Küçük Virjini, Küplü Kantosu)

* Düz Rakıyı içelim

Çapkın 'bir yâr seçelim

Anam babam horuzum bıçkınını aman

Mestâne gamzenin işmarı yaman

Ayağuıda kamercin omuzda mendil

Gel çapkınım olalım şöyle körkandil

Doldur oğlan şişhaneyi

Pek severiz meyhaneyi

Aman rakı düz olsun

Gece olsun gündüz olsun

Doldur be çakalım

Bir dolu daha cakalım

Çapkınımla yatarız aman peykede

Cihanda bulunmaz böyle meygede

(Peraz, Küplü Kantosu)

istanbul rumları da düz rakıya «Duziko» derlerdi.



DÜZENLİK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlunun Taksim Nahiyesinin Yenişehir Mahallesi sokaklarından, Gül-leci Sokağı ile Çakmak Sokağı arasında bir aralık sokakdır, Koçyiğit Sokağı ile dört yol ağzı aparak kesişir (1934 B. Ş. R, Pafta 19/181); yerine gidilip son durumu tesbit edilemedi (şubat 1967).

DÜZGÜN, DÜZGÜNCÜ — Eski usul ma-kiyajda kadınların yüzlerine sürdükleri beyaz Ve kırmızı boyalar karşılığı kullanılmış bir isimdir; ayrı ayrı olarak da beyaz boyaya «aklık», kırmızı boyaya «allık», yüz boyamada hüner ve zevk sahibi olub kibar hanımlara o yolda hizmet eden kadınlara da «düzgüncü» denilirdi; bilhassa düğünlerde gelin kızın yüzü muhakkak bir düzgüncü eli ile boyanırdı.

Yağlı yosmalar, erkek canlısı zengin dul kadınlar düzgünlerine son derecede dikkat e-derlerdi. Allık zararsız bir kırmızı boa ile sağlanır, aklıkda ise üstübeçli bir su kullanıldığı için hem yüzün taravetini tahrib eder, hem de yanak derisinden geçerek dişlerin minesi üzerinde tesir gösterir, yıllar boyunca hergüıı düzgün-

lenmiş kadınların dişleri kapkara olurdu.

Bâzı kadınların üst dudakları üzerinde bıyık denilecek kadar kıllar biter; öyle kıllarını cımbızla veya ipekle yoldurmuş kart bir istanbul yosması hanımı Sünbülzâde Vehbi şöyle hicvediyor:



Çokdur öyle bıyığın yoldurmuş Çehresin düzgün ile soldurmuş

Şu beyit de aynı şâir tarafından allıklı âşifte hanım için söylenmişdir:



Düzgün ile yanağın al eyler Âl ile âşıkjm a'bdal eyler

Boyalı âşifteyi Abdülhak Hâmid de şöyle tasvir ediyor:



Yüzü düzgünlü, sözleri düzme, işi can yakma, ya gönül üzme..

XIX. Yüzyıl sonunda çıkmış bir istanbul türküsüdür:



Akşamdan sabaha kadar düzgünü düzme Gündüz aksamlara kadar sokakda gezme Efendi hazretlerinin gönlünü üzme Canımdan usandım dime bu da mı moda?

DÜZMEK, DÜZÜŞMEK — Hâneberduş pırpırlar argosunda cima, livâta, mücâmaa; «Teskini şehvet etmek» (H. Kâzım, Büyük Türk Lügati).

DÜZOGLU —- Geçen asır sonlarında Kum-kapunun namlı gedikli meyhanelerinden, sâdece adı tesbit edilebildi.

Bibi. : Mehmed Tevfik, Meyhane.



DÜZOĞULLARI — On dokuzuncu asır başında, Ermenilerin Amira dedikleri zenginlerden bir ermeni sarraf âilesidir; ticaret alemindeki şöhretinden başka katolik mezhebinin Ermeniler arasında yayıldığı sıralarda bu mezhebi kabul edenlerin başında bulunmakla meşhurdurlar. Bu ailenin Osmanlı tarihindeki ilk büyük şöhreti Ohannes Düzyandır; bunun da Kirkor, Serkiz, Karabet, Mikael, Agop ve Bo-gos adında altı oğlu vardır.

Ohannes, 1802 de ipek resmini iltizam etmiş ve bu yüzden çok para kazanmıştı; kanlı

betmesi, bâzı erkânın israf ve sefahati, bilhassa darphâne nazırı Abdurrahman Feyzi Beyin alâyiş düşkünlüğü ile iş bilmezliği Düzoğullarım gayri meşru kazanç yollarına, hazîne zararına milyonları aşan sûistinıallere sürükledi. Nazır ile hükümdarın gözdesi Halet Efendi arasındaki husûmet ve Abdurrahman Beyi mahvetmek için kurulmuş entrikalar Düzoğullarımn da mahvına sebep oldu. Abdurrahman Bey evvelâ sadâret kâhyalığı (Dahiliye Nazırlığı) ile darphâneden uzaklaştırıldı; yerine getirilen can düşmanlarından şehremini İHayrullah Efendi darphâne ahvalinin teftişine Düzoğullarımn he-

Divrikli Artin

Dua Artin

Kuyumcu


(İstanbulda yerleşmesi 1600)

Düzoğlu Ohannes

Kuyumcu (Ölümü 1744)

Düzoğlu Mikael Çelebi

Kuyumcu, kimyagegr, ressanl

(1724 - 1783)

Düzoğlu Ohannes Çelebi

Kuyumcu, sarraf

(1749 - 1812)

Karabey Bey (1779 - 1855)



Bogos Bey (? - 1860?)

Mikael Çelebi (? - 1819)

Agop Çelebi ûarbhâne Sarrafı (1793 - 1847)



Düzoğullan şeceresi

DÜZOĞULLARI

— 4836 —


İSTANBUL

ÂNSİ'KLOPEDfSf

.4837 —

DÜZYOL SOKAĞI



Terkos Gölü ile Karaburun arasındaki dekovil Düldül (Resim: Behçet Cantok)

şahından bağladı ve sarrafların 38.000 kese gibi pek büyük bir açığı çıktı. 29 ağustos 1819 da evvelâ büyükleri Kirkor ile Serkiz darphânede hapsedildi, ve sandık odaları mühürlendi; iki gün sonra da diğer kardeşler ile amcaları Mı-gırdıg ve damatları Aleksanoğlu Ohannnes ve Aznavuroğlu Osep bütün aileleri efradı ve ka-puları halkı ile tevkif edildiler ve hepsinin yalı, konak ve evleri mühürlendi; kapularına da nöbetçiler dikildi; erkekler Bostancıbaşı hapsine verildi, kadınlar da Kumkapı Barmeni kilisesine gönderildi. Yalnız Mikael bulunamadı. Eylülün on yedisinde Kirkor ile Serkiz darphâneden Bostancıbaşı hapishanesine nakledildiler; Mikailin de Yeniköyde bir Rum balıkçının evinde gizlendiği haber alındı, bu ayın 29 uncu günü de o tutuldu. Düzoğulları yerine darphâne sarrafı tâyin edilen Kazaz Artin, ve-linimetzâdelerini ya kurtaramadı, yahut da, o sırada Ermenileri birbirine düşürmüş olan katolik meselesi ve Düzoğullarınm katolik olması, Kumkapı kilisesine bağlı mutaassıp bir Ermeni olan Artini böyle bir teşebbüsten ala-koydu; en kuvvetli bir ihtimal da, bütün zekâ ve cesaretine rağmen, Artin, Halet Efendinin Düzoğullarına çevrilmiş kin ve gazabı karşısında kendisini çok zayıf hissetti. (B.: Halet Efendi). Düzoğullarınm mühürlenen meskenleri birer birer açılarak mobilya ve sandık eşyalarından bahçedeki ağaçlarına varıncaya kadar müzayede ile satıldı. Hazineye borçlu olan sarrafların yalı ve konaklarının her birinde nadide eşya ile âdeta birer küçük hazine bulundu, öyle ki tasmaları kıymetli inciler, zümrüt ve yakutlarla tezyin edilmiş hamam nalınları çıktı. Teşrinievvelin dördüncü cumartesi günü sabahı erkenden Kirkor ile Serkizin darphâne önünde boyunları vuruldu. Amca Mıgırdıç ile ortanca kardeşlerden Mikael de Yeniköydeki yalılarının pencerelerinde asılarak idam edildiler.

Ancak onyedi gün sadaret kethüdalığı yapabilen Abdurrahman Feyzi Bey de Düzoğulla-n meselesi üzerine tevkif edildi, konağı ve yalısı mühürlendi, birkaç gün sonra Dimetokaya sürüldü ve orada idam edildi. Kadınlı erkekli diğer mevkuflar da birer tarafa sürgün edildi. Karabet, Agop ve Bogos Kayseri civarındaki Surp Karabet manastırına, enişteleri Aleksanoğlu Ohannes ile üç kardeşi Niğdeye, diğer enişteleri Osep Gameıyan Midilliye, yengeleri Maryana

kadın ile oğlu Artin îstanköye, Aznavuroğlu Osep ile iki kardeşi Limniye, Düzoğullarınm damadı Tıngıroğlu Artin ile kâtibi Kıbrısa, küçük Ohannes Rodosa, Düzoğullarınm tevkif e-dildikleri gece evlerinde bulunan katolik rahibi İstepan Limniye gönderildi. Ermeni zenginlerinin katolik mezhebine temayülleri Ermeni kilisesini endişeye düşürüyordu, katolik Ermeni ruhbanını himaye edenlerin başında bulunan Düzoğullarınm felâketi, Kumkapı Kilisesine geniş bir nefes aldırdı. Bundan başka katolik ermeni rahipleri de «Kolejliler» ve «Appayanlar» diye düşman iki zümreye ayrılmışlardı; Düzoğulları bunlardan ikincilerin hâmisi idi; idam edildikleri gün kolejli rahiplerle taraftarları, Davidyan Andonun Kandillideki evinde parlak, bir ziyafet sofrasının etrafında toplanmışlardı. Kumkapı patriki Bpgos Efendi ise büyük bir asalet göstermiş, Kandilli ziyafetini takbih ettikten başka Kayseri başpapazına bir mektup göndererek Düzoğullarma hürmet ile muamelede bulunulmasını tavsiye etmişti.

Kazaz Artin Düzoğullarından yalnız Yera nuhi ve Dıruhi hanımları sürgün felâketinden kurtarabilip Yenikapıdaki evine almıştı.

i

Düzoğullarınm Kuruçeşmedeki yalısını Halet Efendinin sarrafı Ishil satın almıştı; bu yalı, Halet Efendinin de nihayet ikbalden düşerek menfasında idam edilmesiyle hükümet tarafından müsadere edilmişti; Kazaz Artin yalıyı hemen satın almış, döşetmiş, anahtarlarını da hediyelik nefis limonlarla doldurulmuş bir sepet içinde aile ocaklarının kurulacağı müjdesi olarak Düzoğlu hemşirelere takdim etmişti.



•• ••'^M&vfâfc- j

1823 de Düzoğulları affedilmiş, 15 nisanda îstanbula dönen Karabet, Agop ve Bogos kardeşler de doğruca Kazazın evine indirilmişlerdi J bir müddet sonra da kızkardeşleriyle beraber Kurueşçmede yerleşmişlerdi.

•:v.\--V: *">:~ •"' : >^^'f-^MP£i";'7*^

Düzoğullarınm kütüphanesi 1940 - 1945 arasında Beyoğlunda kitabcı Kohen kızkardeş-ler tarafından satın alınmıştır.



Hüsnü KINAYL1

Bibi. : Şânîzâde, Tarih III; Cevdet Paşa, Tarih:

XI.

DÜZ SOKAK'— 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Kadıköy Kazasının merkez nahiyesinin Rıhtım ve Yeldeğirmehi semtleri sokaklarından; adı geçen rehberin 29 numaralı paftasında Kadıköy - Haydarpaşa Rıhtım Caddesi ile bir yarma içinden geçen demiryolu boyu arasında uzanır; bu Düz Sokak ile Haydarpaşa Çayırı Sokağı arasında Çeltikçi Sokağı ismi ile ve yine bu Düz Sokak ile Rasim Paşa Sokağı arasında Akif Bey Sokağı ismi ile birer aralık sokak vardır; ve Düz Sokak, Yeldeğirmeni Sokağı, Taşlıbayır Sokağı, Yeldeğirmeni Karakol Caddesi ve Kırkâhyası Sokağı ile dört yol ağız-' ları yaparak kesişir. 29 numaralı paftanın bu noktası çok yanlıştır; şöyle ki: l — Yerinde Düz Sokak, Rıhtım Caddesinden başlamaz. Rasim Paşa Sokağı üzerinde ve rıhtıma nisbetle hayli geride bir noktadan başlar, yâni Rasim Paşa Sokağı ile demiryolu boyu arasında uzan maktadır; 2 — Çeltikçi Sokağı da Düz Sokak ile Haydarpaşa Çayırı Sokağı arasında değil, Rasim Paşa Sokağı ile Haydarpaşa Çayın Sokağı arasındadır.

1967 Şubatında Düz Sokak iki araba rahat geçecek genişlikde, kabataş döşeli ve bozuk bir yol idi; Rasim Paşa Sokağı üzerindeki kavuşağından Yeldeğirmeni Sokağı ile olan dört

yol ağzına kadar hafif meyilli bir yokuş olup, o noktadan demiryolu yarmasının üst kenarına kadar düzlükde uzanmakta idi, 2 - 3 katlı eski kagir ve yeni beton binalar arasında üç dört tane de eski ahşap evlerden kalmışdır; on-,dan fazla da arsa bulunmakta idi.

Salim ERDEM

DÜZ TABAN — «Düztaban; ayak tabanının oyuk, muakkar (köprülü) olmayıp dua olanı» (Kaamusu Türkî); ayak tabanının düş oluşu kadimden beri sahibi için özür bilinmiş, hattâ «düz taban» halk ağzı deyim «Uğursuz adam» anlamında kullanılır; meselâ yolculuklarda türlü aksiliklerle karşılaşıldığı zaman: «içimizde bir düztaban var!..» denilir.

DÜZYOL SOKAĞI — Boğaziçinde Arna-vudköyünün sokaklarından; köyün üst kısmında, sırtda, Sekbanlar Sokağı ile Beyazgül Sokağı arasında uzanır, Dubaracı Sokağı ile kavu-şağı vardır. 1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 21/2). Sekbanlar Sokağı tarafından gelindiğine göre kabataş döşeli bozuk bir yol olarak başlar, Dubaracı Sokağı kavuşağım geçince, adı ile tezad teşkil eden merdivenli bir yol olarak Beyazgül Sokağına kavuşur (Mayıs 1966)



Hakkı GÖKTÜRK'

İSTANBUL

4830.



EBCİOĞLU (Hikmet Münir)



röportajlar yayınladı. İstanbul Radyosuna girdi, skeçler ve diyoloğlar hazırladı, spikerlik yapdı; 1942 de Ankara Radyosuna alındı^ ve yirmi yıldan fazla orada kaldı; bu arada Ba-sjn-Yayın Umum Müdürlüğü tarafından hazırlanan kültür filmlerinde konuşdu; Ankara Radyosunun baş spikeri oldu. 27 Mayıs 1960 hükümet darbesinde tevkif edilerek Yassıada'-ya götürüldü, orada iki ay kaldı, Yüce Divan adı verilmiş fevkalâde mahkeme H.M. Ebcioğlunun mikrofonda okuduğu metinlerden so-

EARHABT (Amelia) — Ünlü Amerikan kadın havacısı; 1898 de Kansas'da Atchison kasabasında; bir genç kız iken pilot olmak isteğine ailesi izin vermediğinden uçuş dersleri almak için kürklü paltosunu satmak zorunda kalmıştı; uçuş izni aldıktan sonra havacılık âlemine kendisini bütün dünyaya tanıtacak cesaretle atıldı; 1932 de tek başına Newfound-iand'dan irlanda'ya uçarak Atlantiği aşan ilk kadın pilot oldu; 1935 de yine tek başına Ha-

Hikmet Münir Ebcioğlu (Resim: S. Bozcan)

Amelia Earhart (Resim: Douglas Rolf)
Ebüzziya Tevfik Beyin Yıldız Camii mihrabının üstündeki Kûfî Besmelesi (Fotoğrafdan Ömer Tel eli ile kopya)

wai adalarından Kaliforniyaya uçdu. Amerika Birleşik Devletlerinin «En uzun sürekli kıt'a-lar arası uçuş armağanı» ile National Geog-raphis Society'nin altun madalyasını aldı. 1937 de Amerikanın tanınmış havacılarından George Noonan ile birlikde bir Lockheed Electra uçağı ile dünyâ turuna çıkdı, Kaliforniyadan hareket ederek Atlantiği ağdılar; Avrupa kıt'a-sım aşarak Yeşilköy Hava Alanında îstanbula indiler; Amelia Earhart Atatürk'ün bir selâm mesajı ile taltif edildi. Fakat bu hava seyahati tamamlanamadı, bir felâketle bağlandı; Amelia Earhart'ın uçağı 1937 yılı temmuzunda Yeni Gineden Howland Adasına giderken Pasifik Okyanusunda kayboldu, gemiler ve uçaklarla arandı, en küçük bir izine rastlanmadı.

1931 de George Palmer Putnam ile evîen-rnişdi. Güzel bir yüze sâhib idi; dâima dağınık saçları ile çocuksu bir görünüşü vardı, pek çok kimse onu ünlü pilot Albay Lindberg'e benzetirdi.

Bibi.: American International Encyclopedia; B. Ol-ker, not.



EBÂBÎL SOKAĞI — Yukarı Boğazın Rumeli yakasında Büyükdere köyünün sokaklarından; köyün kuzey doğusunda, ana sahil yolu olan Çayır başı Caddesi ile deniz kıyısı arasında bir aralık sokakdır (1934 B. Ş. R. Pafta 23/Büyükdere). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Temmuz 1967).

EBÂEYYUB EL-ENSÂKÎ — (B.: Eyyub Sultan)

EBCİOĞLU (Fecri) — İstanbul Radyosunun hafif batı müziği plâk takdimciliğinde bulunan bir sanatçı; aşağıdaki satırları «Ses» mecmuasından alıyoruz: «... 1927 de İstan-bulda Cihangirde doğdu; lise tahsili gördü, sporla meşgul olarak kupalar, madalyalar aldı. Gağaloğlundaki ufacık odasında yüzlerce plâk ve band vardır; bütün gününü burada- geçirip batı müziğini Türkiyede tanıtmak için çalışmaktadır; «Hancı», «Yaban Gülü», «Can* baz Kızın Aşkı» ve «Yaman Gazeteci» gibi bâzı filmlerde fon müziğini hazırlamışdır». (1966) Geniş kültürünün ve batı müziği üzerindeki derin bilgisinin verdiği yetki ile münekkid lik yapdığı da duyulmuş, emsalsiz tenkid yazılarının birinde R.E. Koçu'nun «Acı Su» isimli kitabda toplanıp yayınlanmış şiirleri için: «Şd-irden başka her şeye benziyor» hükmünü verdiği bize nakledilmişdir; P. Ebcioğlunun san'-atcı hüviyetini tamamlayacak kıymet ifâde ettiği için bu kütüğe kaydettik.

EBCİOĞLU (Hikmet Münir) — Gazeteci, tanınmış radyo spikeri, sözcüsü; 1907 de İstan -bulda doğdu, Harputlu muallim Mehmed Ali Beyin oğludur. Gazeteciliğe tahsil hayatı içinde ingilizce mütercimi olarak başladı, sonra fıkra muharrirliği, yazı işleri müdürlüğü yap-dı, bilhassa Vakit, Haber ve Son Dakika gazetelerinde çalışdı! «7 Gün» mecmuasında da



Amelia Earhart'ın iki kişilik Lockheed Electra U.S. uçağı (Resim: Doııglas Rolf)


EBCİOGLü (Seyfi)

4840 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSl

4841 —



EBE


rumlu görmedi, serbest bırakıldı. Basm-Yayın ve Turizm Bakanlığı radyolar arası merkez program ve yurd içi enformasiyon teşkilâtı müdürü oldu. Bu satırların yazıldığı sırada (1967) Turizm ve Tanıtma Bakanlığının İstanbul il basın temsilciliğini yapmakda idi.

Gazeteci olarak Basın Şerefkartım taşır. Fransızca öğretmeni Türkân Hanım ile evlidir; iki çocuğu vardır, kızı Gülsüm ressamdır, İstanbul Radyosunda da spikerlik yapmaktadır; oğlu Kemal Ebcioğlu gitaristdir, hafif batı müziğinde besteleri plâk halinde yayınlanmışdır.



Bürhaneddin OLKER

EBCİOĞLU (Seyfi) — 1947 ile 1950 arasında hünerli ve şöhretli bir dolma kalem tamircisi; 1896 da doğmuşdur; 1916 da asker olarak Birinci Cihan Harbine iştirak etmiş, 1920 de terhis edilince polislik mesleğine inti-eab etmiş, 1933 de de polislikden ayrılarak dolma kalem tamirciliği ile iş hayatına atılmış-dır. Önceleri İstanbul rnerkez postahânesinin merdivenlerinde seyyar esnaf olarak çalışmış, sonra yine o civarda bir dükkâne||-ft girmişdir. 1947 yılında ;aylık kazancı yazıp 150 - 200, kışın 200-300 lira arasında idil Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.

Bibi.: Cemaleddin Bildiğin bir röportaj yazısı, Akşam Gazetesi, 1947.

EBE — Asıl mânası ile uzakdan ilgili olarak İstanbulun halk ağzı deyimlerine girmiş bîr isimdir, «Lâf ebesi», «Söz ebesi» çok konuşan, çok söyleyen karşılığı kullanılır. Hüseyin Kâzım Bey Maarif Bakanlığı tarafından basılmış Büyük Türk lûgatında halk ağzı şu tekerlemeyi darbımesel olarak kaydediyor:



Puştun sonu dedelik Orospunun sonu ebelik

İstanbulda bazı çocuk oyunlarında oyuna cezalı durumda katılana «Ebe» denilir, meselâ saklanbaç oyununda, saklananları arayıp bulacak olan çocuk «Ebe» dir; bir başka oyunda ise Ebe'nin gözleri bağlanır, gözleri bağlı çocuk arkadaşlarından birini yakalamaya çalışır ki oyunun adı da «Kör Ebe» dir. Aynı iş üzerinde çalışan kimselerin bir ahenk sağ-layamamasına, herkesin aklına geleni yapmasına bu oyundan alınarak «Körebe» denilir; misal: «On yıl evvel sattığım evden ötürü geçen yıl bir şerefiye vergisi geldi; o ev mülkiyetimden çıkmıştır diye itiraz ettim, komis-

yon itirazımı haklı buldu, tahakkuk amirliği de bu karara müruru zaman yokdur diye itiraz etti.» Bizim itirazımız müruru zaman meselesi midir? Açık, kesin haklar üzerinde körebe oyunu!..»

EBE, EBELER — «Gebe kadınları doğurtma san'atını icra eden kadın veya tabib; Ebe Kadın (Kaabile)» (Kaamusu Tür kî).

Yakın geçmişe kadar Türkiyede ebelik kadınlara mahsus bir iş idi.

Eski ebeler hep yaşlı başlı, saçı çoktan ağartmış, hemen hepsi bu zanaati anadan, nineden görüp kabullenmiş kadınlardı; bâzıları da kocası ölüp dulluğunda nafakasını yedirecek evlâd ve torundan mahrum kalınca; ebelikte karar kılmış takımdı.

Nineden, anadan mirasa konmıyan, altın bileziği bileğine sonradan geçiren takım, bu zanaati tanıdığı ebelerden öğrenir, ona yardım derken usta çıkar, mesleği tutardı. Bilgisi hep görenek, pratik; o vakitler mektep görme, imtihan verme, ruhsatname alma gibi şeyler yokdu.

Görgüsüz, acemi; cahil ebenin maazallah başlara derd açtığı; sürür ve şenlik içindekileri, dağlara, taşlara, döşek bozgunluğu ile yaslandırdığı çok görülürdü.

Ailece el üslûbluluğu denenmiş, birçok tâ->ze!eri kolaycacık kurtarmış; evdekilere övür olmuş bir ebe kadın varsa güçlük çekilmez, doğumdan aylarca önce peylenirdi. Faraza u-zun yıllar taşrada bulunulmuş ta öylesi mev-cud değilse hamilenin soyu sopu, candan komşuları doğumdan aylarca evvel bir araya toplanır, başbaşa verir, incesini ipe, kalınının çöpe dize dize en uygun olan ebeyi seçerlerdi.

Karar verildi mi, ayağına gidilip bildirildiği gün, bir iki okka kelle şekeri, en az bir okka çekirdek kahve götürmek de âdetti.

Bundan sonra peylenen ebe sık sık uğrayıp gebeyi yoklar, doğum vaktini az çok kestirir, bir hafta evvel yine gelerek, başkalarına kafiyen el sürdürmeksizin çocuğun kundağını hazırlardı.

Evlerden ırak keyfiyetler de var! Taze şeytana uyuvermiş. Kızoğlan kız, altı aylık gebe veya taze dul; yahud erkeği pinpon, gözü dışarıda bir hoppa. Binaenaleyh etrafa sızdırmadan gizlice doğuracak, alttarafı-nı bir biçimine sokacak; derhal emin, kapalı kutu, sır saklar ebelerden birinin tedariki el-

zem; bu makuule ebelerin ekserisi Balatlı, Hasköylü kadınlar; çoğu da o biçim gebeleri misafir kılığı altında getirip kendi evlerinde doğurturlardı.

Doğum alâmetleri belirmeğe, sancılar hafiften hafife başgöstermeğe başlayınca ebe kadına haber koşturulur, gündüz, gece, yağış, kar kıyamet demeyip, göbek kesecek çakısı, göbek bağlayacak pamuk ipliği, mengene tozu bulunan çantasını alır almaz seğirtir gelir, dört ayaklı, kısacıcık, tahta ebe iskemlesini de gebe tarafının bir adamı, uşağı taşır, getirirdi. .Yine etrafta yaygaralarla karışık, türlü tür-vecâdan kıvranan lohusanın etrafında; kapı önlerinde, sofalarda okuyup üflemeler, evliyalara adaklar, türbeler nezirler yapılırdı.

Bu heyecanlı anlarda patavatsızın biri de ortalığı birbirine katabilirdi: Lavta (zor doğumlarda çocuğu ana rahminden almaya mahsus bir âlet, bu âleti kullananlar erkek hekimler olduğu için onlara da halk ağzında Lavta denilirdi.) Bunun üzerine her ağızdan bir lâf çıkardı: «İmkânı yok, erkeği razı olmaz. Lavta diye kazık kadar adamı mı yanına sokacağız? Alimallah kocası talâkı selâse ile boşar».

Şom ağızlılar da bulunurdu: «Çocuk ters ini geliyor, yoksa canipden mi nedir? Bu geliş lavta harcı değilse arap olayım» derdi.

Yine etrafta yaygalarla karışık, türlü türlü teraneler: «Hep bir ağızdan dön dön baba, hacılara gidelim, lokum şerbet içelimi soyliye-lim!»; «Sekiz on cevizle iğne iplik getirin. Oğ-lansa cevizleri görünce oynamak için, kız ise iğne ipliği görünce dikiş dikmek için doğrulur yahu!..»; «Bakın, şu duvara yazıyorum; gidişat lavta istiyor, dediğim çıkmazsa bütün mahalleli toplansın, hak tu diye yüzüme tükür-sün!..».

Bu gibi kestirişlerin yüzde onu çıkar, şaşı-np iki eli böğründe kalan ebenin de lavtaya lüzum göstermesi üzerine tazenin kocasına anan yahşi, baban yahşilerle yalvarıp yakarı-lır, o da lavta kişinin Vâhid Bey, Pavlaki Paşa gibi saçlı sakallı olmak şartiyle getirilmesine razı olur, lohusa kaza berzahından kurtulurdu.

Çocuk doğar doğmaz, kuru kalabalık avazı basardı: «Müjde!. Bir oğlumuz (veya bir kızımız oldu!..».

Herkes sevinç içinde. Büyüklere, ihtiyarlara tebşirde. Tekrar okuyup üflemeler; adak-

ları, nezirleri edalar; fukaralara sadakalar; köpeklere ekmek doğramalar; varlıklılar da koç, varlıksızlarda horoz kurban etmeler...

Ebe kadın sabiyi kavrar, sesi güzel olması için göbeğini uzunca keser; yıkar, tuzlar; gözlerine limon sıkar, tatlı dilli olmasr için de ağzına şeker sürer; kundaklayıp yaşlılardan başlıyarak herkesin kucağına verirdi. Hepsinden ayrı ayrı ceplediği bahşişler kundağın araşma sokulur; bir kat entarilik, birkaç kalıp sabun da bir bohçaya konup peşkeş çekilirdi.

Mürüvveti! zenginlerin ebe kadına hediye ve bâ!hşişîerflse pek üstün olurdu. İçinde şu kadar altın bulunan ebelik hakkı keseden başka elmas yüzük, küpe, samur kürk verilirdi.

Sanatında mahir, uğuru ile tanınmış ebe kadınların çoğu da gaayet mağrur olurdu; nâzından durulmaz, gözünün üstünde kaşın var denilmez, suratından düşen bin parça olurdu; bundan ötürü: «Karnı burnunda, Gebe; burnu karnında, Ebe!..» denilirdi.

. Ebeliği tıb ilminin kanadı altına alan, ilk
ebe mektebini açan, Türkiyede fennî ebeliğin
ba.bası olan merhum Dr. Besim Ömer Paşadır
'B.: Akalın, General Besim Ömer, Cild 1. Say
fa 497) Sermed Muhtar ALUS

EBE, EBE MEKTEBİ, EBE OKULLARI — Memleketimizde ebeliğin tecrübeli ve yaşlı kadınların elinden ve bilhassa bir takım hurafelerin tesirinden kurtarılıp tıb ilminin bir kolu, bir meslek hâline getirilmesi 1838 den sonradır. O tarihte Galatasaray mektebi binasına taşman Mektebi Tıbbiyei Adliyei Şahaneye (Askerî Tıb Okulu) Viyanadan çağırılan Dr. A. Bernard (1808 - 1844) 1839 da bir «Eczacı Sınıfı», 1842 de de bir «Ebe Sınıfı» açmıştır. Buraya alınan ve ekserisi yaşlı gayrî müslim olan ebe kadınlar haftada iki gün özel bir öğretime ve kurslara tâbi tutulmuşlardır ve muvaffak olanlara ebelik diploması veril-mişdir. İşte bu suretle kurulan Ebe Mektebi ilk mezunlarını 1845 de vermişdir.

Bu maksatla çıkarılan ve azınlıkların dinî liderlerine gönderilen 20 Saf er 1258 (2 Nisan 1842) tarihli emirnamenin bu günkü dil ile özetlenmiş sureti şudur:

«Bir sene önce meslekî bilgileri kuvvetli elan iki ebe kadın Askerî Tıbbiye'ye getirilmiştir. Bunlar rahim hastalığına tutulmuş olan kadınları kapalı bir yerde muayene ettikten



Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin