Bibi. : Cumhuriyet Gazetesi.
DUYARLAR (Ali) — Piyasa sazendelerinden bir kemânî, 1913 de îzmirde doğdu, Karinetci Aluş'un oğlu, yine piyasa çalar kemânî Bahaddin Duyarlar ile ûdî Baki Duyarların babasıdır. Kemanı Haydar Tatlıyay'dan öğrenmiş ve hanende Agopos ile de uzun zaman meşketmişdir. Gazinolarda çalar.
Hakkı GÖKTÜRK
DUYARLAR (Bahaddin) — Piyasa sazendelerinden, kemânî; 1942 de îzmirde doğdu, Kenıanî Ali Duyarların oğlu, ûdî ve bestekâr Baki Duyarların kardeşidir; Kasımpaşa Atatürk Orta Okulunda okudu ve çocuk sayılacak bir çağda önce babasının yanında piyasa saz topluluklarına katılarak hayat, geçim yoluna atıldı. Gazinolarda çalmaktadır.
Hakkı GÖKTÜRK
DUYARLAR (Baki) —Piyasa sazendelerinden bir ûdî; 1935 de îzmirde doğdu, soyca piyasada saz çala gelmiş bir aileye mensub-dur; Kemânî Alinin oğlu, Kemânî Bahaed-dinnin küçük kardeşi, Karinetci Aluşun torunudur. Küçük yaşda îstanbula gelerek Tophane Sanat Enstitüsünde okudu ve 1949 da 14 yaşında bu okuldan tesviyeci olarak mezun oldu; fakat babasının yolunu tercih ,etti, 1953 de 18 .yaşında yakışıklı bir genç olarak piyasanın saz topluluklarına ûdî olarak katıldı; Maksim, Tepebaşı, Cumhuriyet ve Kazablanka gibi başlıca.gazinolarda çalışmışdır, istanbul Radyosunda da, kardeşi ve babası ile beraber oyun havaları programında çalmışdır. Piyasanın ünlü kadın okuyucularından Müzeyyen Senar ve Mua'llâ Mukadderden yakın alâka ve himaye gördü ve bu hanımla birlikde turnelere çik-dı; hattâ Müzeyyen Senar, saz takımının genç udisinin bestelediği sarkılan konser programına alıp okumak sureti ile, o âlemde herkese na-sib olmayan aşırı iltifatda bulunmuşdur, bir
bakıma da bu delikanlının kötü bestekâr olmadığına delildir. Evlidir.
Hakkı GÖKTÜRK
DUYGUER (M. Nuri) — «Musikişinas ve rsazende; 1877 de îstanbulda Kadıköyünde doğmuşdur, Ali Bey adında bir zâtin oğludur, annesinin adı Hatice Hanımdır, îlk musiki derslerini pek küçük yaşda iken ablasından almışdır, sonra Hanende Kel Ali Beyden bir çok fasıllar geçmiş, onun ölümünden sonra da Tophaneli Sabri Beyden feyz almışdır. Önce, o zamanlar pek revaçda olan kantolar, sonra şarkılar besteleyerek musikimize hizmet etmişdir. .Kpnservatuvar tasnif heyetinde çalışmış, heveskâr gençlerin yetişmesine de ayrıca himmet harcamışdır. Kuvvetli bir icrâkâr-dır; muhitinde gaayetle nâzik bir sîma olarak tanınmış, sevilmişdir, «Sîne kemânî Nuri Bey» diye anılır» (M. Rona, Elli Yîıllık Türk Musikisi).
DUYGULU (Hamiyet) — Ses sanatkârı; 1921 de îstanbulda doğdu, polis memuru Mustafa Sadeddih Efendinin kızıdır; ilk tahsilinden sonra Akşam Kız Sanat Okulunu bitirdi. Musikiye karşı temayül ve istidadı çocukluk çağında başlamışdır. îlk mûsiki terbiyesini Dârüttâlimi Mûsiki îcrâ Heyetinde musiki hocası Fahri Kopuzdan alan Hamiyet' Duygulu ilk defa olarak sahneye Dârüttâlim Musiki Heyeti le Küçükçiftlik Parkında çıkdı. Bestekâr Zeki; Duygulu ile evlendi, bu izdivaç onun mûsikide ilerlemesine geniş imkân verdi; eşinin refakatinde Mulenruj ve Küçükçiftlik Parkı -sahnelerinde okuyarak temiz ve berrak sesi ile hemen şöhret sahibi oldu. Bir ara Ankara Radyosunda açılan bir müsabakayı kazandığı halde piyasa sanatkârı olması do
layısı ile radyoya o-ıkuyucu olarak alınmadı. Polidor, Odeon ve Golumbiya plaklarına pek çok şarkı okumuşdur.
Hamiyet Duygulu (Resim : S. Bozcalı
1950 de zevci ile birJikde Ankara-da yerleşdi ve garib sanat aforozu kaldırılarak 1957 ye kadar Ankara Radyosunda okudu ;
1957 de îstanbula geldiler ve Hamiyet Duygulu okuyuculuğu terk ederek tamamen evinin harîmine çekildi.
Hakkı GÖKTÜRK
DUYGULU (Zeki) — Bestekâr ve sazende; 1907 de babasının memuriyetle bulunduğu Beyrutda doğdu; babası İstanköylü Mehmed.Fethi Efendi, annesi îzmirin limon-cuzâdeler ailesinden Afife Hanımdır. Babasının Trablusgarb italyan Harbinde esir düşmesi üzerine annesi ile beraber îzmire geldi; ilk ve orta tahsilini Dârüleytam da yapdı, Aydın Sultanisinde okudu. Musikye olan hevesi 8-10 yaşlarında iken başlamışdı, o yolda ük feyzini îzmir de Şeyh Hafız Ali Efendiden aldı; şeyhinin mensub olduğu kaadirî dergâhına devama başladı, zâkirlik etti, okuduğu ka-sîdelerde sesi de dikkati çekdi. îzmir işgalinin son günlerinde (11-12 yaşlarında) çetelere katılarak Millî Mücâdeleye iştirâck etti. 1924 de Bandırmaya giderek bir ara meşhur ismail Hakkı Beyden ders aldı; ve gönüllü olarak küçük zabit rütbesi ile Konyada 5. Kolordu Bandosuna girdi. Musiki bilgisini geceli gündüzlü gayretiyle arttırarak bir musiki topluluğu kurdu ve askerî mahfilde 'konserler verdi; bandoda on yıl hizmet ederek 1934 de îstanbula geldi ve piyasa saz topluluklarına katıldı; ud, cümbüş, keman ve viyolonsel çalmasını öğrendi. Çeşidli makamlardan peşrev, semî, şarkılar (2000 den fazla) besteledi; ki yüzden fazlasının notası ba-sılmışdır. Bestelediği şarkıların bir kısmının güftesi dp kendisinindir. Odeon, Sahibinin Sesi ve Columbiya müesseselerinde plaklar doldurdu. Halk film stüdyosunda çevrilen filmlerin bestekârlığmı yapdı. tik plâğı «Harmandalı Mustafa» türküsüdür; zamanının meşhur muganniyesi Eyyub-lu Riza Bfâyin kızı Tanbârî Şükûfe Hanıma oikutmuşdu; üzerinde sanatkârın adı yazılı plakların sayısı beşyüzü aş-
Zeki Duygulu mlşdır <refZâ»
(Resim: s. Bozcah ad! ile bir makam
terkib etmiş ve bu makamca peşrev, semaî ve şarkı olarak ortaya bir eser koymuşdur.
îstanbulun başlıca gazinolarında çalışan Z'l Duygulu 1950 de Ankara Radyosuna girerek zevcesi Hamiyet.Duygulu ile birlikde Artkaraya gitti ve yedi yıl orada kaldı; 1957 de İstanbul Radyosuna nakledildi, fakat on bir yıl çalışdı.. Mu-alla Mukadder ve Müzeyyen Senar gibi okuyuculara sazı refâketi, piyasa kayatını tercih etti. Plak ve film işleri ile meşgul :oldu.
Zengin bir posta pulları kolleksiyonuna sâ-hibdir.
Bâzı eserleri : «Gönlümde hazan bülbülü var» (Uşşak, türk aksağı), «Yıllarca peşinde ftğlatan kadın» (Karcığar, vals), «Sabah yıl-lardanberi ilk defa oldu bence» (Nihâvend, curcuna), «Bir gün, geleceksin diye bekler deli gönlüm» (Hicaz, durcuna), «Ayrılık ah ayrı-lıfo (Hicazkâr, düyek), «Yörük Ali Izmirin yaman efesi» (Muhayyer aksak), «Parlak saçını bir gecelik okşayabilsem» (Hüzzam, aksak), «Bir sabah uyanır aşkımın güneşinden» (Nihâvend, curcuna), «Urla meydanında vardır bir 'çeşme *Harmandalı Mustafa düşme pe-mış yollara bakar *0 bakışların canları yakar» sime» (Hüseyim düyek türkü), «Ayşem~ çık-(Hüseyni Sofiyan türkü), «Eminem Eminem Çakır Eminem» (Hüseyni Sofiyan türkü), «Aman olasin Ömer *Benim olasın Ömer» (Uşşak Sofiyan; türkü), «Dudakların ne ince * Mest olursun gülünce» (Tango), «OUfcak ah olacak *Oyar benim olacak (Tango), «Kadınlar benim olacak» (Fokstrot).
1937 de bestelemiş «Zafer Marşı» adı ile bir de marşı vardır.
Hakkı GÖKTÜRK
DUYGU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Ren berine göre Eminönü Kazasının Küçükpazar Nahiyesi Yavuz Sinan mahallesi sokaklarından; Kazancılar Caddesi ile deniz kenarında Tekirdağı iskelesi sokağı arasında uzanır idi (1934 B.Ş.R. Pafta 5/46); 1957 -1960 arasında büyük istimlâklerde kırılmış yeri Eminönü - Unkapanı Bulvarına katılmışdır.
DÜDEN (İhsan) — 1944 yılında İstanbul Ansiklopedisine iki ay kadar hizmet etmiş bedbaht bir küçük delikanlıdır; 1929 da Bursada doğ-
4800 —
ANSİKLOPEDİSİ
İSTANBUL
DÜDÜK — «Batı türkcesinde isim : i — İçi boş çubuk, kamış; 2 — ağız ile üflenip öttürülen veya buhar makinalarında ses çıkaran âlet; 3 — ince, uzun, dar olan şey».
Dar ve gergin esvaba «Düdük gibi» denilir; çubuk şeklindeki makarnaların bir adı da «Düdük Makarnası» dır. Dilimizde «Parayı veren düdüğü çalar...» diye bir deyim vardır ki günlük sohbet diline meşhur bir Nasreddin Hoca fıkrasından geçmişdir.
İstanbulun günlük hayatında çeşidli düdük sesleri dinlenir.
Limanda çeşidli kalmlıkda vapur düdükleri; liman hatları vapurlarının iskelelerden kalkarken ve iskelelere yaklaşır iken düdük öttürmeleri kadimden devam ede gelen bir seyrüsefer ka-aidesidir. Liman vapurlarında düdükler bacaların ön tarafına takılır ve ekseriya çift düdük bulunup bu düdüklerden biri paralayıcı, eanhiraş
bir ses çıkarır ki «Canavar düdüğü» denilir; vapurlar bu düdükleri diğer deniz vasıtalarına karşı sert ihtarlarda bulunmak için öttürürler. Yolda karşılaşan vapurlar, tek veya çift düdük öttürerek tâkib edeceği yönü bildirir, dolayısı ile düdük muhavere vâsıtası olarak kullanılır. Limana yaklaşan büyük posta vapurları, şilebîer de belli bir şekilde düdük çalarak kılavuz veya gümrük motoru çağırırlar.
Limanı sis (duman) basdığl zaman, limanda demirli gemiler .fasıla: larla sis çanı çalarlar, seyir hâlindeki .yapur: lar da kısa aralıklarla mütemadiyen düdükr, öttürerek yürürler.
Sisde liman deniz fenerleri de (Ahır kapı Feneri, Kızkulesi Feneri, Fenerbahçesi Fene-
suna getirmişdir. Fakat, yine büyük insanlardan
Dr. ömer Edib Bey bir muayenesinde İhsanın
son devresinde müteverrim olduğunu tesbit et
miş, İhsan Düden iki ay sonra kaldırıldığı has-
tahânede ölmüşdür. .
Bu çocuğun resim sanatına karşı büyük bir istidadı vardı. İstanbul Ansiklopedisinde iki aylık hizmeti de resme çalışmakdan ibaret olmuş-du. şehir gezilerine götürülmüş, bu gezilerde çizdiği resimler ilerisi için çok şeyler vaad etmiş -di; İhsan Düden, üzerinde dikkatle çalışıldığı takdirde iyi bir illüstratör olarak yetiştirilebilirdi. İsrarımız üzerine kaleme aldığı otobiyografisi, İstanbul hâneberduşlarinın muhayyile hudud-ları dışındaki hayatını bütün çıplaklığı ile anla tan bir dram konusudur (B. : Pazvand, Ali; Oflaz Orhan).
İhsan Düden (Resim : S. Bozcalı)
DÜDEN (İhsan)
muşdur; bir kahvehane ocakçısının' oğlu ölüp, anasını ilk okula giderken kaybetmiş, zâlim bir üveyananın cevrü cefâsına tahammül edemeyerek îstânbula kaçmış ve büyük şehre- ayak basar basmaz, henüz onüç yaşında iken hâneberduşl.a-rın pençesine düşerek sefalet ve zillet batağına gömülüvermişdir; çalamamış ve dilenememiş, fakat iki sene içinde, başda esrar gelmek, üzere en kötü ve çirkin alışkanlıklara sürüklenmişdir, Bir akşam Sirkecide, bu İstanbul Ansiklopedisinin büyük dostu muallim ve muharrir Muzaffer Esen tarafından yarı çıplak ve koma hâlinde denilecek kadar perişan bir halde bulunmuş, o büyük insan bedbaht çocuğa hemen şefkat elini uzatarak bir hastahâneye kaldırtmış ve İhsan Düdeni kurtarma imkânlarını aramışdır, ve onu, o zamanlar Ankara Caddesinde 50 numaralı binanın alt katında bulunan İstanbul Ansiklopedisinin büro-
İhsan Düdeıı'iıı resimleri
Vapurun alt kamarasında uyuyan hâneberduş çocuk; Balık tutan hâneberduş çocuk; Ateşte ayağım ısıtan gemici; Muzaffer Esen için bir marka; Üsküdarda Ağa Hamamı ve Ağa Camii.
DÜGÂH
— 4891 —
ri, Haydarpaşa Mendireği Feneri) sis düdükleri öttürürler.
Denizcilik Bayramında ve îstanbulun işgalden kurtuluş gününde yapılacak merasim, limandaki bütün vapurların düdük öttürmeleri ile başlar, ve İstanbul semâsını kaplayan bu düdük sesleri l dakika sürer.
Mahalle bekçileri ve gece devriye gezen polisler düdük kullanırlar; bekçi kontrolü düdükle yapılır, bulundukları yeri devriye arkadaşlarına düdükle bildirirler, ve icâbında düdük ile istimdad-da, yardım talebinde bulunurlar.
Meydanlarda, önmeli yol kavuşaklarmda trafik polisleri kol işaretleri ile birlikde düdük kullanırlar.
Stadyumlarda futbol maçları hakemler tarafından düdükle idare edilir. Maç hastaları, tuttukları takım gaalib durumda ise, hakemin maçın bittiğini ilân edecek son düdüğünü aşırı heyecanla beklerler ve bu düdük ötünce stadyomu müdhiş bir oğultu kaplar.
Fabrikalar iş başı yapar iken ve paydoslarda düdük öttürürler.
İzci gençlerin teçhizatı arasında da bir polis cüdüğü vardır.
Son zamanlarda da mutfak eşyası arasında «Düdüklü Tencere» ler İstanbulda gaayetle yayıl-mışdır; hatta ayak takımı, mahalle karıları : «Düdüklü tencere de aldım, kaynanama yine yaranamadım...», «Elin damadı karısına kat alıyor, benim ki kızıma bir düdüklü tencere bile almadı...» gibi lâflar çok duyulmuşdur.
DÜDÜKÇALANLAR — Onyedinçi asır ortasında İstanbulda Kadızâdeliler diye anılan koyu sofuların âyinlerinde ney üflendiği için mevlevî-lere takdıkları isim (B. : Kadızâdeliler).
DÜDÜKLER EK — Halk ve. pırpırı hâneber-duşlar, apaşlar argosunda cima, livâta. Bir işportaya doldurduğu çeşidli malları tek fiat ile satan İstanbul bıçkını, çığırtkan ağzında şu kinayeli, sözler meşhurdur : «Ne alırsan yirmişer paraya!.. Her tarafı yirmişer paraya!.. Makaslarım, taraklarım, aynalarım yirmişer paraya!.. Çakılarım, kalemlerim yirmişer paraya!.. Sabunlarım, düdüklerim yirmişer paraya!...».
. 'DÜGÂH — Musikimizde meşhur faslın adı; Ahmed Rasimin eski İstanbul hayatı üzerine «Ah
DÜĞME, DÜĞMECİLER
— 4802 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
__ 4803 —
DÜĞMECİLER MAHALLESİ
efendim.. Dügâh!..» çok şirin bir yazısı vardır : «Evâilde adamın biri Yedikule semtinde otururmuş. Kızını evlendireceği tutmuş, tedjpkâta başlamış, bu iş güç arasında ahbablarına da reca etmiş : Bir saz takımı!
«O zaman tıramvay, araba »yok. içlerinden biri-daltaban yürümüş. Hayrâtiye Köprüsünden parasız geçmiş, Meyit Yokuşu budur diye tırmanmış, Galata Mevlevîhânesinden girmiş, ney-zenbaşı efendiyi bulmuş. El öpmüş, hatır sormuş. Bir kahve, bir kahve daha. Arz etmiş :
; — Bu çarşamba akşamı üstadımızın Yedikju-lede kale civarında Bakkal İstavrinin hizaAada kanarya boyalı haneye teşriflerine muntâzırız.. demiş.
«Dedem de ey vallahi basmış.
«Çarşamba hulul eder. Mesafe uzak. Sabah-dan davranmak lâzım. Üstad ney torbasını koltuğa alır, yola düşer. Git bire git. Unkapânı sıra kahvelerinde dinlenir, Sıra Odalarda, duvara dayanır, Yenikapuda çubuğu tazeler, Samatyada bir simid alır, yer, akşama doğru Yedikuleye varır. Bakkal Istavriyi bulur, hizayı güzetler, kanarya boyalı evi görür. Zâten bekçi de sopa elinde ka-puyu kesmiş, giren çıkan da çok. Dalar ki, mâha-şerallah!.. Kim kime?.. Nasılsa davete giden görür, koltuklar, bir köşeye sıkışdırır.
«Düğün evi bu., çakan çakana, okuyan okuyana!.. Bir iki dem, beyin biri üstadı çakar, yaklaşır :
-
Efendi hazretleri, mürüvvet buyurmaya-
cak mısınız?
-
Eyvallah!..
«Torbayı çözer, kendi kendisine bir Ferahfeza taksim eder, eder ama dinleyen kim? Keser. Biraz sonra beyin biri daha yaklaşır :
-
Pek çok reca ederim... bir taksim daha!..
-
Eyvallah!..
«Bir Dilkeşhâveran başlar., başlar ama yine dinleyen kim?
«Üçüncüsü bir beylerbeyi zibidi karşısına dikilir :
'i
-
Bana bir şinanay çal da sakalından öpe>
yim!.. deyince dede de şafak atar :
-
Bende yok!., der.
-
Yoksa ne geldin buraya?
«Böyle namuslu zatlar seriütteessür olurlar. Herifi önünden çekerler ama üstad evden kaçmayı kurar. Fakat nereye gitsin? Han yok, otel
yok, bildik yok. Düşünür, taşınır, herçibadâbâd der, torbayı koltuğa asar, usulca evden çıkar-Sokaklar şimdikiler gibi zifiri karanlık, köpekler avavede, ihtimal ki saldırırlar da, mütevek-kelen âlallah yürüyüp dururken bir dükkân ke-penginin aralığından sızan ışık gözüne ilişir. Sezinler, görür ki bir koltuk meyhane!.. Tamam!.. Burada gecelemek kaabil. Ürür, kuzu kapusu açılır, neyzenim eğilir, önce sikke, sonra da kendisi girer. Bir ohh!.. çeker. Peykeye kurulur : — Bir şişe!., der. Getirirler.
«Teessürü zail olmaya .başlar. Bakar ki dükkânda kendi gibi biri daha var, hâmûş ve müs-tağrak!..
Ehli dil birbirini bilmemel insaf değil
— Şuna bir Dügâh taksim ideyim!., der.
«Eder. Filvaki hitâmında o adamın ağzından
dört elif mikdârı :
— Âh!., efendim Dügâh!.. telehhüfü çıkar.
«Dede neşelenir, yine kendi kendisine :
— Ben demedim mi?., ehli dil., ehli dil., dur
bir tane daha parlatayım da bir de Sebâ..
«Sabâ da üfler, fakat yine :
— Âh!., efendim Dügâh!..
«Birbirini korur makamlar olduğu için zühul ettiğine hükmeder, bir az sonra bir de Hicaz gezinir, yine :
— Âh!., efendim Dügâh!..
«İçinden işte bunda halt ettin der ama bir kere de sormak ister, kalkar, yanına gider, der ki:
— Sana bir Dügâh taksim ettim, anladın, hay
di biraz yüklüsün, Sabâyı benzettin, Hicaza ne
diyeceksin?
«Herif başını kaldırır, dedeye bakar, bir da
ha bakar : "
— Sen düdüğünü çala dur... der, burada Dü
gâh isminde bir miço vardı, gitti, ben ona âh
ediyorum!...» (Ahmed Râsim, Gülüp ağladıklarım)
DÜĞME, DÜĞMECİLER — Eski Türk giyim kuşamında «düğme», gördüğü işden başka esvabın süsleri arasında önemli yer alırdı. Tarihimizde servet ve kudreti temsil eden kimselerin altın tel ve ipekli nakışlı en ağır, en kıymetli kumaş lardan yapılmış esvablarındaki düğmeler, o es-vablarm maddî değerini yükselten elmas, yakut, zümrüd, fîrûze, zeberced, akik gibi kıymetli taşlardan konurdu, ayrıca mercandan, yeşimden, ve oya gibi işlenerek altın tellerden, gümüş tellerden emsalsiz güzellikde düğmeler yapılırdı. Küçük
Türk Güzel Sanatları arasına koyabileceğimiz bu eski Türk düğmeleri el tezgâhlarında yapılırdı. Ondokuzuncu asrın ikinci yarısında piyasamıza fabrika işi Avrupa düğmeleri hâkim oluncaya kadar düğmeci sanatkârlar İstanbulda Eyyubda toplanmışlardı ki zamanımızda o semt hâlâ Düğmeciler adını taşımaktadır, o semtde bulunan bir mescid de «Düğmeciler Mescidi» ismi ile anı-la gelir (B. : Düğmeciler Mescidi). Yalnız kibar esvablarının değil, ayak takımının giydikleri ceb-kenlerin, câmedanların, fermenelerin düğmeleri de, ibtidâî malzemesi alelade şeyler olduğu halde birer sanat eseriydi.
Lâle Devrinin ilk yıllarında sefir zevcesi olarak İstanbula gelmiş İngiliz edîbesi Lady Mon-tagu, Hafize Sultanın tuvaletinden bahsederken: «... sırtındaki erguvan renginde dolamanın kollarının etrafı ve yakasından eteğine önü elmas düğmelerle süslüydü. Dolamanın açık yakasından görünen iç gömleğinin yakasında da baklava biçiminde yontulmuş gaayet iri bir elmas düğme vardı» diyor.
Güzel bir vücud yapısı, güzel yüzlü bir baş taşıdığı zaman açık, üryan bir sîne o güzelliğe ayrı bir revnak verir, fakat bir gömlek yakasındaki bir tek düğme, âşık gözlerinin sîne temaşasına engel olur; aşağıdaki mısralar Nedîm' indir :
Küşâd eyle aman ol düğmei zerrini bir pare
* * *
Çözülmüş düğmeler, çâki giribân nâfedek inmiş
Şu beyit de yine o büyük şâirindir :
Küşâd et düğmemi, pîrehenim aç, sinemi yüîdş
Hele gör neylemişdlr bana şemşîr nîgâhm, gel
Zamanımızda fabrika işi düğmecilik memleketimizde de çok gelişmişdir; bilhassa kadın düğmeleri arasında zevk ile seyredilecek pek güzel düğmeler yapılmaktadır.
Eski ve yeni Türk düğmeleri, koleksiyon meraklıları için üzerinde önemle durulacak bir, konudur.
DÜĞMECİ CİVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen mahzuni risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında, Düğmeci civanlarına da rastlanır; Şehrengiz yol-, lu yazılmış «Hûbannâmei Nevedâ» isimli manzum mecmuada Düğmeci civanı şu beyitlerle övül-rnüşdür :
Kimi sadefden pak elmasdır kimi Şalvar pîreheni bıçkın kesimi Fistanı ol şahın mercan düğmedir Kaaşı hilâli nev cebini bedir Pâyi billuruna yakmışdır kına Uftâdelerinin huni aşkına
DÜĞMECİLER CADDESİ - Eyyubda îslâm-bey ve Düğmeciler mahallelerinin sokaklarından; Düğmeciler Mahallesinde başı, Düğmeciler Mektebi Sokağı ve Çavuşbaşı Sokağı ile teşkil ettiği bir dört yol ağzıdır; İslâmbey Mahallesindeki başı da Zemzem ve Dipçik sokakları ve bir isimsiz sokakla teşkil ettiği yine bir dört yol ağzıdır; Ümmî Sinan Sokağı, Oluklubayır Sokağı, Tahta Minare Caddesi ve bir isimsiz sokakla kavuşak-ları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 9/119-121).
İslâmbey Mahallesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, kaba taş döşelidir, önce sola sonra sağa doğru bir kavis çizer, Tahtaminâre Caddesi ile olan kavuşağı karşısında Süleyman Ağa adında mazanneden bir zâtin kabri vardır. Ahşab, kagir, beton evler ve büyük bostanlar arasından geçer. Yerinde bu cadde Düğmeciler mahallesinde Ahmed Dede Sokağına kadar uzanır; bu sokakla olan kavuşağı karşısında da kesme taşdan, klâsik üslûbda kemerli ve kitâbesiz metruk bir çeşme vardır.
Ahmed Dede Sokağı kavuşağından sonra klâsik .üsîûbda bir çeşme enkazı vardır, bu çeşmenin karşısında da iki katlı bir ahşab bina görülür ki bir zamanlar pek mejhur olan ve «Kirpâsî Der--gâhı» diye anılan nakşî tekkesidir. Caddenin buradan ötesi bir dere - sel yatağı halinde uzanır. Düğmeciler Mescidi bu cadde üzerinde, caddenin Oluklubayır Sokağı ile olan kavuşağındadır. 3 bakkal dükkânı vardır, kapu numaraları 7-45 ve 2 - 72 dir 40 kapu numaralı ahşab bina geçen asırdan kalmış güzel bir konak yavrusudur. (mayıs 1966)
Bilb, : H. Göktürk, Gezi notu; H. Eraktan, Gezi notu
DÜĞMECİLER MAHALLESİ — Eyyub İlçesi 'mahallelerinden; Nişancı Mustafa Paşa, Cezerî Kasım, İslâmbey, Ramî Cuma, Topçular mahalleleri ile çevrilmişdir; sın.ır yolları şunlardır : Nimet Sokağı, Nazır Ağa Çeşme Sokağı (Nişancı Mustafa Paşa Mahallesi ile), Haydar Baba Cad-desi'nin bir kısmı, Balcı Yokuşu (Cezerî Kasım
L
DÜĞMECİLER MEKTEBİ SOKAĞI
— 4804 —
İSTANBUL
DÜĞMECİLER MESCİDİ
— 4803
Düğmeciler Mescidi 1966 yılında Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından yeniden tamir et-tirilmişdir.
Kare plânlı kagir bir bina olup kiremitli ahşab çatı ile örtülüdür, ve taş minarelidir. Son cemaat yeri ahşab olup, zemini mermer döşeli pabuçluğun iki yanında birer odacık vardır; ibâdet sahnına girildiğinde sağlı sollu iki maksure vardır, üstündeki kadınlar mahfiline soldaki maksureden ahşab merdivenle çıkılır; sağ duvar ile mihrab duvarında altlı üstlü dörder, sol duvarda da yalnız altda iki pencere vardır,
Düğmeciler Mescidi (Resim ve plân: Sabih BüyükerMl)
mescid cem'an on pencere ile aydınlatılmışdır.
Mescidin sağ tarafında bulunan avluda ulu bir çınar ağacının altında dört musluklu bir şadırvan vardır, üzerinde şu kitabe bulunmaktadır:
Abdest al Fatma Hanıma kıl dua 1286 (M. 1869 . 1870)
Mahallesi ile), Zekâi Dede Sokağı, Kurukavak Caddesi, isimsiz bir aralık sokak, Düğmeciler Caddesinin bir kısmı, Tahtaminâre Caddesi'nin bir kısmı, Kara Süleyman Tekke Sokağı (îslâm-bey Mahallesi ile), Ayten Sokağı (Rami Cuma Mahallesi ile), isimsiz bir yol, Şeyh Râşid Sokağı (Topçular Mahallesi ile). İç sokakları şunlardır : Bıçakçı Eyyub Sokağı, Ahmed Dede Sokağı, Çavuşbaşı Sokağı, Düğmeciler Mektebi Sokağı, Düğmeciler Caddesi'nin bir kısmı, Ümmî Sinan Sokağı, Oluklu Bayır Sokağı, Kitabcı Kasur Sokağı, Şifâ Yokuşu, Yusuf efendi Çiftliği So kağı, Çövenci Sokağı, Vezir Tekkesi Caddesi, So fular Bostanı Sokağı, Sofular Çukuru Sokağı, Sofular Çıkmazı, Eski Sofular Caddesi; Ötlek Sokağı, Setli Çıkmaz, Hammoğlu Sokağı, Baba Hay dar Kuyu Soağı, Baba Haydar Tekkesi Sokağı, Haydar Çeşmesi Sokağı, Karayel Sokağı, Kâhya Çıkmazı, Üzümbağı Sokağı, Sarısamur Sokaği,* Eyyub Nişancı Caddesi, Zahireci Sokağı, Bab l
Düğmeciler Mahallesi (1934 Belediye Şehir Rehberinden)
Haydar Camii Sokağı; ve mahallenin Rami ve Topçulara doğru uzanan yerlerinde pek çok isimsiz sokak (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 9/121).
1983 yılında Düğmeciler Mahallesi muhtarlığında bulunan malrnüdürlüğünden emekli Bay Ce-vad tpteş'in verdiği malumata göre mahalle sınırları içinde 4 Cami (Baba Haydar Camii, Düğmeciler Camii, Nişanca Camii, Sofular Camii; B. : Babahaydar Mescidi, cild 4, sayfa 1743; Düğmeciler Mescidi; Nişancılar Camii; Sofular Mescidi), 5 tekke (Vezir Tekkesi, Karasüleyman Tekkesi, Ümmî Sinan Tekkesi, Arpaemini Tekkesi, Sivâsî Tekkesi), l medrese (Hacı Beşir Ağa Medresesi), 1200 ev ve 7 dükkân vardır; mahalle nüfusu 9600 kişidir (1964, ekim).
Dostları ilə paylaş: |