İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə25/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   91

Ohannes Bey Dadyan Ermeni cemaatine de fiilen hizmette bulunmuştur. 1847 ve 1853 yüarında tesis ve intihap edilen Patrikhane yüksek meclisine âza seçilmişdir.


— 4196 —

4197 —
DADYAN (Simon Amira)

Dadyan Ohannes Beyin hayratı da pek çokdur. Bunlar arasında şunları zikredebi-



1İrİZ : ' i • - ,_._,^iâi

Azadlıdaki Surp Astvadzadzin Kilisesi (1835 - 1837 yılları zarfında inşâ edilmiş-dir); Bakır köydeki Surp Astvadzadzin Kilisesi (inşası 1844 de); Yeşüköydeki Aya Yorgi Rum Kilisesi; Bakırköydeki Rum Kilisesi (1852 de yapılan bu kilisenin toprağını bağışlamış ve inşaat masraflarına da büyük çapta iştirak etmiştir); Bakırköydeki, Sarlıkapudaki ve Izmitdeki Ermeni Mektepleri, Bunlardan maada Mıhitarist-lere de ehemmiyetli maddî yardımda, bu-lunmuşdur.

Ohannes Bey bazı kıymetli eserler de bırakmışdır. Bunlar önce Hır ant Asadur'un (1862 - 1928) nezdinde bulunmuş ve onun ölümünden sonra Toros Azatyan'a (1898 -1955) intikal etmişdir. O da bunları muhtelif yerlerde kısmen neşretmişdir. Azatyan'a göre bu eserler şunlardır :

1. Otobiyografi ve Kronoloji (1798 -1849); 2. Avrupa Seyahatnamesi (1835 -1836 yularına ait olup natamamdır); 3. Ermenilerin felsefî tarihi ve umumî Kronoloji (1862 - 1866 yıllarıda kaleme aLınmış-dır); 4. Biraderi Simon Amria Dadyan'ın (1777 - 1832) mufassal biyografisi (bu eser zayi olmuşdur.)

, Kevork PAMUKCİYAN

DADYAN (Simon Amira) — Barutcu-başı Dad Arakel Amira'nın büyük oğludur; 1777 de Eğin'in Kamarakap köyünde doğmuş ve 1832 de Beşiktaşda vefat ederek oradaki Ermeni Mezarlığına defnedilmiş-dir.

Simon Amira îstanbula geldikten sonra, Baruthanede pederinin yanına hizmete girmişdir. Tedricen Baruthane işlerinde ehliyet kesbederek, 1832 de pederinin ölümünden az sonra, barutcubaşı olarak onun yerine geçmişdir. Yeniçerilerin elinde bulunan Bakırköy veya Yeşilköy Baruthanesinin idaresi de, 1826 da Yeniçeri Ocağının lağvından birkaç gün sonra, Sultan Mah-mud'un irâdesi ile ona verilmişdir.

1829 da, Sultan Mahmud kendisini mücevher nişanla taltif etmiş ve Müslümanlar kıyafetinde giyinmek hakkını ver-mişdir.

Simon Amira'nın hayratı da kayda değer. 1826 da Yeşilköyde, Ermeniler için Surp îstepannos adlı ahşab bir kilise yap-

İSTANBUL


dırmışdır. Rumlar için bir de ibadethane inşâ ettirmişdir. 1831 de de, Hasköy Ermeni Kilisesi yeniden yapılırken büyük maddî yardımda bulunmuşdur.

Ölümünün son senelerinde zafiyet ve kalb hastalıklarına mübtelâ olmuş, vazifesine gidememiş, 18 Temmuz 1828 de Azad-lı Baruthanesinde vuku bulan büyük infi-lâkda ölümden kurtulmuşdur.

Dadyan Simon Amira, Maryam Nar-sesyan adlı bir kızla evlenmişdir. Üç oğlu ve iki kızı olmuşdur.

Kevork PAMUKCİYAN

DADYAN (Simon Bey) — Barutcubaşı Boğos Bey Dadyan'ın oğludur; 1834 de Yeşilköyde doğmuş ve Yedikule Ermeni Hastahanesi salnamelerine göre 1889 da, mezartaşı kitabesine göre de 1890 da îs-tanbulda vefat etmişdir. Yeşilköy Ermeni Kilisesinin bahçesinde medfundur. Bâzı mühim cemaat vazifeleri deruhde etmiş, ezcümle, 1853 de, Patrikhanedeki Tedrisat Heyetine âza olmuşdur. 1864 ve 1865 yıllarında aynı heyete başkanlık yapmışdır.

Simon Bey Dadyan, Hassa mimarı Karabet Amira Balyan'ın kızı Soğome Hanımla 1834 - 1913) evlenmişdir.

Kevork PAMUKCİYAN

DADYAN (Simon Bey) — Mühendis desinatör; Nerses Bey Badyanın büyük oğludur. 1847 de Beşiktaşda doğmuş ve 1906 da İzmirde vefat etmişdir.

Simon Bey tahsilini Fransada yapmışdır. İstanbula avdetinden bir müddet sonra 1890 da îzmire yerleşerek, önce Fransız Demiryolları Şirketinde Devlet tarafından komiser tâyin edilmiş ve 1892 den vefatına kadar da 14 sene Nâfıa Nezâretinde mühendislik yapmışdır. Başarıları ve sadıkane hizmetlerinden dolayı nişanlarla taltif edil-mişdir.

Kevork PAMUKCİYAN

DADYAN (Tovmas) — Mütercim ve kemancı; Simon Amira Dadyan'ın ikinci oğludur. 1802 de doğup, 1828 de Azadlı Baruthanesinde vuku bulan müthiş infilâkın kurbanlarından olmuşdur.

Barutculuk üzerine fransızcadan er-meniceye çevrilmiş eserleri vardır.

Kevork PAMUKCİYAN

ANSIKLOPEDÎSJ

DADYAN (Vahram Bey) — Nerses Bey Dadyan'ın ikinci oğludur; 1857 de Beşiktaşda doğmuş ve 1927 deki İran İhtilâlinde Tahran'da öldürülmüştür.



Vahram Bey Dadyan (Resim: S. Bozcalı)

Vahram Bey bir ara Beyoğlu Ceza Mahkemesi âzalı-ğında bulunmuş; cemaat işleriyle de meşgul olmuştur; 1684 den 1890 yılına kadar Beşiktaş Ermeni Kilisesinin idare heyeti âzası ve son bir kaç yıl zarfında da başkanı olmuştur. İstanbul İtfaiye kumandanı Macar asıllı Kont Zeçeni Paşanın güzelliği ve zerâfeti ile meşhur kızı Vanda ile evlenmiştir, evlâdları olmamışdır. 1890 dan sonrası İran tabiiyetine ve hizmetine geçen Vahram Bey refikası ile birlikte İran'a gitmiş, orada Adliye ve Posta Telgraf Nazırlığı yapmış; Şah tarafından kendisine «Hân» unvanı da verilmiştir. İhtilâlde öldürülmesi üzerine zevcesi Vanda Dadyan da, aynı gün teessüründen intihar etmiştir.

Kevork PAMUKCİYAN

DADYAN (?) — 1895 ile 1890 arasında meşhur ve zengin Dadyan ailesinden bıçkınlık yoluna sapmış, yalın ayak pırpırı kıyafet tulumbacılarla düşüp kalkmış, kendisi de sandık kolu altına girerek tulumbacılık yapmış, yüz çizgilerinin güzelliği ve vücud yapısının üstünlüğü ile de İstanbul kalenderleri arasında ayrıca büyük bir şöhret olmuş mürâhik bir ermeni gencidir. Dadyanlardan kimin oğlu olduğu, ve hattâ kendi adı da bilinmiyor; omuzdaşlık ettiği tulumbacılar ve meclislerinde bulunduğu külhâni kalender arasında Şahin Bey lâkabı ile şöhret bulmuştur. Akıbetinin de ne olduğu meçhul bir âvâre delikanlı hakkında tek kayıd, kendisi ile çok yakın bir dostluk kurmuş olan Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi'nin onun sânında yazdığı bir manzumedir.

TULUMBACI ERMENİ BEYİ BARUTCUZÂDE ŞAHİN ŞAH MEDHÎNDE Pırpırılar şahı serbülend şehbaz

DAĞ (Şevket)

Medhinde ne yazsam ne söylesem az Bir yaluı ayaklı keçe külâhlı Beyzade civandır bıçkınım haylaz Ermeni güzeli Baruteuzâde Şanlı asâletli yangıncı palaz Gamze tîgi tterran ebruvan hançer Üstadı Köroğlu civelek Ayvaz Bir şeb germâbede yangın dönüşü üryan görmüş idim şûhi geçen yaz Kara duman disem kara perçeme Fûtei gülgûnu alev diye yaz Sebîkei simden nişan ayaklar Reftârında ne hoş levendâne naz. Hânei virana eyledim davet

Minnet eâne didi ol yâri tannaz

Topuk vura vura eyledi teşrif

Sikirdim cilveli tûtii dilbaz

Bir kaç dolu çakub şişhane ile

Tâbeseher oldu aşk ile demsaz

Şarkılar okudu mestâne yârim

Ermeni şivesi bir tatlı avaz

Aîi Paşa narhı üzre muhabbet

Tafsile bir lüzum yok dûri diraz

Barutcuzâdenin aşkına ol şeb

Haşredek sürerdi olsam sihirbaz.

Sormayın kimdir bu yangıncı âfet

Kumru âvâre âhûyi aşkbaz.

Güzele her isim yaraşır yahu

Serkis Artin Agrob Mıkırdiç Haykaz

İsmini zikretmem korkarım zîrâ

Pederine söyler rakibi gammaz

Kalenderan ana Şâlıin Bey dirler

Dadyanlar içinde bir hümâ pervaz.

Vâsıf HİÇ

DAĞ (Şevket) — Klâsik türK resminin büyük kıymet ve şöhretlerinden, usta ressamlarımızdan; tablolarında güzel türk yapılarını tesbit etmiş, ekseriyetle camilerin, medreselerin, türbelerin ve hanların içinden yapdığı tablolarda, loş - ışıklı, sessiz, renkli, fakat, hepsinde eksiksiz duyulan millî atmosferi, türk yapı sanatını kendine has aşîl ve vakur güzelliğini büyük fırça hüneri (ile- tasvir etmiştir; bugün eserleri, sanat kıymetlerinin yanında eşsiz tarih vesikası kıymeti de taşır.

1875 de îstanbulda doğdu; mimar Hacı Osman Efendinin torunudur, ressam olarak tarihî yapılara karşı duyduğu alâka,, dedesinin mesleğine bağlanabilir. Sanayii Nefise Mektebinden (Güzel Sanatlar Akademisi) 1897' de diploma aldı ve bütün ömrünü: Galatasaray Lisesi ile İstanbul Kız Muallim Mektebinde ve İstanbul Erkek Mualim Mektebinde resim muallimliği ile geçirdi; pek çok talebe yetiştirmişdir. Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin ve Roma Güzel Sanatlar Birliğinin kurucularındandır.


— 4198
DAĞARCIK SOKAĞI

Atinada, Sofyada, Münihde ve Parisde resim sergilerine ve Ankarada -devlet resim sergilerine otuz yıl kadar dâima yeni eserlerle iştirak etmişdir. Beşinci Büyük Millet Meclisine Konyadan, ve Yedinci Büyük Millet Meclisine de Siirt'den milletvekili seçümiş, 23 mayıs 1944 de Rumelihisarm-daki yalısına giderken Boğaziçi isimli vapurda kalb sektesinden vefat etmişdir. Ölümü Türkiyede derin teessür uyandırmıştır.

Vücud yapısı pehlivan kesiminde heybetli, pos bıyıklı, güler yüzlü, nâzik, halim bir zât idi; kışları palto giymez, umumiyetle pelerin ile dolaşırdı, öyle ki pelerini alâmeti farikası olmuşdu.

Pek çok olan tablolarının bir kısmı devlet müesseseleri, bir kısmı da zengin aileler elindedir, birkaç tablosu da İstanbul-daki Resim ve Heykel Müzesindedir.

Meşhur eserlerinden bâzıları : «Top-kapu Sarayında Kızlaraası dâiresi»; «Top-kapu Sarayında Velîahd dâiresi»; «İkinci Sultan Selim Türbesi»; «Rüstem Paşa Camiinde son cemaat yeri»; ((Zindan Kapu-sunda sokak»; «Ayasofya içinden bir köşe»; «Ayasofyada narteks ve vapurlar»; «Silâhdar Hanı».

5 Nisan 1901 tarihli Tercümanı Hakikat Gazetesinde «Ressam Şevket Bey» isimli bir yazıda sanatkârdan pek sitayişle bahsedilmektedir: ((Henüz pek gene, yir-

İSTANBUL

mi beş yaşında olduğu halde nevâdiri sa-natkârlarımızdandır. Resimden sonra en çok sevdiği şey jimnastikdir. Tablolarını dostlarına kendi hiç beğenmiyerek bin îti-zar ile gösterir; en meşhur tabloları şunlardır: Sarı Sultan Selim Türbesi; Yeni Cami içinde Köprü tarafındaki kapu; Bir mûsevi tenekeci; Rumelihisarında Şafak manzarası; Bir orman; Dere boyu; Gül demedi; Meyvalar; Portakâlcı; Çeşme başında su dolduran delikanlı. Ressam Şevket Bey türk çinilerini o kadar derin tetkik ve tetebbu etmişdir ki cilâlı tahtalar üzerine yağlı boya ile yapdığı çini Örnekleri ile bu eski sanatı âdeta ihya etmişdir, kendisi: — Şu örneklerini çıkarttığım çinilerle zevk sahibi bir zâtı, şark güzelliğine örnek bir oda kaplamak isterim!..» demiştir».

DAĞARCIK SOKAĞI — Fâtih İlçesi merkez bucağının Gurebâ Hüseyin Ağa Mahalesindedir; Ordu Caddesi ile Çıngıraklı Bostan Sokağı arasında uzanır; isimsiz bir yol, İmam Murad Sokağı, Vezirçeş-mesi Sokağı ile kavuşakları vardır; Per-tevniyal Çıkmazı ile de dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 6/42). Ordu Caddesi tarafından gelindiğine göre üç araba geçecek genişlikde ve paket taşı döşeli olarak başlar. Sağda Aksaray Valide Camiinin avlu duvarı, ve bu camiin bu sokağa açılır yan avlu ka-pusu vardır. Pertevniyal Çıkmazı ile kesiştiği noktada da çift yüzlü, kemerli, ki-tâbesiz ve metruk bir köşe çeşmesi bulunmaktadır; çeşmeye bir terkos musluğu konmuşdur; aynı noktadan sokağın zemini de kabataşa tahavvül eder. Kapu numaraları 1-7 ve 4-32 olup orta halli aile meskenleri ahşab ve kagir evler arasından geçer, l kömürcü, l kaıtonpiyerci dükkânı vardır (Ekim, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

DAGHAMAMI — Üsküdarda eski bir semt adı; Selâmsız ile Çinili semtleri arasına düşer; bütün semtler gibi sokaklarla sınırlama imkânı bulunamadı.

DAGHAMAMI CiNAYET! — Derviş Hanını hicrî 1255 ile 1260 arasında (milâdî 1839-1844) Üsküdarda Dağhamamı semtinde oturur ve ((Sultan Ebesi» diye anılır bir ebe kadındır. Bir cinayetin kurbânı olmuş ve macerası belki yarım asır masal gibi anlatılmıştır.

Derviş Ebe o tarihlerde altmış yaşlarında, hem şöhret, hem de servet" sahibi imiş, eli de gayet uğurlu bilinirmiş. Çağırıldığı doğumlarda anayı da, bebeği'de sıhhat içinde kurtarırmış. Uzun ebelik hayatında tek kaza, ölüm işidilmemiş. Gençliğinde çok güzelmiş, «cami yıkılmış, mihrabı yerinde»), günahı anlatanların, gönlü

•—

taze gözleri de oynaşda bir eski yosma imiş. semtin saka gediği olmayan, yâni her isteyen garibin evlere su taşımakta serbest olduğu çeşmesine genç bir saka gelmiş, İlgaz Dağı'ndan kopmuş tuvana bir delikanlı. Bütün esnaf civanları gibi İs-tanbulun kalender meşreb şâirleri tarafından sakalar da övülmüşdür:

Hizmet ider Kelâmı Hak üzere İltifat eylemez sîm ile zere Pehlivan heyetli delikanlıdır Yanağının rengi gülün alıdır Söz yok kaşa, göze hem ebrûvana Gönül akar su gibi ol civana.

Ebe Kadının da gönlü adı Mehrned olan Ilgazh dağlıya su gibi akmış. Mahallenin imamına hem derdini, hem de kesesini açınca, oğlan yola gelmiş. Derviş Hanım Saka Mehmedle evlenmiş. Can yoldaşı, gönül eğlencesi garib bekâr uşağını giydirmiş, kuşatmış koynunda altın saati, parmağında elmas gül yüzüğü, yalın ayağı, yarım pabuçlu oğlanı bir ağa yapmış. Hezel yollu türküler bile çıkmış:

Ebe Kadın saka besler kafesde

Aman aman sakası


Şevket Dağ (Resim: SaMha Bozcalı)

DAĞARKASI SOKAĞI — Heybeli Adanın sokaklarından; adanın meskûn bölgesinin yukarı kısmındadır; Hacısâmibey Sokağı ile Müstecionbaşı Sokağı arasında uzanır, Saksılı Sokak ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 33). Yerine .gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tespit edilemedi (1965).

Ebe Hanım ile Saka Mehmed (Resim: Sabiha Bozcalı)


— 4201

— 4200
DAÖHAN SOKAĞI

Bitli yeni yakası

Bir de mavi püskül gerek al lesde

Boynuna da muskası.

Göze gelmez sakası.

Bir yıl mesud yaşamışlar. Garib oğlanın ikbâlini çekemeyen bir kaç bıçkın müs • tesnâ, yaşlı ebe kadının zeberdest delikanlı âguşundaki saadeti mahalleli tarafından da hoş görülmeye başlanmış.

Fakat Derviş Hanım ile dildârı saka oğlan bir kaç gün ortankda görünmeyince mahalle halkının içine kötü bir şüphe aüş-muş. Belki uzakça bir semtte lohusaya git-mişair, denilmiş, bir hafta beklenmiş, yine ses çıkmayınca zabıtaya haber verilmiş. Evin kapusu kırılarak içeriye girildiğinde, fecî bir cinayetle karşılaşılmış. Derviş Hanım yatağında bir kuşakla boğularak öldürülmüş; cesed yarı üryan, vücudunun muhtelif yerlerinde, hattâ ayaklarının tabanlarında bıçak ucu ile açılmış yaralar görülmüş ki, boğulmasından önce, her halue parasının yerini söyletmek için hayli işkence yapıldığı anlaşılmış. Sandıklar, dolaplar, Konsol ve masa gözleri açık ve içleri darmadağın imiş. Kadıncağızın mücevher ve para nesi varsa götürülmüş. Saka Mehmed-in de ortalıkta izi, nişanı yok. Semt halkı da zabıta da kaatilin o nankör delikanlı olduğu kanaatine varmış, hattâ kalem erbabından biri (eski ebced hesabı ile yalnız noktalı harfler kıymetlendirilerek) şu mücevher tarihî söylemiş:

İşte Saka Mehmed ki o âhûyi muhabbet Dağlı şehbaz civanlar hûnî olurlar sakın Katrei yakut ile şu târihi şehâdet «Kıydı Kaabile Derviş Kadına bak sol çapkın.»

1259

Fakat Saka Mehmed her tarafta arandığı halde bulunamamış. Aradan bir kaç ay geçerek beytülmala kalan ebenin evi satılmış, evin eşyası da ayrıca satılmış Evi alanlar bir merdiven altında bir bakır güğüm içinde 500 altın bulmuş diye bir lâf yayılmış, önce inkâr etmişler ama ebenin evini alanlar birden zengin olup parlayıvermişler.



Cinayetten altı, yedi ay kadar sonra da Saka Mehmed'in cesedini Kısıklıda bir kör kuyu içinde yarı çürümüş bir halde bulmuşlar, onu da ebe kadın gibi kuşakla boğmuşlar.

Üç beş yıl kadar sonra, ricalden bir zât Sivasa vali olup o tarafa gider iken yol-

İSTANBUL

da bir handa hancının parmağında bir elmas yüzük görmüş ve vaktiyle kızının doğumuna çağırılmış olan Ebe Derviş Kadına hediye olarak verdiği o yüzüğü derhal tanımış. Hancıyı yakalatıp sorguye çektiklerinde ebe kadın ile kocası .genç sakanın, kaatillerinden biri olduğu meydana çıkmış. Hancı:

«•— Mehmed bizim hemşehrimizdi, Zengin olduğunu duyunca îstanbula gittik, onu bulduk, para istedik, yüz vermedi, biz de gece eve girip Mehmed'i karısıyla beraber yatakta bastırıp boğduk, önce Mehmed'i boğduk, karıya parasının yerini söyletemedik, bıçakla ölüm tehdidleri-mizden korkmadı, Mehmedime kıydınız, ben onsuz zâten yaşıyamam, dedi. Şüpheyi onun üstüne atmak için de Mehmedi'in ölüsünü Kısıklıda bir kuyuya attık...» diye anlatmış, diğer üç şerikini de ele vermiş.

Kaatülerin' dördü de Üsküdarda îske-le Meydanında o devrin âdetince bir gün sabandan, akşama kadar halka teşhir edil-dikden sonra Üsküdarın muhtelif yerlerinde asılarak idam olunmuşlar.

Ebe Kadının kimsesi yokmuş, Saka Mehmed'in ise köyünde bir fakir dul anası varmış, bir avukat çıkmış, kadını îstanbula getirtmiş ve oğlunun vârisi olarak, ebenin mahlulden satılmış evi ile ev eşyasının be-' delini hazineden o bîçâreye almaya muvaffak olmuş.

Vâsıf HİÇ

DAĞHAN SOKAĞI — Eminönü ilçesinin Alemdar Bucağının Eminsinan Mahallesi sokaklarındandır; Piyerloti Caddesi ile Silâhdar Mektebi Sokağı arasında uzanır; Pertev Paşa Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 2/20). iki araba geçecek genişlikde, kabataş döşeli bir yoldur. Evleri ikişer üçer katlı kagir yapılardır. Yüzü Piyer Loti Caddesinde olan Salih Ağa Taşmektebinde, bu satırların yazıldığı sırada Millî Eğitim Müdürlüğü Beslenme Eğitim Bölümü bulunuyordu (Ekim, 1964),

Hakkı GÖKTÜRK

DAĞISTANLI AHMED EFENDi KONAĞI — Fâtihde Karagümrükde Keçeci-karabaş Mahallesinde idi; .geçen asrın en güzel yapılarından büyük bri konakdı; dedemden dinlediğime göre ticâret yapan Ah-med Efendi Dağıstan Hanlarından birinin

ANSİKLOPEDİSİ

torunu imiş, îstanbula 1860 da muhacir olarak gelmiş ve bu konağı, resmini plânını kendisi çizib, tarif eedrek memleketindeki baba ocağının ayni olarak yaptırmış; İstanbul binalarına benzemezdi, o bakımdan da ayrı bir kıymet taşırdı. 1942 de Karadenizli bir emlâkçi tarafından yıktırıldı, yerine beton bir apartman yapıldı (1951).

Zekâi KARAGÜLLE

DAĞISTANLI ÇIKMAZI — Silivrika-pusu civarında (Fâtih ilçesi) Arabacıbaya-zıd Mahallesi sokaklarındandı, Ramazan-efendi Sokağında, Ramazanefendl Camii-nin hemen yanı başında idi; 1956-1958 istimlâkinde kaldırıldı.

DAĞISTANLILAR — P.T.T. memurlarından merhum Ahmed Baha Göfcoğlunun «İstanbul Etnografyası» isimli ve ancak bir cüzü yayınlanmış eserinin ön sözünde İstanbuldaki Dağıstanlılar için şu satırlar yazılıdır: «... Sultanahmed, Küçükayasof-ya, Kadırga, Cinci Meydanı ile Bayazıdda Enıin Bey Mahallesinin bir kısmının halkını Dağıstanlılar ile Azerbeycan Türkleri teşkil eder.» Türkiyeye ve bu arada îstanbula Dağıstanlıların kitle hâlinde muhacereti Kırım Harbinden ve Paris Muahedesinden sonra 1860 ile 1862 arasında olmuş-dur; daha doğrusu, Türkiyeye kalbi bağlılıklarından ötürü Dağıstanlılar, o tarihler arasında ruslar tarafından tehcir edilmişlerdir. Bütün varlıklarını memleketlerinde bırakarak birer yatak dengi ve çamaşır boğçaları ile gelmiş olan bu -muhacirlere hükümetçe geniş ölçüde yardımda bulunulmuş, iskân edildikleri bölgelerde toprak, mesken, çift hayvanı verilmiş, ayrıca Istanbulda bir muhacirin komisyonu kurularak halkdan da büyük maddî yardım sağlanmışdı.

Bibi.: Tercemam Ahval Gazetesi.

DAĞLARCA (Fazı! Hüsnü) — Çağdaş tür k şiirinin kudretli temsilcilerinden; Türk Dil Kurumu üyesi ve Istanbulda Ak-sarayda Kitab Kitabevinin sahibi; 1914 de îstanbulda doğdu, süvari yarbavı Fa^an Hüsnü Beyin oğludur, annesinin adı. Kad-riye Hanımdır. Kayseri, Konya, Artana ve Kozan ilkokullarında, Tarsus ve Adana orta okullarında ve Kuleli Askerî Lisesinde okudu, 1933 de Kuleli Lisesini. 1935 ^e de Harbiye Mektebini bitirerek pivâde teSmeni oldu, 1950'de yüzbaşı iken istifa ederek or-

DAĞLARCA (Fazıl Hüsnü)

dudan ayrıldı, bir yıl kadar Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünde çalışarak, 1953 den 1959 yılına kadar Çalışma Bakanlığında iş müfettişliği yapdı. 1959 da Istanbulda Aksarayda «Kitab>.-. adı ile bir ki-tab ve yayın evi kurdu; bu satırların yazıldığı tarihde müessesesinin başında bulunuyordu (B.: Kitab Kitabevi).

Çocukluğunda, babasının, ilk gençliğinde de on beş yıl kendisinin asker olması dolayısiyle vatanın pek çok yerlerini dolaşmış, .görmüş, mevhibei ilâhiye olan şairlik şahsiyeti bu görgü ile beslenerek onu çağdaş türk edebiyatında mümtaz bir mevkie çıkarmışdır. Aşağıdaki satırları Türk Ansiklopedisinden alıyoruz:

«ilk yazısı 1927 de, henüz 13 yasında bir ortaokul öğrencisi iken Yeni Adana Gazetesinde bir yarışma armağanı kazanarak yayınlanmışdır. îlk şiiri olan ((Yavaş layan Ömür» de 1932 de (18 yasında iken) istanbul Dergisinde çıkmışdır; ilk kitabı «Havaya çizilen dünyâ» da 1935 de basıl-mışdır. Onun gerçek kişiliğini yansıtan ve ün kazanmasını sağlayan ikinci kitabı olan «Çocuk ve Allah» (1940) dır. Daha sonraki kitablarında (şairin) yurt gerçeklerini (şiir diline verdiği görülür.)».

Eserleri: Havaya Çizilen Dünyâ (1935), Çocuk ve Allah (1940), Daha (İ943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945), Üç

Fazıl Hüsnü Dağlarca (Resim: Sabiha Bozcaü)


4202
I

DAĞTEPESİ SOKAĞI

Şehidler Destanı (1949), Toprak Ana (1950), Aç Yazı (1951), İstiklâl Savaşı: Samsundan Ankaraya (1951), İstiklâl Savaşı: İnönüler (1951), Sivaslı Karınca (1951), Anıtkabir (1953, İstanbul Fetih Destanı (1953, Âsû (1955. Yeditepe 1958 şiir armağanını kazandı), Batı Acısı (1958), Hoo'lar (1960), Özgürlük Alam (1960), Cezayir Türküsü (1961), Türk olmak (1965).

Fazıl Hüsnü Dağlarca'dan seçme şiirler:

BALTACI

Düşmüşüm İstanbul'a,



Düşmüş ak bıyıklarıma kar.

Yollar ısımış ama ahacık,

Bağırdıkça ağzıma karanlık dolar.

— Baltacı!

Odun yararım, kömür kırarım Baltacı!

Neylersin kardeş, nidersin,

Köyde yedi çocuk var.

Gözleri iri, daha iri,

Yedisi de yolladığım harçlığa bakar.

— Baltacı!

Odun yararım, kömür kırarım Baltacı!

İstanbul genişdir, genişdir, genişdir, Ne ki benim yüreğim dar. Sesim büyük, sesim gür, sesim kalın, Sesim açlığım kadar.

— Baltacı!

Odun yararım, kömür kırarım Baltacı!

(Türk Olmak'dan)

STKOMBOLİ

Derki

Akdeniz gecelerine Parıltıların: Unutmayacaksın hiç



Toprağı.

Unutmıyacaksm hiç nerde olursan ol

Denizde nykuda ve büyük sevgilerde

Her şeyi bıraksan bile

Anadan ekmeğecek

Anılıyacaksın

Ölmüşü sağı.

Ta yerin altından getirirsin Bir yalım yağmuru ile korkunç Uzamasız kaldığımız anda Yakını Uzağı.

Gelip geçer gemiler

Söndürür de bütün ıışklarım ötelerden

Öylece yaklaşır sana karanlıklı ka*anhkh.

Sonra başlar, birdenbire, sessiz,

Kapkara bir mavide

İlk insanların^ çağı-

İSTANBUL

Artık sonu sanır herkes

İki aydınlığın arası böyle uzar

Toplarsın toplarsın bütün düşüncemizi

Bütün güzelliğimizi, havada

Görürüz bir daha acınmalar veren durağı.

Aralıklarla parlarsın

Bir kadın . bir betik - bir - yol - bir çocuk -Düşünecek sürede aralıklarla, Biz öbür insanlar anlarız hep. Parlamada parlamada Yaşıyan dağı.

Belli değil İtalya nerde Çin nerde?

Yeryüzü yitik,

Yeryüzü birleşmiş ilk gecesiyle yaradılışın.

İşte:


Su yaprağı, hava yaprağı, ateş yaprağı.

Bir yurdsuzluk vardır açıklarında

Yokdur kimseciği denizin göğün

Çok uzak bir yıldız tarihden öncesini söyler

Aydınlık göğsünde açar sonsuzluğumuzu.

Aydınlık.

Kara gecenin bayrağı. Der ki der ki Stromboli Akdeniz gecelerine Parıltıların: Unutmıyaeaksm hiç Toprağı.

(Batı Acısı'ndan)

ÖTE TARAF

Tarla dinler yeşilinden, düşünden, Tarla Kuşu öttükçe. Düşünür mü, inanır nü belli değil, Ellerim ellerim büyür hemşerim, Köylere köylere gittikçe.

Elâlemin sırrı çözülür,

Gönül yettikçe

Bilemem neyin nesi,

Ne gelir yüreğime uzaklardan

Köylere köylere gittikçe.

Öyle daralır ki azalmasında vaktin

Tenhalığı fark ettikçe,

İnsan artık memleketlere sığmaz,

Taşar sınırlardan,

Köylere, köylere gittifcçe.

(Sivaslı Karınca'dan)

DAĞTEPESİ SOKAĞI — Heybeli Adanın sokaklarından; adanın meskûn bölgesinin yukarı kısmındadır; Müstecionbaşı Sokağı ile İcad Sokağı arasında bir aralık sokakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 33). Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tespit edilemedi (1965).


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin