DURMUŞ DEDE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinde Rumeli Hisarının sokaklarından, köyün kuzey bölgesindedir, Arpacı Çeşmesi Sokağı ile Rumeli Hisarı Mezarlık Sokağı arasında uzanır, Halim paşa Sokağı ve Hisar Bayırı Sokağ ile kavuşakla-rı vardır (1934 B.Ş.R. Pafta 22); Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (şubat 1967).
DURMUŞ DEDE TEKKESİ — Boğaziçinde Rumeli Hisarında meşhur kalenin yenındaki Kayalar Mezarlığının nihâyetinde (B. : Kayalar Mezarlığı) deniz kenarında bir tekke idi; tekkenin kurucusu Kanunî Sultan Süleyman zamanında Mısırdan İstanbula gelmiş olan Şeyh îb-rahim Gülşenî halîfelerinden Hasan Zarîfî Efendidir; bu zât hicrî 977 (m. 1569 - 1570) de vefat etmiştir. On yedinci asır başlafında ve Birinci Sultan Ahmedin padişahlığı zamanında bu tekkedepost nişin olan Akkirmanlı Ali Baba isminde bir zatin hemşehri ilâhî cezbe sahibi Durmuş Dede adında biri İstanbula gelip bu tekkede yerleşmiş, kısa bir zaman içinde Boğazdan girib çıkan müslüman kaptan ve gemicileri arasında çok büyük bir şöhret kazanmış ve tekke o tarihden bu yana Durmuş Dede Tekkesi adı ile anıla gelmişdir. (B. : Durmuş Dede).
Bir gülşenî tekkesi olarak kurulmuşdu. Üsküdarlı Münib Efendi Mecmuai Tekâyâ isimli eserinde Durmuş Dede Tekkesini âyin günü çarşanba olan bir şâbânî dergâhı olarak göstermektedir.
DURSUN (Hasankaleli Âşık) — Geçen asır sonlarında yaşamış Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin evrakı metrukesi arasında bir defterden öğrendiğimize göre 1304-1305 (M. 1886-1888) arasında İstanbula gelmiş ve pek genç yaşında Üsküdarda ölmüş bir halk şâiridir. Âşık Râzi şunları yazıyor: «Üsküdarlı Muytab Ham da denilen Hânı Sebil'de buldum, görüşdüm, gaa-
yetle enîsim yâri gaarım olmuş idi ki henüz nev-hat taze civan âşık idi. Memleketi tarafında Paşa lakabı ile mâruf şakînin sazendesi imiş, le-vend meclislerinde çok cevrü cefâlar çekmiş ve nihayet şakîi merkumun pençesinden halâsa fırsat bulup firar ve o taraflarda duramayub İstan-. bulumuza gelmişdir. Kan tükürür kusar müte-verrim iken mestânelik havasından ve aşk belâsından kurtulamadı, beş altı sene garîbâne inle-yüb merhum oldu, Karacaahmedsultanda Mimar Kasım Ağa merkadi kurbinde çatal selvi altına defneyledik, garîki rahmetler».
TARİH
Garibler anılmaz kabir taşında
Kur'an okuyalım kabri başında
Yadigârım olsun o yâre tarih
«Göçdü Âşık Dursun pek genç yaşında» 1310 (M. 1892 - 1893)
Hasankaleli Âşık Dursun'un Kara Oğlan diye mâruf Tulumbacı bıçkın sânında İstanbul semtlerini işaretle yazdığı manzumedir :
Kara Oğlan, Kara Oğlan Bağ bağçe bostan dolan Bıçkınların şâhısın sen Akıl fikir gönül çalan Tahtakale Küçükpazar Oğlana değmesin nazar
* :
Tulumbacı Kara Oğlan :
Gönül evim ettin talan Kopukların serverisin İşin gücün yalan dolan Yalıköy Beykoz Çubuklu Kara Oğlanım Topuklu
* ' ;
Tulumbacı şıkırdımı
Talimlidir her adımı s
Hançerbedest Kara Oğlan
Vururum dir sayyâdımı
Bağçekapu Sultanhamam
Tığ gibidir boy bos endam
* Kara Oğlan Mestânedir
Mahmur gözler kestanedir Koğuşunda uşakların İçinde o bir tanedir Kasımpaşa Hasköy Balat Arada gel bizde de yat
*
Kara Perçem pür tumturak Savruluyor yaprak yaprak Tulumbacı Kara Oğlan Topuk vurur tırak tırak Taksim Galata Beşiktaş Tam ondokuz oğlanda yaş
*
Kalem parmak nakılları
Diş kırıyor çakılları
Kara Oğlan soyununca
» Oynatıyor akılları
Sarıyer İstinye Kavak Tulumbacım yalın ayak
' ' *
Kara Oğlan sarhoş çapkın Kırdığı koz boydan aşkın Atar şehbaz perendesi Canbazıdır râhl aşkın Kuzguncuk Kanlıca Bebek Yaman koşarlı civelek
*
Kara Oğlan gaayet serkeş Şali hicret binüçyüzbeş Kise bomboş cebler delik Nakşi pâyin öpdüm beleş Ayastefanos Çekmece Merhamet kıl gel bu gece
*
Kara Oğlanın kurumu Yatsıya dek yanar mumu Arkamda bırakıp geldim Hasankale Erzurumu Şamandıra Sarıgaazi Âşık Dursun çekmez nazı
* Tulumbacımın çalımı
Sormaz gelip hiç halmu O güzelim esmer yüze Vurmuş yangının yalımı Bulgurlu Üsküdar Kartal Yandı dostlar sazla kaval
Âşık Râzinin kendine has tâbir ve teşbihler bulunan bu manzume üstünde hayli kalem oynattığını tahmin ediyoruz, hattâ, tümünü kendisi yazarak diyar garibi genç âşıka izafe etmiş olduğu da söylenebilir.
Vâsıf HİÇ
DURSUN (Târik) — Gazeteci, muharrir, hikayeci; münekkid, sinema rejisörü; 1931 de lz-
mirde doğdu, babasının adı Mehmed Hâlid, annesinin adı Ayşedir; Ankara Necatibey İlkokulunda (1934) okudu, bir hayat cilvesi eseri 1947-1949 arasında (16 -18 yaşlarında) İzmir Belediyesi otobüslerinde biletçilik yapdı, 1950 de Ankara 4. Ortaokulunda okudu, tekrar iş hayatına atılarak 1954 -1955 arasında Emekli Sandığı muhasebe müdürlüğünde çalışdı ve çok câzib bulduğu gazetlcilik yoluna girdi, Ankarada Pazar Postası, Yeni Gün, Ulus gazetelerinde, Istan-bulda Son Posta Gazetesinde çalışdı.
Çetin şartlar içinde geçdiği anlaşılan' ilk gençliğinde tahsilini ihmal etmeyip kendisini otodidakt olarak yetişdirdi; İngilizce öğrendi; etraf i görmlsini, gördüklerini ve duyduklarını kalem diline vermesini bildi. Sinemacılığa merak sararak o alanda bir eleştirici ve tenkidci olarak tanındı.
Bayan Nermin ile evlidir; Muzaffer Kakınç (doğumu 1955) adında bir oğlu vardır.
Eserleri: «Devriâlem» (Cengiz Tuncer ile beraber), «Hasangiller», «Vezir Düşü», «Şu babamın işleri», «Riza Bey Aile evi», «Çağdaş Amerikan Şiiri Antolojisi» (Özdemir Nutku ile beraber), «İnsan Kurdu», «Ya hep, ya hiç», «Güzelavrat Otu».
oki polisiye filmin rejisörlüğünü yapdı, «Aramıza Kan Girdi» (Baş rolde Ahmed Mekin), «Korkusuz kabadayı» (Baş rolde Eşref Kolçak. Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi; Hayat Mecmuası.
DURSUN BÂLÎ — Geçen asır ortalarında yaşamış bedbaht bir delikanlı; hayat hikâyesini, dayım Ali Emîrî Efendinin bana bağışladığı ki-tablar arasında müellifi meçhul isimsiz bir risaleden alıyorum :
«Dursun Bâli kânı irfan ve mehdi hûban medînei Istanbuldan zuhur ve hüsn ile reşk âveri gilmânı cumhur bir taze rû mahbub olub Kasımpaşa îskeleci Kebîrinde dolmuşa işler növ-bet kayığında deryaya pala çalar hizberi behrî yâni hamlacı dilberi idi.
(Beyit)
Pürûgi şûlei nâri muhabbet oldu âlemgîr Nola âb olsa âteş hâk âteş rûzigâr âteş
(Beyit)
Pâ bûsi yâre teşne lebi cûyibarden Tâkib idüb birbirin itmez karâr mevc
BURSUN BALİ
— 4772 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4773 —
DURSUNBEY
«Libâsı köhne pâ bürehne :
«Amma gümüş topuk nevcivan kopuk ki kâküli gümrâh üzere külahı ol şehbâzı melâhat-penâhı şöyle açmışdır ki kasem Hudâya anı sevenin zarre mikdârı günâhı yok :
(Beyit)
Efseri husrevi kordum, benim olsa serine
O kayıkçı güzelin kendi külahı yerine «
«Dursun Bakînin ayağında çıban çıkub ufunet eyledikde oğlan Galatada f renk cerrah Candolyon'a (Jean de Lion ?) varmış timar için, cerrahı merkum gaayetle hünerver musavvir nakkaş imiş ki çıbanı timar ve hem hamlacı civanın tasvirin nakşeylemişdir ki dükkânına va-
Kayıkçı Dursun Bâli (Resim : Sabiha Bozcah)
ran yaran ol nakşi gördükde vâlehü hayran ka-lurdu. Mahbûbi mühmelin ibtidâi şöhreti işte bu nakşi suretidir ki Kaptanpaşa Dîvânı kalemi ke-tebesinden ve ketebenin kibarından Mehmöd Paşa zade Kâşif Bey bu nakşi gördükde derdi aşka mübtelâ ve bu derd ile sürü sevda ile şey-dâ olub :
(Beyit)
Heyret alur aklımı baksam gözüne kaaşına Şad heiâr aferin ol suretin rakkaaşına
«Divan çavuşlarından Behlul Çavuş ki o beyin mahremi razı idi ve beyin pâkdâmenliğın bilir idi, oğlanı almış götürmüş elin öpdürmüş amma ki asılda Kâşif Bey pâyi yâre düşmüşdür :
(Beyit)
Dilşdüm efendim pâyi şehi dilber üstüne Ol gönce gülüp didi yüzün güller üstüne
«Kaddi mevzûni servi dilârâ, cümle âzası kıl kadar kusurdan müberrâ, lisâna gelse tutu güya amma kelâmında noksanı edebü haya, esâ-fili nâsden olmağla şecaat arz ey leşe itlik dâvası, türkü ırlasa uçkur havası:
(Mısra) Mahbub oldur ki nâzik ola echel olmaya
(Beyit)
Ne bilsün ırzı kadrini erâzil Eâlî yolunu tutmaz esâiil
«Kâşif Bey görmüş ki hamlacı şehbâzı Dursun Bâli muhtacı terbiyedir, hâli üzre terk ey-lese maşuk suretinde beliyedir :
(Beyit)
Levhi dilde nakşolunmuşken hayâli rûyi yâr Çirki cehli mezelletde terk eylemek reva mı ?
«Hak kelâm budur ki Dursun Balî civan rengi rûyi humret üzre mahbûbi mühmel, el ayak letafet ile müşekkel, reftârı levendâne, âşıka riâyetde merdânedir, terbiye kabul idüb sen Köroğlusun beyim demiş ben Ayvaz, amma gel gör ki böyle sinesi üryan daltaban dilrübâ-lar tızman tırıl engelsiz olmaz, Hamlacı Dursun Bâlînin dahi kalyoncu itlerinden Karaçomar diye mülâkkab bir dîvi Ehremen suret ve bed tıynet refiki varmış ki anınla mâdevü ner mertebesinde mahremü yâr imiş :
(Mısra) İt değmiş aşa dönmüş hâni visali yâr
(Mısra) Zağı kör ki hümâyi itmiş şikâr
«Kara kılları libâsı katranı ve Dursun Bâlînin nakşi pâyinde saye misâli belâyı asumanı Karaçomar ki destinde bıçak kayış bacak :
(Beyit)
Hanene gelse de ol sûhi perî şive yine Bileşince heman ol düşmeni bed hû bulunar
«îplikçi Hamamında dellâk olub mahbûbu mühmelinin kendûsunden yüz çevirüp bir eyyam teşrif etmediğin gördükde:
(Mısra) Gün gibi tohındu pesmimden o şemsi hâvtr;
«Külheni hicrü heybetde kara kütük misâli yanmış, o ki bir kerre mescide varub yüzün secdeye koymamış iken neûzibülâh :
(Mısra) Ey sanem sen mazharullahsın
«Deyüb Dursun Bâlîye tapar idi amma ve-
lâkin aslaa renk vermeyüb ol yâri şivekârı iyşü
işret ve seyrü safa behânesi ile Kâğadhâneye da
vet eylemiş : .
(Beyit)
Şakit kinehâh ile seyrâna gitme hiç
Gel gör ki noldu Yûsüfe yabâne gitme hiç
«Amma Dursun Bâlîye gaflet galebe idüb Karaçomar ile Kâğıdhâneye vardıkda kara dellâk putberest iken putşiken olmuş:
(Beyit)
Bahtımız çünki siyehdir hattı eş'ar gibi Hâlimi şerh ideler defteri! dîvanlar ile
«Deyüb ol şakîi mel'anet pîşe heman hançeri gadri üryan idüp Dursun Bâlîyi katlü helak etmişdir.
(Tarih)
Mücevherdir tarihi ol nevcivanm «nur» ile «Karaçomar şehid itti Hamlacı Bursun Şâ!u»
1206 + 50 = 1256 (M. 1840)
«Kalyoncu dellâki Kasımpaşa Iskelei Kebîrinde berdar ettiler, Kâşif Beye sevda gelüp bir eyyam yalın ayak başı kabak saç sakala karışmış îskelei Kebirde dola§ır Dursun Bâlî növ-bete girmez mi diye-şuna buna sual ederdi, hâlim bilenler Beyim şimdi müşteri aldı gitti dir-lerdi, bilmeyenler güler geçerdi. Âhir Mevle-vîhânede derviş olub kapandı şöyle ki şeyh efendi cerrah Candolyondan Hamlacının tasvirini iştira idüp gel senin mahbubun dergâhı şerifdedir demiş ve Kâşif Beyi o tesvir ile avutub kapat-mışdır».
Muzaffer ESEN
DUESUN BEY — Asıl adı «Tûfîsmâ Bey» dır. Çağdaşları arasında Dursun Bey diye tanınmıştır; XV. yüzyılda yaşamış kalem sahibi asker ve idareci, maliyeci; İstanbul muhasarası ve fethinde bulunmuş ve fetihden sonra Türk îstanbulun ilk tahriri (kütük sayımı ve tanzimim) yapmış olan zât; hicrî S46 —893 yılları (M. 1442 —1488) arası 48 senelik bir Osmanlı vekaayinâmesi kaleme almış ve eserine hizmetinde bulunduğu büyük hükümdara nisbetle «Târihi Ebül - Feth» adını vermişdir.
« Bursalıdır, bu vilâyetin timarlı sipâhile-rindendir, doğum tarihi ve babasının adı bilinmiyor; vekaayinâmesinde dağınık ve çok . kısa kayıdlara göre Fâtih Sultan Mehmedin ünlü kumandanlarından Cebe Ali Bey bu Dursun Beyin amıcası ve hamişidir; Karıştıranlı Süleyman Bey de eniştesidir.
Timar sahibi bir sipahi olarak katıldığı İs~ tanbul çenginden sonra Bursa Sancak Beyliğine tâyin edilen amıcasmın yanında hizmeti kabul ederek timarmı terketmişdir, kendi tâbiri ile «Bursa safâsım timâra tercih etmişdir»; Cebe Ali Bey istanbul tahririne memur olduğunda bu ağır ve çok önemli işi yeğenine havale etmiş, Dursun Bey de yüz akı ile başararak Fatih Sultan Mehmedin teveccüh ve itimâdım kazanmış-dır. Dîvânı Hümâyun kaleminde çalışmış, Defterdar ve nihayet Baş deftardar (mâliye bakanı) olmuşdur. O devrin geleneğince memuri-
— 4774 —
4775 —
DURSUN CEVLÂNİ (Âşık)
„ r -
yeti îcabı ordu emrinde bâzı seferlere de Icatıl-mışdır.
Meşhur vekaayinâmesini, kendi tâbiri ile «pirlik» zamanında, hicrî 903 - 905 (M. 1497 -1500 arasında yazmışdır; eserini tamamladıktan sonra ne kadar yaşadığı bilinmiyor.
«Târihi Ebül — Feth» in ikisi Topkapusu Sarayı Müzesi Kütübhânesinde biri de Ayasof-ya Kütübhâneskuje üç yazma nüshası vardır; eser 1911 de Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuasında ilâve şeklinde basılarak yayınlanmış ve neşir işi adı geçen encümenin üyelerin'den Meh-med Arif Beyin nezâretinde yapılmışdır.
Dunsun Beyin hayli çetrefilce ağır bir üslûbu
vardır. '...-..
DURSUN CEVLÂNÎ (Âşık) — Çağdaş halk şâiri, aslı Sarıkamışlıduy 1900 de orada doğmuş, şiirler yazmış ve 135 yaşında ölmüş bir askerin oğludur; 7-8 yaşında ilk okula giderken Yusuf Dayı adında omuzunda sazı ile bir âşık görmüş, saza hayran olmuş, anasına yalvarmış ve bir saz'aldırmışdir ve kendisini âşıklık yoluna, önce farkında olmadan, böylece sürüklen-mişdir. Halasının Çiçek adındaki kızını sevmiş, iki çocuk arasında masum bir aşk başlamış, o sıralarda Birinci Cihan Harbi başlamış ve Dursun Ermeni çetecilerinin eline esir düşmüş, türlü
Dursun Cevlâht (Resim: anonim)
İSTANBUL
eziyet altında Tifüse götürülmüş. İki sene kadar sonra kurtulup Sarıkamışa döndüğünde bütün ailesi halkının, maşukası Çiçek Kız da dahil, ermeniler tarafından vahgiyâne kesilmiş olduğunu öğrenmiş; ve sazı ile acıları terennüm ede ede diyar diyar dolaşmaya başlamış. Kağız-manın Yalnızağaç mevkiinde Çiçeğe benzeyen bir kız görmüş, sevmiş, sevilmiş ve adı Lâle-zar olan bu kız ile evlenmiş, üç oğlu olmuş, fakat Lâlezarı da anî bir ölümle kaybedince tekrar perişan olmuş, üç evlâdının sefil olmaması için tekrar evlenmiş, o kadından da bir kızı ile bir oğlu olmuş, fakat bu ikinci hanımla ruhen bağdaşamamış, çocuklarını mekteplere yerleşdi-rerek hanımı terketmiş ve yine dolaşmaya başlamış.
1945 yılında îstanbula gelen Âşık Dursun Cevlânî Büyük Doğu mecmuası muhabiri Ne-- jad Muhsinoğluna şunları söylemişdir :
«îstanbula konser vermek ve pilâk doldurmak için geldim ama... evveliyatı var bu işia; halkevlerinin 10 uncu yıldönümünde Ankaraya gittimdi. Gösterdiğim muvaffakiyet üzerine bana bonservis verdiler, beni takdir ettiler, iyi, hoş; ben de altta kalmıyayım dedim. Devlet konservatuarı hesabına meccani olarak pilâk doldurdum; şimdi radyoda boyuna eserlerim çalınır, söylenir, bize aç mısın, tok musun diyen yok... Bu bir tarafa; Kağızmandan İstanbula kadar uğradığım şehirlerdeki halkevlerinden ekserisinde karşılaştığım muamele beni ayrıca üzmüşdür.
«Evvelâ Erzuruma geldim, halkevinde konser verdim, îyi karşıladılar, yardımda bulundular. Keza Erzincan Halkevinde de öyle... Oradan eşya tireniyle Divrigiye giderken tirenler çarpıştı, yetişen imdat tireni bizi Siyasa getirdi. Oranın Halkevinde bu vak'ayı sazla anlattım. Yıldızeli Enstitüsünde de ko<- serler verdikten sonra Tokada geldim. Tokad Halkevi Reisi yüzüme bakmadı. Orada perişan kaldım. Oradan Amasyaya geldim. Orada saz şairi Feryadı İsmail Hakkı ile boy ölçüştük. Sonra Samsuna, oradan Sinoba geçtim. Oranın Halkevi Reisi terzi Murad Bey namında biri hiç yüzüme bakmadı. Ben «konser vermek istiyorum» deyince, bu zat «konser de nedir?» diye sordu. Zongul-daktan da birgüzel kovulduktan sonra geldim îstanbula... Asıl, Eminönü Halkevinde karşilaş-
ANSİKLOPEDİSİ
tığım vak'a güzeldir. Oraya müracatımda tanımadığım bir zat bana aynen şöyle dedi: «Biz buradaki sahnemizde, alafranga çalgı - çalıyoruz. Size burada sıra ve yer yoktur.» Bu cevap üzerine yüreğimdeki ateş söndü. Halkevinden müteessir ve bitkin çıktım.
«Şimdi Beşiktaşta Kilise Meydanında bir kahveye bağlandım.; Her gün o kahvede çalıp söylüyor ve nafakamı çıkarıyorum. Bütün emelim de burada pilâk doldurmak veya buna benzer bir musikî işi yaparak yol masrafımı çıkarmaktan ibaret... Karımı değil ama, çocuklarımı çok özledim.» .(Büyük Doğu, 1945).
Bu satırların yazıldığı sırada, 1967, Âşık
Dursun Cevlânî Ankarada yerleşmiş bulunu
yordu. Hayatını kalenderâne ve kanaatkârâne
temine çalışıyordu. ,.- „=
DURSUN FAKÎH SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinin Rumeli yakasında Sarıyer'in sokaklarından; bu köyün şimal - doğu yarısında Ortaçeşme Caddesi ile Türbe Çeşme Sokağı arasında üzün bir yoldur;-Atabey Sokağı ile dört yplağzı yaparak kesişir; Kudretullah Sokağı, Kekik Sokağı ve San Hüseyin Sokağı ile kavuşaklSfrvardif (1934 B.Ş.R. Pafta 23); Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım, 1967-.
DURSUN PAŞA KIZI — Geçen asır sonlarında yaşamış bir nazenin kibar hanım, hayat hikâyesini dayım Ali Emîrî Efendinin bana bağışladığı kitabi ar arasında müellifi meçhul isimsiz bir risaleden alıyorum :
«Altmışını aşmış mekkârei acûz Dursun Paşa Kızı dedikleri avret ile tazeden taze mü-râhik mahbub Külhanbeyi Yadigâr Oğlanın sergüzeşti bir tarihde duyulmuş değildir (B.: Yadigâr; Fatma Hanım; Atlıases). Gedikpaşa Hamamı külhanı perverdesi Yadigâr Bey dedikleri pırpırı hümâpervaz dalfesli şehbaz nah-veti hüsn ile pâ bürehne güm güm topuk vurup âteşi şebab ile yalım yalım ve levendâne alım çalım mürur eyledikde Tavşantaşında Çeşmeli Konakda pîrezeni nazenin Durmuş Paşa Kızı oğlana taaşşuk etmişdir :
Mısra Hirâman olduğu dem fitnei âhir zeman oldu
DURSUN PAŞA KIZI
Mısra Düşdü dâmeni dUe bir sereri süz efken
«Al fesin altından kâküllerin dökmüş çapkın :
Mısra Sanasın kara bulut ardından giin doğmuş
«Rengi rûyi humret üzre civan :
Mısra Sanasın nikaabı var al canfes
«Çatuk kaşlı oğlan :* • .
Mısra Sanasın tışşakım berdâr idecek
«Mestâne nigâhında vahşet fetâ :
Mısra Gözü bunârves illâ ki kattâl
Mısra Serabı nâz ile sermesi tîgi gamze bedest
«Diheni müşkin lebleri rengin cilasın :
Mısra Sanasın lâli lebinden çeker şarab hicâb
«Pîrehen köhne sîne küşâde pistânı saydi uşşâka dâne eşbeh şehlevend :
ı _; - ; /
' Mısra
Gümüş tepside san iki: nar dânesi
Mısra Korulusu çakıl dir amma şehdâne yakut
«Kuşaklı bıçaklı mûmiyah taze yiğit:
Mısra Kuşağın sürür ardından nümayiş ile
M.srâ Sanasın tîgi Misildir -mücellâ:
«Pençeli topuklu balaban :
DURSUN PAŞA KIZI
— 4776
istanbul
— 4777 —
Mısra Gümüş bilekli gümüş topuklu
«Dursun Paşa Kızı pîrezen işte bu oğlanı görüp taaşşuk eyledi:
Mısra Hâb girmez çeşitlime fikri kaddi dutlar ile
«Üç kocadan arda kalmış ve nice eşbeh civanları ve zeberdest pehlivanları câme hâtûna almış ve ar ü namus şişesin taşa çalmış hanımdır :
Mısrft Sergüzeştim dasitan olmuş söylenir
«Yolun buldu adamın buldu. Gedikpaşadan Tav-şantaşına oğlanın yalun ayaklarının her bir adımına bir kuruşdan şu kadar kuruş harci râ-hın virüb Külhenî Yadigâr Bey bir şebi dîcûr içre Tavşantaşında paşa konağını teşrif ve ol acûzun ihzar eylediği sofrai işreti nûri şebâbı ile çerâgan eyledi:
Beyit
Şahın emelim taze gülistan olsun Eııvârı cemâlinle fürûzan olsun
Beyti Avâmî
Yar doldurub ben icdim Ben doldurdum yar içdi
«Arnrnâ külhen perverdesi ol mahbûbi mâ-derbehatâ maarif den bî behre ve meclisi mu-habbetde usûlü edeb bilmez :
Beyit
Maarif bilmez dilber neman bir nakşi dîvardır Bakar şahin gibi amma hakikatda sığırcıkdır
«Hanım ise aşüfte ve gül ibikli körpe horos oğlanın nümayişi hüsni şebâbına ve himmeti bâaûyi dilâverîsine lirifte, şarâbı erguvanı dolu "dolu sunar ki çalıdan halıya çekdiği daltaban âhûyi âvârenin vahşetini gidere:
Mısra . Bir katre mey kişinin cümle hicabın giderir
Beyit
Camı ıninâdan içüb bir iki üç katre şarâb Sonra girdi câme hâba eşbehi vâlâcenâb
< Külhenî oğlan destebaşı (B.: Destebaşı, cild 8 sayfa 4527) Mastor şakîye nakli macera eyledikde:
Mısra Dün bahri muhabbetde şinaverlîk eyledim
«Mastor dahi mahbûbun dü dîdei nerkisin bûs ile aferin şad hezar aferin tamam itaat üzere ol aman diye nasihat etmiş :
Kıt'ai Külhenî
Öter Layhann horozu Tüneği hanım hotozu Küflüleri uçlarısın Sarayım kokorozu
«Ve demiş ki sen dahi beyliğin göstermek gerekir :
Kıtîai Avâmî
Ayağım yalun ne gam Berat nisanım tamam Babam uşak olsa da Hanımdır benim anam
«Mastor oğlanın sîmin bâzûsuna mücevher bâzûbend bağlar ki destabaşıda emânet durur imiş yâni Yadigâr Bey sol kadar sene evvel Çınar Mescidi hareminde kundağı ile bulunduk-da mücevher bâzûbendi dahi kundak içinde bulmuşlardır ve oğlan külhana girdikde bâzûbendi destebaşısına emânet komuşdur. Ertesi gi-ce dahi Tavşantaşmdaki konağa vardığında iyşü işretten sonra cârne hâba girdiklerinde oğlan pîrehenin atup üryan oldukda ben dahi hanım evlâdıyım deyüb zâzube-.din gösterdi:
Mısiâ Faş itti aşüftesine «âzı nihâ.um
«Hanım ki Yadigâr Beyin bâzusunda mücevher bâzûbendi görmüşdür bir ahi canh::r£ş atub düşmüş ve ol anda selâmen kavle nüzul isabeti ile fevt olmuşdur. Arife tarif gerekmez, neûzi-billah..».
Müellif, Yadigâr Beyin yaşlı kadının kendi ö/, oğlu çıkdığını söylemek ister.
MuzaHir ESEN
ANSİKLOPEDİSİ
DURU (Kâzım Nâmi) — Eğitimci, öğretmen yazar; 1876 da Üsküdarda doğdu, babasının adı Mustafa Sıdkı, anasının adı Fatma Zehrâ-dır; Toptaşı, Edirne, Selanik askeri rüşdiyelerinde okudu (1891), ve 1894 de Manastır askerî idadisinden mezun olarak Harbiye Mektebine girdi, 1897 de de o yüksek askerî okulu bitirerek ordu hizmetine girdi, 1905 de yüzbaşı oldu, 1908 de İkinci Sultan Abdülhamide karşı askerî hükümet darbesini hazırlamış genç mektebli zabitler arasında bulundu ve meşrûtiyetin ilânını müteakib ordudan ayrılarak maarif hizmetine geçdi. Millî mücadele yıllarında Ankarada Büyük Millet Meclisi Hükümetinin maarif vekâletinde orta eğitim umum müdürlüğü yapdı; Cumhuriyet devrinde de öğretmen ve yazar olarak çalışdı. İkinci Cihan Harbi içinde bir devre Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak mebus seçildi, fakat mebusluğu ancak bir devre devam etti.
Bu satırların yazıldığı sırada 89 yaşında olduğu halde geçimini temin için Denizcilik Bankasında çalışıyordu. Kalem sahibi askerlerin, muallimlerin ve gazetecilerin en yaşlısıydı. Kendine has şirin lâubaliliği, kalenderliği ve şuur zin-degîsi ile çok geniş sevgi toplamış sempatik aydın ihtiyardı. Telif ve tercüme elliden fazla münteşir eseri vardır. Gazetelerde, dergilerde neşredilmiş ve bir kitap hâlinde toplanmamış makaleleri binleri aşar. Sohbeti tatlı bir meclis
Kâzım Nâmi Duru (Resim : S. Bozcah)
Dostları ilə paylaş: |