İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə26/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   91

ANSİKLOPEDİSİ

DAĞYOLU — Yukarı Boğazın Anadolu yakasında Çubuklunun sokaklarından; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tespit edilemedi (1965).

DAĞYOLU (Kâzım) — Tıb doktoru, profesör, bu satırların yazıldığı 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psi-kiatri Kliniği şefi bulunuyordu. 1914 de îs-tangulda doğdu, Sabri Bey adında bir zâtın oğludur, annesinin adı Sıdıka Hikmet Hanımdır. 1934 de Ankara Lisesinden mezun oldu, 1940 da İstanbul Üniversitesinin Tıb Fakültesini bitirdi, 1941-1946 arasında ayni fakültenin Psikiatri Kliniğinde asistanlık yapdı, 1950 de doçent, 1957' de profesör oldu. Meslek hayatı tamamen Üniversitede, akademik geçmiştir. 1947 - 1950 arasında Londra, Paris ve Stokholmda da çalışdı; fransızca, İngilizce bilir, müzik ve güzel sanatlara derin ilgisi vardır. İhtisası içinde 10 monografi yazmış ve Türkiye ile yabancı memleketlerde muhtelif tıbbî dergilerde kırk kadar orijinal etüd yayınla-mışdır.

Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi.

DÂÎ — Onaltıncı asır şâir ve hattatlarından; İstanbulludur, Ayaspaşazâd elerden Ahmed Beyin dayısının oğludur, asıl adı bilinmiyor, Dâî, şiirlerinde kullandığı mahlasıdır. Bilhassa sülüs ve nesih yazılarının güzel olduğu kayıdlıdır; hicrî 970 (m. 1562-1563) den sonra vefat etmisdir. Bibi.: Müstakimuâde, Tuhfei Hattatın.

DÂÎ (Beyközlu) —- Onyedinci asır şâirlerinden; asrının büyük musikişinaslarından ve ediblerinden Zâkirî Hasan Efendinin nimeti ile yetişmişdir ki matbu mesnevisinde hocasını minnetle anmışdır (B.: Hasan Efendi- Zâkirî).

DÂÎ (Kastamonulu) — Onbeşinci asır şairlerindendir; İstanbul muhasarası çenginde bulunmuş ve fetihden sonra İstan-bulda yerleşmişdir. Bir asır sonra yaşamış hemşehrisini ve bir şüerâ tezkiresi müellifi Kastamonulu Lâtifi bir fıkra naklediyor. Kastamonuya define bulup çıkarıcı bir mağribî gelir, «Cin davet idüb defîne dâvası güderken» Zühre isminde güzel bir kız ile evlenir; meğer bu güzel kadma şâir Dâî de âşık imiş; âhir ömrüne ka^ar o aşkın ateşi ile yanar dolaşır; şu beyti de o münasebetle söylemiş:

4203


DÂİRE SOKAĞI

Mağribî imiş inandık erin ey zühre cebin Ele bir genç getürdü yine bir kân deldi.

DÂÎ, BÂÎLERİ — Arabca «dua» kökünden «duacı, duacıları^ anlamında; ilmiye sınıfı ıstılahlamdan; hem yazıda hem sohbette mevkice çok üstün kimselere hitâb edilirken kullanılırdı; tezkirelerde, mektublarda imzanın üzerine «dâîleri» diye yazılırdı, imza sahibi kendisini daha da küçültmek isterse «dâîyi dîrîneleri», «dâî-yi kemterleri» diye yazardı; akran ve emsale hitaben yazılan kâğıtlarda da nezâket ve tevazu eseri olarak fakad «ed dâî» şeklinde kullanılırdı.

Ulemâdan bir zât sohbet dilinde büyüğüne karşı, yahud bir vezire, padişaha hitaben «bendeniz, kulunuz» .gibi tâbirler yerine: «Bu dâîniz; bu dâîleri» derdi: başkaları ulemâdan bir efendi hakkmda bir büyük kişiye bahsederken o efendiden «dâîniz, dâîleri); diye bahsederdi.

Bibi.: M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyim' leri ve Terimleri.

DÂİBE-- (B.: Def).

•DÂİRE, DÂİBEZEN — «Def» ve ((Def vuran», «Def çalan» anlamlarında yakın zamanlara kadar kullamlagelmiş alaturka musikimizin ıstılahlarından (terimlerinden) ; saz heyetlerini, dâirezenlerin darbe, fiskelerinin tampoları idare eder. Evliya Çelebi on yedinci asır ortasında İstanbul sazendelerinden bahseder iken dâire-zenleri en başda kaydedivor ve: ((500 neferdir, pirleri Amrû ibni Ümevvedir ki Hazre-ti Fatmamn düğününde def çalrmsdır. Sazendelerin bu dâirezenleri olmasa, rakkası bozulmuş bir saat gibi fasılları hercü merc olur; fasıllarına nizam ve intizam veren usulbend dâirezenlerdir» divor; «Usulbend-ler» baslığı altı o devrin onbir nefer namlı dâirezenin adı m kavdedivor ki şunlardır:

Ahmed Garibânî, ParbuloSnl. Diyarı-bekirli Karaoğlıı, Baba Ahu. Baba Acemî, Kamıcuoğlu, Baba Nazlı (sihr â*âr bir dâ-irezendir), Mölâzimzâde, Rum An.sreli. Yahudi Patakop-lu, Çingene Donsu. Büvük yazar hu -«sanatkârlar için: «T-Ter bM buzun şebrivâride def naJrms hi^de bir kabiledendir» d.ive ilâve edivor (B.: Def).

Ynkan

Rumeli vakasmria Yenikövün dan; verine eidilirj su, şatoların vaz^dığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Aralık, 1965).



DAKES AMİRA

4204 —


İSTANBUL

ANSIKLOPEDISI



-r' 4205 —

DALFES



DAKES AMİRA — Onsekizinci asırda yaşamış şöhretli bir ermeni sarrafdır. Aslen Eğinlidir. Doğduğu ve öldüğü tarihler bilinmemektedir. Önce ekmekçilik ile iştigal etmiş sonra devrinin çok ünlü ve nüfuzlu vezirlerinden Kaptanıderyâ Küçük Hüseyin Paşanın sarrafı olmuşdur ve ikbal yolu bu vezire intisabından sonra açılmış-dır.

1792 den 1803 yılma kadar on iki sene kaptanpaşalık yapmış olan Küçük Hüseyin Paşa «Tersane Çıplakları»;., yâhud kendi adına nisbetle ((Hüseyin Paşa Çıplakları» diye anılan bir sınıf tersane askeri, bir merasim taburu teşkil ettiği -için ermeni kaynaklarında Çıplak Hüseyin Paşa diye anılır ve vezirlik rütbesi karıştırılarak bazı ermeni yazarları tarafından Üçüncü Sultan Selim sadrıâzamlarından biri olarak gösterilir (B.: Hüseyin Paşa, Küçük; Çıplak, cild 7, sayfa 3924); ve dolayısı ile Dakes Amir a ile sadırâzam (aslında Kaptanpaşa) Çıplak Hüseyin (Küçük Hüseyin Paşa) arasında şu şirin fıkra nakledilir:

Çıplak Hüseyin Ağanın ekmekçisi • Ba-kes'e ekmek parasından 1500 kuruş .borcu birikmiş; Dakes de memleketine dönmeye karar vermiş, muhtelif yerlerden 9000 kuruş kadar alacağını toplayarak son kapu olarak da o zaman'başçuhadar olan Çıplak Hüseyin Ağaya uğramışdı; (Hüseyin Ağa 33-34 yaşlarında kölelikten gelmiş bir çer-kes idi, eli gaayetle açık, hiç para tutmazdı) ; Kurban bayramına pek az zaman kal-mışdı; ekmekçi ermeni sılaya gideceğinden bahsederek biraz para isteyince Hüseyin Ağa:

— Ben kurban parası nereden bulurum, diye düşünüyorum, sen ne söylüyorsun Dakes!... deyince ekmekçi koynunda-ki 9000 kuruşu çıkarıp vermiş, «Ben sılaya azıcık geç giderim, sen hele bugün kurban parasını düşünme!...» demişdir.

Az sonra Hüseyin Ağa vezir rütbesi ile Kaptanpaşa olmuş, Esma Sultan ile evlenmiş, devrinin en ön plânda bir devlet adamı olmuşdu, Dakesi unutmamış, ekmekçilikten çekerek kendisine sarraf yapmışdı. Hasköydeki konağını da Hüseyin Paşanın alıp Dakes Amiraya hediye ettiği rivayet edüir ise de Paşanın ikbâli 1792 de başla-mışdır; mezkûr konak ise 1776 da Dakes'-in mülki bulunuyordu. Bu konak 1871 de tanınmış ermeni hayır sâhiblerinden Sir-puhu Mayrabet Kalfayan (1822 - 1889)

tarafından satın alınmış ve burada Kalfayan Ermeni Mektebi açılmışdır.

Kevork PAMÜKCİYAN

DAKESYAN (Ohannes Çelebi) — Küçük Hüseyin Paşa sarrafı Dakes Amira'-nm oğlu olmak ihtimali olan bu zât, zamanının ileri gelen ermenilerindendir; takriben onsekizinci asrın ortalarına doğup, mezartaşı kitabesine göre 1828 de vefat ederek eski Pangaltı Ermeni Mezarlığına defııedilmiştir.

1799 da, yüksek mevkide bulunan altı ermeni şahsiyetten biri olarak zikredilmektedir (bk. Hırant Asadur, «İstanbul Ermenileri ve Patrikleri», 1901 yılı Yedikule Ermeni Hastahanesi salnamesi, s. 164).

Zevcesi Sultan Hanım, Bedros Amira adında bir şalısın kızıdır. 1833 yılı sonlarında kurulan Yedikule Ermeni Hastahanesi vakfının sandığına aynı tarihte 4000 kuruşluk bir bağışta bulunmuş, dolayısı ile hastahânenin kurucularından sayılabilecek bir hayır sahibidir.

Kevork PAMUKCİYAN

DAL — Dilimizde iki «dal» vardır; biri isimdir; ağacın düzgün dallarına, sürgünlerine dal denilir; biri de sıfattır, bazı isimlerin başlarına eklenir ve sâde, yalın, düz, çıplak anlamlarına gelir «dal kılıç», kınından çıkmış yalın kılıç; «dal hançer» -kınından çıkmış yalın hançer; «dal kelle», bir serpuş taşımıyan baş, açık baş; «dal taban»;, çorabsız, pabuçsuz yalın ayak, çıplak taban; «dal ktillâh»; «dalkavuk», «dal fes», üzerine dülbend, sarık, çevre, şal, herhangi bir şey sarılmamış külah, kavuk ve fes demekdir.

Dal sıfatı ile bir isimden teşekkül eden bu mürekkeb isimler ((elinde, başında, olub»» gibi eklere lüzum kalmadan, kılıcı, hançeri, kavuğu, külahı, fesi, yalın, çıplak, sâde kullanan kimse anlamına da gelir; meselâ: ((elinde dal hançer fırladı», ((arkasında dalkılıç kırk kişi yürüyordu», ((başında dalfes bir delikanlı);, denildiği gibi ((dal hançer fırladı», «ardında kırk dalkılıç yürüyordu», «dal fes delikanlı» da denilir. (B.: Dalfes; Dalkavuk; Daltaban).

Bu suretle başa bir ((dal» sıfatı eklenerek müstehcen, müstekreh, ağır küfür yerine geçen mürekkeb isimler vardır.

DALBASTI SOKAĞI — 1934 Ş. Rehberine göre Eminönü ilçesinin Alemdar buca-

ğının Cankurtaran Mahallesi sokaklarından (B.: Cankurtaran Mahallesi, cild 6, sayfa 3374); Kabasakal Caddesi ile Kara-cehennem İbrahim Sokağı arasında uzanır, Utangaç Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir. İki araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli bir yoldur; beton ve ahşab evler arasından geçer; bu yapılar arasında beşer katlı iki beton apartıman vardır (Kasım 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

DALBUDAK (Hüseyin) — 1950 ile 1951 arasında Aksaray çarşısı ve pazarında çalışır 18-19 yaşlarında Petürkeli genç bir hammal; 1950 yılı ağustosunun ikinci günü sabahı Yenikapuda tren yolu altındaki geçidde; içinde bin liraya yakın para bulunan bir zarf bulmusdur; zarfın üzerinde bir öğretmenin adı ve okul kâtibi tara-



Hüseyin Dalbudak (Besim: Sabiha Bozcalı)

fından yapılmış maaş kesintileri hesabı yazılıdır; o gece Yenikapunun o tarihlerde pek meşhur olan salaş gazinolarından keyf hâlinde dönülür iken, cebe konulacak yerde boşa bırakılarak düşürülmüşdür. Hammal Hüseyin Dalbudak başı açık, yalın ayak, mintanı lîme lîme gaayetle yoksul bir ga-rib iken o gün zarfın sahibini arayıb bulmak ve okulunda şaşkın ve perişan bir durumda olan öğretmene maaşım iade etmek faziletini göstermiştir.



DALBUDAK SOKAĞI — Beşiktaş İlçesi merkez bucağının Cihannümâ Mahallesi sokaklarından; Hasanpaşa Deresi Sokağı ile Serencebey Yokuşu arasında uzanır. Bostanbaşı Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberinde - pafta 20/176 -' Hasanpaşa Deresi Sokağı ile Cihannümâ Sokağı arasmda uzanır gösterilmişdir; Bostanbaşı Sokağının adı da Bostancıbaşı yazılmışdır). ' İki araba geçecek genişlikde, kabataş döşelidir. Beton yapı evler ve apartımanlar anasından geçer ve merdivenli bir yol olarak sona erer (Ekim, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

DAL CAMİİ — Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde Hırkaişerif Camii civamdaki Akseki Mescidine halk ağzında Dal Camii de denildiğini kaydediyor (B.: Akseki Mescidi; cüd l, sayfa 543).

DALFES — Üzerine dülbend ve çenber herhangi bir şey sarılmamış fes, böyle fesi giyen kimse (B.: Fes).

Türkiyede fesi evvelâ Cezayirli gemiciler giymişdir; İkinci Sultan Mahmud devrinde ve Hüsrev Mehmed Paşanın Kaptanı deryalığı zamanında 1826 da Tersaneliler (Bahriyeliler) için resmî serpuş kabul edilmiş, az sonra Asâkiri Mensûrei Muham-mediye ismi ile yeni kurulan orduda da efrad ve zabitlere fes' giydirilmiş ve yavaş yavaş halk arasında da yayılmışdır.

DALFES SOKAĞI

4206 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

_ 4207 —

DALGADAYI (Çıplak)




Donanma ve ordu mensubları dalfes giymişlerdir; bahriyeli olsun kara askeri olsun, fes çoğunlukla efrad başında görüldüğü, nefer ve çavuşlar da gençler, delikanlılar olduğu için, fes halk arasında yayılır iken yaşlılar fesin etrafına bir dülbend, çenber sarmışlar, fakat gençler askerî taklit ile dalfesi tercih etmişlerdir. Siyah, mavi, top veya saçak şeklinde çeşid çeşid püsküllerle kırmızı fes, sırmaya, ipeğe, sünbü-le, reyhana (fesleğene) benzetilen kâküllerin çehresini açmış, ona ayrı bir güzellik ve cazibe vermiş, ve dolayısı ile kalender meşreb şairlerin kalemi ile «dalfes» edebiyatımıza girmişdir, dalfes, dalfesli gençler için gazeller, şarkılar yazılmışdır.

BİE KÖÇEK İÇİN ŞARKI

Sarmaya tenhâ yer ister Camı sahbâyı ter ister Savd olur amma zer ister Anladım ol yadigârı Şîvekârzn cilvekârı

Mest olub o şuh tavşan Turresin kılmış perişan Mûmiyâm vasfa şayan Anladım ol yadigârı Şivekârın cilvekârı

Meclise geldikde dalfes Zülfüne bağlandı herkes Kes sesi kayd itme öz kes Anladım ol yadigârı Şîvekârm cilvekârı

(Enderunlu Vâsıf)

BİK SAKİ İÇİN ŞARKI Dün gice bir şûhi nevres Geldi şevki bezme dalfes Bend olur kim görse özkes

Ben değil meftunu herkes Perçemi şebbûyi katmer Rengi ruhsârı güli ter Görmedim bu rütbe dilber Ben değil meftunu herkes

Destime sundukda camı Hoşuma geldi hıramı Âlemin sarmak meramı Ben değil meftunu herkes.

(Enderunlu Vâsıf)

ŞARKI

Kim gördü böyle nev eda Kim sevdi böyle mehlikaa Kim görse olmaz mübtelâ Yok misli graayet dilrübâ Tavrı o şûhi dalfesin Bend itti gönlün herkesin O dilrübâyı nevresin Yok misli gaayet dilrübâ



(Enderunlu Vâsıf)

BİR KASİDEDEN

Ayağı yer mi basar rindânı aşkın sevk ile Dalfes sağar bekef geldikçe bezme ol peri Âh kâfiri bîvefâ nâri gamınla sûbesû Dil harâbezârdır manendei yangın yeri Öyle âhü vah ile itmez ııigûhı iltifat Pak zer ister gazel almaz zemâne dilberi.

(Enderunlu Vâsıf)

Büyütüp serde yetişdirmiş idim dalfes ile ülfeti gayri yasağ etti gönül herkes ile Bağrına taş mı basub kesdin anı mikrâs ile Dilerim Bârî Hüdâdan iki destin kesile. Alub ol şânevü mikrâsını berber eline Nice kıydın o selıin perçeminin bir teline. (Beşiktaşlı Gedâî)

DALFES SOKAĞI — Beyoğlunun Taksim Nahiyesinin Hacı Ahmedefendi Mahallesi sokaklarından; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Aralık, 1965).

DALGA — «Suyun rüzgâr tesiri ile oy-nayub çalkalanması, kabarması, sallanması, köpürmesi» (Türk Lügati).

istanbul ağzında mecazen : «mes'ele. macera, gayri meşru muhabbet alâkaları, gayri meşru.kazanç yolları).-- anlamlarında kullanılır; misaller:

Dâima hileli işler çeviren patronu hak kında bir uşak konuşur:

— Bizimki evinde sık sık ziyafetler


vermeye başladı, bir dalgası var ama anla
yamadım...

* Bir kahvehane sahibinden bahsedilir:



  • Apartımamn ikincisini dfeti, altın
    da araba... bir kahvehane ile olur mu?...

  • Olur... kumar dalgası!...

.* Bir hâneberduş layakdaşma yine kendilerinden başbaşa vermiş konuşan iki adamı gösterir :

  • Yine bir açmazları var...

  • Onların ne açmazı olur ulan... si
    kirdim dalgası!...

^:

Nerde İstanbulun edebi, arı Fark etmez olmuşlar karayı akı Ya oğlan dalgası yâhud kız kan Çeşmelerden akan su değil rakı.

(Ali Çamiç)

İstanbul halk ağzında bu isme bağlı deyimler vardır:

Dalga saymak — «Boş ve aylak durma», «yersiz ve lüzumsuz şeylerle uğraşma» anlamında; misâl:

Kadın kocasına, kitabını açmış okur görünen, fakat bir saatten beri tek yaprak çevirmeyen nıektebli haylaz oğlunu gösterir:

— Bak... yine dalga sayıyor...

* Bir delikanlı yeni işinden bahse


der:

— Akşama kadar dalga sayıyoruz ağa


bey!... çalışmaya alışmışım ben, deli ola
cağım inan olsun... başka iş yok, çık oyna
deseler vallah billah çıkıb göbek ataca
ğım!...

Dalga geçmek — 1) ehemmiyet, önem vermemek, 2) oyalanmak, eğlenmek, zevklenmek; 3) dalmak, dalgınlaşmak anlamlarında; misaller:

— Oğlum kulak ver sözlerime, dalga
geçme...

* İki yüksek tahsil genci konuşur :



  • Haydi konferansa gidelim..

  • Boş ver...

  • Kızlarla dalga geçeriz be!..

* İki kişi vapurda konuşur:

  • Ne zarif, ne şık, ne güzel kız!..

  • Dalga mı geçiyorsun beyim., sizin
    dairenin daktilosu ayol...

Dalgaya getirmek — Karşısındakinin dalgınlığından kötülük için faydalanmak; misal: ((Herif dalgaya .getirip çürük portakalları dolduruyor.» (F. Devellioğlu).

DALGA — Hâneberduş pırpırılar argosunda esrar sarhoşluğu hali; Ferid Devellioğlu ((Türk Argosu» isimli eserinde doğrudan esrar karşılığı olarak gösteriyor ve şu misâli veriyor: «— Biraz dalga uç-lan!.. (ver)».

Halbuki tam keyf hâlinde bir esrarkeş rahatsız edildiği zaman:

— Bozmayın dalgamı!., cevabını ve


rir.

Aşağıdaki manzumeler Ali Çamiç Ağanındır :

Dalga sevdâsMe körne çağında Beyimin mekânı oldu külhanlar Kül elendi sanki ced ocağında Satıldı yalılar, konaklar, hanlar.

*

Düşmüş daleaya da bir uyuz ite Sarılmış mahbûbei zibâ diyerek.



*

Dalsra Mustafanın Kahvehanesi Pırpırı kopuklar itler ianesi.

Mürailik ya nevhat taze çârebrû Nice düberâmn ağlar ânesi

Üstünde çul çaput ayaklar yalın Çirki mezelletde aşk pervanesi

Kabak efsânesi dalga âlemi Ol dârülnedvenin tek teranesi

Çatlamış ar namus iffet damarı Olmuşlar şehrin bir pis divânesi

DALGA DAYI (Çıplak) — İkinci Mah-mud devrinde ve yeniçerilerin kaldırılmasından iki yıl kadar evel 1824 ile 1825 arasında Üsküdarda Sücabağı Mescidi avlusun da ((Yanık Çınar» denilen bir çınar ağacının kovuğu içinde barınmış ana doğması üryan esrarkeş bir meczub olub (B.: Çınar; Sücabağı Mescidi) bir gece kapıldığı buhran içinde mezkûr mescidin meşruta odasında oturan genç bir müezzini katletmiş ve ertesi gün kaçıp sığındığı bir mahzende yakalanarak o üryan haliyle Yanık Çınarın bir dalında asılmış, idam hükmünün infazından sonra da o ulu çınar ağacı kesilmişdir. Asıl adı bilinmeyen Dalga Dayının hal tercemesi yazma bir risalede şöyle nakledilmişdir:

«Girid Ceziresinde bir fakirin oğlu olub yedi sekiz yaşına vâsıl olduğunda pederi anı mîrî sefâin kaptanlarından Hasan Dayıya ahretoğlu oîmak üzere virüb bir eyyam kalyonu hümâyunda reis konadı tahtında perverde ve neşvünema bularak Hasan Dayı Dersaadete gelüb Tersane Kethüdası oldukda merkum dahi mühürdarı ol-muşdur ki ol tarihde nevhat taze civan ve gaayetle nümayişli olub Tersane dahi mec-mai ehli hava ve bahusus kalyoncu taifesi envai fisku fesadde tamam bî bâkü bî perva olub Giridi tâzei hat âver anlara beraber ve pederi Hasan Ağa ol hinde vefat etmekle çılbırın atmış .Cezayir kesimine so-yunub (B.: Cezayir Kesimi) yalın ayak baldır bacak çıplak leylü nehâr müdâve-meti bade ile mestâne ve belki kabak key-. fi ile divâne ol zamanlar tünek tâbir ettikleri dilberanm meşâhirinden olub terâveti şebâbın yağmaya virüb Galata Yağ İskelesinde Korsan Vak'asında (?) ol güruh-dan dahi onbes yirmi nefer delikanlılara siyâset oldukda bunu dahi derdest ve amma Tersane Başçavuşu Hasan Davı çırağı olduğundan buna şefaat idüb zindana il-kaa ve kuşça canm halâs ile bir evvam mürurunda ıslahı hal eylemişdir deyu azad ve sebilin tahliye idüb amma saç sakala beraber tamam kalenderi olub kevfi esrar île şuuruna dahi külli halel gelmek ile üryan puryan olub deryanı geçek Üsküdarda Sücabağı Mescidinde Yanık Çınar derûnun-da oturup ehâlii belde bu makunbeye sâ-




4209

4208 —

DALGAKIRAN

hibi cezbedir deyû kadimden meylü muhabbet ve sahabet ide gelmiş olmakla bu dahi Çıplak Dalga Dayı nâmı ile şöhret bulub bir eyyam dahi mürur ettikdde şiddeti şitâ zemherir gicesi nısfülleylde mescidi mezkûrda odasında mukim müezzine varub ol yiğit dahi uykusundan bidar ve çıplağa merhamet ile kalkub içeri olduk-da Dalga Dayının keyf ile dalgası gayri ol-mağla müezzin sahibi pençe yiğit olub sille ve tokat def ü tardını murad ettikde Dalga Dayı ol taze yiğiti bıçak ile cerh ve katil ve andan firar ve ertesi vak'a malûm ol-dukda bittaharrî kaatili merkum Balabanda metruk mahzen derûnunda derdest ve Üsküdar Ağasına irsal ile bî bâkü bî ar özrü cürmünden esna olub götürüp ol üryan hâl ile Yanık Çınarda salbü siyâset olundu, sinnî erbaine varmamış idi; badehu çınarı dahi kat ettiler fî gurrei receb 1240 (19 şubat 1825)k.

Muzaffer ESEN Bibi,: Tenbîhül - ukuul.

DALGAKIRAN — Fırtınalara "karşı limanların, iskelelerin selâmeti için denizde yapılan taş duvarın adı; dalgakıranların sureti inşâsı bu ansiklopedinin konu sınırı dışındadır. İstanbulda biri Kumkapusun-da biri de Haydarpaşa Garı ve iskelesi önünde iki dalga kıran vardır, her ikisi de lodos fırtınalarına karşı yapılmışdır. Haydarpaşa dalgakıranı 1951 - 1953 arasında bir yenisinin ilâvesi ile çift dalgakıran hâline konmuş ve uzatıîrmşdır (B.: Haydarpaşa, Kumkapusu).

DALGIÇ — -«Suya dalıp denizin dibine inen adam» (Türk Lügati). Şemseddin Sami Bey Kaamûsi Türkîde: «Süngerle mercan ve inci vesaire avlamak, veya denizin dibine düşmüş şeyleri çıkarmak için deniz dibine dalmaya alışık adam» diyor. İstanbul limanında, sularında dalgıçlar, 1 izaha lüzum yokdur ki sâdece deniz kazalarından sonra batık teknelerde bir sev aramak, veya batık tekneleri çıkarma imkânını sağlamak için indirilir.

Son yularda sahil yollarından içinde yolcuları ile beraber denize ucan otomobiller, dalgıçlar için yeni ve hazin bir iş ko nüsü olmuş, arabalar ile beraber cesedlerirs çıkarılması fecî sahneler teşkil etmişdir.

Eskiden dalgıçlık babadan oğula, ya hud çırağa kalır bir ocak halinde idi. Evli

İSTANBUL,

yâ Çelebi, onyedinci asır ortasında îstanbuî dalgıç esnafı için şunları yazıyor:

«Esnafı gavvâsânı bahr — Dükkânları yokdur. Galatada ve Kasunpaşada lonca yerlerinde bulunurlar. 300 nefer olub ekser efradı Magrib, Reşîd. İskenderiye urbâ-nıdır, bir kısmı da Rodos Ceziresi kurbinde Sömbeki Ceziresi reâyâsındandır. Amma bu gavvaslar (dalgıçlar) inci çıkaran gav-vaslar gibi bî hemtâ değillerdir. Pirleri Eş-şeyhi Hâlidi Ummânî'dir. Bu dalgıçların bâzıları ellerinde gaayet keskin ve iki taraflı bıçak taşırlar, deniz dibinde köpek balığına rast gelir ise o bıçak ile cidal olmak içindir. Dalgıçlar ordu-esnaf alayında üryan puryan Meydanı Arasat kavmi gibi: — Yâ gavvâs!... yâ giyâs-... diyerek geçerler.»

Dalgıçlık, körpe delikanlılık çağında öğrenilir; dalgıç olacak gencin boylu boslu, güçlü kuvvetli, çok sağlam yapılı, soğukkanlı olması şarttır. Dalgıçların bir kısmı serbest çalışmış, bir kısmı Kaptanpaşalık emrinde tersane dalgıcı olmuşdur. İstanbul sularında ibtidâi şartlarla 7-8 kulaç derinliğe kadar inilebilmişdir. Ondokuzuncu asır ortalar ma-kadar dalgıçlar denize bir iç donu ile çıplak olarak ve bir halata bağlı ağır bir tasa basarak inmişler, ihtiyaten de kendilerini bellerinden ana halata bir iple basmamışlardır ve d.eniz dibinde pek az kalabilmişlerdir. Dalgıçları denize indirmek için de içinde halatı salmak ve sarıb çekmek için büyük bir çıkrık bulunan dalyan salapuryalarına benzeyen dalgıç salapuryaları kullanılmısdm

Türk Ansiklopedisi: «Dalgıç.; maddesinde «Türkiyerte Dalgıç» bendinde şunları yazıyor: «... Sultan Aziz devrinin sonlarına doğru dünyanın sayılı deniz kuvvetlerinden biri hâline gelen Osmanlı Donanmasında çok sayıda ve tecrübeli dalgıçlar bulundıırulmuşdur. Bu da!jncl?>rm çoğu. Sömbeki Adasından devşir ildikler i için Sultan Mecid. Aziz ve Harnid devirlerinde donanmada çalışan dalgıçlara «Sömbeki» de denilirdi. Osmanlı bahrivesinde dalgıçlık meslekinin usta - çırak düzeni içinde öğretimi ikinci Sultan MaHmııd devrinde teslamısdır; fakat Türkivede bir dalgıç okulu ancak Cumhurivet devrinde kurul-muşdur.» (B.: Dalgıç Okulu).

DALGIÇ (Hasan) — Türkiyenin ilk ve tek bijuteri (yüzük, küpe, kolye, zincir, düğme vesaire) fabrikasını kuran bir iş-

ANSİKLOPEDİSİ

adamı, hayata sıfırla atılıp muvaffak olmuş simalardan; 1921 de Ankarada doğmuş dar .gelirli bir ailenin oğlu olarak işe 12 yaşında iken yine Ankarada l lira gündelikle bir kuyumcu çırağı olarak atılmış-dır. Geceli gündüzlü, tatil günleri de çalışarak kuyumculuğu iyice öğrendikten sonra 1939 da 18 yaşında iken kendisinin dükkânını açmışdır; dört erkek kardeşini de yanına işçi olarak almışdır. 1941-1945 arasında askerlik görevini yaparken küçük kakmacı kuyumcu dükkânın kardeşlerine emânet etmiş; ve onlar dört sene sonra ağabeylerine dükkânını aynı zindelikde teslim etmişlerdir. İşlerini biraz daha geliştiren Hasan Dalgıç, 1951 de İtalya, Almanya, İsviçre ve Fransada meslekî bir tetkik gezisine çıkmış ve memlekete bir bijuteri fabrikası kurmak karârı ile dönmüşdür. ve bu yolda ilk küçük atölyesini yine Ankarada Necatibey Mahallesinde açmışdır. işinde prensibi, imalâtını imkân ölçüsünde ucuza mal etmek ve azamî titizlik ile temiz çıkarmak olmusdu; kısa zamanda firması Türkiye piyasasında tanındı ve tutuldu. Bunun üzerine atölyesini ham madde merkezi olan İstanbula nakletmeye karar verdi, 1955 de îstanbulda ikinci atölyesini açdı, bu işin istikbâli olduğunu kesin olarak gördüğünden gerekli büyük maki-nalarını da getirterek 1959 da atölyelerini kapadı ve İstanbulda Topkapusundaki Türkiyenin ilk ve tek bijuteri fabrikasını kurdu.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin