Belî mesti müdâm amma pak idi Kûsi rahil çaldı o bî bak idi Nazarı dikkatle bak şu beytine Târih imiş meğer anın fevtine «Üryan geldik biz bu germâbeye hû Yine üryan çıkub göçeriz deyû» 1283 (1866)
Vâsıf HİÇ
DlLÂVER ÇAVUŞ (Mehmed) _ Tersane çavuşlarından aslı Danimarkalı bir mühtedî olub 1880 ile 1885 arasında geçen gençliğinde mâcerâli hayatı ve aşırı derecede güzelliği ile îstanbulun avâmî şöhretlerinden olmuşdu. Tophane ketebesinden Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin evrakı metrûkesi arasında pek yakından alâkadar olduğu bu delikanlı hakkında müstakil bir deftercik çıkmışdır. Râzinin anlattıklarına göre Danimarka sancağı çeker Hadsund (?) adında bir yelkenlinin tayfası 15-16 yaşlarında bir gene iken Londra Limanında yatarlar iken kendisinin meclûbu olan kaptanını sekri hâl ile cerh ve katletmiş, ve gece denize atlayarak iltica ettiği bir Yunan yelkenlisinin kaptanı tarafından himaye edilerek Akdenize kaçırılmış, ve 1882 den 1885 yılma kadar üç sene Zefiros isimli bu gemide Hiristo Liparoti adındaki hâmisi kaptanın zenânesi olarak kaldmışdır. 1885 yazında rakı ve şarab yükü ile tstanbula geldiklerinde Galatada Kömürcü adı ile meşhur koltuk meyhanede Âşık Râzi ile tanışmış, yunan gemisinde çekdiği cevrü cevâfıyı anlatmış, korsan kılıklı yunanlı gemicilerin elinde adetâ bir esir gibi yaşadığını ağlayarak söylemişdir; büyük kalenderlerden Âşık Râzi hiç tereddüd etmeden 19 yaşındaki Danimarkalı gemiciyi o gece meyhaneden kaldırdığı pırpın kılığı ile evine götürmüş, on gün kadar yanında alakoyarak saklamış, kılık kıyafetini müslüman Türk zeynine sokmak ile de kalmayarak adı Knut Hansen (?) olan genci ikna ederek ona islâmiyeti kabul ettirmiş, ve Üsküdarda Bulgurlu Köyünde büyük bir sünnet düğünü yapdırmış, delikanlı Mehmed Dilâver adını almışdır. Yunanlı Kaptan Hiristo Liparoti parasını çalıp kaçdığı iftirâsi ile İstanbul zabtiyesine ihbarda bulunmuş ise de müslüman olan gencin izi tamamen kaybolmuş ve Dilâver, yine Âşık Râzinin delâleti, şâirin bahriye ümerâsından bir dostunun himmeti ve nihayet gencin de kendi
DlLÂVER ÇAVUŞ
isteği ile Donanmayı Hümâyuna gönüllü nefer olarak girmiş, Heybetnümâ Zırhlısı efradı arasına verilmişdir.
Âşık Râzi Danimarkalı mahbub gencin buraya kadar olan ahvâli için bir de manzume kaleme almışdır ki şudur :
Gemici şehbazım Danimarkalı Beyaz forma giyer mavi yakalı Sıvar da pantolun paçalarını Yalın ayak topuk vurur cakalı
Bülbülümdür Bahri Baltık kopili Benim ile muhabbeti kuşdili Hurşîd oldu viran gönül kandili Fitilini cundabazım yakalı
Doyum olmaz mestânelik hâline Bıçkınlık şanından yâlü hâline Âguuşimde bakdırırken fâline Kuzu olur buzlu, ülke çakalı
Kahvehane, hamam, bostan, bağ, bağçe Sefa sürdük gezdik on gün on gece Bir de düğün yapdım o güzel gence Hüsnü arttı sünnet kanı akalı
Yaş ondokuz duman duman hatâver Knut Hansen oldu Mehmed Dilâver Gidüb bir gün Tersaneye beraber
Bir dost bulduk gaayet ile arkalı
ı
Dilâverim şimtîi kalyon neferi Tasvirinin işte gelmişdir yeri Kıyafeti, sima, ayak, elleri Bir içim su oldu Danimarkalı
Zırhlı Heybetnümâ olmuş ianesi Sırma perçemler üstünde dalfesi Rengi rûye reşk ider hind canfesi Kuşağında palaskası tokalı
t
Ya o ince belde o al kuşağı Ucu sarkar şöyle belden aşağı Tersanenin o tığ gibi uşağı
Usturaya yeni vermiş sakalı
t
Yalın topuk nümayişi pek hoşdur Bıçkın revişlidir sanma sarhoşdur Gönül tatarını peşinden koşdur Çevre ile işlemeli markalı
L...
DtLÂVER EFENDi
— 4570
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4571 —
DİLBURNU
Pâ bürehne sîne kuşa civelek Gemideki efrâct ağzında melek Kaptan baba görttb beğendikde pek Oğlana bu lakabını takalı
Kışın kara şayak yazın ak keten Albenili forma sereri fiten Sefînei aşka açdıkda yelken Alkış tutar Boğaz iki yakalı
Sünnet düğünü üzerine de şu tarih kit'ası-nı yazmışdır:
Râzi ağam bana târihini yaz Diye Dilâverim ittikde niyaz Yirmi yaşı ile çıkdı târihi «Sünnet oldu Danimarkalı şehbaz»
1333 — 20 = 1303 (1885-1886)
Bu Mehmed Dilâver tersanede çavuşluğa kadar yükselmiş ve bahriye ümerâsından bir zâtin Râmize Kalfa adında habeşî cariyesi ile evlenmiş, Tersaneden ayrıldıkdan sonra İstin-yede yerleşmiş, küçük bir kayıkcı-balıkcı kahvehanesi açarak geçinmişdir. Ölüm tarihi tes-bit edilemedi. Râzi adını verdiği bir oğlu îstin-yede sandalcı iken 1915 de Birinci Cihan Harbinde askere alınmıg, yanılmıyor isem Canak-kalede Barbaros Zırhlısı efradı arasında şehid olmuşdur.
Vâsıf HİÇ
DtLÂVER EFENDÎ (Hafız) — Edhem Ün-gör'ün «Türk Marşları» isimli eserindeki kay-de göre geçen asırda yaşamış bir zât olup 1880 de ikinci Sultan Abdülhamid sânında «Fehâ-met Marşı» adı ile bir marş bestelemişdir; hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı.
DlLÂVER PAŞA — Onyedinci asrın ilk yarısında yaşamış Osmanlı vezirlerinden, İkinci Sultan Osmanın sadırâzamlarından; bu bahtsız pâdişâhın son sadirâzamı ve ölüm yolunda felâket arkadaşı oldu. Ateh hırvatdır; memleketinden devşirme oğlan olarak getirilmiş, Sarayda Enderunu Hümâyundan yetişmiş-dir; çeşnigirbaşı iken kapucubaşılıkla saraydan çıkmış, sancak beyi olmuş, Kıbrıs, Bağdad valiliklerinde bulunmuş, dürüst ve işbilir vezir olarak tanmmışdı; 1621 de Diyarbekir Valisi iken eyâleti askeriyle birlikde İkinci Sultan Osmanın Lehistan seferine çağırıldı, bu seferde Hotin Kalesinin muhasarası sırasında Hü-
seyin Paşanın yerine sadırâzam oldu (17 eylül 1621); sadâreti ancak sekiz ay kadar devam etti; Orduyu Hümâyun ve pâdişâh ile birlikde Istanbula döndükden sonra İkinci Sultan Os-mana karşı ayaklanan yeniçeriler tarafından öldürüldü.
Önce ihtilâlci asker tarafından Kızlarağası Süleyman Ağa ile birlikde başı istenmişdi, Sultan Osman vermemiş, Dilâver Paşa Üskü-darda Aziz Mahmud Efendi Dergâhına sığın-mışdı. İhtilâlcilerin Saraya girmesinden sonra, metanetini kaybeden gene padişah tarafından Üsküdardan getirtilmiş ve Süleyman Ağa ile birlikde yeniçerilere teslim edilmiş; her ikisi de o anda bıçak ve kılıçla paralanarak cesedleri At Meydanına atılmışdı (19 mayıs 1622).
DiL BALIĞI — Aşağıdaki malûmatı müteveffa Karakin Bey Deveciyanın «Balık ve Balıkçılık» isimli ölmez eserinden alıyoruz: «Yassı balıkların en nefisi Dil Balığıdır. Vücûdu pisi balığı gibi yassı ve beyzî ise de boyu daha uzunca, ince ve az sert pullarla örtülüdür; hilâl şeklinde olan ağzının karın tarafındaki kısmında bir takım ince yeke dişleri vardır. Bâzı ecnebi kitablarda bu balığın gözlerinin bir tarafda, ağzının da öbür tarafda olduğu yazılı ise de İstanbul ve Türkiye sularında tutulan dil balıklarının ağzının yarığı her iki tarafında aynı şekil ve büyüklüktedir.
Dil Balığı (Karakin Deveciyandan)
«Karnının altı beyaz, sırt yüzgeçleri koyu esmer ve kestane renginde, ve bâzan cüz'î zeytunidir. Bu renk balığın bulunduğu denizin dibine göre değişir.
«Başının ortasında yüksekçe bulunan iki gözleri yan yanda olub kulakları ile yan kanad-larından birer tanesi renkli cihetinde, birer tanesi de alt tarafında bulunmakdadır; renkli
tarafındaki kanadın üstünde siyah bir benek vardır.
«Pek ufak kıt'ada ve çenesinin altında bulunan karın yüzgeçlerinden birinin rengi üst tarafının renginde diğeri beyazdır, sidikliği bu yüzgeçlerin yanındadır.
«Burnundan kuyruğuna kadar uzanan sırt yüzgeci 75, sidiklikden yine kuyruğa kadar uzanan makad yüzgeci 62 suâli ve adetâ saçak manzarasındadır Kuyruğu gaayet kısadır Burun deliklerinden birisi iki gözlerinin arasında, diğeri alt tarafındadır.
«Dil Balığının en büyüğü 25-30 santimetre uzunluğunda olub kıyılarda, kumlar ve çamurlar içinde yaşar; her denizde bulunur ise de kolay avlanamaz. İstanbul sularında pisi balığından çok fazladır, İstanbul balıkhanesine senede 18.000 kiloya yakın dil balığı getirilir, kilosu 7-15 kuruş arasında satılır (1914-1915 piyasası).
«Nisan sonlarında yumurtasını atar. Pisi ve marya ağları ile avlanır. Balık yumurta ve yavrularını yer» (1914).
DİLBAZ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlu kazasının, Taksim nahiyesinin Bostan Mahallesi sokaklarından (B.: Bostan Mahallesi, cild 6, sayfa 3013); Ömer Hayyam Caddesi ile Yaya Köprüsü Caddesi arasında uzanır; Fesliyen Sokağı, Tevfik Efendi Sokağı ve Küçükodalar Sokağı ile dört yol ağzıları yaparak kesişir (1934 B. Ş. R. Pafta 19/143); yerine gidilip bu satırların yazıldığı ısradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım 1966).
DiLBER SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beşiktaşda Abbasağa Mahallesi sokaklarından (B.: Abbasağa Mahallesi, cild l, sayfa 12); mahallenin kuzeyinde Fulya Deresi Sokağı ile Yıldız Caddesi arasında uzanır, Nardenk Sokağı ve Nurtânesi Sokağı ile dört yol ağızları yaparak kesişir (1934 B.Ş-R. Pafta 20/175); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi. (Kasım 1966).
DlLBURNU — Büyükadamn batısında, adanın mesirelerinden biridir; 9,5 hektarlık bir arazi olup denize doğru dil şeklinde uzanmış-dır, sathı batıya doğru hafif meyilli ve düz, şimal ve cenub kenarları denize yar olarak iner kayalıkdır. Üstü, ağaçları hayli seyrekleşmiş
Büyükada Dilburnu
bir çam ormancığı ile kaplıdır, resmî dil ile «Devlet Mesire Ormanı» dır. Dilburnu Mesiresinde bir dans pisti, 4 yer sofralığı, kütükden yapılmış 124 piknik masası, 10 ocak, 6 aded salıncaklı bir oyun yeri, erkekler ve kadınlar için üçer gözlü iki ayakyolu vardır. Şimal kıyısında dikçe bir pateka ile inilir bir ayazma bulunmaktadır; Rum Ortodoks Kilisesince Ayios Kostantinos adına takdis edilmişdir (B.: Ayios Kostantinos Ayazması, cild 3, sayfa 1575); bu ayazmanın kapusunun üstünde 1881 tarihini taşıyan ve imparator Büyük Kostan-tin (274-337) ile anası Elenanın tasvirlerini hâvi bir kabartma taş levha vardır. Halk ağzında ise bu kabartma üzerine şöyle bir aşk hikâyesi anlatılır :
Eleni adında güzel bir kız ile Kosta adında güzel bir balıkçı oğlan sevişirler; fakat güzel delikanlının bütün vücudunu yaralar, çıbanlar kaplar, sevgilisi güzel kıza kavuşamayacağını gören Kosta yaşama umudunu kaybetmiş iken bir gün bu ayazmayı görür, su içer ve yüzünü yıkar; ellerinin ve yüzünün çiban ve yaralardan temizlendiğini görünce ayazma havuzuna (yalağına) girer, tüm olarak yıkanır, derdinden kurtulur ve maşukası Elena ile evlenir.
Dilburnu Mesiresi bilhassa tatil günlerinde çok kalabalık olur.
Şimal-batıda Heybeli Ada, bu adanın Yeşil Burun mevkii ile Çam Limanı, tam batı istikâmetinde de Hayırsız Adalar görünür. Marmara üzerinde gurub manzarası pek lâtifdir.
Vapur İskelesinden Nizam Caddesi üzerinden yaya, yahud eşeklerle, veya araba ile gelinir.
Doğan KENÎGUT
DiL DALYANI
4572 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4573 —
DİLENCİ
DİL DALYANI — Büyükada da Dil Burnu önünde kurulur bir dalyandır; hudud ve teamülü tesbit edilmemiş dalyanlardandır (B.: Dalyan).
DİLDAE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinin Rumeli yakasında Büyükderenin sokaklarından; köyün kuzey -batısındaki kırlıkdadır (1934 B.Ş.R. Pafta 23); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım 1966).
DÎLEK (Aşkın) — 1966 yılında yapılan «Kadın Sinema Yıldızı Seçme Müsabakasında jüri tarafından ve 25 kız arasından seçilen dört güzel kızdan biri (B.: Yeşilçam Sokağı; Kadın Sinema Yıldızı Seçme Müsabakaları; Hasman, Sevil; Erdeniz, Tülây; Güneri, Selmâ). Müsabakaya Ankaradan gelerek iştirak eden ve 19 yaşında bulunan ve müsabaka şartı icâbı jüri önüne soyunarak çıkan Aşkın Dilekin vücud yapısı ölçüleri şunlar idi: «Bay 1.68, kilo 54, göğüs 96, bel 57, kalça 96»; güzel kız resmini çeken gazetecilere şunları söylemişdir: «Liseden ayrıldım, mankenlik yapıyorum, küçüklüğümden beri artist olmak isterdim; müsabakayı kazandım ama film çevirip kendimi seyirciye be-ğendirdikden sonra artist oldum diyebilirim».
Burhaneddin OLKER
DiLEK (Hami) _ Çağdaş Türk tababetinin değerli simalarından bir operatör; 1898 de İstanbulda doğdu; babasının adı Abdi Bey, annesinin adı Nâfia Hanımdır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa Numune Mektebinde, Vefa Sultanisinde (1915) okudu, 1919 da İstanbul Tıb Fakültesini bitirdi; sonra sırası ile Gülhâne Tatbikat Mektebi Hâriciye baş asistanlığında, 7. Kolordu Merkez Hastahânesi Operatörlüğünde bulundu; Tekirdağı Memleket Hastahânesi Baştabibi ve operatörü (1925-1933), Bakırköy Akıl Hastahânesi operatörü (1932-1949), Haydarpaşa Numune Hastahânesi Beyin ve Sinir Cerrahisi mutahassı (1950-1960) oldu.
Türkiyede ve yabancı memleketlerde mü-teaddid tıbbî cemiyetlerin üyesidir; Türkiyede ilk defa olarak beyin ve sinir cerrahisine başlamış bir operatör olub Türk Tıb Tarihinde unutulmayacak bir başarıdır, ve o yolda pek çok mütehassıs yetişdirmişdir.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi.
DİLEK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinin Rumeli yakasında Sarıyer'in sokaklarından; köyün Yeni Mahalle semti ile nefsi Sarıyer arasındaki parçasında Hacı Mahmud Efendi Sokağı ile Selimağa Sokağı arasında uzanır bir aralık sokakdir (1934 B.Ş. R. Pafta 23). Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım 1966).
DİLEMRE (Sâim Ali) -~ «Türk tıb ve dil bilgini; 1880 de İstanbulda doğdu, öğrenimini İstanbulda yapdı; 1908 de Almanyaya gitmiş, Geissen Üniversitesinde patoloji okumuşdur. Yurda döndükden sonra istanbul Tıb Fakültesinde Rifat Hüsameddin Paşaya asistan olmuş, daha sonra Dr. Hamdi Suadın laboratuvarmda şef olarak çalısmışdır. Profesör oldukdan sonra morg müdürlüğüne getirilmişdir. Daha sonra Ankarada açılan Dil ve Tarih - Coğrafiya Fakültesinde genel dil bilgisi dersleri vermişdir. Beşinci dönemde mebus seçilerek Büyük Millet Meclisine girmişdir. Tıb alanında verdiği eserler : Husûsî Marazî teşrih (1928), Böbrek Hastalıkları (1928), Başağrıları (çevirme), Uykusuzluk ve tedavisi; Hukuk Gazetesinde adlî tıb konusunda makaaleler; Türk Antropoloji Mecmuasında dil bilgisine âid makaleler; Hind -Avrupa ekleri ve Türkçe (fransızca, 1935), Türk-Kelt problemi (fransızca, 1936), Güneş" -Dil teorisi (fransızca, 1936), Dil Coğrafiyası (1937), Hekimlik dili terimleri (1945). 1954 de İstanbulda vefat etti» (Türk Ansiklopedisi).
DİLENCİ, DİLENCİLER — Dilenci, dilenmek masdarmdan yapılmış isimdir; avuç açıp isteyen demektir; mecazen aç gözlü insana da dilenci deriz.
Dilenmek te, dilmaç, dilsiz, dilim, dilmek, dilleşmek, dilemek, dilek gibi «dil» kökünden gelir.
Dilenci üzerine darbımeseller :
Meteliksiz gezer, elinde hüneri, marifeti de yoktur, delâlet eder, iş bulursunuz :
— Ağabey bu zamanda ayda yüz liraya çalışılır mı? der.
Yahut ayağında pabucu yoktur, yalın ayak dolaşır, bir çift eski fakat sağlam kundura verirsiniz; modası geçmiş diye dudak büker, almaz, yahut alır da, giymez:
«Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş.»
-^r Hırsı şenaat derecesindedir, «gelsin de nereden gelirse gelsin» der, yanında çalıştırdığı yanaşmaya, ırgada verdiği parada dahi gözü kalır, nasıl bir kulp taksam da yevmiyesinden beş on kuruş kessem diye düşünür, bu pis ruhu tarif için :
«Dilenci çanağından para çalar»
•fa Yüreğinizde şefkat ve merhamet, eliıızde, kesenizde küçük yardım imkânları vardır, fakat sizden yardım isteyenler o kadar çoktur ki şaşırırsınız, bu hâli anlatmak için :
«Dilenci bir olsa, şekerle beslenir..» Şair Fitnat Hanım, etrafım âşıklar sarmış güzelin dudağını kırmızı akide şekerine benzetiyor :
Dedi diI1>er eylemezdim bûsei lâ'lim diriğ Kand ile beslerdim olsaydı eğer cerrar bir!..
İf Semiz yahut semizceyken zayıflamış bir dosta, ahbaba, âşiyana rastlarız, yüzüne karşı ayıp olur ama arkasından :
«Dilenci değneğine dönmüş!..
•^ Dilencinin kendisini kastederek :
Dilenciden evvel asası gider..
Dilencinin yüzü kara, torbası dolu..
Dilencinin torbası dolmaz!..
Dilenci selm almaz!.
Halk ağzı deyimler :
Tfc- El emeği, göz nuru harcamıştır; bilgisini, hünerini vererek bir parayı hak etmiştir, fakat cimri kesesinden çıkacaktır, «bugün git, yarın gel!.. Sabah mı dedik yahu, akşama gel!.. Geç kaldın, efendi gitti!,» hakkını almak için bur-
¥ A Z i 3 l Z
Karikatürde Diîenci (Ali Ulvi, Cumhuriyet, 1963)
nundan kan damlar, bağırmakta, şikâyette haklıdır :
«Dilenciye döndüm.»
«Kendi paramın dilencisi oldum.»
İstanbulda dilenci ile mücadele on altıncı asırda başlamıştır; dörtyüz yıldanberi halledilememiş bir dâvadır.
Her kötülüğün anası tenbelliktir derler, dilenci de o kahbenin doğurduğu velediznâdır; ham elli, ham kafalı, bütün sermayesi, hüneri, marifeti alnındaki ar, utanma damarını çatlatıp avuç açmaktan ve insanlığın şefkat, yardım duygularını iblis'âne sömürmekten ibarettir. Çalışamayan, hakiki .düşkünler, hakikaten yardıma muhtaç olanlar derin bir yoksulluk girdabı içinde, binbir derd ile kıvranarak, muhayyilemizin hududu dışında mahrumiyetlere göğüs gererek yaşarlar, Darülacezeye sığmamaz-îarsa el avuç açma zilletini gösteremedikleri için her an halaskar ölümü dört gözle beklerler.
Dilenci, işi icabı, müstekreh kıyafetinin içinde iğrenç ve müteaffin pislikte yaşar; buna dayanabilmek ' için beden ^apısı harikulade sağlamdır. Cezaî müeyyedeleri kaldırınız, bir kuvvet müsabakası olarak tecrübe ediniz, alil ve yaşlı görünür bir dilenciyi, ayak dirediği zaman üç dört zabıta memuru yerinden kıpırda-tamaz.
Dilenci her türlü şenaati irtikâp edebilecek mahlûktur. İstisnasız hepsinde, mazlum görünüş bir zar,kabuktur, içinde bir canavar ruhu vardır- Diline doladığı tekerleme dışında konuşmaz, göz tatlı bakışı kaybetmiştir, cinsî hırslarını kendi aralarında tatmin ederler, kadın erkek bütün iffet ve namus kaygularından sıyrılmışlardır. En küçük merhamet duygusu yoktur; çocuk kıymetli bir âlettir, gözünün nurundan mahrum ederler, elini kolunu, ayağını, bacağını kırarlar. Dilenci, yerini ve fırsatını bulursa paraya tamah ederek adam öldürmek-den dahi çekinmez.
İstanbulda geniş ve kuvvetli teşkilâta sahiptirler; çete - şirketler kurmuşlardır. Reisleri, patronları, genelkurmayları, karargâhları, faaliyet sahalarını tesbit etmiş haritaları, acemileri yetiştiren mektepleri, pay taksiminde ve kusurdan ihanete kadar suç tayininde kanunları, cezaları, patronların villâ, apartman, han misilli emlâki, altlarında otomobilleri vardır. Sahip olmadıkları tek şey vicdandır.
DİLENCİ
— 4574 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
4575 —
DÎLENCİ
SAZI &AMİL6CP D'K-feNCILEH MUH4H6AOA ALTIMA ALO, - ««İZE
•Pe«fl T6SÜM OLACA&İZ ...6ARTUARINIZI HfiLPİRÎN
Karakütürde Dilenci (Cafer Zorlu, Akbaba, 1963)
Kendi başına çalışan dilenci günlük kazancının pek küçük bir kısmını yer, haftalık veya aylık kazancının birikenini bankaya yatırır, zaman olur ki, üzerinde binlerce lira ile dolaşır. Bunlardan çoğunun hayatı daima ölüm tehdidi altındadır; eşirra tarafından takip edilerek ya kulübelerinde yahut şehir içinde bir yangın yerinde, ıssız bir köşede pusuya düşürülüp katledilirler.
İstanbulda dilenci ile mücadele şebekeler, çeteler meydana çıkarmak, teker teker, kaafile kaafile sürü sürü dilenci toplamak, yakalamakla başa çıkmaz.
Dilencileik bir ocaktır; Anadolunun zabıtaca da malûm bir kaç bölgesinden çıkıp yurdumuzun her tarafına yayılırlar. Bu ocakları yok etmek, dağıtmak lâzımdır. Bu uğurda sekiz on köyü, bir kasabayı Türkiye haritasından kazıyıp kaldırmak lâzımdır. Kolay iş değildir, fakat mümkündür ve zorluk da, bir nesli kur-tarıncaya kadardır.
Dilencilik memleketimizde içtimaî bir yara, bir çıbandır. Dilenciliği zabıta takibi ile önlemek, kocakarı ilâcı, hava cıva merhemi ile tedaviye benzer. Bu yaraya, çıbana operatör eliyle ameliyat lâzımdır.
Eeskiden, bakacak hiç kimsesi olmamak şartı ile, kadın yahut erkek, bir iş yapamaya-
cak kadar ihtiyar, iki gözden de mahrum, iş göremeyecek derecede sakat, kötürüm, bir yanı mefluç, inmeli, bir kazada elleri, kolları, veya ayakları, bacakları kesilmiş olanların dilenmelerine şer'an cevaz verilir, İstanbul asayişine memur yeniçeri ağalığınca dilenciler üzerine «Dilenciler baş buğu» unvanı ile tâyin edilen bir zabit tarafından bu gibilerin ellerine «cer kâğıdı» denilen birer dilencilik ruhsatnamesi verilirdi. Elinde cer kâğıdı olmayanların dilenmeleri şiddetle yasakdı. Buna rağmen, yukarda da kaydedildiği gibi, dilencilik, daha XVI. asırda Istanbulun en büyük derdlerinden biri. olmuşdu. Aşağıdaki satırlar dilenci meselesi üzerine istanbul Kadısına hitaben yazılmış hiç-' rî 982 (milâdî 1574) tarihli bir fermanın bugünkü dile çevrilmiş suretidir : «istanbul Kadısına hükümki; «îstanbulda şer'an dilenmeye izin verilmeyecek bâzı adamlar ve kadınlar türemişdir. Düşkün ihtiyar, fakir, kör ve sakat olmadıkları, pek âlâ çalışıp para kazanabilecek halde iken kimi mahalleler arasında dolaşarak, kimi bir yerde oturup dilencilik etmekde, gelip geçenden para toplamaktadırlar. Bâzı kimseler de kör ve sakat köleler ve cariyeler satın alıp dilendirmektedir. Bâzı taze hatunlar da köhne esvablar giyerek dilenciler arasına katılmışdır. Dilencilere başbuğ olan adam da, bu gibilerin
parasını (rüşvetini) alarak ellerine cer kâğıd-ları vermişdir. Bu arada (para toplama yanında) edebden hariç işler olduğu da duyuldu-
«Şer'an dilenmeye mezun- olmayanlarla şiddetle mücâdele edilecek; bu işe istanbul su-basısı Şah Çavuşu memur ettim. İstisnasız bütün dilenciler teftiş edilecek, halleri dilenciliğe uyanların cer kâğıdları kendilerinde bırakılacak, diğerleri kâğıd gösterseler de ellerinden alınıp dilenmekden men edilecek, yasağı dinlemeyenler küreğe gönderilecekdir. Dilendirmek için kör ve sakat köle ve câriye alınıp satılması da men edilecekdir».
Dilencilik meselesi üzerine yine İstanbul kadısına hitab eden hicrî 976 (milâdî 1568) tarihli şu ferman da sayam dikkatdir :
«İstanbul Kadısına hüküm ki;
«tstanbulda bir takım dilenci arablar türedi. Sapasağlam oldukları halde mahalleler arasında dolaşmakda, halka yağlı kara gibi ya" pışmakda, âdeta zorla para almaktadırlar. Şehir halkından bâzı yaramazlar da birer adamın boynuna zincir takarak : «Borçludur., mahbus-dur!.» diye sokak sokak dolaşdırıp halkı soymaktadır. Bâzı softalar, üçer beşer toplanıp keza sokak sokak dolaşıp Kur'an ve ilâhi okuyarak kapulardan para toplamaktadırlar; bir kısım adamlar da yanlarına bir hasta alarak onu dolaştırıp dilenmektedir, bu hastaların arasında sâri illete mübtelâ olanlar da vardır. Bütün bu rezaletler sür'atle ve şiddetle önlenecek-dir...».
Dostları ilə paylaş: |