İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə10/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   91

ÇOLAK MOLLA— (B.: Mümin Hoca).

ÇOLAKOGLU (Marko) — Piyasa sazendesi bir ûdî ve Arnavudköyünde Akıntı-burnunda çalgılı içkili bir lokanta işletmiş meşhur bir gazinocu, ki lokantası 1935 ile 1950 arasında İstanbulun huvarda uğrağı yerlerden biriydi.

1896 da Niğdede doğmuş olan Marko Çolakoğlu, dört yaşında iken ailesi ile birlikte îstanbula gelmişdir. Bir rum ilk okulunda talebe iken sesinin güzelliği nazarı dikkati çekmiş, hocalarının teşviki ile kiliselerin muganni çocukları arasına katılmışdır, o yolda Fener Patrikhânesi başmu-gannisi Yakavos Nafpiliotis ile kilise musikisine derin bilgisi ile meşhur Galatada Ayios İoanis Kilisesi başmugannisi Yoorias Vanakinin gaayetle gözde makbul talebe-

ANSİKLOPEDİSİ

— 4097 —


ÇORBA


ÇOLPA

si, çömezi olmuşdur ve onların himaye kanadı altında yıllarca çalışmışdır. Istanbu-lun rum kibarları muhitine tanıtılmış, güzel okuyuşu ile geniş alâka görmüşdür. Orta tahsilini bitirdiğinde istanbul Tıb Fakültesine kaydolunarak bir müddet devam etmiş ise de geçimini temin etme zarureti karşısında tahsili terketmiş ve evvelâ bir kemani olarak piyasa saz takımlarından birine katılmışdır; pek az sonra da ud'u kemana tercih ederek Udî Marko adı ile ta-mnmışdır; ve herhalde yetişdiği muhitten gördüğü himaye üe olacak Akıntıburnun-daki' gazinoyu açarak, avâmî tâbiri ile işini tıkırına koymuşdur.

Marko Colakoğlu yalnız sâzendelik ile de kalmamış, şarkılar ve türküler bestelemiş, o vadide de muvaffak olmuştur.

Eserleri — Uşşak şarkı: «Âvâre gönül lûtfunu bir gün görecek mi»; Nihâvend şarkı: <(Ben ağlar iken hâlime bakdıkça gülerim)) (Bayan Nedime tarafından Sahibinin Sesi plâğına okunmuştur, No. 1793), «Evvelce benim halime baktıkça acırdın (aynı hanende tarafından yukarda plâğın öbür yüzüne okunmuşdur); Hüzzam şarkı: «Seni candan seven yalnız ben varım);. (Bayan Vedia Riza tarafından Sahibinin Sesi plâğına okunmuşdur, No. 1579); ((Akşam dönüşü geçdim o esrarlı bağından», «Gelmi-yorsun, yakıyor bağrımı hicranın eli»; Hicaz şarkı: ((Razıyım yanında ölsem her saniye ben senin)) (Bayan Vedia tarafından yukardaki plâğın öbür yüzüne okunmuşdur), «Çılgın geceler gölgeli yollarda öpüştük)), «Kaç gün oldu nazlı yardan ayrıldım);-, Muhayyer şarkı: «Derdimle neler çekdiğimi anlatabilsem»; Karcığar şarkı : «Bir gönce iken vuslatımız derd ile soldu»; Kürdilihicazkâr şarkı: «Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın», «Gül açıl koynumda ruhum sevdiğin güller gibi».

Bibi.: Mustafa Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi.

ÇOLPA —((Sıfat: ayağı çolak; mecazen: bolpaça, sümsük, sünepe, eli işe yatmaz, yakışmaz, beceriksiz.». (Büyük Türk Lügati, Hüseyin Kâzım). Aynı eser misal olarak Sürûrinin şu hicvini alıyor:

Çolpalar başı gedik berber kim Müşterisi idi üç beş amele.

Şu hicviye de înebolulu Mustafa adında bir çırağı hakkında Ali Çamiç Ağanındır (B.: Çamiç Ağa, Ali):

4096

İSTANBUL


Af et ben kulunun günahsa sözü Şu kaddi şemşâdı şu nerMs gözü La Kab sen yaratdın nedir hikmeti Melek suretine sokarak öküzü.

Kırlangıç gözleri bakar cam gibi Dile gelse sözü demir leblebi Bir çolpa oğlan, ki yokken sebebi Yokuşa tırrnanuir bırakıb düzü.

Çolak gibi yürüyene de çolpan denilir
ise dilimizde «çoban yıldızı», «akşam yıldı
zı», «sabah yıldızı», «seher yıldızı» isimleri
ile anılan Zühre (Venüs) seyyaresinin bir
adı da «Çolpan», dır; zamanımızın ünlü si
nema yıldızlarından bir hanımın adı da
Çulpan'dır ki Zühre anlamında ahenkli
isim elhak sahibini bulmuşdur (B.: ilhan.
Çolpan). ,

ÇOMAK, BEY — 1730 ihtilâlinin çıplak hamam uşaklığından gelme lideri Patrona Halil'in Reşad Ekrem Koçu tarafından ro-manlaştırılmış geniş biyografisinde, o esâf il kıyamını desteklemiş Istanbulun yalın ayaklı külhan beylerinden bir tip; muharrir, inkilâb şehidi büyük Vezir Damad İbrahim Paşanın pâdişâh tarafından ihtilâlcilere verilmiş nâşini tekrar Babı Hümâyûn önüne bu Çomar Beyin eli ile attırıyor ve sahneyi şöyle tasvir ediyor:



<(... ibrahim Paşa için bu adam vezir değildir, sünnetsizdir, ibrahim Paşaya gaa-yetle benzeyen kürkçübaşı Manol'dur, pâdişâh paşayı kaçırmış, Maııolu katledip bize yollamış dediler. Bu sefer: — İbrahim Paşayı isteriz!... âvâzesi yükseldi. Aslında ise çıplak cesed öyle hırpalanmış idi ki, yüzünün teşhisi bile çok güç idi; sünnetli mi sünnetsiz mi olduğunun ayırd edilmesi imkânsızdı. Fakat' o bahtsız cesed yine ayaklarından iple bağlanıp sürüyecek. Cebeci neferi Turşucu İsmail'in nezâretinde çıplak ayaklı ihtillâcilerden bir kaafile tarafından Babı Hümayun önüne götürülüp bırakıldı. Cesedi o esâfilden kürd hammal Çomar Bey sürümüşdü. 35 yaşlarında, iki metreyi aşan boyu ile bu ejderhâ gibi adam pis ayağını inkilâb şehidi vezirin üstüne koymuş, ayağından mülevves katranı suratında gurur: — Alın Kürkçüyü, verin Helvacıyı! diye bağırmışdı. Geride haşmetli meydan çeşmesi, ibrahim Paşanın altın yaldızlı türbesiymiş gibi duruyordu...»

ÇOPUR — «irice çilli, lekeli yüz, çiçek


hastalığından kalma nişanlı yüz, çiçekbo-
zuğu» (Türk Lügati). ,

Yaşlı bir istanbul yosması ağzından yazılmış aşağıdaki manzume, geçen asır sonlarında yaşamış Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi'nindir:

Dört kocamdan biri kördü biri tat Biri çolak biri aksak dört saka.t

Didim artık yeter çekdiğin çile Al sineye taze civaiî bir nevhat

Dalyan gibi bir kayıkçı oğlanı Helâlinden câmehâba çeküb yat

Dört kocadan arta kalmış karıya Ergen uşak ider mi hiç iltifat

Şartı evvel şudur şehbaz çıplağı Şahin başdan ayağnad.ek bir donat

Âlâsından çamaşırı esvabı

Hem birkaç kat kesdirib giydir kuşat

Mescid yıkık mihrab yerinde amma Beşinci kocamdan yaşım tam üç kat

yirmi yaşında bir hamlacı şaha Kurdum viran gönlümde bir altun taht

Lâkin gel gör bendeki baht kısmeti Çopurdu vardığım civanda surat

Malum olsun hâlim cümle âleme Güzellikde bir nigârı meh tal'at

Pâkizedir nâmım Yağlıkcıkızı


Mahallem Karabaş semtimiz Balat.
| Vâsıf HİÇ

ÇOPUR AHMED SOKAĞI — Boğazi-çinde Crtaköy sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre köyün gerilerinde, Fıstıklı Köşk Sokağı Ue Ortaköy Kabristan Sokağı arasında uzanır (Pafta 20 de 178); yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).



ÇOPUR SOKAĞI. — Beyoğlu ilçesinin Haliçde Hasköy Nahiyesi sokaklarından; Piriçavuş Mahallesindedir; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre; mahallenin hemen göbeğinde Madrabaz, Eskici ve Emzik Sokakları ile teşkil ettiği bir beşyol ağa ile Fıstıklıbağçe Sokağı arasında uzanır (Pafta 17 de 190). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak 1965). ,

— Türlü çeşidleri ve isimleri ile malûm yemek; Şinâsinin şu beytinin ikinci mısraı, gaayelere, hedeflere sebat ile ulaşılacağını ifâde için darbı mesel hâline gelmisdir, daha doğrusu, Şinâsi, darbı meseli şiir halinde pek hünerli kullanmısdır:

Feyz alursun çekerek derdü gamı dünyayı Tekkeyi bekleyen elbetde içer çorbayı.

Eski istanbul kibarlarının ağzında en mükellef , zengin sofralarda ziyafet davetleri: «Bir çorbamızı içmek için...» diye yapılırdı.

Her hangi bir işde küçük bir emeğin geçdiğini anlatmak için: «Çorbada benim de tuzum bulunsun...», «Çorbada benim de tuzum vardır...», denilir.

Bozuk düzenleri, karma karışık işleri anlatmak için de ((Çorbaya döndü» deyimi kullanılır.

Eski Istanbulun saray, konak ziyafetlerinde, düğün sofralarında sofraya gelen ilk yemek daima nefis bir çorba olmuşdur.

Yakın zamanlara kadar İstanbulda hanlarda, bekâr odalarında oturan bekâr uşaklarının sabah kahvaltısı aşçı dükkânlarında baş suyu, paça suyu, tavuk suyu ile yapılmış bir tas çorba olmuşdur. Büyük şehrin işkembe çorbacıları ise kendi başına büyük şöhret ola gelmisdir (B.: işkembeciler). Bilhassa ayyaşların, kadimden beri, hercü merc içindeki midelerine sabahleyin deva olarak bildikleri bir tas işkembe çorbası içmekdir.

ÇORBA, YENİÇERİ ASKER ÇORBASI — İstanbulda biri Aksarayda Yeni Odalar (Yeni Koğuşlar),, diğeri Şeh-zâdebaşmda Eski Odalar (Eski Koğuşlar) adı ile anılır iki Yeniçeri Kışlası var idi ve bu kışlalarda yerleştirilmiş yeniçeri ortalarının (taburlarının) koğuşları yanında ayrı ayrı mutbakları vardı; hergün pişen yemekler çorba, et aşı, pilâv hoşaf idi; ve mutfaklarda bu yemeklerin pişirildiği kazanlar yeniçerilik hayatında önemli bir yer almışdı, öylesine ki, kazanlara bir kudsi-yet verilmişdi. Ortanın islerini konuşacak zabitler, çorbacının, yahut odabaşının başkanlığında kazanlar etrafında toplanırlardı. Yeniçeri ihtilâllermde de, kazanlar, devletin basında bulunanlara karşı isyan bayrağı cekr»e yerinde mutbaklardan Et Meydanına çıkarılır, ihtilâlci yeniçerilerin istediği yapılıncaya kadar kışla mutbakla-rmda ocaklar yanmaz, aş pismezdl Buna ihtilâl içinde pâdişâh ekmeğini boykot etme diyebiliriz.

Bir de bütün yeniçeri ocağım temsil eden «Kazanı Şerif» vardı. Yeniçeri ocağının kuruluş devrinden kalmış olan bu eski kazan, ocağın uğur ve celâdet tılsımı bilinirdi. Yeniodalarda mı, Eskiodalarda mı, kışlanın neresinde, hangi ortanın mutba-ğmda durduğu tesbit edilememiştir, belki




4098 —
ÇORBA

de Ağakapusunda idi. Kazanı Şerif için, Hacı Bektaş Veli'nin ocağa hediyesidir denilirdi. Büyük Şeyh, bu kazanda çorba pi-şirmiş, ve ocağın kurulduğu günün sabahı yeniçerilere kendi eliyle çorba dağıtmış, yeniçerilerin gözünde mânevi varlığı o kadar büyük idi ki, «Kazanı Şerif çarpsın!» diye üzerine yemin verirlerdi. Hacı Bektaş Veli ocağın kurulmasından çok önce öldüğüne göre Kazanı Şerifin, namlı Şeyhin dergâhından teberrûken alındığı söylenebilir, çorba dağıtması da şirin bir yakıştırmadır. Bu hâtıraya bağlanarak yeniçerilerin değişmez kahvaltısı çorba olmuştur. Bir yeniçeri ortasının kumandanı olan zabitin çorbacı unvanı da buradan kalmıştır.

Odalardaki efradın çorbası dağıtıldıktan sonra çorba kazanlarının kulplarına birer sırık geçirilir, sırıkların iki ucundan birer karakollukça omuzlar,, bir karakol -lukçu da kepçeyi alır, her ortanın kazanı şehir içindeki kolluklarını dolaşır, oralardaki nöbetçi nefer ve zabitlerin sabah aşı dağıtılırdı. Yeniçeri kolluklarından tek bina dahi kalmamıştır, plânlarını bilmiyoruz, fakat, çorba gibi, iki öğün yemeğin de kışlalarda orta mutbaklarmdan geldiğini, şehir içindeki yeniçeri karakollarında = kolluklarında mutbak olmadığını söyleyebiliriz.

ÇORBA, YENİÇERİLERE DÎVAN GÜN-LERlNDE SARAYDA ÇORBA VERİLMESİ GELENEĞİ — Yeniçeri ocağının kuruluşundan kalma bir gelenek idi, sarayda divan günleri merasime katılan yeniçerilere çorba verilir idi (B.: Divânı Hümâyun). Civan mutad toplantılarını haftada bir gün. Salı günleri yapardı. Sadırâzam ve diğer divan azaları o sabah sabah namazını Ayasofya Camiinde kılarlar, ve oradan topluca saraya giderlerdi. Ayasofya Camii i1 e Babı hümâyun arasında yeniçeri kıtaları tarafından selâmlanır, ve yeniçerilere sarayda kahvaltı olarak çorba verilirdi, ve onlar çorbalarını içdikten sonradır ki, diyar nı hümayun oturumu açılırdı. Yeniçerilerin o sabah çorbasını hemen kaşıklayarak içmesi çok mühim idi, hükümete itaat üzere olduklarına alâmet idi; bir meseleden küskün oldukları, vezir kelleleri isteyecekleri zaman çorba içmezler ve divan toplanamaz ve ardmdan da kanlı bir fitne kopardı, yahut istediklerini hemen yaptırırlardı. Onun içindir ki, yeniçerilerin çorba içmeye başladıkları Sarayda Kubbealtı de-

istanbul

nilen dâirede bulunan devlet erkânına haber verilince sadırâzam hemen bir kurban kestirirdi (B.: Yeniçeri, Yeniçeri ihtilâlleri).

Kapuku askerinin «Ulufe» denilen ve üçer aylık taksitler halinde ödenen ücretleri de dâima salı günleri, divanda dağıtılırdı, bu münâsebetle yapılan tantanalı merasimden ötürü askere para dağıtılan toplantılara ((Galebe Divan», denilirdi, o gün yeniçerilere çorbadan başka pilâv zerde de verilirdi. '

ÇORBACI — Gayrimüslim köylerinin ileri gelenlerine, muhtarlarına verilegel-rniş unvan; îstanbulda da ticaret, piyasa âleminde gayrı müslüm patronlara, bilhassa rum zenginlerine Çorbacı denilirdi. Ayak takımı ağzında ayni mânâda zamanımızda da kullanılmaktadır. Ferid Devellioğlu ((Türk Argosu» adlı eserinde bu ismi bir argo terimi olarak kaydediyor; «çorbacı» argo terim değildir, resmi devlet vesikalarında kullanılmış bir unvandır.

ÇORBACI — Yeniçeri Asker Ocağı teşkilâtında ((Orta» denilen bir yeniçeri taburunun kumandanı; her gün askerin başında, askerle temas hâlinde en büyük zabit.

Bütün yeniçeri ocağı 196 orta = tabur idi, dolayısı ile bütün teşkilâtda 196 çorbacı vardı.

Çorbacılığa neferlikden kademe kademe yükselerek ulaşılırdı.

Bir ortanın beyni, kalbi, canı Çorbacı idi. Bütün emirler, çorbacılar toplanarak askere onlar vasıtası ile tebliğ edilirdi. Ef-rad sâdece çorbacılarının emrini dinlerlerdi. Bütün ihtilâllerde yeniçeriler daima çorbacılar vasıtası ile ayaklandırılmışlar. Ocağın büyük ağaları çorbacıları kendilerine bağlayamazlar ise hiç bir şey yapamazlardı. Çorbacılar ağız birliği edip «istemeyiz» diye ayak dirediler mi, ocağın en büyük kumandanı olan yeniçeri ağasını dahi yerinden attırırlar, hattâ bazan daha ileri gidip padişahtan ağanın başını dahi alırlardı. Meselâ İkinci Sultan Osmam tahtından indiren yeniçeri ihtilâlinde, henüz on sekiz yaşındaki bu genç padişah saraydan kaçıp Ağakapusuna (Yeniçeri Ağalığı Sarayına.) sığınmış, ve yeniçeri Ağası Kara Ali Ağa da Yeniçerilerin Aksar aydaki büyük kışlasına giderek bunu Çorbacılar ile Odabasılara açmış, onlar da :« Askeri top-

AMSİKLOPEDİSİ

layalım,-kendiniz söyleyin, umarız ki, razı olurlar» demişlerdi. Halbuki hepsi Birinci Sultan Mustafa taraftarlarınca elde edilmişlerdi, çorbacıların emriyle odabaşılar askeri Ali Ağa aleyhine hazırladılar, Ali Ağa bir merdiven başında askere hitap etmeğe başlar başlamaz.

— Hemen urun, söyletmen! diye bir
ses yükseldi ve yeniçeri ağası derhal param
parça edildi.

1886 ihtilâlinde Yeniçeri Ağası Harput-lu Ali Ağa da, askeri Dördüncü Sultan Mehmed aleyhine ayaklandırmış olan çorbacıların teşviki ile padişah lehinde çalışmakla suçlandırıldı, o da askere hitab ederken:

— Bre anasını filân ettiğim Harput
gâvuru! Bre söyletmen, urun!...
denilerek parçalandı, cesedi lokma lokma

doğrandı.

îstanbulda bulunan yeniçeri ortaları semt semt büyük şehrin asayiş ve inzibatına bakarlardı; çorbacı ağa, zabıta âmiri bulunduğu senıtde bir hükümdar azameti ile dolaşırdı. Çorbacı ağaların halka karşı bu azamet ve gururu öylesine idi ki, halk ağzı tâbiri ile ((bıyıklarını balta kesmez», idi.

Müverrih Ahmed Cevdet Paşa adını vermiyerek sadece ((Yeniçeriler devrini görmüş» dediği bir zatın ağzından, bir meselede şefaat dileği ile huzuruna çıkılan bir yeniçeri ustasını (Usta, Çorbacının emrinde bir zabit, ortanın aşçıbasısı) şöyle tasvir ediyor:

«Elbette müteallik bazı nefis hediyelerden bir bohça tertip edip Et Meydanı kışlasına gittik, binalarının manzaraları ve methalleri insana dehşet verecek büyük bir daireye girip 31 inci cemaat ortasının ustası Hüseyin Ağanın odasını bulduk. Kapuda nöbet beklemekte olan karakullukçu ile izin aldıktan sonra huzura girdik. Uzunca boylu, köşe sakallı, bakışı korkunç, sözü sert ve yüksek, fakat dilnüvaz bir adamdı. Hediyeye sevindi:

— Zahmet olmuş, hizmetiniz bizim


dir... gibi şeyler söyledi, ve «Karakullukçu
bre!» diye sayha eyledi ki. aklım başımdan
gidiyordu. Karakullukçu kemâli tazim ile
titreyerek içeri girdikde: «Kahve ve şer
bet!» diye bağırdı».

Bir ustanın azameti bu olunca Çorba-

4099

ÇORBACI SOKAĞI



cının ne olacağını pekâlâ tahayyül edebiliriz.

Çorbacılar terfi edince «Katar Ağaları» denilen ocağın yüksek kumanda ve idare kadrosuna alınırlar ve eğer bahtında varsa Yeniçeri Ağası da olurdu. Yalnız 56. Orta Çorbacısı, ki «Çardak Çorbacısı» denilir idi, bu çorbacüıkdan emekliye ayrıldı (B.: Çardak Yeniçeri Kolluğu, Çardak Çorbacısı).

ÇORBACIBAŞI SOKAĞI -— 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Aksaray da Yeni-kapuda Yalı Mahallesi sokaklarından; mahallenin, demiryolu boyu ile deniz arasında kalan kısmında Sandıkburnu Sokağı ile Alboyacılar Sokağı arasında uzanır; Kara-tooyacı ve Mahramacı sokakları ile dört yol ağzı yaparak kesişir (Pafta 11 de 37); yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).

ÇOBACI ÇEŞMESt SOKAĞI — Haliç Fenerinde Hızır çavuş Mahallesindedir; Ayan ve Hacı İsa Sokakları ile teşkil ettiği dört yol ağzı ile Fener Külhan Sokağı arasında uzanır; Burçak Sokağı ve Hızırçavuş Sokağı ile de dört yol ağzı yaparak kesişir; Bekri Mustafa Sokağı, Merdivenli Yokuş, Hacı İbrahim Sokağı, Çiçekli Bostan Sokağı ile kavusağı vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 8, mahalle numarası 106). Ayan Sokağı tarafından gelindiğine göre, bir araba geçecek genişlikte ve kabataş döşeli olarak başlar, 2-3 katlı kagir evler arasından geçer; Hızırçavuş Mescidi bu sokak üzerindedir; Bekri Mustafa Sokağı ka-vuşağmdan sonra yokuş olur, sağa doğru bir kavis çizerek bükülür. Sokağa adını veren klâsik üslûbda kesme taşdan kitabesiz, suyu kesilmiş ve teknesi toprağa gömülmüş cepme hazin durumdadır; 3 bakkal, l berber, l terzi dükkânı vardır, kapu numaralan 1-51 ve 2-50 dir (1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇORBACI SOKAĞI — 1934 Belediye

Şehir Rehberine göre Taksim'in Şehit Muhtar Bey Mahallesi sokaklarından; Tar-labası Caddesi ile Fârâbi Sokağı arasında uzanır; Yoğurtçu Faik ve Taksim Fırını Sokakları ile birer dört yol ağzı yaparak kesişir, Çamdalı Sokağı ile de kavusağı vardır (Pafta 19 da 147). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak, 1965).

ÇORLU (Salih Münir)

— 4100 —


istanbul

ANSÎKLOFBDtSİ

— 4101 —

ÇORAB



ÇORLU (Salih Münir) — Osmanlı Vezirlerinden ve İkinci Sultan Abdülhamidin "zamanında on üç sene Paris elçiliğinde bulunmuş Sâlüı Münir Paşa; zerâfeti ile, nezâketi ile, zekâ ve bilgisi ile tanınmış bir türk diplomatı; 1859 da îstanbulda doğdu; yine ikinci Sultan Abdülhamid zamanında Ticaret ve Nâfıa nazırlıklarında bulunmuş Mahmud Celâleddin Paşanın büyük oğludur; ve baba tarafından XVIII. asır sadrâzamlarından Çorlulu Ali Paşanın tornudur (B.: Ali Paşa, Çorlulu; Mahmud Celâleddin Paşa). Galatasarayı Sultanisinde okudu, pek genç yaşda Bâbıâlide Âmedî kaleminde kâtiblik ile memuriyet hayatına girmişdir; ve bir ara Başvekil Ahmed Vefik Paşanın kâtibliğini yapmışdır. Ailesinin saray ile yakın teması dolayısı ile İkinci Sultan Abdülhamidin daha şehzadeliği zamanında teveccüh ve muhabbetini kazanmış, '"babası da devrinin şöhretli vezirlerinden olması dolayısı ile süratle yükselme imkânı bulmuşdu, Hariciye Nezâreti mektubcusu iken 1895 de henüz 36 yaşında iken Osmanlı İmparatorluğunun Paris büyükelçiliğine tayin edilmiş ve 1908 de meşrutiyetin ilânına kadar on üç sene bu vazifede kalmışdır. Meclis adamı olması ve zerâfeti Avrupanın bu büyük merkezinin diplomatik muhitinde ve yüksek sosyetesinde kendisini sevilen meşhur simalar arasına koymuşdu; bir ara ilâve vazife olarak Bern ve Brüksel elçilikleri de Münir Paşaya verilmisdi. 1908 de meşrutiyetin ilânı yüzünden azledildi, fakat memlekete dönmeyip Parisde yerleşip kaldı; tarihî tetkiklerle meşgul odu; Pariste Siyasi Tarih Enstitüsüne âza seçidi; fransızca bir siyasî tarih yazarak neşretti; türkçe olarak da «Diplomasi» ve «Almanya:» isimde iki eser neşretti. Cumhuriyetin ilânından sonradır ki vatanına döndü ve 1939 da vefatına kadar Başvekâlet Arşivinde çalışdı; ölümünde 80 yaşında idi, Besiktaşda Yahya Efendi Dergâhı naziresine defnedildi.

Uzun boylu, vekar sahibi, son düşkün zamanlarında dahi pek kibâr'âne giyinir, ileri yaşına rağmen yakasında daima bir çiçek bulunur, f r ansız biçimi kesilmiş küçük zarif sakalı ile, kim görse «bu adam bir paşadır» derdi.

Kendisini iyi tanımış muharrir Reşid Hâlid Gönç'ün rivayetine göre: «hayatının mühim kısmını geçirmiş olan bu vezir sa-lâbet sahibi müslümandı, her gün beş va-

kit namazını kılar, Kur'an okur, oruç tutar, akaidi islâmiye üzerinde derin vukuf sahibiydi. Halâvetli bir sese sâhibdi, sohbeti, meclisi çok tatlı idi. Parisdeki hâtırası o kadar kuvvetli olımışdu ki, ölüm haberi Paris basınında bir büyük diplomatın kaybı olarak kaydedilmişdi.

BM.: Reşid Hâlid Gönç, Not; i. Alâeddin Gövsa, Türk Meşhurları.

ÇORLU (Satı) — 1964 yüı haziranında basına «Sahrâyıcedidde bir âüe faciası» diye intikâl etmiş bir cinayetin faili bedbaht kadın; gelin olarak katıldığı ailede kaynanası ile kaynatasından göregeldiği hakaa-ret ve türlü tazyikler karşısında intihara karar vermiş, bu kararını tatbik etmeden 10 yaşındaki kayınbiraderi Ahmed Çorluyu boğazından keserek öldürmüş ve sonra kendini bir kuyuya atmış ise de komşuları tarafından kurtarılmışdır.

Satı hayatını şöylece anlatmışdır : «Mehmed Çorlu ile yedi sene evvel evlendik, biri beş diğeri bir yaşında iki erkek çocuğumuz var; Evlendiğimizden beri kayınvalidem Emine ile kayınpederim Satılmış, saadetimiz üzerine bir kâbus gibi çöktüler. Oğullarını benden soğutmak için ne mümkünse yaptılar. Kocam ne yapacağını, hangi, tarafa yar olacağını şaşırmıştı; daha ziyade onların baskısı altında bulunuyor. Üç gün önce kayınvalidem kocası ile bir olarak beni kapı dışarı ettiler: — Oğlumuzdan seni ayıracağız, buraya bir daha uğrayayım deme!» diyerek beni dövdüler. Kayınpederim Satılmış daha ileri giderek analık duyguma dokundu : «— Bu çocuklara elini sürmeyeceksin!...» diyerek emzirmekte olduğum Hüseyin'i kucağımdan alıyordu. İki gece kocamın amcasının evinde kaldım. Dün sabah beni eve çağırdılar. Fakat gazapları geçmemişti. Tehditlerini devam ettirdiler. Artık kendimi öldürmekten başka kurtuluş yolu görmedim, bir an için aklım basımdan gitti. Kendimi kuyuya atmak-için deli gibi evden çıktım, Karşıdan, kayınbiraderim Ahmet geliyordu. Arkamdan memnun olacaklarını bildiğim için, onlar da ağlasın diye çocuğun boğazını kestim. Sonra da kendimi kuyuya attım. Keşke beni kurtarmasalardı...»

Büyük cemiyet yaralarından üzerinde ibretle durulacak kanlı bir vak'adır. Cinayet Erenköyünde Sahrâyıcedidde Tasocak-ları denilen yerde işlenmişdir. Bu satırla-

rın yazüdığ,ı sırada Satı Çorlu Akü Hasta-hânesine kaldırılmış bulunuyordu (Haziran, 1964).

Aşağıdaki altı madde ÇOPUR SOKAĞI ile ÇORBA kelimeleri arasında (sayfa 4097) bulunması gerekir iken dizgide mürettibin, prova tas bibinde bizim hatamız yüzünden atlanmıştır. Özür dileriz.

ÇORAB — «Ayağa giyilen örme şey>; (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).

Çorab ya el örgüsü, yahud makina ör-güsüdür. Zamanımızda el ile sadece köylerde örülmektedir. Şehirlere, bu arada en başda İstanbula herhangi bir işde beden kuvveti ile çalışmaya gelmiş, ve bekâr usa ğı olmuş köylülerin ayakları el örgüsü ço-r ablar a alışık olduğundan, onlar için el örr güsü köylü tipi çoraklar ticaret metâı olarak İstanbul piyasasına da gelmekte ve seyyar çorabcı yine bekâr uşağı köylüler eliyle sokaklarda ve pazar yerlerinde satılmaktadır. Tahtakale gibi amele ırgad yatağı bir iki yerde de el örgüsü köylü tipi çorab satan bir kaç dükkân vardır. Bizde makina örgüsü çorabın giyilip yayılması 1853 Kırım Harbinden sonradır.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin