Atikrtuıstafapaşa Camii (Resim Reşad Sevinçsoy)
Atiknuustafapaşa Camii gerek plân ve
gerek inşa tarzı bakımından beşinci aşıra ait
hiçbir hususiyet göstermemektedir. Bu bina
nın Petros ve Markos için yaptırılan kilise ol
masına, -katiyetle söylenebilir ki imkân yok
tur. Burası mimarî hususiyetleri bakmamdan
daha sonraki devirlere işaret etmekte oldu
ğundan başka, cesamet bakımından da iki
Patris tarafından alelacele yaptırılan bir şa
pel binası olmıyacak kadar ehemmiyetlicedir.
Ayrıca şunu da ilâve edebiliriz ki Atikmusta-
fapaşa Camimin binası, bütün Bizans tarihi
boyunca hiç adı geçmiyecek kadar basit değil
dir. Bugünkü şekline nazaran, esas itibariyle
hiç olmazsa VIII, asırda inşa edilen bu bina,
Markos - Petros kilisesi olarak kabul edile-
miyeceğine göre burada başka bir kiliseyi;
bilhassa bu asırlarda burada mevcudiyetini
bildiğimiz bir kiliseyi aramak icabetmektedir.
Eski metinlerde adları
* zikredilen ve bazıları ta-
rif edilen birçok kiliseden, bugün yerleri tes-bit edilemiyenler hayli büyük bir yekûn tutmaktadır. Şimdiki Atik-mustafapaşa Camii bunlardan biri olabileceği yukarıda adı geçen Aya Tekla kilisesi olması da
ihtimal dahilindedir.
Şüphesiz bu sonuncu nokta henüz bir faraziyeden ibarettir, ve bunu tevsik edebilmek şimdilik imkânsızdır. Tarihî kaynaklardan öğrendiğimize göre İstanbul içinde Aya Tekla adına yapılmış iki kilise mevcut olup bunlardan biri Kadırga limanı civarında, diğeri ise Vlaherna'da idi. (Mordtmann: Es-quisse... Sayfa 56; P. Richter: Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, Wien 1897 sayfa 124, 188 ve 373). Bu ikinci Aya Tekla kilisesi dokuzunucu asırda, İmparator Teofi-los'un (imp. 829-842) büyük kızı Prenses Tekla tarafından kurulmuştur. (Bu kadın fak. bk. Os-trogorsky: Geschichte deş byzantinischen Sta-ates, München 1940, sayfa 152; ve Ch. Diel: Figures Byzantines, Paris 1930, serie I, sayfa 169, 178). Bizans tarihçilerinden Teofanes'in zeylinden, bu prensesin bu kilisenin manastırına çekilerek burada öldüğü öğrenilmektedir. (Teophanes Cont. III. 44; Richter: Quel-len... Sayfa 373). Aya Tekla kilisesi, İsak Komnenos (imp. 1057-1059) tarafından esaslı bir surette tamir ettirilmiştir. Bir muharebe dönüşünde korkunç bir fırtına ve seylâbdan kurtulmasını, o gün bayramı olan Aya Tekla' nın bir mucizesine medyun olduğuna inanan İmparator İsaakios, 1059 da İstanbula dönüşünde derhal Aya Tekla kilisesini tamir ettir-
mistir. Bu hâdiseyi birçok Bizans tarihçilerinden öğreniyoruz. (Richarter'in eserinde adları geçen müelliflerden başka bk. Psellos: Cro-nographie, ed. Belles - Lettres, Paris 1928, Cild 2, sayfa 127). Fakat bu hususta en fazla bilgi veren meşhur Prenses Anna Komnina'-dır. Bu kadın, eserinde, İsaakios'un tamir ettirdiği •kilisenin «... muhteşem bir mâbed, olduğunu ve hiç de az bir masrafla meydana gelmeyip, sanatın çeşitli vasıtalariyle tezyin edildiğini ve imparatorun daima ibadetlerini orada yaptığını...» yazmaktadır. (Anne Gömmene: Alexiade Paris 1937, cild I, sayfa 129). Anna Komnena'nın büyük annesi Anna Dalas-sena da gününün büyük bir kısmını bu Tekla kilisesinde ibadetle geçirirdi.
Bu kayıtlardan kolayca anlaşılacağı gibi, Aya Tekla kilisesi olarak ancak on metre bo- .
Atikmustafapaşa Camii (Plân: Reşad Sevinçsoy)
yunda ehemmiyetsiz bir yapı olan Tokludede .Mescidinden fazla Atikmustafapaşa Camiini kabul etmek mümkündür. Zira bu binanın cesameti ve inşa tarzı, imparator ve imparato-riçelere ibadetgâh olabilecek kadar ehemmiyetlicedir. Evvelce de yazdığımız gibi, şimdilik bu faraziye bize en makul gelenidir. Bu arada şu noktaya da temas edelim ki, Millin-gen'in Atikmustafapaşa Camii olmasını muhtemel gördüğü ve Tafferner'in eserinde adı geçen «Petri, Pauli» kilisesi zanmmıza göre Ayvansarayda olmayıp daha doğudadır. (A. van Millingen: Byzantine Churches in Cons-tantinople, London 1912, sayfa 191). Bu kilisenin durumu hakkında aslı 1490 a doğru yapılan «Vavassore» plânı mühim bir vesika teşkil etmektedir. (Oberhummer: Konstanti-nopel, München 1920, sayfa 16 daki resim). İstanbul Ansiklopedisinin ilk baskısında bu maddeyi yazdığımızda, bu hipotezi ortaya attığımızda aynı fikri ileri sürmüş olan J. Pa-padopoulos'un kitabını görmemiştik. (J. Papadopoulos, Le palaiset et leş eglises deş Blachernes, Selanik 1928, 164) Atikmustafapaşa Camiinin evvelce Aya Tekla kilisesi olmasının daha makûl olduğu düşüncesi sonra A. M. Schneider (Die Blachernen, «Oriens», IV, 1951, 105) tarafından da desteklenmiştir.
İstanbulun fethinden sonra bu kilisenin derhal camiye çevrildiğine dair bir bilgiye sahip bulunmuyoruz. Ayrıca bu mabedin cami olarak banisinin kim olduğu da meçhuldür. Bu arada şuna da işaret edelim ki, A. Saim Ül-gen'in vaktiyle yazmış olduğu risalede bu kilisenin «Atik, yani Eski Ali Paşa tarafından camiye çevrildiğini» yazması bir yanlışlıktan ibarettir. (A. Saim: İstanbul ve Eski Eserleri, İstanbul 1933, sayfa 137). İstanbulun bütün camileri hakkında toplu malûmat veren yegâne eser olan Ha-
ATİKMUSTAFAPAŞA CAMİİ
1292-
ISTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1293 —
ATİKMUSTAFAPAŞA CAMİİ
Atikmustafapaga Camii (Resim: Reşad Sevinçsoy)
dikat-ül-Cevamide, İstanbulda «Kocamusta-fapaşa» Camii adını taşıyan iki ayrı cami bulunduğu yazılmakta ve bunların ikisinin de kiliseden münkalib oldukları» ilâve olunmaktadır. Hadika, cild, I, sayfa 161). Hadika müellifine göre Ayvansaray-daki caminin yanında bir çifte hamam bulunuyordu. (Hadika, cild I, sayfa 167). Bugün bu caminin hemen yakınında bu isimde hiçbir hamam yoktur. Aynı adı taşıyan diğer cami ise hâlâ mevcuttur ve Silivrikapısına yakın kendi ismiyle anılan semtte bulunmaktadır (B.: Kocamustafapaşa Camii, Sünbül Efendi
Dergâhı). Diğerinden ayırdedilmesi için olsa gerek, Ayvansaraydaki caminin adının başına bir de Atik kelimesi eklenmiştir.
Fatih vakfiyelerinde İstanbul içinde bulunan birçok binalardan bahsedilirken bir takım mabetlere de temas olunmaktadır. Bunların arasında, Ayaleharna yani Aya Vlaherna mahallesinde bir Çokalica manastırının adı geçmektedir. (Tahsin Öz: Zwei Stiftungsurkunden, İstanbul 1935, Sayfa XI ve var. 61; Vakıflar neşriyatı: Fatih Vakfiyeleri, İstanbul 1938 var. 235).
Schneider, eserinde Atikmustafapaşa camii-nin bu manastır olabil-ceğine işaret etmektedir. (A. M. Schneider: By-zans, Berlin 1936, sayfa 53). Ayrıca yine Fatih vakfiyelerinde «Musta-fapaşa hamamı» civarında bir Aya manastırı ve kilisesinden bahsedilmektedir.. (Fatih vakfiyeleri, var. 99, 137, 233). Fakat bu hamamın yakınında Mollahüsrev Mescidi de bulunmaktadır ki, bu mescid Vefada olduğuna göre bu Aya manastırı ve Mustafapaşa hamamının da orada olmaları icabetmektedir. Son yarım asır içinde sayıları çok eksilen hamamlarımız hakkında hiç olmazsa sarih isimlerini bildiren ve yerlerini tesbit eden bir etüdün hazırlanması çok faydalı bir hizmet olur.
Atikmustafapaşa camiine adını veren hamam her halde bugün artık mevcut değildir. Sadece, mevzuumuz haricinde kalan bu husus hakkında şuna işaret etmekle iktifa edeceğiz; Ayvansarayda bu caminin biraz ilerisinde hâlâ bir Külhan Sokağı olduğu gibi, yine bura-
da Bostan sokağında simdi 33 ve 35 numaran imalâthanelerin yerinde 1908 -1910 yılların-rına kadar bir hamam mevcud olduğu söylenmektedir. (İmam Ali Özuyuk ve Muhtar Vehbi Temirtas tarafından). Bu tarihte kısmen ortadan kaldırıldığını anladığımız bu hamamın büyük zelzelede kamilen münhedim olduğunu «Sabah» gazetesinde neşredilen tahribat listesinden Öğreniyoruz. (Bu notu R. E. Koçu vermiştir). Eski bir İstanbul haritasında da bu hamamın yeri sarih olarak görülmektedir (E. H. Ayverdi, 19. asırda İstanbul haritası, 1958 pafta D-7).
Ayvansaray civarının 1729 (H. 1142) yılında büyük bir yangın geçirdiğini biliyoruz. (S. Ünver: Suyolu haritası, İstanbul 1945, sayfa 38-42; A. Refik: On ikinci asırda İstanbul Hayatı, İstanbul 1930 sayfa 117). Şimdiki göçüşüne nazaran esaslı bir takım tadilât izleri gösteren bu caminin bu yangında hasara uğramış olması ihtimal dahilindedir.
Atikmusatafapaşa Camii H. 1310 (1894)
büyük zelzelesinde de hayli hasara uğrayarak
minaresi de kısmen yıkılmıştır. (Sabah gaze
tesinde neşredilen listeden R. E. Koçu'nun
verdiği not) 1906 yılma kadar süreri bir ta
mirat neticesinde cami tekrar kullanılır bir
hale getirilmiştir. Bu tamirat esnasında du
varları simdi görülen nakışlarla süslendiği
gibi, tamamen kesme taştan olan minare de
tamamlanmıştır. ^
Birkaç sene evvel binanın içinin alt kısımları pek zevksiz olarak tavsif edebileceğimiz bir badana ve nakış (!) tabakasiyle örtülmüştür.
Bu. caminin ayrıca iki ismi daha vardır ki bunların birincisi «Ayvansaray Camii» dir (Constantiniade, sayfa 47, 113). Diğeri ise «Câbir Camii» olup çok daha fazla yayılmış ve birçok kitaplara dahi geçmiştir. Fakat bu sonuncu isim bilhassa yabancı dillerdeki eserlerde gayet tuhaf şekillere girmiştir. (Meselâ: C. Raymond: Nouveau plân de Stamboul; Me-yers Reisebücher: Türkei, Leipzig 1908 sayfa 292 ve harita) Radikanın verdiği malûmata nazaran Eyyubi Ensarî ve Ebu Şeyibe ile İstanbul önüne gelen Cabir ibni Abdullah bu. Caminin içinde medfundur. İstanbulun Arab-lar tarafından muhasaralarının hâtıralarından bir tanesini ve en tanınmışını teşkil eden' bu efsanenin teferruatı hakkında bilgiye sa-
hip bulunmuyoruz. Bugün dahi caminin içinde sağ taraftaki küçük yan mihrab höcresi ufak bir türbe durumundadır ve burada bir sanduka bulunmaktadır. Bu sandukaya dayalı duran ve Reşad Ekrem Koçu tarafından yazılan kopyasını aşağıda neşrettiğimiz, siyah zemin üzerine altın yaldızla ve güzel bir talik hatla yazılı büyük levhada da Câbir bin Ab-dullah-ül Ensarî hakkında esaslı bir malûmat yoktur.
Muhakkak muktebestir huri hur«idi nübüvvetten Semayı dinde bir necmi Hudadır Hazreti Câbir
UIiivvi menzeletle bezmi hâssül hassa dahildir Kemerbendi Habibi Kibriyadır Hazreti Câbir
Diyâri Rûme Fahrienbiyanın yadigârıdır Stanbol şehrine revnak fezadır Hazreti Câbir
Celilül kadr ekâbirdendir esbabı kiram içre Şerefyabı cenabı Mustafadır Hazreti Câbir
Yüzün sür hâki pâki kabrine Saadi
Bu mülke lûtfi ihsanı Hudadır Hazreti Câbir.
İkisi de sahabeden olan iki Câbir bin Abdullah'ın mevcudiyeti bilinmektedir; bunlardan Câbir bin Abdullah bin Amr-ül Ensarî muhtelif gazalara iştirak etmiş ve 690 dan sonra 95 yaşında iken Medinede ölmüştür. Atikmustafapaşa camiindeki türbenin bu zatın namına yapılmış olması hakikate pek uygun düşmemektedir. Diğer Câbir'in ise îstan-bula geldiğine dair hiçbir rivayet yoktur. (Bu hususta etraflı bilgi için: Şemseddin Sami: Ka-musül - âlâm'a bakılması).
Atikmustafapaşa camiinin duvarlarında hiçbir kitabe bulunmadığı gibi civarında mezar taşı da yoktur. Yalnız 1947 senesi Martında burasını tetkik ettiğimiz şurada şimal cihetine bakan sol duvarın önünde kamilen toprağa gömülmüş bir mezar taşı gözümüze ilişmiştir.
Caminin karşısında, şadırvanın bitişiğinde ve şimdi bir tahtaperdenin arkasında kalan, Şatır Hasan Ağanın eseri hayrı 1692 tarihli güzel bir çeşme bulunmaktadır. (İ. Tanışık: İstanbul Çeşmeleri, İst. 1943, cild I, sayfa 92).
Mimarî bakımdan ise Atikmustafapaşa Camii, Bizans sanatında «Yunan haçı plân» olarak adlandırılan plân tipinin îstanbulda şimdi mevcud, ilk ve mühim numunelerinden birini teşkil eder. Bu plân burada henüz bir intikal devresine işaret etmektedir. Bu «Yu-
ATİKMUSTAFAPAŞA CAMİİ
1294 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1295 —
ATİKMUSTAFAPAŞA CAMİİ
nan haçı plânını» en kısa bir şekilde şöylece tarif edebiliriz: Mihrab çıkıntıları ve narteks kısmı hariç kalmak üzere bina bir kare teşkil eder, bu karenin içinde birbirini amuden kesen bir çift beşik tonoz, her kolu müsavi bir Yunan haçı vücude getirirler. Karenin tam ortasında ve tonozların biribirlerini kestikleri kısımda ise kubbe yükselir. Bu tipin daha mütekâmil bir numunesini teşkil eden diğer bir eski Bizans kilisesinden evvelce bahsetmiştik. (B. Ahmed Pasİ Mescidi).
Atikmustafapaşa Camiinde buîunan Vaftis
teknesi (Resim. C. Gurlitt
Atikmustafapaşa Camii işte bu plân tipine geçişin bir merhalesini teşkil eder, yine İstanbul içinde bulunan eski Bizans kiliselerinden şimdiki Gül Camii ile Kalen-derhane Camii arasında yer alan bu binada daha evvelki devirlere ait bazı inşaî hususiyetlerin yanında yeni plân tipinin biraz acemice tatbiki açık bir surette göze çarpar. Sanat tarihi bakımından bir intikal devresine işaret eden bu binada ne daha evvelki devrelerin sadelik ve sükûnu ve ne de daha sonraki devrelerin anlayışlı zarafeti vardır. Atikmustafapaşa Camii bu bakımdan oldukça kaba ve ağır, bir «tecrübe» binasıdır diyebiliriz.
Binanın sanat tarihindeki yerini henüz katiyetle tesbit edebilmeğe imkân yoktur. Meşhur Diehl ve Brehier bu eski kiliseyi dokuzuncu aşıra ait görürler. (Ch. Diehl: Ma-nuel d'art byzantin, Paris 1925, cild I, sayfa 333; L. Brehier: L'art byzantin, Paris 1924, sayfa 190). Yakın zamana kadar İstanbul Üniversitesinde Bizans sanatı Profesörü olan Runciman ise bu binanın dokuzuncu asrın sonunda inşa edildiğine katiyetle kani olduğunu ileri sürmüştür! Schneider ise Atikmustafapaşa Camiinin dokuz ve onuncu asırlar binası olduğunu kaydetmiştir. (Byzans, sayfa 53). Buna mukabil Wulff bu mabedi daha ziyade yedi ilâ dokuzuncu asırlara ait görmektedir. (O. Wulff: Byzantinische Kunst, Berlin 1918, sayfa 391 ve bilhassa; Wulff: Nachtrag zu altchristliche und byzantinische Kunst, Potsdam 1939, sayfa 53). Bu bina hakkında
enteresan tetkiklerde bulunan Brunov ise buranın inşaatını altıncı asrın ikinci yarımına kadar götürmektedir. (N. Brunov: Zur Erfor-schung der byzant. Baudenknialer v. Kons., Byz. Zeit. Cild 32, 1932, sayfa 53). Görülüyor ki Atikmustafapaşa^ Camii binasının inşa tarihi hakkında muhtelif fikirler bulunmaktadır. Öyle zannediyoruz ki bu yapıyı altıncı asır gibi erken bir devre ait görmek doğru olmayacağı gibi, bu bina için onuncu asırda pek geçtir. Burası bizim tahminimize göre ancak yedi ilâ dokuzuncu asırlara ait olabilir. Atikmustafapaşa Camii binası mimarî tarihi bakımından ciddî bir tetkikten geçmeğe değer. Tabiatiyle burada çok fazlasiyle bu fikirleri açabilmemize imkân yoktur. Sadece şuna işaret edebiliriz ki bu binanın sahibi olduğu plânı en ufak teferruatına varıncaya kadar aynen diğer iki kilisede daha müşahede etmek kabildir. Bunlardan bir tanesinin Yu-nanistanda bulunmasına mukabil diğeri Ana-doluda Karadeniz kıyılarında ufak bir adacıktadır. Bu tipin çok benzeri diğer bir kilise daha Ermenistanda mevcuttur. Bunun benzeri binalar hakkında (Bk. S. Eyice, Amasra Büyükadasmda bir Bizans kilisesi, «Belleten» 15, 1951, 469-491).
Fakat bu arada şunu da hatırlatalım ki Atikmustafapaşa camiinin gerek Gurlitt (C. Gurlitt: Die Baukunst Konstantinopels, Berlin 1907 sayfa 38), gerek Millingen (A. van Millingen: Byzantine Churches in Constanti-nople, London 1912) ve gerek Ebersolt ile Thiers (J. Ebersolt, A. Thiers: Leş eglises de Constantinople, Paris 1913, sayfa 131) tarafından yapılan plân, rölöve ve tarifler oldukça yanlış ve eksiktir. Bunların hepsine takaddüm eden Pulgher (D. Pulg-her: Leş anciennes eglises byzantines de Constantinople, Vienne 1878, sayfa 28 ve levha 14) ise artık tamamen kıymeti kaybetmiştir. Af.tm . , „ ..
J * Atikmustafapaşa Camii ya-
Bu tarihi binanın aıîlda bulunan silme parçası
yeniden bir rölöve- (Resim: s. Eyice)
sinin yapılması her halde elzemdir.
Atikmustafapaşa Camiinin şimdiki du-durumunu bir tarifine gelince; caminin önünde bir avlu mevcut değildir. Buradan geçmekte olan Çenber Sokağının öbür tarafında ah-şab bir salaşın içinde basit ve sanat kıymeti taşımayan bir şadırvan bulunmaktadır. Şimdiki son cemaat yeri tamamen bir Türk in-şasıdır. Evvelce bunun yerinde olması icabe-den Narteks (Narthex) kısmı hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştur. Sadece son cemaat yerinin temellerinin bu narteksin bakiyeleri üzerinde kurulmuş olduğu tahmin edilebilir. Son cemaat yerinin sokağa bakan cephesi, araları alçak kagir bir duvar ve camekânla kapatılmış beş büyük sütuna sahiptir. Bunların hepsi mermerden olup yalnız en sağdaki üzeri çinko kaplı ağaçtır. Bu sütunların üst kısımları tamamen yeşil boyalı ahşap bir sakfın içinde gizli kaldıklarından bunların birer başlıkları olup olmadığını ve eğer varsa başlıkların şekilleri hakkında bir fikir edinemiyoruz. Soldan itibaren iki ilâ üçüncü sütunların arasında methal bulunmakta ve bu methal de ayrıca iki tane gayet ince mermer sütunla çerçevelenmiştir. Bu sonuncuların başlıkları yakın devirlerde yapılmış olduklarını göstermektedir. Evvelce son cemaat yerinin üzeri çifte meyilli bir çatı ile örtülü iken son tamirde bu çatı tadil edilmiş ve öne doğru tek meyilli yapılmıştır, Sağda küçük bir kapıdan minaraye çıkılmaktadır. Tamamen muntazam kesme taştan yapılmış olan minarenin kürsü kısmı sekiz köşelidir. Büyük zelzelede bu minare çok hasara uğrayarak yıkılmıştır. Sonradan şerefe, petek ve külah yeniden yapılmıştır. Taştan olan külah üzerindeki tezyinat bakımından muahhar devirlerin zevkine uygun düşmektedir. Son cemaat yerinin sol duvarında küçük bir kapı bulunmaktadır ki, bu, cami müstahdeminin ikametgâhına açılmaktadır. Bu kısmın zemini evvelce altı köşeli tuğlalarla kaplı iken, tamirden sonra buraya taş döşenmiştir.
Bina kilise iken asıl kısma üç kapıdan giriliyordu. Bugün bu kapılardan yalnız ortadaki aslî şeklini muhafazav etmektedir; yan-lardakiler kısmen tadil edilerek birer pencere durumu almışlardır. Asıl bina evvelce de söylediğimiz gibi bir haç şeklindedir Bu haçın köşelerinde bulunan dört küçük hücreden
şark istikametinde olan ikisi yan mihrabcık-ları teşkil etmektedirler. Bu dört höcrenin köşe duvarları üstünde kubbe bulunmaktadır. Fakat derhal şunu haber verelim ki bananın hemen hemen bütün üst hatları gibi bu kubbe de Bizans zamanına ait değildir. Esaslı bir tamir esnasında çatıyı teşkil eden çizgilerle birlikte kubbe de yeniden yapılmış ve böylece gayet alçak sekiz köşeli bir kasnağın üzerine basık bir kubbe oturtulmuştur. Bu tadilât, binanın esaslı bir tahribe uğramış olduğunu işaret etmektedir. Bunun bir yangın olabileceğine yukarıda temas ettik. Transept' in sağ yani cenup nihayeti evvelce düz bir duvarla değil fakat iki sütunun taşıdığı üç kemerle yan tarafa açılıyordu. Sonraları bu kemerlerin içleri örülerek yalnız ortada bir pencere bırakılmıştır. Bu duvarın böylece açık olması bir takım nazariyelerin ileri sürülmesine sebebiyet vermiştir. Biz burada bunlara gayet sathî bir surette temas edeceğiz.
İi-k defa Brunov tarafından ileri sürülen bu nazariyeye göre bu bina ilk şeklinde iki yanında iki salma daha (yani Nef'e) sahip bulunuyor ve böylece beş sahınlı kiliseler grubuna dahil oluyordu. (N. Brunov: Zur Erforsch-hung d. byz Baudenknialer v. Kons., Zeit cild 32, 1932, sayfa 57 - 59). Bu âlimin araştırmalarına nazaran daha alçak olup tek katlı idi. Binanın cephelerinde hâlâ görülen takviye payeleri aslında çatıya kadar değil fakat ancak muayyen bir seviyeye kadar yükseliyor ve bu yan sofaların üzerini örten ahşap çatıyı taşıyan kemerleri taşıyorlardı.
İstanbulda böyle beş sahınlı kiliselerden hiçbir numune zamanımıza kadar kalmamıştır. Yalnız eski bir kilise olan Fenarî İsa 'Camiinde 1928 de yapılan bir hafriyat bu binanın ilk şeklinin öyle olduğunu göstermiştir. Fakat Atikmustafapaşa Camiinin de aynı seriye dahil edilmesi hayli müşküldür. Her ne kadar Transept duvarının kemerlerle yana açılması burada birer sahnın mevcudiyetine işaret ediyorsa da Bizans kiliselerinin hemen hepsinde bilhassa sağ tarafa açılan kemerler vardır ve bunların hepsini buna dayanarak beş sahınlı binalar grubuna dahil etmiyoruz.. Brunov'un bu husustaki nazariyesini biz pek hakikate uygun görmüyoruz. Maamafih gayet basit bir sondaj bu meseleyi kat'î bir surette aydınlatabilir. Ebersolt ise Brunov'un nazari-
ATİKMUSTAFAPAŞA CAMİİ
— 1296 —
İSTANBUL
ANSÎKLOPEDÎSl
— 1297 —
ATİNA (Pansiyoncu Madam)
yeşim ana hatları itibariyle feabul etmekte fakat bu yan sofaları doğrudan doğruya birer şahın olarak değil fakat birer revak şeklinde tasavvur etmektedir. (J. Ebersolt: Monuments d'architecture byzantine, Paris 1934, sayfa 55 ve 162 -163). Şüphesiz bu fikir evvelcine nazaran daha akla yatkın gelmektedir.
Binanın kilise iken üç mihrabı yani ab-sid'i bulunuyordu. Bunlardan iki yanlardaki-ler birer höere vaziyetindedir. Bu mihrablar içerden yarım dairevi olmalarına mukabil dışardan geç antik devri yapı an'anesine uygun olarak üç cephelidirler. Bunlardan ortadaki-nin içinde yapılmış olan Türk mihrabı ilk bakışta gözleri yadırgatmaktadır. Zira kiliseden camiye çevrilen binalarda bu mihrabın binanın mihveri üzerinde olmadığı malûmdur; halbuki burada her iki mihrab tamamen binanın mihverinde bulunmaktadırlar. İçerde duvarların üst kısmında bir mermer friz mevcuttur. Bu frizin mihrab duvarlarında devam etmemesi bu kısımda esaslı tadilât yapılmış olduğuna işaret etmektedir. Tamamen bir Türk eseri olan kubbenin ortasında Besmelei Şerife ve Kulhü vallahü ahad suresi güzel bir surette yazılmıştır. Simdi mevcut boyalı ah-şab minber ve mermer vaiz kürsüsü hiçbir sanat kıymeti taşımıyan basit eserlerdir.
Sağ yan mihrabcık ayrıca bölünerek bir türbe şekline sokulmuştur. Sanduka şimal -cenup istikametinde olup kısmen bir kemerin altında bulunmaktadır. Böyle cami içinde türbeler İstanbulda pek nadirdir. Bu türbenin önünde geçen asrın başlarında yapılmış yeşil boyalı ahşab bir bölme duvarı bulunmaktadır ki bunun ortasında demir parmaklıklı bir kapı ve bir perde vardır. Kapının üstünde şu kitabe göze çarpar:
Haza merkadi Câbir bin Abdullah-ül Ensarî
Transept'in sağ kolu da caminin esas kısmından bir ahşap duvarla ayrılmıştır. Bunun -kapısı üzerinde R. Ekrem Koçu'nun aldığı kopyaya göre su kitabe bulunmaktadır:
Hazâ Hazreti Câbir bin Abdullah Ensarî radiyallahü anhü. Eseri kilki Eşref Mehmed.
Salibin garb kolu ve bunun yanındaki höc-relerin üzerinde bulunan kat ahşaptır. Bilhassa bu kısımlarda kırk sene evvelki tamirde yapüan kalem işlerinin ve badanaların altm-
da daha eski kalem islerinin mevcudiyeti far-kedilmektedir. Bazı kısımlarda sıvaların dökülmüş olmasına rağmen hiçbir eski mozaik veya fresko izine rastlamak kabil olmamıştır. Ancak binanın sağ dış -duvarında pencereler hizasında son yıllarda bazı fresko izlerine rastlanmış ve bunların üstleri tahtalar ile kapatılmıştır.
Binanın dışındaki hususiyetlere gelince: Bizans zamanında ki pencerelerin bir kısmı sonraları örülmüştür. Cenup duvarında görülen bir çift kemerden bir tanesinin kesik olması Türkler zamanında binanın üst hatlarının tamamen değiştirildiğini göstermektedir. Brunov'a nazaran yapının üzerinde bu muhtelif kemerlerin münhanilerini takibeden dalgalı bir çatı bulunması icabediyordu.
Şimdiki testere dişi tarzındaki tuğla tezyinatı yakın zamanlara ait ilâvelerdir.
Görülüyor ki bu bina mimarî bakımdan esaslı bir tetkikten geçmeğe değer. Ayrıca burasının üç sahmlı binalar serisinde bir yer aldığına ve bu hususta mühim bir rol oynadığına işaret edenler de vardır. (J. Baltrusaitis: Leglise cloisonnee en Orient et en Occident, Paris 1941, sayfa 15).
Binanın inşa tekniğine gelince. Dış duvarların üzerleri badana ile örtülü olduğundan bunu her kısımda tetkik edebilmeğe imkân yoktur. Fakat esas itibariyle bir hayli tadil edilmiş bir durumda olan duvarların iü-nasız bir şekilde muhtelif taş ve tuğla sıraları halinde vücuda getirildiği anlaşılmaktadır. Zaten bu hususu yetmiş sene evvel yapılan ve Paspate'nin kitabında neşredilen resimden de anlamak kabildir. Esas itibariyle ^her tuğla tabakası arasında zengin bir harç tabakası kullanılmıştır ki bunun kalınlığı birçok kısımlarda tuğla kalınlığının iki misline müsavidir.
Atikmustafapaşa Camiinin eski tezyinatından hiç bir şey kalmamıştır. Yalnız camiin yanında bulunan bir bahçe duvarının taşları içinde mermer bir söve parçası üzerindeki tezyinat oldukça enteresandır. Bu taşın üzerinde Bizans tezyinatında sık sık görülen beş yapraklı palmetler farkedilmektedir. Diehl tarafından bu camiye ait olarak gösterilen çok enteresan bir sütun başlığı Pulgher'in eserinden anlaşılacağı veçhile Atikmustapaşa
Camiinde değil Gülhane civarında bulunmuştur.
Yakın zamana kadar şadırvanın yanında duran ve büyük tamirden sonra 1922 de Arkeoloji müzesine nakledilen yekpare mermerden bir vaftiz teknesi hâlâ müzenin büyük cephesi önünde ve en sağda durmaktadır. İ. 3898 numarayı taşıyan bu vaftiz teknesinin içinde üç basamakla inilmekte olup, içerde üç niş oyulmuştur. Ekseri kitaplarda resim ve tarifelerine rastlanan bu vaftiz teknesinin diğer benzerleri müzenin bu kısmında teşhir edilmektedir. (Resimli Rehber, İst. 1934, sayfa 126). Üzerinde hiçbir yazı ve hattâ şadırvan olarak kullanıldığına dair dahi emare olmayan bu tekneyi C. Esat sebepsiz olarak 458 tarihli göstermiştir. (C. Esat: Constantinople, Paris 1909, sayfa 109).
Bugün Atikmustafapaşa Camii mamur bir
haldedir ve cemaati boldur. Bakımlı ve ol
dukça iyi bir halde bulunmasına rağmen bazı
kısımlarının tamire ihtiyaçları vardır. Etra
fında ekseri camilerde olduğu gibi tufeyli bi
naların bulunmaması burasını tetkik edecek
ler için büyük bir mazhariyettir. Atikmusta
fapaşa Camii hakkındaki bu yazımıza son
vermeden önce şuna da işaret edelm ki, bu
binanın altında bir dehlizin mevcudiyeti ri
vayet olunmaktadır. Semavi Eyice
Dostları ilə paylaş: |