İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə27/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   91

Bu iş adamını memleket efkârı umu-miyesine tanıtan muharrir, Ümid Deniz olmuşdur, Easan Dalgıç .gazeteciye şunları söylemişdir: .

((Evvelden piyasada 220 liradan satılan ithal malı. renkli, eloksoi (elektrikle okside edilmiş alüminyum) kolyeler, bizim fabrika faaliyete geçtikten sonra memlekete gelmez oldu. Zira biz aynı kalite malı 15-20 liraya mal ediyor ve birkaç lira farkı ile piyasaya sürüyorduk. Bir aralık Suriye ve Beyruttan kaçak mal getirtmeye kalkanlar da bu durum karşısında bu işden vaz geçtiler. Şimdi piyasada satılan bijuterinin mühim bir kısmı türk işçisinin şevk ve emeği mahsulüdür.»

«Fabrikamda 75 türk işçisi çalışıyor. Her sene işçilerime ikramiye verir yenilik ve çalışma gücünü arttıran hamleler yapan işçilerimi nakden mükâfatlandırırım. Bir iki seneye kadar müessesemi anonim şirket haline getirerek işçilerimi sermayesiz

DALGIÇ ÇIKMAZI

olarak bu firmaya ortak edeceğim. Nasıl olsa bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz, hiç olmazsa namımız, nişanımız kalsın.». Ümid Deniz Hasan Dalgıcı tanıtan yazısına şunları ilâve ediyor:

(d7 yaşında bir oğlu, iki de küçük kızı olan Hasan Dalgıç, oğlu Cengiz Dalgıç'ı da kendi mesleğinde yetiştiriyor. Kardeşlerini de kuyumcu ve birer dükkân sahibi yapmış. Kuyumcu çıraklığından başlayıp fabrikatörlüğe yükselen bu çalışkan adamın Ankara'da, bir bağı, bahçesi, evi ve bir dükkânı, burada da bir katı, bir fabrikası ve Hir otomobili ile 3 milyon lirası var.»

Bibi.: Ümid Deniz, Hayata sıfırdan başlamışlardı, Hürriyet Gazetesi, 1964.

DALGIÇ (İsmail) — Zamanımızın meşhur mutatabbiblerinden deden kalma ocak kırıkçı çıkıkçı, sarılık kesici, külüne kırıcı idi; 1903 de Bulgaristanda doğmuş, Balkan Harbinde muhacir gelmiş, ailesi Beykozda yerleştiği, kendisi de gençliğinde güreştiği için Beykozlu İsmail Pehlivan diye anılırdı, fakat geçimi yukarıda sıraladığımız bilgileriyle temin ederdi; bilhassa Sirkeci otellerini dolaşır, otellerin kıraathanelerinde oturur, otel kâtiblerine ondalık vererek kendisini taşralı misafirlere tanıt-tırırdı ve tedavilerini, masajlarını otel odasında yapardı. 1960 dan beri ortalıkda görünmez olmuşdur (1964).

DALGIÇ CİVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından « Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında Dalgıç civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış «Hûbannâ-mei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Dalgıç civanı şu beyitlerle övülmüş-dür:

Gavvâsı ummanı aşkdır ol dilber Pâyi mihrâb anın ebrûsi minber Kaçan üryan olub deryaya dalsa Musa Nebi dirler düşürmüş asa Dürrü mercan anda hem sadef sünger Mersâyi vefâde atmışdır lenger.

DALGIÇ ÇIKMAZI — Beyoğlu Kazası merkez nahiyesinin Firuzağa Mahallesi sokaklarından; Çukurcuma Caddesi üzerindedir; 1934 Belediye Şehir Rehberinde bir çıkmaz Sokak olarak gösterilmiş ise on basamak bir taş merdivenle bir arsaya, oradan da Ekmekcibaşı Camii Sokağına geçilir (Pafta 14/165). Kısmen paket ta-


— 4211 —
l

DALGIÇ OKULU

şı, kısmen kabataş döşelidir ( şubat, 1965).
j Hakkı GÖKTÜRK


Dalgıç brövesi

DALGIÇ OKULU — Müessesenin son resmî adı ((Deniz Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı» dır; yukarı boğazın Anadolu yakasında Çubukluda, yalı boyu ana cadde üzerindedir; aşağıdaki satırları Türk Ansiklopedisinin ((Dalgıç» maddesinin «Türki-yede Dalgıç» bendinden alıyoruz: «Osmanlı Donanmasındaki dalgıçların çoğu Sömbeki Adasından devşirildikleri için Sultan Me-cid, Aziz ve Hamid devirlerinde donanmada çalışan dalgıçlara «sömbeki» de denilirdi. Osmanlı bahriyesinde dalgıçlık mesleğinin usta - çırak düzeni içinde öğretimi İkinci Sultan Mahmud devrinde başlamışdır. Sultan Mamid devrine kadar da zamanın bahriye fabrikalarıma yapılan dalgıç tuıumıarı ile ancak 3-4 kulaç derinliğe inilip su altında en çok 15 dakika kalı-nabilmişdir. Bu a-raçlarla yapılabilen işler gemi altı temizleme, dolaşık ha latı uskurdan çözme, sığ suda kopan çıpayı çıkarma gibi şeylerdir. İkinci Abdülhamid devrinde dalma donanmalarının gelişmesi üzerine Rusya, İngiltere ve Almanyadan bahriye için satın alınan ve iki dalgıca birden hava verebilen tulumbalar sayesinde memleketimizde bu hizmet biraz daha gelişmiş ve böylece, meselâ batmış bir gemiyi yüzdürme, torpido tâlimlerinde batan torpili çıkarma gibi daha zor işler başarılmışdır.

«Türkiyede Cumhuriyet devrine kadar bir dalgıç okulu kurulmamış, donanmada dalgıçlar çıraklık yolu ile yetişmişlerdir. 1925 yılında Azebkapusunda Havuzlar alanındaki itfaiye bölüğü yanında bir dalgıç grupu kurularak buraya birkaç gedikli kaydedilmiş, ertesi yıl grupa alınan 40 - 50 er dalgıçlık kursundan geçirilmiş, 1926 -



  1. yıllarında yine kursdan geçirilen 4
    assubayla kuvvetlenen grupun başına,
    İkinci Abdülhamid devrinde donanmada
    Kel Musa adı ile anılan usta dalgıcın çı
    raklarından bu ustanın ölümünde mülâzım
    rütbesi ile onun yerini almış olan binbaşı
    Ahmed Eey getirilmiştir. Genişleyen grup

  2. de Kasımpaşadaki Kasabhâne binâ-

4210

İSTANBUL


sma yerleşmiş, 1940 da bu binaya kat çıkmak gerekmiş, 1947 de ise yine yer yetersizliğinden yanındaki sebzehâne de dalgıç grupu binasına katılmışdır. Son olarak 1956 da İstanbul Boğazının Anadolu yakasında (Çubukluda) eski Hidiv Köşkü bağ-çesinin kıyı bölümünde Türkiye Bahriyesi Dalgıç Takımı ve Okulu Komutanlığı için modern bir bina yapılmışdır; 1957 de grup Kasımpaşadaki binalarla ilişiğini keserek buraüa çalışmaya başlamışdır. O tarihe kadar inilebilen en büyük derinlik 180 ayak oımuş; 1947 de Amerika Birleşik Devletleri bahriyesinde kurs gören okul komutanı Vedad Dora, helyum-oksijen karışımından «hava», kullanarak 350 ayak derinliğe in-mişdir..» (Türk Ansiklopedisi).

XVII. yüzyılda yaşamış büyük türk yazarı Evliya Çelebi dalgıçlar için şunları yazıyor:

((Dalgıç Esnafı — Dükkânları yokdur; Gaiatada Kasımpaşada lonca yerlerinde bulunurlar. 300 nefer olub ekseri Magrib, Reşid, iskenderiye arablarıdır, bir kısmı da Sömbeki Adasının hristiyanlarıdır ki bu adayı Kodoşla beraber Kanunî Sultan Süleyman fethetmiştir; Sultan Süleynıan-ın Sömbekideki Camiin evkafını bu dalgıçlar yer. Bu dalgıçların bazıları denize ellerinde gaayet keskin iki taraflı bıçakla inerler, köpek balığına rast gelirse o bıçakla döğüşmek için. Dalgıçlar ordu - esnaf alayında üryan püryan (çıplak) geçerler.»

Türkiyede dalgıçlığın ve dalgıç okulunun tarihçesi üzerine Türk Ansiklopedisinden aldığımız malûmata şu notları ekliyoruz:

1926 yılında Azebkapusundaki dalgıç birliğine tâyin edilen gedikli subay namzedi Hüseyin Yücel dalgıçlık üzerine yazılmış kitablardan faydalanarak kendisini dalgıç olarak hazırlamış ve ilk er dalgıç kursu da aynı yıl içinde müfredatsız, gelişi .güzel şekilde eğitime başlamışdır.

Kıt'a 1928 de Kasımpaşaya nakledil-dikden sonradır ki ilk programlı astsubay ve er kursları açılmışdır; bu kurslarda Hüseyin Yücel öğretmenlik yapmışdır. Teşkilâtın kurulmasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığında görevli Binbaşı Câvit Zen-dut önderlik etmiştir.

1929 senesinde Binbaşı Câvid Zendut ve Gedikli Subay Hüseyin Yücel Almanya-ya ilk derinsu dalgıç cihazını almaya gitmişler ve cihazın özel eğitimini görmüşlerdir.

ANSİKLOPEDİSİ

1929 - 1945 yılları arasında Dalgıç Kıt'-asında müteaddit kurslar açılmış ve Kıtanın ismi zaman zaman değişikliklere uğra-mışdır. Neticede 1945 de «Ana Dalgıç Okulu ve Kıtası Komutanlığı)) olmuş ve Deniz Eğitim Komutanlığına bağlanmışdır.

Komutanlık 1956 yılında Çubukluya nakledilmiş ve teşkilâtın adı 1961 yılında tekrar değişmiş ve ((Deniz Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı» olmuşdur.

Bugünkü Amerikan cihazlarıyla yapılan tedrisat 1951 yılında başlamışdır.

1959 senesinde İlk yedek subay Kurba-ğaadam kursu açılmış ve bu tarihten sonra müteaddit kursların ^açılmasına devam edilmiştir.

Halk ağzında devam ede gelen Dalgıç Okuluna askere alınmış ve Bahriyeye ayrıl-mış erler arasından özel bir eğitim görmüş kaabiliyetli ve istekli gençler alınır; ve erler Kurbağa adam yahud ikinci sınıf dalgıç olarak yetiştirilir. Eğitim sonunda imtihanı kazananlar deniz kuvvetleri emrine verilirler ve askerlik görevi müddetini dolduranlar verildikleri kıt'adan terhis edilirler. Çubukludaki Okuldaki erlerin eğitim müddeti 3 aydır.

Deniz astsubayları ve subayları arasından ve asıl mesleki kurs ve eğitimlerini bitirenlerden de istekli ve sıhhî durumları müsaid, kaabiliyetleri üstün olanlar da istekli olarak bu okula gelebilirler. Çubukludaki Okulda astsubaylarla subayların eğitim müddeti 9 aydır. İmtihanlarını kazananlar, brövelerini alanlar kıtalarda veya gemilerde Sualtı ve Dalgıçlık ile ilgili görevlere verilirler; astsubay ve subaylardan dalgıç olanlara birinci sınıf dalgıç brövesi verilir.

Okulun donduı almuş bir öğrenci kadrosu yokdur; ortalama her kurs devresi için 50 er ve 50 subay bulunabilir diyebiliriz.

Sivil dalgıçlıkda bröve almak istiyen-leri de, Ulaştırma Bakanlığı uzmanları ile birlikde bu müessese imtihan eder, ve tazyik testine tâbi tutar. Sivil resmî sektörlerdeki bütün dalgıçların dalış kazalarından meydana gelen hastalıkları da bu müessesede tedavi edilir.

Kuruluşundan bu yana müessese komutanlığında dört deniz albayı bulunmuşdur ki, isimleri şunlardır: Tâceddin Baysal, Sadi Kursan, Vedad Dora, Sabri Nartman (hâlen müessese komutanı, 1965).

Dz. Gv. Kd. Yüzbaşı Aykut KARPAT

DALİLAH

DALGIÇ SOKAĞI — Beyoğlu Kazasının merkez nahiyesinin Firuzağa Mahallesi yollarından; isimsiz bir çıkmaz ile Kadirler Yokuşu arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 14/165). Adı geçen rehberde adı yazılmamış çıkmaz, yerinde Hüseyin Ağa Bağçesi Sokağı adını taşımaktadır.



Bu sokağın bir başında Dalgıç Çıkmazı, diğer, başında da Dalgıç Sokağı levhaları görülmüşdür. Oldukça geniş, meyilli, bozuk, toprak bir yoldur (şubat, 1965).

i Hakkı GÖKTÜRK

BALGIÇYAN (Komik Han) — Değerli bir eczacı; 1865 de Rumelihisarmda doğmuş ve 1950 de yine İstanbulda vefat etmiştir.

Pederi kuyumcu Bedros, kendisi doğmadan 1865 yılı kolera salgınında ölmüştür. İlk tahsilini doğduğu semtin Ermeni Mektebinde yapmıştır. 1883 de bir eczacı yanında çalışmış ve 1890 da İstanbul Eczacılık Mektebinden mezun olmuştur. Aynı yıl Gedikpaşa'da açtığı eczehâne 1896 ya kadar faaliyette bulunmuştur. Mezkûr ta-rihde, Tahran'a geçerek orada İran'ın ilk eczâhânesini açmışdır. 1903 de Muzafered-din Şah'dan ((Han» unvanını almışdır. Kendisine «Şirihurşid» nişanı da verilmişdir. Karnik Han'ın telkini ile 1920 de Tahran'-da bir eczacılık mektebi açılmıştır. 1937 de İstanbul'a avdet ederek, ölümüne .kadar kızının yanında yaşamışdır. Yukardaki malûmat Jamanak Gazetesinde B. Zartar-yan'ın makaalesinden almmışdır.

Kevork PAMUKCİYAN

DALİ (Gisela) — Yunanlı aktris; 1956-1957 arasında Duru Film tarafından çevrilen (dstanbulda Aşk Başkadır)) isimli kordelâ teklif edilen bir rolü kabul ederek îstanbula gelmiş ve o filmde oynamışdır; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.

DALİLAH — 1963 ile 1965 arasında kafiyeli maşlahlı erkek sazendeler refaa-katinde doğu Akdeniz memleketlerini dolaşan ve üryan şarkkârî (oryantal) dansları ile bilhassa paralı avam tabakasını ve türedi zenginleri eğlendiren bir oyuncu kızı; pek çok emsali gibi aslı karanlıkda olup, 1964 yılı haziranı sonlarında Maksim Pavyonu tarafından îstanbula getirtilmiş ve günlük gazetelerde geniş ölçüde ilânlar ile


— 4213


DALKAVUK

İstanbul halkına: Mısır ve Arab âleminin büyük rakakasesi Da-lilah» diye takdim edilmiş, ayrıca dansöze «Kahirenin en büyük saz heyeti)) nin refakat ettiği kaydedilmiş.

Dalilah, batı memleketlerinde strip - tease denilen sahnede soyunma marifetini şarklı zevkine göre tâdil etmiş, göğsünde süslü bir sutyen üe sahneye önceden soyunmuş olarak hemen tamamen üryan çıkmış, rakkaası yapı sı vücudunun bazı aksâmi züfıi-yesini bir takım telli pullu tüller ile örtmüşdür; sanat zevkine hi-tab ettiği tabakadan da hakkı olan alâkayı görmüşdür (haziran, 1964).

DALKAVUK,

ESNAFI — Batı türkcesinde «dal» sıfatı ile «kavuk» isminden teşekkül etmiş mürekkeb isim (B.: Dal; Kavuk); sâde, lügat anlamı ile «üstüne her ne şekilde olursa olsun dülbend, yemeni, çenber, şal, herhangi bir şey sarılmamış kavuk giyen».

Dilimizde bugün mecazî mânâda bir tıynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz; «kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sahibine yardakcılıkda bulunan adam»; uşakdan aşağı ve hattâ şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tipdir; bütün insanî meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamla hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahud timsâlinin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddî sıkıntı çekmemek anlamında ayakda durur; ayağını öpdüğü kimse imkân ve kudretini kayb edince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüd etmeyerek düşen efendisinin de aleyhinde bulunur. Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş in-kılâbcüar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavuğu da beslemisdir.

Toplum hayâtımızda Tanzimattan evvelki devirde, bugünkü mecazî anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lû-

4212


ÎSTANBÎJt

Kakkaase Dalilah (Resim: SaMha Bozcaii)

gat anlamına göre isim almış loncası ile kâhyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklamadaki, meç-lislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir «dalkavuk esnafı», var idi.

Tanzimatdan önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi.

Külahı, külahın çeşidini ayak takımı
ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyer
di. Külahın üzerine, işlerinin, meslekleri
nin alâmeti farikası olarak beyaz dülbend,
yâhud renkli, çenber sararlardı; bâzı genç
lerle bilhassa asker dalkülâh olurdu, yâni
külahlarını, üzerine herhangi bir şey sar
madan .giyerlerdi. , '

Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricalin ulemânın serpuşu idi, ve kavuk, istisnasız, üzerine mutlakaa bir şey sarılan serpuş idi.

işleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan Dalkavuk Esnafına zelil adamlar kabul edilmişdi ve onlara serpuş olarak

ansiklopedisi

ayak takımının ve esnafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkânı buluna-mamışdı; zira, külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, yâhud dalkülâh da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karışdırılacak-lardı. Kavuk ise dâima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmeleri için de «dalkavuk» olmaları, yâni kavuklarına hiç bir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de alâmeti farikaları olan serpuşlarına nisbetle «Dalkavuk);, adını aldılar.

Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecazî anlamla isim almış dalkavukları yanında yedi sefer zemzemle yıkanmış bir takım biçârelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollardan eğlendirmeyi alenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizâmnâmeleri vardı, ve iş, hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakiyeti mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaç idi.

Topkapu Sarayı Müzesinin eski Müdürü Tahsin Öz tarafından müze arşivinde bulunan kıymetli bir vesika vardır ki dalkavuk esnafının mâhiyetini gereği gibi aydınlatmaktadır. Birinci Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir; bugünkü dilimize çevirdiğim sureti şudur:

«Devletli, inâyetli, merhametli efendim, «Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir:

Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbulda, davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemânın, ricalin, devletin vesair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavuk göğüsleri, ehnaspâreîer, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lâkin içimizde bâzı terbiyesizler bulunup edebe uymıyan hareket ve tavırları ile velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır. Kadîm nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şâkir Ağanın cümlemize kâhya tâyin olunmasını ve eline memuriyetini bildiren bir kıt'a ruhsatname ihsan duyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devleti iinâyetli efendim sultânım haz-retlerinindir. İmza: Dalkabuk Kulları.»

DALKAVUK


Bu dilekçe dikkatle okunmuş ve altına şu şayanı dikkat satırlar yazılmışdır:

«'Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hâne sahibi olan zâtın mizaç ve tabiatına uygun şekiL de konuşmak, zikri müstekreh tâbirlerden ve küfürlerden gaayetle sakınmaktır. Hâne sahibi ne söylerse fevkalâde yardakçılıkla tasdik edecekler ve asîaa aykırısında söz söylemiyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslekdaşları arasında övünmi-ceklerdir.»

Bu vesikaya bir de dalkavukluk narhı eklenmişdir, hem gülünç, hem hazindir:

Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske ba


şına) 20 para

Başına kabak vurma, bir seferine 20 para

Yüzünü tokatama, tokat başına ... 30 para

Oturduğu minderden ve seden aşağı yu


varlama, lâtife başına 30 para

Yüzüne mürekkeb veya kömür sürme 37 para

Ellerini ve ayaklarını domuztopu bağlama
; 40 para

Bir salkım üzümün sapı ile beraber yediril


mesi 40 para

Kafasına yumruk indirme, yumruk başına

40 para

Çıplak başını tokatlama, tokat başıng


j 45 para

Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek


gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine
ı 60 pata

Sakal boyamasına 60 para

Merdivenden aşağı yuvarlama ... 180 para

Sakalının yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.

Eyerinin bir tarafında, özengî bıılunmıyan
haşarıca bir ata bindirilip temaşası hoşa gider,
se 300 para

Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık

sıçanını ağzmm içine kapatma 400 para

Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müd


det durdurulmak şartı ile bostan kuyusu içinde
bir devrine 600 para

Bu latifede birden fazla her devir için ayrı


ca .••• 100 para

Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse cenazesinin masrafı latifeyi yapana aittir.

Dalkavuklar bazan kendi isimleri ile anılmışlar, fakat ekseriya Şâpur Çelebi, Hande Çelebi, Letâif Çelebi, Kahkaha Molla, Süğîün Bey, Ebülenf Efendi, Burmaz Ağa, Malak Ağa, Sansar Ağa, Çıplak Kadı, Kız Pehlivan, Kabrankulak Ağa, Hacı Fış-fış, Hacı Şamandıra gibi takma isimler taşımışlardır.


4214


DALLI (Ahmed)

Müverrih Peçevili ibrahim Elendi, dal-kavmaara ve şaKiaoamara aşırı auşkun oıan üçüncü öuıtan ıvmrauın naı terceme-smue şmn Dır iiKra naKieuer; rnuvemuin naiaemyoruz:

om şetaret ve maharetini gösterip ae insanını aıacagı sıraua:

xok nunKarjm, ü uğun aıtm iste


mem, .yüz aegneK. isterini!., aer.

«r-aaışaıı seneDinı sorunca:

— tıeıe önce emsini vurdurun da se
bebim o zaman sorun!... aer.

«jracuşan emreaer, maskarayı falakaya yıkarlar, aegneKier em oıunca ı^erıf:

— Durun!., bir ortağım varuır, ellisini
de ona vurun! der.

«urtagmın kim oiduğunu sorarlar:

— Beni hergün davete gelen bostancı
dır, Pâaışammmn insanını aııp gıüer iken
sem ben çagıraım, yarısı benımüır diye pa
ranın yarısını elimden zorla alır, bugün de
üegnegın yarısı onun hakkıdır!., aer.

«padişah guımekaen katuır, maskaraya mûtaa ihsanının iki mislini verir, bostancıyı da elli değnek için falakaya yıkarlar.»

Geçen asırda yaşamış mirasyedilerden Veliefendizâde Mehmed Efendi de meclis -lerindeki dalkavukları ile meşhurdur; hoş fıkralardır:

Bir yaz günü dalkavuk esnafından sekiz on kadar kör toplatıp yalısına getirtmiş, onların birbirini görmeden lag cengi etmelerine hayli güldükden sonra, uşaklar: «Namaza buyurun!..» diyerek körlerin koltuklarına girmişler ve bağçeye çıkarıp rıhtımın tâ kenarına serilmiş seccadelere götürmüşler, uşaklardan biri de kayığa binmiş, sözde imam olmuş, «Allahüekber» deyince biçâre kör dalkavuklar secdeye varırlarken denize yuvarlanmışlar.

Veliefendizâde bir yaz günü, kış oyunu, ortalığın çakıl çakıl buz tuttuğu bir kış günü de yaz oyunu oynamışdı. Yaz günü kendisi sırtında ince patiska entari, yalın ayak, küfür küfür oturmuş buzlu şerbet içerken sırtlarına hırkalar, kürkler, ayaklarına kalın yün çorablar giydirilmiş dalkavuklara sahleb ikram edilirmiş; kış oyununda aksi, efendi tandır başına oturur, sırtında kürkü sahleb içer, bütün pencereler-açılır, dalkavuklar yazlık entariler ve çıplak ayakla titreşir iken dondurmalar ikram edilirmiş.

Yine bir kış günü Veliefendizâde balığa çıkmış, kendisi sarınmış, sarmalanmış,

istanbul

dalkavuklarından birine de : «Çırılçıplak soyunub bir iç donu ile gelebilir, ve deniz üstünde soğuğa dayanabilir isen sana şu kadar altın var!..» demiş. Yüklü bahşişi duyunca dalkavuk hemen soyunmuş, pusarık buzlu havada bir donca çıplak balığa çıkmış. Bir ara efendi dalkavuğa:



  • Burnumun ucu üşüdü!., deyince
    külkânî herif mirasyedinin beklediği cevâ
    bı vermiş:

  • Velinimetim efendimm.. sıcak ola
    rak bir tek yerim kaldı, -burnunuzu da ora
    ya sokun!., demiş.

Yukardaki dalkavuk nizâmnâmesinde müstehcen, müstekreh tâbirlerden ve küfürden gaayetle sakınacaklardır» kaydi mü çeşid latifeler olsa gerekdir.

Dalkavuk kelimesi edebiyatımızda


manzum metinlerde de görülür:
Dalkavuklar serefrâzıyım efendimin yine
Takkesin kapdım bugün başmda tâc itsem gerek
i Sürûri, Hezeliyat'

Söyliyem sana zamiri dil bir kıt'a ile Münfail olma hatâ var ise de bunda bana Himmetin yok ne ararsın ikide birde beni Dalkavukluk idemem doğrusu beyhude sana.

Fatin

DALLI (Ahmed) — Seçkin bankacılarımızdan, İş Bankası umum müdürlerinden; 15 mart 1911 de Üsküdarda Arakiyeci Hacı Mehmed Mahallesinde doğdu. Ziraat Bankası Müdürlüğünde bulunmuş Ahmed Server Bey ile Zeyneb Reşide Hanımın oğludur. Baba tarafı Kafkasyalıdır; Kafkas-yanın Rusya tarafından kesin ilhakından sonra 1858 - 1860 arasında ana vatana hicret edenlerden olub Bandırmada iskân edilmişlerdi ki; Ahmed Dallının baba annesi Fatma Hanım hemen asırdîde bir kadın olarak sağ ve Bandırmada oturmaktadır. «Babam Server Beyin talihsiz ticâret tecrübeleri yüzünden küçük yaşda hayatımı kazanmak mecburiyeti dolayısı ile klâsik tahsilimi yapamadım.)) diyen Ahmed Dallı hayatını kazanma mecburiyeti karşısında yarıda bırakdığı klâsik tahsilini okuma aşkı ile otodidakt olarak tamamlamış Türkiyenin sayısı pek az geniş kültür sahibi iş adamlarından olmuşdur.



1927 de 16-17' yaşlarında, ailece Nazillide bulunurlar iken Nazilli Ziraat Bankasına küçük bir memuriyet ile girmişdir, gayret ve zekâsı ile bankacılık işlerine süratle intibak etmiş, muhitinde nazarı dikkati çekmiş, iki sene sonra da 1929 da Zi-

raat Bankasından ayrılarak iş Bankasına intisab etmişdir. Otuz yıl İş Bankasının muhtelif şubelerinde çalışmış, bu arada yine otodidakt olarak ingilizce öğrenmiş, muvaffakiyetlerle kademe kademe yükselmiş, bankadaki aslî vazifelerinin yanında İş Bankasının teşebbüs ve iştiraki ile kurulmuş muhtelif mâlî, ticarî, sınaî müesseselerle sigorta şirketlerinde idare meclisi âzası veya reisi olarak çalışmış, ve 1959 da İş Bankası umum müdürlüğüne tâyin edil-mişdir.

Cam, Pirelli Otomobil lâstiği, Sun'î Sabun ve Soda fabrikalarının kurulması teşebbüsleri onun umum müdürlüğü sırasındadır. Ereğli Demir - Çelik Fabrikasının esas mukavelenamesi ile bu' fabrikanın


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin