Aya bak, yıldıza bak Şu karşıki kıza bak
tekerlemesini değiştirilmiş :
Aya bak, havaya bak Şu karşıki tavaya *bak
der olmuşdu : Bakkala : «Yıldız şehriyesi ver!..» demek tehlikeliydi.
Encümeni Teftiş ve Muayenede yalnız bir kişi celâdet göstermişdir ki o da Adanalk şâir Hayret Efendidir. Nâmık Kemâl Beyin tarihini o tedkik etmiş, üzerine «tab'ı caizdir» ibaresi yerine : «Tab'ı caiz değil, mustahab-dır» diye yazmışdı (B. : Hayret Efendi, Adanalı) .
Bir şâirin divânına Encümeni Teftiş ve Muayene izin vermemiş; devrin hiciv şâiri Eşref onu şu kıta ile teselli ediyor :
Alelamyâ çizerler her eserden bir takım yerler Edibim sammakim yalnız senin dîvânı çizmişler Geçen gün Encümende yok iken, Hayret, bütün heyet Arabca bir kitab zan eyleyüp Kur'anı çizmişler
1908 meşrûtiyetinin ilk işlerinden biri bu encümeni kaldırmak olmuşdur.
Osman Nuri ERGİN
ENCÜMENİ ÜLFET -~ Tanzimat devrinde garblıîaşma yolundaki hareketler arasında açılmış ilk kulübün adı; "kurucusu o devrin aşırı derecede zenginlerinden Mısırlı Mustafa Fâzıl Paşadır; hicrî 1278 (M. 1870-1871) de Çenberlitaş civarında zamanının güzel binalarından Âsim Paşa Konağında açılmışdır. Refik Ahmed Sevengil «İstanbul nasıl eğleniyordu» isimli eserinde şunları yazıyor :
«Tanzimâtı Hayriye ile veçhemiz garba çevrildikten sonra garbdan memleketimize gelen eğlencelerden biri de kumardır: Garb-îıiarın bu oyun ile iştigal yolunda kurdukları vd Clube (kulüb) adını verdikleri Avrupai müessese Türkiyede ilk defa 1287 de îstanbulda, hem de nefsi İstanbul semtinde açıldı; ki o sırada Âli Paşa sadrâzam, kulübün kurucusu
r
ENDAM AYNASI
5114 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
-- 5115 —
ENDERUN
Mısırlı Mustafa Fâzıl Paşa da Mâliye Nazırı bulunuyordu. Kulüb için Çenberlitaş civarında Asım Paşa konağı münâsib görülmüş -ve M. Fâzıl Paşa tarafından tefriş ve tanzim olunmuşdu, ve kulüb diye bir ecnebi isim münâsib görülmemiş, Encümeni Ülfet denilnıişdi. «Encümeni Ülfetin mükellef bir kileri ve Tiutfağı, mahir fakat müdhiş derecede müsrif bir aşçısı vardı; ustalığı kadar hırsız Di-mitro adlı bir Rumdu. Vak'anüvis merhum Ab-dürrahman Şeref Bey Fncümeni Ülfete da hil bulunan Sakız Ohannes Paşadan işitmiş olduğunu söyleyerek şu fıkrayı nakleder : Mustafa Fâzıl Paşa kulübde yabancı sefirlerden biri şerefine ziyafet vermiş, sofrada onbeş türlü yemek yenilmiş. Encümeni Ülfetin müdürü Andon Alik Efendi ziyafetin kaça mal olduğunu aşçıdan sormuş, Dimitro 15,000 demiş (150 altın); devrip ucuzluğu ve ziyafete iştirak edenlerin on beş kişiden ibaret olma* nazarı itibâra olınırsa kabul edilmez bir paradır. Andon F fendi aşçıdan aldığı hesabı paşaya verdiğinde Mustafa Fâzıl Paşa : — Şu bizim Dimitro çok idarelidir!., demiş.
«Encümeni Ülfete vükelâ ve rical ile mütemayiz rütbesini hâiz olan memurlar âza olarak kabul edilirlerdi. Âzası kulübün muhtelif salonlarında musahabe, mütalâa, taam ve oyun (kumar) gibi içtimaî zevklerle vakit geçirirlerdi. Türkiyede ilk muntazam kumar oynatılan yer bu ilk kulüb oluyor.
«Encümeni Ülfet bir sene kadar faaliyet-de bulunmuşdur. Âlî Paşa sadâretden çekildikten sonra resmî himayeyi kaybetti. Mah-mud Nedim Paşanın sadâreti zamanında ulemâ, kumarın cürüm olduğunu, böyle alenen göz önünde kumar oynatılmasına müsaade edilmesinin caiz olmadığını söyledi, Encümeni Ülfet hükümet tarafından kapatıldı.
«Sonraları Beyoğlımda sefirlerin, ecnebi malî müesseselerin direktörlerinin ve garb-perest Türklerin devam ettikleri kulübler açıldı...» (R. A. Sevengil, İstanbul nasıl eğleniyordu).
ENDAM AYNASI — Karşısındaki insanı başından ayağına vücudunun boyunca aksettiren büyük aynaların adı; eski toplum hayatımızda ancak zengin ve kibar harcı eşyadan idi: İstanbuîun mükellef konak ve yalılarının iç süsünde pek önemli bir yer alırdı;
ait kenarı umumiyetle zemine kadar inen endam aynaları ağır, şatafatlı çerçiveleri ile konağın veya yalmır uygun bir vp.ya bir kaç yerinde bir duvara, bina yapılır iken, iç sıvası, boyası, nakışları, kalem işleri, tavan ve duvar süsleri, yaldızları, resimleri ile birlikde, yerli, sabit olarak konulurdu.
Yobaz tabaka insan resimi; heykeli gibi aynaya bakmayı da günah sayarak; Bundan, yakın geçmişe kadar İstanbuîun Müslüman -Türk evlerinin bir kısmında, endam aynası değil, bir ayna kırığı parçası bile bulunmazdı. Yine eski bâtıl inanca göre gece aynaya bakmak uğursuz sayılırdı; bundan ötürü evlerin ve konakların çoğunda konsol, duvar ve endam aynalarının üzerine geceleri bir örtü atılırdı (B. : Ayna, cild 3, sayfa 1605). Son büyük divan şâirlerinden Muhiddin Râif Beye atfedilen aşağıdaki beyit'in asıl şeklini çok değiştirmiş olacakdır :
Hamzi gece ben açmak düesem sinesini Olmaz gece aynaya bakılmaz derdi o!..
Besleme, halayık, uşak olarak kibar ka-pularına giren aşağı tabakalardan gençlerin en büyük meraklarından biri, konak ve yalılarda bir endam aynasının karşısında durup kendisini saçının telinden ayağının tırnağına seyretmek olurdu, ve bundan aslaa bıkmaz-lardı. Aşağıdaki kıt'a Tatar iskender adında bir tulumbacı için yazılmışdır :
Daldığı koca konak cayır cayır yanarken Bir endam aynasında görmüş de bir semender, Düşmüş dâmeni dile bir sereri süz efken Kendi nefsine âşık olmuş Tatar İskender
(Bitli Tevfik)
ENDAZE —- Türkiyede metrenin kabulünden önce arşın ile birlikde kullanılmış bir uzunluk ölçüsü; l endaze uzunluk metre hesabına göre 60 santimdir.
Halk ağzında mecazen akıl, hesab, mantık, düzgünlük karşılığı kullanılır : «Endazesiz konuşur», «Lâfı endazeye gelmez».
Dilberlerin tasvir ve tarifeleri yolunda da boyları için «üç endaze» tâbiri kullanılırdı :
Bir yârim var efendim külhenî serkeş 'beta Levendâne nümayiş, pır pırılıkda yekta
Kaametî şimşâdını eşcâra teşbih hatâ Nurdan bir direkdir M tastamam üç endaze
Aşağıdaki kıt'alar da Enderunlu Vâsıf'ın alay yollu yazılmış bir şarkısmdandır :
Kaddime yokdur uyar Sanki topaç bir hıyar Ölçdü terzi ihtiyar Bir buçuk endazeyim
Saçlarım güya ke:en İki elim kerpeden İşte arşın işte ben Bir buçuk endazeyim
Onsekizinci yüzyılın ilk yarısında Büyük Kapalı Çarşıda gaayetle dilber ermeni asıllı bir bezzaz çırağı da Istanbulda Gümüşendâze lâkabı ile şöhret bulmuşdu ve bir müslüman kadınla zina suçu üstünde yakalanarak îdam edilmişdi (B. : Gümüşendâze).
ENDAZE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Yeşilköyün sokaklarından; bu köyün orta bölgesinde 14 Nisan Caddesi ile Serbesti Caddesi arasında uzanır (1934 B.Ş.R. Pafta 13); yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1968, Mayıs).
ENDERUN, ENDERÜNU HÜMAYUN •— Osmanlı pâdişâhlarının îstanbulda dâimi ikâmetgâhları olan Topkapusu Sarayında Bâ-büssaade (B. : Bâbüssaade, cild 4, sayfa 1765) ile Hasbağçe Kapusu (Zamanımızda sarayın Gülhâne Parkına açılan büyük kapusu) arasında kalan ve Üçüncü Avlu, Dördüncü Avlu ve Beşinci Avlu isimleri ile anılan avlular ile bu avlularda bulunan binaların heyeti umu-miyesine verilmiş bir isimdir; bu muazzam sarayın selâmlık kısmının bir parçasını teşkil eder (B. : Topkapı Sarayı. Saray geleneğin-ce pâdişâh Haremden sabah namazı vaktinde çıkar, sabah namazını Enderun halkının teşkil ettiği cemaatle Ağalalr Camiinde kılar*, günlük hayatının büyük bir kısmını Enderu-nu Hümâyundaki köslerden birinde, yahud sarayın Birûn denilen kısmında deniz kenarındaki birinde geçinirdi (B. : Haremi Hümâyun; Alay Köşkü, cild 2, sayfa 582; Cebeciler Köşkü, cild 6, sayfa 3406; İncili Köşk).
Enderunu Hümâyunda bulunan muhtelif devirlerde yapılmış binalar şunlardır :
Üçüncü Avluda — Arz Odası (cild 2, sayfa 1078), Ahmed III. Kütübhânesi (Cild l, sayfa 298), Ağalar Camii (Cild l, sayfa 247), Has Odalar Koğuşu, Hırkai Saadet Dâiresi, Kilerli Koğuşu, Hazîne Koğuşu, Şef er H Koğuşu, Selim II. Hamamı, Fatih Sultan Mehmed Köşkü (Bütün bu isimlere bakınız).
Dördüncü Avluda — Sultan İbrahim Kameriyesi (İftariye), büyük havuz taşlığı, Bağ-dad Köşkü (Cild 4, sayfa 1804), Revan Odası, Sofa Köşkü yahud Mustafa Paşa Köşkü, Başlala Kulesi (cild 4, sayfa 2195), Lala Bağ-çesi, Esvab Odası, Mecidiye Köşkü, Sofa Camii (Bütün bu isimlere bakınız).
ENDERUN, ENDERUNU HÜMÂYUN
AĞALARI, ZÜLÜFLÜ AĞALAR — Bir Osmanlı Pâdişâhının günlük hayatının büyük kısmı Enderunu Hümâyundaki köşklerden birinde geçerdi.
Pâdişâhların zâti hizmetleri geniş teşkilât kurulmuş, Enderunu Hümâyunda «Enderunu Hümâyun Ağaları», «Enderunu Hümâyun Gilmanı» veya «Zülüflü Ağalar», «Ağa-. yânı Zülüfkeşân» adı altında binden fazla iç oğlanı toplanmışdı.
Küçük yaşlarda saraya alınan bu oğlanların, devrin en kıymetli hocaları elinde tahsil ve terbiyelerine fevkalâde dikkat edilmiş-dir.
Bir Zülüflü Ağa sarayda hizmet ettikten sonra bir devlet memuriyetine tâyin edilirdi. Saraydan pek genç yaşında en yüksek memuriyetlerle çıkanlar olmuşdur.
Yaşı ne olursa olsun, bir Zülüflü Ağa ev-lenemezdi. Aile kurmak için de bir gün saraydan çıkmak daima özlenen bir şeydi.
Gençliğinde bir saray iç oğlanı iken sad-rıâzamlığa kadar yükselmiş ve koca İmparatorluğun mukadderatını eline almış tam altmış kişidir. Bir İmparatorluğun beşyüz senelik tarihinde, sarayın dışındaki çeşitli feyiz kaynakları düşünülecek olursa, bu altmış rak-ramı çok büyük kıymet ifade eder. Yine unutmamalıdır ki, bu altmış kişinin içinde tarihimizin en büyük vezirleri vardır.
Bunun içindir ki evlâdının saraya alınması bâzı ebeveyn için oğluna parlak bir istikbal temini bilinirdi.
Osmanlı sarayının iç oğlanlarına lâkabını vermiş olan «Zülüf», Enderunu Hümâyun tu-
ENDERUN
— 5116 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5117
ENDERUN
valetinde bir alâmeti farika idi. Sırmadan örülmüş olup sırmalı Enderun serpuşuna merbut idi. İki omuz hizasından göğse doğru sarkardı.
Zülüflü Ağalar, yaşlarına, kıdemlerine, hizmetlerine göre dört koğuşa ayrılmıştı. Bu koğuşun isimleri aşağıdan yukarıya :
Seferli koğuşu
Kiler koğuşu
Hazine koğuşu x
Has Oda idi.
Enderûnu Hümâyûn Bâbüssâadeden içeriye atılan ilk adım ile başlar demiştik. Bâ-büssâadenin muhafazası ak hadım ağaların elinde idi. Amirleri de Bâbüssâade Ağası unvanını taşırlardı, sadece Kapu Ağası da denilirdi.
Birer ak hadım olan Ağaları sarayın kuruluşundan Üçüncü Sultan Ahmed devrine kadar bütün Enderûnu Hümâyun halkının da en büyük zabiti, âmiri idi, dolayısı ile bütün Zülüflü Ağalar da onun emrinde idi. Üçüncü Ahmed devrinde Enderûnun en büyük âmiri mevkiine Zülüflü Ağaların en büyük zabiti olan «Silâhtar Ağa» geçirilmiş; Silâhtar Ağa, Pâdişâhın en yakını, mahremi olarak Kapu Ağasının üstünde sayılmışdır.
Zülüflü Ağaların sayısı bir rakam ile tes-bit edilememişdir; 9 -10 yaşlarındaki çocuklardan ellilik olgun adamlara kadar bine yakın, bâzan üstünde bir kadrosu olmuşdur.
Çeşitli yaşlarda bu bin kişi, bin erkek, bir pâdişâhın günlük hayatının çeşitli hizmetlerini görürlerdi ve yukarıda isimlerini kaydettiğimiz koğuşlara kabiliyet, yaş ve kıdem kıymetlerine göre taksim edilmişlerdi. Bu dört koğuş, zekâ, gayret ve himmet sahihlerine zamanın en sağlam tahsilini temin eden yatılı bir saray mektebinin dört sınıfı idi. Sıkı bir disiplin altında saray terbiyesi ile yetişen Enderûnun Zülüflü Ağaları hüsnühâl, malûmat ve istidadlanyle Seferli koğuşundan Kiler koğuşuna, oradan Hazine koğuşuna hazine koğuşundan da Has Odaya kadar yükselirdi.
İlk üç koğuşun iç oğlanı mevcudu devir devir değişmiştir, saray protokoluna göre muayyen bir kadrosu yoktur. Has .odaya gelince, mevcudu kırk Zü'üflü Ağa olarak tesbit edilmişti, ne bir eksik, ne bir fazla...
Has odada bir yer açıldı mı, Hazine Ko-
ğuşunun en kıdemlisi Has Odaya alınırdı. Fakat Pâdişâhlar, daha aşağı koğuşlardan, hattâ acemilerin bulunduğu Seferli Koğuşundan dahi dilediği çocuğu veya genci Has Odaya aldırtabilirdi.
Acemiler, Lalalar — Enderûnu Hümâyuna alınan bir çocuk veya küçük delikanlı evvelâ Seferli Koğuşuna kaydedilirdi ve kendisine «Acemi Ağa» denilirdi . Koğuşun büyüklerinin elleri öptürülürdü, otuz yaşını aşmış, bilgisi ve terbiyesi ile temayüz etmiş eski ağalardan biri de bu acemi ağaya «lala» (müreb-bî) tâyin edilirdi.
Acemi ağa lalasına hürmet etmeye, onun her sözüne, emrine itaate mecburdu. Lala ile acemi arasında derhal bir ağabey ile küçük
kardeş muhabbeti, alâkası teessüs ederdi.
Disiplin ve Terbiye — Enderûna yeni alınmış acemilere lala tâyin olunan ağalar, ellerine teslim edilen çocuğun tahsil ve terbiyesiyle yakından ve çok ciddî olarak meşgul olmaya hem mecbur idiler, hem de bir genç yetiştirmek haysiyet ve şeref meselesi bilinirdi.
Lalalar acemisine evvelâ İslâm âdabını, Kur'an okumasını, din akidelerini ve yazı öğretirdi. Kendi iktidarı dahilinde ise, Arabca ve Farsça öğretirdi. Yahut sarayın Arabî ve Farisî muallimlerinin derslerine gönderirdi. Çocuğun istidadını yoklar, musikîye hevesi varsa meşkhâneye yazdırırdı. Bâzan lala kendisi musikişinas olurdu, o zaman acemisini musikîye bilhassa teşvik ederdi. Çocuğun hevesi, binicilikte, kemânkeşlikte, silâhşörlükte ise, bu sahalarda inkişafına delâlet ederdi.
Enderûnu Hümâyunda en büyük kusur, asla effedilrnez kusur atâlet ve tembellik, bir ilme veya bir san'ata lıeves etmemekti.
Hırsızlık, velev ki arkadaşının bir çöpünü çalsın, işret, velev ki ağzına bir katre koysun, ve bir arkadaşa, bilhassa küçükler arasından, güzel bir çocuğa karşı kötü duygular beslemek, saraydan tard sebepleriydi.
Ağır bir suç işleyerek saraydan tardına karar verilen bir Enderûnlunun evvelâ zülüfleri kopardır ve serpuşu alınır, sonra da elbisesinin yakası yırtılarak bir meydan dayağına yatırılırdı. Hükmedilen şu kadar sopayı yedikten sonra saraydan atılırdı. Matrud, saray kapusundan yakası yırtık ve yalın ayak çıka-
rılırdı. Tard kararı ekseriya bir de sürgün hükmüne bağlanır, saraydan kovulan Ende-rûnlu Istanbulda tutulmazdı. Esasen saraydan kovulmuş bir genç büyük şehirde kimsenin yüzüne çıkamazdı.
Seferli Koğuşu — Saray iç oğlanlarının en gençleri, hattâ çocuklar bu koğuşda idi, baş vazifeleri Pâdişâhın çamaşırlarının bakımı idi. Pâdişâhın çamaşırlarını yıkarlar, saray usûlüne göre durup katlarlar, ayrı ayrı bohçalara koyup sandıklarda, dolaplarda muhafaza ederlerdi.
Sarayın berberleri ve dellâkları da bu koğuşun dışarda hiç kimsesi olmayan fakir gençlerinden seçilirdi ve ustalar elinde yetiştirilirdi. «Mehter» adını taşıyan saray bandosu efradını da Seferli Koğuşunun gençleri teşkil ederdi.
Berber - Dellâklarm kıdemli zabiti «Ha-mamcıbaşı» bando şefi «Mehterbaşı» unvanını taşırdı; koğuşun en büyük zabitinin unvanı da «Çamaşırcıbaşı» idi.
Küer Koğuşu — Bu koğuşun iç oğlanları Pâdişâhın yiyecek ve içeceklerini hazırlar ve muhafaza ederlerdi. Pâdişâhın sofrasına mahsus kıymetli porselen takımları, altın tabaklar, sahanlar, kupalar bu koğuşda muhafaza edilirdi.
Geceleri sarayın ışıklandırılması da bu koğuş efradının vazifesi idi; şamdanları temizlerler, mumlarını diker, uyandırırlar, yanan mumun kömürleşen fitillerini hususî ve altun-dan yapılmış mum makasları ile keserlerdi. Pâdişâhın ekmeğinin çeşnisini tâyin ederler ve saray fırınında pişirilmesine nezâret ederlerdi. Muhtelif işler için takım takım ayrılmışlar, «ekmekçiler», «şerbetçiler», «turşucular», «şamdancılar» gibi isimler almışlardı; en büyük zabitlerinin unvanı «Peşkir Ağası» idi.
Hazîne Koğuşu — Bu koğuşdaki iç oğlanları hanedan hazînesinin muhafızları idi; ve hazînede muhafaza edilen Pâdişâhın esvabla-rına bakarlardı. İçlerinden bâzıları ehliyetlerine göre şu vazifelere seçilirlerdi :
Hazîne defterlerini tanzim eden «Yazıcı», Pâdişâhın günlük şahsî masraflarının hesabını tutan «Çantacı», çok kıymetli el yazması ki~ tablar bulunan saray kütüphanelerine bakan «Kütübhâneciler». Bu koğuşun en büyük zabi-
ti «Giyimbaşı» unvanını taşırdı.
Has Oda — Bu koğuşun iç oğlanlarının vazfîesi «Hırkai Saadet Dâiresi»'nin muhafaza sı ve temizlik hizmeti ile Pâdişâhın her gün yanında bulunarak doğrudan şahsına hizmet idi. Has Odalıların sayısı tesbit edilmiş idi, 40 kişi idi. Koğuşda yer boşaldıkça Hazîne Koğuşunun en kıdemli ağası Has Odaya alınırdı. Fakat Padişah, her hangi bir hâli hoşuna giden bir iç oğlanını, Seferli Koğuşunda, sarayın en acemileri, kıdemsizleri arasında da bulunsa, dâima yanında görmek için Has Odaya alabilirdi. Bu fevkalâde yükselme hemen hak olur, haşmetli hâmisi ölse de o Zülüflü Ağa artık aşağı bir koğuşa iade edilemez, yeni pâdişâh tarafından ancak yüksek bir devlet hizmeti ile saraydan çıkarılırdı.
Has Odalılar günlük hizmetlerine ya kıdem usûlü ile, yahud kaabiliyet ve liyâkatlerine göre tâyin edilir ve ayrıca bir unvan alırlardı. Has Odanın ve bütün Enderûnun (îç sarayın) en büyük zabitinin unvanı «Si-lâhdar Ağa» idi. Silâhdar Ağalar Enderunda Pâdişâhın en yakını, mahremi, has gözdesi idi. Bir pâdişâh öldüğü zaman silâhdarı saraydan muhakkak, ayrılmışdır.
Cüceler, Dilsizler — Enderunda bir de dilsizler ve cüceler vardır. Bunlar sarayda ayrı bir teşkilât değildi; Seferli, Kiler ve Hazîne Koğuşlarının Zülüflüleri arasındaki dilsiz ve cüce çocuklar ve gençlerdir. Bâzı ahvalde bu gibiler lüzum olduğundan, beden tenasübüne ve yüz güzelliğine bilhassa dikkat edilen Zülüflü Ağalar arasına gaflet eseri olarak değil, sureti muhsusada alınırlardı. Diğer kapu yol-doşlarının bütün kıdem ve terfi' haklarına aynen sâhib idiler, yalnız Has Odaya alınmak hakkından mahrum idiler. İçlerinde en kıdemlileri «Baş Dilsiz» ve «Baş Cüce» unvanını taşırdı. Fakat Baş Dilsiz, dilsizlerin ve Baş Cüce de cücelerin zabiti, âmiri değildi. Dilsiz ve cüceler, hangi Enderun koğuşundan iseler o koğuşun Zülüflüleri arasında ve o koğuşun günlük hayat nizâmı içinde yaşarlardı.. Bir kısmı, saraydaki rahatîarmı dışarda bulamı-yacakları endişesiyle ölünceye kadar sarayda kalırlardı.
Aylıklar, Bahşişler —- Sarayda Zülüflü Ağalara verilen- maaşa «Kaftan Akçesi» deni-
ENDERUN
5118 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
5119
ENDERUN
lirdi ve avâmî tabiriyle ancak bir tütün parası idi, senede üç yüz kuruş kadar bir şey tutardı.
Seferii, Kiler ve Hazîne Koğuşlarının Zülüflülerine senede birer defa da ayrı ayrı isimlerle Pâdişâh adına an'anevî bir bahşiş dağıtılırdı :
Kurban bayramlarında Pâdişâhın kendi eliyle keseceği kurbanları Hazîne Koğuşunun Zülüflü Ağaları tezyin ederdi, bu vesile ile Hazînelilere «Kurban Akçesi» adı ile bir para dağıtılırdı.
Kiler Koğuşu Zülüflüleri Nisan ayında, koğuşlarının önüne koydukları sehpalara yerleştirilen kâselerde Nisan suyu toplar, sürahilere doldurulup Pâdişâha takdim ederler, onlara da «Nisan Suyu Akçesi» adı ile bir para verilirdi.
Seferii Koğuşu Ağalan da ilkbaharda, bâzı kokulu çiçekleri toplarlar, inbikten taktir ederler ve çiçek suları yapıp keza sürahilere doldurarak Pâdişâha verirlerdi, onlara da «Buhur Suyu Akçesi» adı ile bir İhsân-ı gâhâne çıkardı.
Saray düğünlerinde, bilhassa şehzadelerin sünnet düğünlerinde üç aşağı koğuşun Zülüflü Ağaları, takım takım türlü oyunlar hazırlarlar, gösterirlerdi, kendilerine bahşişler dağıtılırdı.
Meşkhânede musikîye çalışarak, sazende veya hanende olarak temayüz etmiş olanlar, mehterler, kemankeşler, biniciler, ciridciler, tüfekle keskin nişancılar, sık sık fırsat düşer, Pâdişâh huzurunda hüner ve marifet gösterirler, ihsan alırlardı.
Yazıya heves edip hattat olanlar levhalar yazıp Enderun erkânına ve Pâdişâha takdim ederler, saray kütübhanelerindeki nadide yazma eserleri Enderun erkânı için istinsah ederler, Mushafı Şerifler yazıp keza saray erkânı ile Pâdişâha takdim ederler ve kıymetli hediyeler, yüksek nakdî yardımlarla taltif edilirlerdi.
Her sene birer kat resmî üniformaları ve her sene iki takım iç' çamaşırları saraydan verilirdi.
Müezzin ağalar, hafız ağalar bilhassa Ramazanda ayrıca ihsan alırlardı.
Cüluslarda cülus bahşişi çıkardı.
Ve nihayet Zülüflü Ağalar arasında kişizade, zengin olanlar da kapu yoldaşları olan
garib, kimsesiz ağaları, izzeti nefislerini rencide etmemek suretiyle nakdî yardımlarla, türlü hediyelerle korurlardı.
Nanpâre — Zülüflü Ağalar arasında devlet memuriyetine «Nanpâre» denilirdi. Yaşları ne olursa olsun, Enderûndaki mevkileri ne kadar yüksek olursa olsun, Zülüflü Ağalar ev-lenemezlerdi. Her genç erkeğin bir hayat arkadaşı ile bir yuva kurması dünya hayatında asıl hedeflerinden biridir. Onun içindir ki, sarayda iyi sıfatlarla temayüz etmek, çalışkanlığı ile, bir hüner ve marifetle, ilm-i irfan ile nazarı dikkati celbetmek, sarayda sür'atle yükselmek ve nihayet otuz yaşlarında saraydaki memuriyetinin şâni ile denk bir nânpâ-reye nail olmak Zülüflü Ağaların hayat ideali idi.
Koğuş Hayatı — Enderûnu Hümâyunda «gün» şöyle başlardı :
Sabah namazı vaktinden iki saat evvel koğuşların gece nöbetçisi olan ağalar, hamamları yaktırır ve hamamcıları kaldırırdı. Sonra koğuş zabitini uyandırırdı. Koğuş zabiti, bütün Müslümanların ve bilhassa sarayda hizmet edip de âhirete göçmüş olanların ruhlarına bir fatiha okuyup hediye ederek, gayet iri bir çivide asılı duran kapu tokmağı şeklinde bir demiri alır ve o çiviye üç defa pekçe vururdu. Bu, koğuşta kalk işareti idi. Sonra koğuşun bir ucundan öbür ucuna yatakları birer birer dolaşır, bütün ağalara isimleri ile seslenirdi. Gusül abdesti almak iktizâ edenler hemen fırlayıp hamama koşarlardı.
Koğuş zabiti, yarım ssat sonra koğuşu bir kere daha dolaşır, bu sefer, ayaklarını yere vura vura yürür, ve hâlâ kalkmamış olanlara daha yüksek sesle seslenirdi.
Yarım saat sonra koğuşu üçüncü defa olarak dolaşırdı. Artık yataklarda fazla ten-perver olanlara uykusu pek ağır olanlar kalmıştır. Bu sefer yatanların yorganlarını açar ve elindeki teşbih ile sırtlarına bir kaç kere vururdu. Bu teşbih, bu iş için yapılmış, taneleri fındık büyüklüğünde tahtadan doksan dokuzlu bir teşbih idi. Sırtına bu tahta teşbihi yiyen artık uyanırdı. Böylece, sabah namazı vaktinde Enderûnu Hümâyunda uyur tek adam kalmazdı. Hamama gidip gelenler ve abdest alanlar yataklarını toplayıp üstüne otururlar,
içlerinden güzel sesli bir hafız yüksek sesle Kur'an okurdu.
Orta Kapuda kapucu olanlardan birine «Ezan Muhbiri» denilirdi. Ayasofya camiinde sabah ezanı okunmaya başlayınca, Orta Ka-punun gayet büyük olan demir halkasını vurmaya başlardı. Bu sesi bekleyen Enderûnun nöbetçi müezzini de Enderun koğuşlarının ortasında bulunan Üçüncü Ahmed Kütübhanesi-nin merdivenlerine çıkar, (bu bina yapılmadan Arz Odasının önünden) ezan okumaya başlardı. Bütün Zülüflü Ağalar koğuşlardan intizam ile çıkarak bu kütüphane yanındaki «Zülüflü Ağalar Câmii»'ne giderlerdi ve orada Pâdişâhı beklerlerdi.
Osmanlı pâdişâhlarının sabah namazlarını Zülüflü Ağalarla beraber cemaat ile kılması Fâtih devrinden kalmış bir saray an'anesi idi. Pâdişâh haremden, yanında Kızlar Ağası ve diğer zencî ve habeşî hadımağalarla gelirdi. Pâdişâhın, eğer varsa, yedi yaşından büyük olan oğullarının da sabah namazına babaları ile beraber ağalar camiine gelmesi yine tyir saray an'annesiydi.
Zülüflü Ağalar namazdan sonra koğuşlarına dönerlerdi. Pâdişâh da namazdan sonra hemen dâima dördüncü avludaki köşklerden birine giderdi.
Pâdişâh hizmeti nöbetine çıkmamış olan Zülüflü Ağalar, sabah namazından öğleye kadar ders ve müzakere, yazı ve musikî meşki ile meşgul olurlardı. Tahsile fazlasiyle hevesli olanlar, kendi harçlıklarından biriktirdikleri para ile bir kaçı bir araya gelip, ilmi kadar ahlâkı da tanınmış zevatı kendilerine hususî muallim olarak tutup saraya getirtebilirlerdi. Bu gibi gençler Enderûnun büyükleri ve haremdeki zengin hadımağalar tarafından da teşvik ve himaye görürlerdi. Kendilerine paraca yardım edildikten başka kıymetli kitab-lar hediye edilirdi; o çocuk, o genç üzerine pâdişâhın nazarı dikkati çekilirdi, ve onun da ihsanı şahanesi temin olunurdu.
Öğle namazı yine Zülüflü Ağalar Camiinde cemaatle kılınırdı. Bu namazda pâdişâh buhmmazdı.
Öğle ve ikindi _arası da ders ve meşk ile geçerdi. Binicilerle kemankeşeler de at ve ok tâlimi yapardı.
ikindi namazı da camiide kılınırdı.
ikindi ile akşam arası büyük teneffüs zamanı idi. Silâhdar Ağadan izin alınarak meydanda top ve tomak oynanırdı.
Akşam ezanına bir saat kala, üç aşağı koğuşun kapu perdeleri indirilir, çocuk ve genç ağalar koğuşlara sokulurdu. Güzel sesliler Kur'an okumaya başlar, herkes yatağının üstüne oturarak Kelâmullahı dinler, böylece namaz vaktini beklerlerdi. Akşam ile yatsı arası da koğuş arkadaşları arasında ders müzakeresi veya ilmî bahisler üzerinde sohbetle geçerdi.
Pâdişâh, öğle, ikindi ve akşam namazını, Enderûnde dilediği yerde ve ekseriya yakınlarından ve o gün hizmetinde bulunan oğlanlardan mürekkep küçük bir cemaatle kılardı. Pâdişâh yatsı namazını haremde, Zülüflü Ağalar da kendi koğuşlarında ve koğuş yoldaşlarından mürekkep bir cemaatle kılardı. Her koğuşun yaşça en büyüğü, ilim ve fazileti ile temayüz etmiş olanı imam olurdu. Yatsıdan sonra kahvaltı edilirdi, büyükler uykuları gelinceye kadar taşlıkta gezinir, sohbet eder, çocuklar koğuştan çıkarılmayıp gece kahvaltısından sonra yatırılırdı.
Enderûnu Hümâyunun Zülüflü Ağalarının asırlar boyunca devam etmiş an'anevî disiplini, bir anarşi devri olan Üçüncü Sultan Selim zamanında bozuldu; Müverrih Cevdet Paşa bu devrin Enderun Ağalarının hâlini çok acı bir dille anlatıyor. Enderûnu Hümâyunda disiplin namına bir şey kalmadı. Tahsile, maa-rifete rağbet kalmadı, onun yerini pehlivanlık, lobutculuk aldı. O güzel güzel çocuklar, ter bıyıklı delikanlılar sırmalı saray esvapları ile sokaklarda lâübâliyâne dolaşmaya başladılar, kayıkçı ve tulumbacı kahvehanelerine girip oturdular. Yeniçerilerle, kalyoncularla, uygunsuz güruhundan baldırı çıplaklarla diz dize, omuz omuza yârenlik ettiler. Namus erbabı pek haklı olarak : «Sultan Selim nerede?.. Bu hamiyetsizlik olur mu?..» demeye başladı.
Enderûnun bu kadim teşkilâtı 1826 da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından az sonra İkinci Sultan Mahmud tarafından tamamen değiştirildi. Kadim saray kıyafeti setire pantalonla değiştirildi ve Enderun Ağalarına «Hademci Hassa» adı verildi.
Notlar — Enderûnu Hümâyun'da Zülüf-
L
Dostları ilə paylaş: |