İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı
Besim: Preziosi'nin suluboya tablosundan Sabiha Bozcalı eli ile
İSTANBUL ANSİKLOPE
İSTANBUL'UN: CAMİ, MESCİD, MEDRESE, MEKTEB, KÜTÜPHANE, TEKKE, TÜRBE, KİLİSE, AYAZMA, ÇEŞME, SEBİL, SARAY, YALI, KONAK, KÖŞK, HAN, HAMAM, TİYATRO, KAHVAHANE,
meyhane".. bütün yapıları... devlet adamı, âlim, şair, sanatkâr, iş adamı, hekim, muallim, HOCA, DERVİŞ, PAPAZ, KEŞİŞ, MECZUB, NEVCİVAN, NİGÂR, HANENDE, SAZENDE, ÇENGİ, KÖÇEK, AYYAŞ, DERBEDER, PEHLİVAN, TULUMBACI, KABADAYI, KUMARBAZ, HIRSIZ, SERSERİ, DİLENCİ, KÂATİL.. BÜTÜN ŞÖHRETLERİ. DAĞI, BAYIRI, SUYU, HAVASI, MESİRELERİ, BAHÇELERİ, BOSTANLARI, VE İLÂH.. BÜTÜN TABİAT GÜZELLİKLERİ VE COĞRAFYASI... SOKAKLARI, MAHALLELERİ, SEMTLERİ.. YANGINLARI, SALGINLARI, ZELZELELERİ, İHTİLÂLLERİ, CİNAYETLERİ VE DİLLERE DESTAN OLAN AŞK MACERALARI... İSTANBUL HALKININ DEVİR devir adet, an'ane, giyim veşamı... istanbul argosu.. istanbula ait resimler,
ŞİİRLER, KİTAPLAR, ROMANLAR, SEYAHATNAMELER... İSTANBULA GELMİŞ YABANCI ŞÖHRETLER...
Bu cildde: Ahraed AĞIN, Sâim Turgud AKTAN SEL, Sermed Muhtar ALUS, Osman Nuri ERGİN, Muzaffer ESEN, Ahmed Baha GÖKOĞLU, Ali NUzhet GÖKSEL, İhsan HAMAMİOĞLü, Vasıf HİÇ, Tev-fik KARKAN, Reşad MİMAROĞLU, Aziz OĞAN, Ferdi ÖNER, Hikmet Şinasi ÖNOL, Halûk Yusuf ŞEH-SUVAROĞLU, Hacı Şeyhoğlu Ahmed Kemal, Mahmud Yesârî, Osman TOLGA, A. Cabir VADA ve Nu-reddin YATMAN merhumlarla Engin Uluğ ALPAT, Mesud AYABAKAN, Ekrem Hakkı AYVERDİ, General Hakkı Râif AYYILDIZ, Nâşid BAYLAV, İhsan BİRİNCİ, Münir Süleyman ÇAPANOĞLU, Ali ÇAMİÇ, Kemal ÇİLİNGİROĞLÜ, Ali DÜNDAR, Fahri DÜN GELEN, Halici ERAKTAN, Salim ERDEM, Hakkı GÖKTÜRK, Şevket KARAKAŞ, Hüsnü KINAYLI, Mehmed KOÇU, Sami KURTULAN, Dr. Saadi Nâzım NİRVEN, Bürhaneddin OLKER, Kevork PAMUKCİYAN, HUmi RİT, Dr. Bedî ŞEHSÜVAROĞLU, Kerim YUND ve Erdem YÜCEL kalem arkadaşlığı etmişlerdir.
VE
Turan AÇIKSÖZ, Sabiha BOZCALI, Sabih BÜYÜKERBİL, Behçet CANTOK, Yasar EKİNCİ, Salim ERDEM, Tekin GÖKÇEN, Nezih İZMİRLİOĞLU, H. KUTAY, Nuriye NİRVEN, Bülend SEREN, Ömer TEL ve Hüsnü resim, harita, kroki, harita ve plânları yapmışlar, hattat Hâmid AYKAÇ arab asıllı türk yazısı ile birkaç parça* yazmışdır.
l.__243 resim, 7 tam sayfa resim, 62 plân, harita, nota ve yazı.
Yabancı dillere terceme hakkı ve türkçe baskı hakkı yalnız Reşad Ekrem Koçu'nundur.
£IRALAR_xfc YAYLACIK MATBAALARINDA BASILMIŞTIR
DOKUZUNCU CÎLD DiŞÇi — ERÎŞTECÎ SOKAĞI
KOÇU YAYINLARI MEHMED KOÇU
İSTANBUL 1968
Üstad Hâmid Aytaç'ın eli ile Cet! Divanî Besmele
Bu cildi 1968 yılında kaybettiğim velinimeti irfanım Ord. Prof. Ahmed Hâmid Ongunsu ile çekdiği tahammül sınırını aşan mihnet arasında ansiklopedimin resim, kroki ve plân işlerini ihmâl etmemiş aziz ve kadîs dostlarımdan ressam, kaligraf ve kartograf Behçet Cantok'un adlarına ithaf ediyorum.
R. E. Koçu
DİŞ — Hâneberduş argosunda esrar, esrar kırıntısı; (B.: Esrar; Dalga; Gonca; Nefes; Paspal; Sarıkız).
DİŞÇΗ «Mezardaki ölünün altın dişini söküp alarak satmayı iş edinen adam (hırsız)» (Ferid Devellioğlu, Türk Argosu). Dişçi, bir argo kelime değil, hırsızın bu sırtlan tipine zabıtaca verilmiş isimdir. Dişçinin nasıl çalışdı-ğı, tarif edilemeyecek kadar korkunçdur.
fosan BİRtNCİ
DlŞCİ, DtŞ DOKTORU, DÎŞCtLtK — Aşağıdaki satırları Türk Ansiklopedisinden alıyoruz : «...diş hekimliği okulu açılıncaya kadar Dişçilik sanatını cerrahlar, ve kendi kendine yâhud da görgüye dayanarak yetişmiş kimseler (bu arada bilhassa berberler) payardı... Bu serbest devirden sonra Dişçilik yapabilmek için özel bir belge aranmaya başlandı. Bu belgeler hastahânelerde Dişçilik yapan kimseler tarafından kendi yanlarında çalışanlara verilmekte idi... Meslekden olan Dişçiliğe (diplomalı ihtisasa dayanan dişçiliğe5, diş hekmliğine) doğru atılan adımlar şöyle pîftiüşdur: l — Cerrahlar; özellikle askerî hastahânelerde tımarcılıkdan (yeni deyimle hastabakıeılıkdan) yetişmiş kimselerdi. Ameliyathanelerde ehliyet ve kaabili-yet gösteren timaralara hastahâne başhekim* ligi tarafından cerrahlık belgesi verilirdi; bunlar dişçilik de yaparlardı. Orduda sivil olarak
DİŞÇİ
4614 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
4615 .—
DÎVAN
yüzbaşı ödeneği ile hizmet ederlerdi; bunlardan ordu ile ilişiğini keserek yalnız dişçilikle uğraşanların sayısı gitgide artmışdır. 2 — Bir dişçinin yahud diş hekiminin yanında çalışarak ondan pratik diş çekmeyi öğrenmiş kimseler; Tıbbiye! Mülkiyeye baş vurarak hafif ve pratik bir yoklamadan sonra Dişçilik yapmak için bir belge alırlardı bu belgeye permi denilirdi, ki bunların çoğu da türk ve müslüman olmayan kimselerdi. 3 — Tıb öğrenimi görmüş ve özel-
Amasyaljt Şerâfeddin'in, «serinden resimler : Diş apsesine cerrahî müdâhale ve hasta, dişi bulmak için madenî
çubukla muayene (Hayat Mecmuasından)
likle cerrahlıkda uzmanlık kazanmış, ve cer
rahlığı bırakıp Dişçilik yapan kimseler, bunla
rın sayıları azdı, Dişçi Okulunu kuranlardan
Doktor Hâlid Şâzi Bey bunlardandır. (B.: Dişçi
Okulu; Hâlid Şâzi Bey). 4 — Yabancı ülkeler
deki okullarda dişçilik öğrenimi görerek Tür-
kiyeye :gelmiş" gerçek diş hekimleri» (Türk
Ansiklopedisi). " ', . : „
..'.'. Serme.d Muhtar: A^us.bize teydî ettiği «Sey-
yar Diş çekiciler» başlıklı bir notda şunları yazıyor : «Bunlara Bayazıd, Çarşıkapusu, Mah-mudpaşa yokuşu, Sultanahmed, Yeni Cami, Eminönü gibi kalabalık yerlerde sık sık rastlanırdı. Çifte beygirli bir kira faytonunun içinde ayak üstü dikilirler :
— Pire, tahta kehlesi ısırması kadar ağrı duyurmadan diş çekiyorum!... Hacı berberler gibi arkadan kolları sımsıkı kavrama yok!.. Kerpeteni dokundurmamla şip şak dişi aldım gitti!.. Tecrübesi kolay, gelin, buyurun!., diye bağırırdı.
«Hepsi birbirinin eşi, makine gibi çeneleri işler şarlatanlar idi. Sırtlarında soluk, neftileş-miş bir redingot, kirden alacalaşmış frenk gömleği, ipe dönmüş kıravat, başlarında kalıpsız, kenarı yağlı fes, pantalonlar üst kılığa uygun, ayakiarda yamalı kunduralar. Etrafları hınca hınç dolar; çığırtganlık ve mostra olsun diye bir iki ipsizin dişini pir aşkına çeker; sahiden de, kerpeteni daldırması ile dişi kavraması bir olurdu. Artık gayrete gelen gelene; arabada yanına çıkıp çeyreği dayayarak ağzım açan açana., ekserisinin çürüğünü çarığını söküp eline verir...» (S.M. Alus).
Berberlerin asıl sanatları yanında sünnetçilik ve -dişçilik yapdıklarını kaydetmişdik, îs-tanbulda yüz yıllar boyunca dişçilik dükkân, gedik sahibi berberlerin elinde kalmışdı. Münir Süleyman Çapanoğlu şunları yazıyor : «... berberlerin hemen hepsi dişçilik yapardı, diş tedavisi bilmezler, sâdece diş çekerlerdi ve müşterinin ağrıyor diye gösterdiği dişi çekerlerdi. Meraklıları çekdikleri dişleri atmaz, sathı boyanmış bir tahta üzerinde tesbit ederek meselâ berber Ali Usta diye dişlerle dükkân levhası yazarlardı...».
Aşağıdaki satırları Turgud Etingü'nün bir yazısından alıyoruz :
«Bugün Tıb Tarihi Enstitüsü'nün kitaplığında, 1465 senesinde, Amasyalı Tabip Sabun-cuoğlu Şerâfeddin Efendi tarafından yazılmış olan bir eser vardır. Dünyada üç nüshası bulunan bu harikulade eserin yüce Fatih Sultan Mehmed'e takdim edilen ve Fatih'in şahsi mührünü taşıyan yegâne renkli, resimli nüshası halen Paris Millî Kütüphanesinde bulunmaktadır. ••- Tabip Şerâfeddin Efendinin Cerrahiyet-ül Haniye (Hükümdar cerrahlığı) adlı bu eserinde, sâde diş sağlığı ile ilgili, o çağ şartlarına gö-:-re insanı hayrette bırakan usuller gösterilmiş,
cerrahi müdahale şekillerini resimlerle anlatan, hastalıkları için reçeteler veren açıklamalar yapılmıştır (T. Etingü, Hayat Mecmuası).
DİŞÇİ MEKTEBİ, DİŞ HEKİLİĞİ FAKÜLTESİ — «Türkiyede ilk dişçi okulu 1909 yılında İstanbulda, Diş doktoru Hâlid Şâzi Beyin emriyle ve o zaman Tıb Fakültesinin başındj bulunan Müderris Operatör Cemil Paşa (Cemii Topuzlu) ile Maarif Nazırı Emrullah Efendinin himmetiyle kuruldu; okul, Kadırgada Menemenli Mustafa Paşanın eski, büyük ve ahşab konağında açıldı. Bu bina daha önce Mülkiye Tıbbiyesine âid olup bu tıbbiyenin Askerî Tıbbiye ile birleştirilerek Haydarpaşada ilk Tıb Fakültesinin kurulması üzerine boşaltılmış, va boşalan binaya yeni kurulan Dişçi Mektebi ile Kaabile (Ebe) Mektebi ve Eczacı Mektebi yer-leştirilmişdir; ve bu üç mekteb bir müddet bir müdürlük tarafından idare edilmişdir; bu okulun ilk adı Dârülfünûni Osmânî Tıb FakültesiN Eczacı, Dişçi, Kaabile ve Hastabakıcı Mektebi ida. Dişçi Okulunun ilk müdürlüğüne Tıb Fakültesinin müderrisler meclisi karârı ile Dr. Hâlid Şâzi Bey getirilmişdir; bu okulun ilk hocaları da şunlardır: Hâlid Şâzi Bey, Terziyan Efendi, Namık Levon' Efendi (Müslüman olarak -Mustafa Nihad adını almışdır), Hüseyin Talât Bey, Hristo Yuvanidis Efendi, Nureddin Ali Bey, Mazhar Hüsnü Bey. Okul 1925 de ismail Hakkı Baltacıoğlunun Darülfünun Emin-liği sırasında Bayazıd Camii yakınındaki eski Jandarma Dâiresine taşındı; 1934-1935 de Üniversite reformu sırasında prigramları ve örgütleri düzenlenerek öğretim sırası dört yıla çıkarılmış, 1964 ağustosunda da Tıb Fakültesinden ayrılarak bağımsız bir fakülte hâline gelmiş-dir» (Türk Ansiklopedisi).
DİŞ HEKİMLİĞİ ÖZEL YÜKSEK OKULU — Bir Eczacılık Özel Yüksek okulu ile bir-likde, Şişlide Kırağı Sokağında özel olarak yap-dirlmış bir binada açılmış ve 1964-1965 ders yılında tedrisata başlamışdır.
Aşağıdaki malumatı müessesenin günlük gazetelerde çıkmış bir ilânından alıyoruz :
Her iki özel yüksek okul için yıllık tedris ücreti 4800 Türk lirasıdır; kayıd esnasında alınan birinci taksit 3000 lira olup 100 lira da kaydiye alınır; İkinci taksit 1800 lira olup şubat ayında alınır.
, Aynı ilânda şu bilgi verilmektedir : ayrıca
yurd ihtiyâcı göz önünde tutulmuş, kız ve erkek öğrenciler için derslerin huzur içinde hazırlanacağı yurt binaları da yapılmışdır.
DİVAN — «Dilimize farscadaıı alınmış bir kelimedir; l — Büyüklerin toplandığı yer, meclis; 2 — Eskiden Pâdişâhların huzuru ile dâva görülen meclis, yüksek mahkeme; 3 — Osmanlı imparatorluğunun Tanzimatdan önceki eski teşkilâtında, pâdişâhın mutlak salahiyetli vekili olan sadırâzamm riyasetinde toplanan ve pâdişâh adına devleti idare eden, bugünkü anlamda kabine yerinde, yüksek meclis, ki ayrıca Divânı Hümâyun adını taşıya gelmişdir (B.: Divânı Hümâyun); 4 — Devletin mâlî hesabla-rına bakan yüksek meclis, Dîvânı Huhasebat (Sayış tay); 5 — eskiden devlet dairelerindeki encümenler, komisyonlar, Dîvânı Zabtiye gibi; 6 — Eski şâirlerin şiirlerini, kaafiyelerine göre alfabetik olarak topladıkları şiir mecmuaları (Bir şâirin bazı eserlerini ihtiva eden mecmualara da Dîvançe — Dîvancık denilirdi; (B.: Dîvan, Dîvanlar); 7 — Yüksek devlet memurlarının, nazırların muhakeme edildiği yüksek mahkeme, Dîvânı Âlî; 8 — Askeri Mahkemeler, Dîvânı Harb» (Türk Lügati).
Yeniçerilik devrindeki askerî ihtilallerde, ihtilâlcilerin pâdişâhı davet ederek istediklerini doğrudan doğruya kendisine arz etmelerine Ayak Dîvânı denilirdi (B.: Ayak Dîvânı, cild 3; sayfa 1383).
Sadırâzamların kendi saraylarında derd, şikâyet dinlemelerine «Paşa Dîvânı», «Dîvânı Âsafî» denilirdi; bir gelenek olarak da bu divan ikindi namazından sonra kurulurdu ve «İkindi Dîvanı» da denilirdi; Sokullu Mehmed Paşa bir ikindi dîvânında şehid edilmişdir.
DÎVAN, DÎVANLAR — «Bir şâirin şiirlerini kaafiyelerine göre hurûfu hecâ tertibi ile (alfabetik olarak) toplamış olan mecmua (ki~ tab)» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).
Türk şiirinin, bu arada Türk Dîvan Edebiyatının mütabası bu İstanbul Ansiklopedisinin konusu sınırı dışındadır.
Şâirlerin şiir mecmuaları olan dîvanlar şâirin adına nisbetle anılır; umumiyetle «Kasideler», «Gazeller», «Târihler», «Şarkılar» ve «Müfredler» (tamamlanmamış şiirler) beş fasıl üzeıine tertib edilen ve her fasılda şiirler kaafi-lerine nisbetle alfabetik olarak sıralanan Dîvanlar, edebî kiymet ve hüviyetlerinin yanında,
DİVAN DURMAK,
— 4616
istanbul ansiklopedisi
yazıldıkları zamanın, devrin giyim, kuşam, süslenme, âdet, eşya, bina ve hattâ vak'aları ve şöhretli simaları üzerine bir tarih vesikası kıymeti taşırlar Bu bakımdan Dîvanlar bu istanbul Ansiklopedisinin ana kaynaklan arasında yer almışlar ve kendi isimleri altında ayrıca kaydedilmişlerdir (B.: Aynî Dîvânı, cüd 3, sayfa 1622).
1943-1944 arasında, istanbul Ansiklopedisinin ilk yayını yapıldığı sırada, İstanbulda Ankara Caddesinde 50 numaralı binanın alt katındaki büromuza gelen dostlar arasında merhum Âsaf Halet Çelebi de bulunmuş ,kendi âleminde bir eşsiz şâir olan merhuma olan recâları-mızdır ki onun himmeti ile «Dîvan Şiirinde istanbul» adı ile bir antolojinin doğumuna yol açmışdır; bu kitab 1953 de İstanbul Fetih Derneği tarafından yayınlanmışdır (B.: Dîvan Şiirinde istanbul; Çelebi, Âsaf Halat, cild 7, sayfa 3810).
DÎVAN DUHMAK ~ istanbul ağzı deyim; «Küçük memurların, uşakların, hizmetkârların, yahud evlâdın âmirler, efendiler, ana baba huzurunda ellerini kavuşdurup verilecek emri beklemeleri»; «El pençe dîvan durmak» da denilirdi.
DÎVÂNE ALÎ BEY MESCÎD1 — Fâtih Sultan Mehnıed devri yapılarından olub Bayazıd-da idi; Hadikatül cevâmide kaydedilmediğine göre Hadikanın telifinden önce yok olmuş, izi kalmamış gerekir. Ekrem Hakkı Ayverdi de «Fâtih Devri Mimarisi» isimli muhalled eserinde bu mescidin adını kaydetmemiş olmakla beraber, «Fâtih devri sonlarında istanbul Mahalleleri» isimli gaayetle kiymetli diğer bir kitabında Dîvâne Ali Bey Mescidinden ilk defa bahseden yine kendisi olmuşdur. E. Hakkı Ayverdi bu ikinci eserinde şunları yazıyor :
«Dîvâne Ali Bey Mescidi Mahallesi Baya-zıd Câmiinin garb tarafını işgal etmektedir. Vakfiyesi 866 (1461) tarihli olduğuna nazaran Istanbulun en eski mescidlerirden biridir. Hâ-dikada zikredilmediğine göre XVI. asırdsn sonra kaybolmuş demekdir. Bu saha şimdi takriben Camcı Ali Mahallesi içindedir».
Camcı Ali Mahallesine adını veren Camcı Ali Camii XVIII. yüzyılda yapılmışdır. Daha önce yıkılmış olan Dîvâne Ali Bey Mescidinin yerine inşâ olması muhtemeldir. Bu kaydımız basit bir tahmindir. Ali isminin müşterek oluşu
da dikkate değer. «Dîvâne» lakabının da «Dîvânî» den bozulmuş olduğu düşünülürse Ali Beyin Fâtih devri kalem erbabından olduğu söylenebilir.
DÎVÂNE ALÎ BEY MESCİDİ MAHALLESİ — Istanbulun ilk mülki taksimatında kurulmuş mahallelerden biridir; ismini aldığı mes-cidde nıevcud olmayan bu eski mahalle takriben Bayazıdda Camcı Ali Camii Mahallesi içine düşer (Bundan önceki maddeye bakınız).
Bibi.: E. Hakkı Ayverdi, Fâtih devri sonlarında istanbul mahalleleri.
DÎVAN EFENDlSÎ — İstanbulda Sadırazam, Şeyhülislâm, Kaptanpaşa ve şâir "vezirlerin ve; taşrada valilerin husûsî kalem müdürleri, yazı işleri baş kâtipleri için kullanılmış bir deyimdir. Dîvan Efendileri bir devlet memuru olnıa-yub hizmetindeki zâtın şâir kapu kulu halkından idiler.'ücretlerini efendileri kendi keselerinden öderdi; hizmet ettikleri kimsenin gaayetle mahremi oleduklan için, himaye ile dîvan efendiliğinden yüksek bir memuriyete tâyin edilirler, bu suretle devlet kapusunda onlar için de bir yükselme yolu açılmış olurdu.
Hüsnü KINAYLI
DÎVANEFENDÎSÎ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Küçükpazar Nahiyesinin Hoca Gıyâseddin Mahallesi sokaklarından; Tirendaz Sokağı ile Vefa Caddesi arasında uzanır dirsekli bir yol olup Molla Şemseddin Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 B.Ş.R. Pafta 5/47); yerine gidilp şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (ocak 1967).
DÎVANEHÂNE — Divanların toplandığı yer anlamında bu işim eski İstanbul evlerinde en büyük odaya, bilhassa konak, yalı, sâhilsa-ray ve saraylara salonlara alem olmuşdu; en doğru tâbir ile dilimize fransızcadan alınmış salonun türkcesidir.
Divanhaneler, Istanbulun eski büyük muhteşem yapılarının en mükellef, en süslü yerleri olurdu, duvar ve tavan tezyinatı, pencere ve dolap çerçeve ve kapakları tahta oymacılığının hârikaları ile bezenir, ağaç ve alçı kabartma çiçeklerle donatılır, ve bütün bu süsler en tatlı renklerle ve altın yaldızla boyanırdı. Geçen asır ortalarında istanbul a gelmiş ingiliz ressamı
ANSİKLOPEDİSİ
4619—
DÎVÂNI HÜMÂYÛN
Yeni binanın da deniz yüzü, denize çakılmış kazıklar üzerine oturtulmuşdu ki burada demir külâhlı ve katranlı meşe ağacından 200 kayık kullanılmışdı. Binanın eski plânı ufak tâdillerle tatbik edilmişdi, ve dâirelerin iç tezyinatına bilhassa çok emek veFİlmişdi; cami ve hamamlar daha büyük olarak yapılmışdı.
Zamanımızda Kasımpaşada bahriyelilerin ağzında halâ «Divanhane» adını taşıyan bina dördüncü Divanhane binasıdır, kısmen yanmış ve kısmen harab olmuş üçüncü Divanhanenin yerine Sultan Abdülaziz zamanında Bahriye Nezâreti olarak yapdırılmışdır; Cumhuriyet devrinde bir ara Deniz Müzesi, sonra Deniz Gedikli Mektebi (D.G .Erbaş Okulu) olmuş (B,: Deniz Gedikli Erbaş Okulu, cild 8, sayfa 4406; Deniz Müzesi, cild 8, sayfa 4449), bu satırların yazıldığı sırada Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası idi (Ocak 1967). Binayı gezme imkânı bulunamadı.
DİVANHANE ÇİVİSİ, DİVANHANE ENSERİ — İkinci Sultan Abdülhamid devrinde İstanbul hanımları indinde pek makbul olmuş bir yüzük şeklidir Zamanımızın 25 kuruşluk mâdeni parası büyüklüğünde, hattâ biraz daha büyük kıt'ada olup foyalarının üzerine hafif kabarıkça oturtulmuş 25-30 parça ufak elmasdan mürekkeb bir yüzük idi- Muhteşem bir tek taş elmas yüzüğe sâhib olma imkânından mahrum hanımları teselli eden mücevherdi; bilhassa esnafın zenginceleri kullanırdı. «Divanhane Çivisi», «Divanhane Enseri» yüzükler Kapalıçarşı kuyumcuları tarafından yapılır, işlenirdi; hâlen de yaptıranlar vardır.
N. NlRVEN
DİVANHANE MESCİDİ — Kasımpaşada İskele civarında, hâlâ «Divanhane» diye anılan eski Bahriye Nezâreti binası (zamanımızda Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası) yanında idi. Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor : «Kasımpaşada bu mescidin banisi Fatih Sultan Mehmeddir; yapıldığı zaman mescidin etrafı boş, hâli idi; önce Yavuz Sultan Selim zamanında Kasımpaşa Tersanesi kuruldu; Kanunî Sultan Süleyman da bu mescidin bulunduğu yerde kaptan paşalara mahsus büyük bir. saray-ve bir divanhane yapdırdı, bu saray ve dîvâne mescidinin üç yanını sardı (ve mescide ondan sonradır ki Divanhane Mescidi denildi). Mescidin mahfili hümâyunu vardır; minberini Barbaros Paşa koydurmuşdur. Hicrî 1237 senesinde yeni-
Thomas Allom'un çok meşhur istanbul gravürlerinden biri Eyyubda Esma Sultan Sâhilsara-yımn dîvanhânesidir (B.: Allom, Thomas, cild 2; sayfa 725).
DİVANHANE — Kasımpaşada deniz kenarında ve Tersânei Âmirenin yanında Kaptan-paşaların resmî makam binası yüz yıllar boyunca Divanhane adım taşıya gelmişdir (B.: Tersane, Tersânei Âmire).
Tersanedeki ilk Divanhane binası hicrî 921-922 (milâdî 1515-1516) yıllan arasında ya-pılmışdı, bu bina hakkında en küçük bir.bilgi
yokdur.
Hicrî 1134 yılı zilhiccesinin on ikinci günü
(23 eylül 1722) üç anbarlı bir kalyonun denize
indirilmesi münâsebeti ile Tersaneye gelen dev
rin pâdişâhı Üçüncü Sultan Ahmed Kaptanpa-
şalara mahsus dâirenin (Divanhanenin) çok
harab durumda olduğunu görmüş, hemen bir
yenisinin yapılmasını emrederek üç gün sonra
eski Divanhanenin yıkılmasına başlanmış, bir
yıl sonra da yeni Divanhane binası tamamlan-
mışdır. • •
Bu ikinci yeni Divanhane binası birer ve ikişer katlı zarif ahşab dâirelerden mürekkeb-di; en mühim kısmı da, önünde ahşab bir kayık iskelesi bulunan ve büyük bir kısmı denize çakılmış kazıklar üstüne oturtulmuş Kaptaııpaşa Kasrı idi. Bu büyük kasrın az ötesinde pâdişâhlara mahsus bir hünkâr kasrı, hünkâr kasrında küçük fakat «dilküşâ» bir hamam yapılmış, bu iki kasır camekânlı bir geçidle bağlanmışdı. Divanhanenin diğer dâirelerini Tersane Kethüdası dâiresi, Tersane Tercümanı Odası, Kalem (Kaptanpaşahk bürosu), Tersane Başçavuşu Odası, Divanhane hademe ve efradının koğuşları, hademe ve efrad hamamı, bir Dîvan Yeri (Binaya adını veren Kaptanpaşa Dîvanı Salonu) , bir mescid, Hazîne Dâiresi, Divan Efendisi Odası (Kaptanpaşalık bürosu genel sekreterinin odası), Başçuhadar odası, Gedikli Ağalar Dâiresi, bir Kahve Ocağı idi.
Bu ikinci Divanhane binası hicrî 1134 den 1235 tarihine kadar (M. 1722-1820) yüzyıl kadar yaşadı; bilhassa denize bakan cebhesi çok harab olmuş, burada denize çakılı kazıklar üstünde bulunan Kaptanpaşa Kasrı, kazıklar çürüdüğü için, tehlikeli bir durum almışdı; tersane mimarlarının verdiği maili inhidam raporu ile 1235 (1820) yılında yıkdınldı ve yerine üçüncü
. '
yapılarak rebiülevvel ayının ilk cumasında ibâdete açıldı (Kasım 1821), resmi küşâdında devrin pâdişâhı İkinci Sultan Mahmud da bulundu. Aynı yılın sonlarında yanan mescid tekrar yapıldı».
Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde 1965 Kasımpaşadaki Divanhane Mescidinin .son senelerde yok edildiğini kaydediyor.
DÎVÂNÎ — Arab asıllı Türk harfleri ile îs-tanbulda Dîvânı Hümâyun kaleminde doğmuş ve gelişmiş ve yüz yıllar boyunca kullanılmış bir yazıdır; «Celî Dîvânî» ve «Dîvânî Kırması»
Üstad Hattat Hâmid Aytaçsın kalemi ile yukardan aşağı
«Dîvânî», «Celî Dîvânî» ve «Dîvâni Kırması» yazı
ile «istanbul Ansiklopedisi» ibaresi
isimleri ile çeşidleri de vardır; Şemseddin Sami Bey Kaamûsu Türkide bu yazıyı: «Dîvânı Hümâyunda ferman ve beratların yazılmasına mahsus güzel ve giriftli bir nevî yazı» diye tarif ediyor, «celî» ve «kırma» çeşidlerînden bahsetmiyor.
DİVÂNI ÂLÎ SOKAĞI — Eminönü ilçesinin Alemdar bucağının Mimar Kemâleddin Mahallesi sokaklarından; Gedikpaşa. Camii Sokağı ile Sucubâkî Sokağı arasında uzanır, tek dirsekli bir sokakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 3/25). Gedikpaşa Camii Sokağı tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek geniş-likde, kabataş döşeli, hafif yokuş olarak başlar, sola kırıİdıkdan sonra düzleşir; üzerinde ahşab ve kagir evlerle l kasab, l berber, l derici, l muşambâcı, l deri üzerine resim, nakış baskıcı,
l zücâciyeci, l doğramacı, l kundurâ%töliyesi,
l matbaa, l lokanta, l arsa komisyoncusu yazı
hanesi vardır; Kapu numaraları 3—17 ve 2—18
dir (mayıs 1966). • .
Hakkı GÖKTÜRK
DÎVÂNI HÜMÂYUN — Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan XIX. asır ortalarına, Tanzimat denilen devre kadar bir mutlakıyeti mutlaka, son istibdâ'd ile idare edildi; memleket pâdişâhın mülkü, halkpâdişahın kulu bilindi; pâdişâhın iki .dudağının arasından çıkacak bir emre bağlı idi; dilediği anda istediği kimseyi îdam ettirir, dilediği kimsenin malı müsadere olunurdu; bu cinayetler ve gasıplar hükümdarın meşru hakkı bilinirdi (B.: Pâdişâh).
işte • bu devirde Osmanlı İmparatorluğunu
pâdişâh adına idare eden müessese «Dîvanı Hü-
,mâyun» adım taşımışdır. _. . .
: - .Dîvânı Hümâyunu reisi Pâdişâh id j. .Fakat Fâtih. Sultan Mehmedden itibaren . pâdişâhlar bu vazifelerini mutlak salahiyetli vekilleri olan Sadırâzam'a bırakmışlar idi. Dîvânı Hümâyun .pâdişâhın vekili sıfatı ile sadırâzanun riyasetinde toplanırdı.
Dîvânı Hümâyunun toplanma yeri istanbul'da-Topkapusu Sarayında İkinci Avluda Kuh-bealtı denilen bir dâire idi, Kubbealtı yanyana iki salondan mürekkeb olub birinci salon Dîvan Salonu ,ikinci salon" da Dîvânı Hümâyun Ka-le-. mi (Dîvânı Hümâyun bürosu idi, bu iki salon bir yarım duvarla ayrılmışdı, Dîvan erkânı kalemi görür, kalem efendileri, kâtibleri de Dîvan konuşmalarını tâkib ederlerdi; bu iki salonun yanında sadırazamlara mahsus bir oda vardı .(B.: Kubbealtı).'
Kübbealtında toplanan Dîvânı Hümayuna nisbetle sarayda ikinci Avluya «Dîvan Meydanı» adı da verilmişdir.
Pâdişâhlar Dîvan müzakerelerini riyaset
makaammın üstüne rastlayan kafesli bir pence
reden tâkib etmişlerdir; bu pencereye de «Ka
fes» denilirdi. Dîvânı Hümâyun sadırâzamm ri
yasetinde toplandı mı, pâdişâh kafesin arkasın
da farz edilirdi. Belki bulunmaya bilirdi, o hu
sus Dîvânı ilgilendirmezdi. •
Pâdişâh Dîvan müzâkerelerine müdahale
etmek istediğinde kafese eliyle vurur, müzâke
re tatil edilir, pâdişâhın emri, fermanı bekle
nirdi. •'•- • ;
Dostları ilə paylaş: |