İstanbul ansiklopediSİ


Oldu dil f artı hücûmi gamla berbâdü harâb Hânei mir'âtı seyli jeng vîran eyledi Sırrı aşkı yâri pûşîde kıyâs eyler gönül Zan ider fanus şem'i bezmi pinhan eyledi



Yüklə 5,06 Mb.
səhifə41/76
tarix04.01.2019
ölçüsü5,06 Mb.
#90131
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   76

Oldu dil f artı hücûmi gamla berbâdü harâb Hânei mir'âtı seyli jeng vîran eyledi Sırrı aşkı yâri pûşîde kıyâs eyler gönül Zan ider fanus şem'i bezmi pinhan eyledi.

FAİZ (Herath) — Onsekizinci yüzyıl şâirlerinden; iranlıydı, Herat kasabasında doğmuş, tahsilini de orada yapmışdı; asrın baslarında îstanbula gelerek sadırâzam Şehid Ali Paşaya sunduğu bir kaside üzerine Dîvânı Hti-

mâyun kâtibleri arasına alınmışça; şu beytini Salim Tezkiresinden alıyoruz:

Derdime ilâç olmaz sürahi vü sağar Meğer îde le'bi meygûni yâr defi humar

FAİZCİ SOKAĞI — Fâtih'in Karagüm-rük Nahiyesinin Dervişali Mahallesi sokaklarından; Salmatomruk Caddesi ile Alişah Sokağı arasında uzanır; Tetkik, Arı, Sena ve Ke-fevî Sokakları ile dört yol ağızları yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 7/ 108). Salmatomruk Caddesi tarafından gelindiğine göre iki araba geçecek genişlikde ka-bataş döşeli iken bakımsızlıktan bozulmuş, toprak yol hâline gelmiş olarak başlar, az sonra yokuş iner ve böylece Aîişah Sokağına bağlanır; iki katdan beş kata kadar beton yapı evler arasından geçer: Kapu numaraları 1-51 ve 2-62 dir (ocak 1968).



Hakkı GÖKTÜRK

EFENDİ (Kafzâde Abdülhay) ~-Onyedinci asrın ilk yarısında yaşamış ulemâdan, şâir; dîvanlardan titizlikle seçip topladığı şiirlerle bir «Müntehebât Mecmuası», ki Kafzâde Mecmuası diye anılır, divan edebiyatı tarihi ile meşgul kimselerce çok makbul sa-yıla gelmişdir;.998 de (M. 1589 - 1590) İstaıı-bulda doğdu, Birinci Sultan Ahnıed zamanında kadıaskerliğe kadar yükselmiş . Kafzâde Feyzullah Efendi adında bir zâtin oğludur; ana tarafından Şeyhülislâm Ebüşsuud Efendinin torununun oğlu olur; medrese tahsili gördü, ilmiye mesleğinde sür'atle yükseldi, 1016 da (M. 1607-1608) 18 yaşında müderris, 1027 de (M. 1618) de 29 yaşında Selanik Kadısı oldu, iki sene sonra Şam Kadılığına tâyin edildi, Şama gitmek üzere Selânikden îstanbula geldiğinde Şam Kadılığının başkasına verilerek açıkda kaldığını öğrendi. 1031 de (M. 1622) İkinci Sultan Osmanm tahtdan indirilerek Yedikule Zindanında boğularak öldürüldüğü kanlı ihtilâlde korku ile şuurunu kaybederek 33 yaşında öldü.

Evi devrinin gene aydınlarının toplandığı bir edebî mahfil gibiydi ve kendisi «Sâkinâ-me» isimli iki manzum eserini tamamlayama-mışdı. Aşağıdaki iki beyit şiir diline örnekdir:

Daha ben şimdi bildim rûzigârm nolduğun ey dil

Bilicmezniiş safâyi vash dilberle gecen demler

*

Hiç cemiyeti hatırdan eser gördün mü



Bu kadar meclise uğrar yolun ey badi sabâ

FAKİRHANE SOKAĞI — Ortaköyün sokaklarından, Gürcüoğlu Sokağı ile Amcabey Sokağı arasındadır; Sarısünbül Sokağı ve Cû-diefendi Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 20/192). Amcabey Sokağı tarafından gelindiğine göre bir arar ba rahat geçecek şekilde kabataş döşeli yokuş bir yoldur; ikişer üçer katlı ahşab ve kagir evler arasından geçer, sola bir dirsekle kırılarak merdivenli bir yol olarak iner, Gürcüoğlu Sokağına bağlanır (ağustos 1968).



Hakkı GÖKTÜRK

FAKİR SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlu merkez nahiyesinin Kalyoncu Kolluğu Mahallesi yollarından, Tar-labaşı Caddesi ile Simidci Sokağı arasındadır; Kömürcü Zeynel Sokağı, Turunç Sokağı ve Gaz Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 B.Ş. R. pafta 14/145).

Rehbere göre gidildiğinde bu sokakda levhası görülmedi, sakinleri sokaklarının adını Ataman Sokağı olarak biliyordu, aynı rehberin alfabetik fihristinde de Ataman Sokağı diye bir sokak mevcud değildir; bu sokağın adının sonradan değiştirilmiş, levhası da asılmamış olması gerekir.

Tarlabaşı Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba rahat geçecek genişlikde ve paket taşı döşelidir. Aralarında iki katlı bir ah-§ab yapı da bulunan üçer dörder katlı kagir evler arasından geçer; l bakkal, l sıhhî tesisat kaloriferci, l esvab temizleyici ve l matbaa vardır (nisan 1968).

Hakkı GÖKTÜRK

FALAKA — «Suçluları ve nıekteb şâkir-dânını (talebelerini) dayakla cezalandırmak için vaktiyle kullanılan bir âlet ki dayak yiyecek olanın ayaklarını sıkışdırmaya mahsus orta tarafına halka vâri ip geçirilmiş bir sopa •ile ayak tabanlarına vurmaya mahsus bir değ-nekden ibaret idi; böyle dayağa Falakaya Yatırmak, Falakaya Yıkmak, Falakaya Çekmek



FALAKA

5502 —



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ



_ 5503 —

FALAKA


denilirdi» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).

Dayak yiyecek olan, ayakları Falaka sopasına sımsıkı bağlanarak yere sırt üstü yatırılır, sopanın iki ucundan birer kişi tutar ve bağlı ayakları bel hizasında yukarı kaldırılır, öyle ki iki taban, dayağı atacak olan kimsenin değneklerine tam hedef teşkil ederdi.

Falaka, kadimden 1908 meşrutiyetine kadar kullanılmışdır; kullanıldığı yerler:

1. Mektebler; 2. Kışlalar; 3. Kolluk - Karakollar; 4. Çarşı, Pazar boyları olmuşdur; falaka ile mekteblerde çocuklara, kışlalarda neferlere, Kolluk ve karakollarda uygunsuz güruhu ile hırsızlara, cârihlere, kaatillere ve çarşı pazar boyu sokaklarda da herhangi bir hilekârlığı yakalanmış esnafa dayak atılmışdır (B.: Dayak, cild 8, sayfa 4317).

Falaka dayağında kızılcık veya fındık değnekleri kullanılırdı; kızılcık ve fındık değneklerinin meziyeti sırım gibi, kayış gibi olması, kırılmamasıdır.

Ahmed Rasim Falaka Dayağının çeşidle-rini şöyle sıralıyor:

Mest üstüne (hafif)

Mest çıkarılarak çorab üstüne (az ağır)

Yalın ayak tabanına (ağır)

Islak yalın ayak tabanına (çok ağır)

Islak yalın tabana atılan çok ağır falaka dayağında, değneği vuran insafsız ise, değneği indirdikdedn sonra hemen kaldırmaz, tabanın üstünde deriyi yüzerek geçirirdi. Böyle bir dayak yiyenin çoğu zaman ayaklan sakat kalırdı.

Falaka dayağının çeşidi ve vurulan değnek sayısı suçun derecesine göre olurdu.

Yeniçeri Kolluklarında suçlulara atılan falaka dayakları altında ölenler çok olmuşdur.

Ahmed Rasim «Falaka» isimli çocukluk hâtıralarında kendisinin dayağı ile meşhur Hâfızpaşa Mektebine verilişini anlatırken şunları yazıyor:

«Mahalleye yeni taşındığımız için safa geldinize gelmiş kadınlardan birinin valideye:

— Aman hanım!., evlâdına nasıl kıyıp da Hâfızpaşa Mektebine yollayacaksın, o sarığı boynuna dolanası herif falakada üç çocuk öl-dürmüşdür!.. dediğini hiç unutmam..».

Aşağıdaki satırlar da Ahmed Rasim tarafından o mekteb için yazılmışdır:

«... sarığı çözük, benzi atık, gözleri dönmüş, bıyığı sakalına karışmış, safi sinir kesilmiş hoca efendi elindeki sopayı, önünde iki hafızın kıvıra kıvıra tuttuğu büyük bir falakanın ta ortasında yan yana duran iki çıplak tabana gerile gerile birbiri ardınca indiriyordu..».

Dayağı ile meşhur mekteb hocalarına ba-zan falakaya çekmesi için kendi talebesi olmayan çocuklar, hattâ gençler getirilirdi, yine Ahmed Rasim anlatıyor:

«... geçenlerde bilmem hangi medreseden bir hafız getirdiler, sakallı bıyıklı adamdı, gelir gelmez bizim hafızlar üstüne üşüşdü-ler, falakaya yatırdılar; hoca aldı sopayı eline, kalkdı ayağa, öyle dayak attı, öyle dayak attı ki hafız bayıldı, ayaklarından kanlar fış-kırdı, üç kişi zorla kaldırdılar, bağçeye götürdüler de ayaklarını musluklara tuttular...

«Ağır neviden falaka dayağı yiyenlerin ekserisi, ayaklan falakadan kurtulur kurtulmaz yürüyemiyerek kıçın kıçın, sürüne sürüne bağçeye kadar gider, oradaki musluk altında ağrılannı teskin ederlerdi..

«Bir gün kapudan içeriye iki erkek, birinin sırtında tabanlarına basamayan bir çocuk, arkalannda mangal kapağı yaşmaklı, çifte etek feraceli iki kadınla girdiler, doğruca hocanın önüne gittiler. Bu çocuk daha dün falaka dayağı yemişdi, bugün de anasının babasının hatırı için mi dayak yiyecekdi?.. Erkeklerden biri çocuğu yere oturttu, kunduralarını, çorabını çıkarttı, birdenbire doğrularak:

— Hoca efendi., bu ne hal?., dedi.
«Öteki de bağıra bağıra:

—• Biz size çocuğumuzu teslim ettikse okut diye teslim ettik, bak, iki tırnağı düşmüş, bütün parmakları mosmor, Aksarayda Yahudi hekime götürdüm, ölür diyor!., dedi.

«Erkeklerden uzun boylusu:

— Ben şimdi senin sarığını boynuna do


lar, eşek sudan gelinceye kadar o sopalarla
kemiklerini kırarım ama ne yapayım ki hafızı
Kur'ansın zâlim herif!., diye bağırdı,.».

Geçen asır başlarında yaşamış Mustafa adında bir zât «Vasiyetname! Sibyan» isimli hâtıraları arasında (1826-1835): «... okumak derdinden sol mertebe dayak yedim ki hâlâ ayak parmaklarımın tırnakları küt kalmış-dır..» diyor.

Bıçkın, kopuk, hırsız güruhuna kendisinin de falaka dayağı atına yetkisi olan Çardak Kolluğu çorbacısı ve halk şâiri Galatalı Hüseyin Ağa (B.: Çardak Kolluğu, cild 7, sayfa 3748; Hüseyin Ağa, Çardak Çorbacısı Galatalı) falaka dayağı ile meşhur sadist bir çorbacıyı şöyle hicvetmişdir:

Kınalı müzellef gül yağlı sakal Molla bozuntusu çorbacı çakal



Dayağa yıkdı rai kopuk eşbehi Ya ki külhen nişin pırpırı beyi

Tahriki hırs idüb yalun ayağı Ağzı sulanarak atar dayağı

Zan itme zâlimi düşkün nigâre Gaayetle muglim hem düşmez inkâre.

Serkeş civanları basdırub faka Yola getirmeye âlet falaka

«FALAKA» — Büyük muharrir ve gazeteci, İstanbülun büyük evlâdı Ahmed Rasim'-in ölmez eserlerinden biri, üstadın çocukluk, çağı ve ilk mekteb yıllarına âid hâtıralarıdır (B.: A. Rasim, cild l, sayfa 443); Türk maarif târihinin yakın geçmişe âid faslı için eşsiz kıymetde kaynak olan bir eserdir; ar ab asıllı Türk harfleri ile 1927 yılında Hamid Matbaası yayınları arasında basılmışdır; sonra lâtin asıllı Türk harfleri ile ve insafsızca bir budama yapılarak tekrar basılmışdır.

Eser 19 parça yazıdan mürekkeb olup yazılar şu başlıkları taşımaktadır:

Hoca Korkusu, Âmin'e doğru (B.: Amin ile mektebe başlanış, Âmin Alayı, cild 2, sayfa 783), Âmin Alayı, Mektebde ilk günler, Bir şamarın neticesi, Naklihâne, Mektebe ikinci başlanış, Âmine ilk girişim, Mekteb seyri, Lok-rnalı Kapamalı Mekteb, Meğer başıma gelecekler varmış, Eyvallah olsun. Hâfızpaşa Mektebinde birinci gün, Falaka envâ'ı ve davacılar, Zuhuri isyanı, Topuz Hoca, Yeni Mekteb Yeni Korku, Hissi hürmet korkudan çok kuvvetlidir, Zincirli Hoca.

Bu konuda millî kütübhânemizde bir eşi olmayan bir kitabdır, kügük boyda 153 sayfalık tadımlık bir eserdir (B.: Mekteb, Eski Ma-

halle Mektebleri; Niyazi, Pehlivan Hoca Hafız; Hâfızpaşa Mektebi; Topuz Hafız).

«FALAKA» — İkinci Meşrutiyet devrinin mizah mecmualarından, ilk nüshası 25 temmuz 1327 pazartesi günü yayınlanmışdır (7 ağustos 1910); 28x39 santim boyunda 4 sayfalık bir nüshası 20 paraya satılmışdır; birinci ve dördüncü sayfalarına yarım sayfayı kaplayan birer karikatür konulmuşdur. Sahib ve sermuharriri Mahmud Nedim Bey, edebî müdürü de (Elif) Rıfkı Beydir. Yer olarak Babıâli Caddesinde 25 numaralı dâirei mahsusa gösterilmişdir ki Râşid Efendi Ham içinde bir yer olduğunu tahmin ediyoruz. Mes'ul müdürü Mehmed Kenan Bey olup Manzumei Efkâr Matbaasında basılmışdır.

O devrin, aşağılık duygusu pek aydın görülen mizah gazetelerinden biridir. «Dırıltı», «Derdleşme», «Dahilî» gibi başlıklar altındaki yazıları da asîl mizahla ilgisi olmayan soğukluklardır.

Falakanın bir «Takvimi Cerâid» sütunu vardır, o zamanlar böyle sütunlar hemen mizah gazetesi tarafından yapılırdı; günlük ciddî gazetelerin haber ve yazı başlıkları alınır, sözde mizah yollu ona bir cevab verilirdi, aşağıdaki satırları Falaka'nın 13 sayılı nüshasının o sütunundan alıyoruz:

«İkdam: Uyanık bulunmalıyız! Falaka. — Uykudan baş kaldırdığımız yok.. Tercemânı Hakikat: Eşkiyâ Poletikası Falaka — Yunan ve Bulgar siyâsetinden mi bahsedeceksin..

Sabah: Herkes kendi yerinde Falaka — Zâten kımıldadığımız yok..».

Gazetenin aynı nüshasında birinci ve dördüncü sayfalarında birer karikatür vardır, yazıları udur:

Falaka'nın 13/334 numaralı nüshasının birinci sayfasındaki karikatürün yazıları:

Ahvâli ruhiyemiz numunelerinden; bir hadise vukuunda

— Aman el birliği ile çalışalım, haydi gayret za-rnanr.dır, ne duruyorsunuz, iş başa düşdü...

Falaka'nın 13/334 numaralı nüshasının




an -ı» l'"*1 e/K c/n .

: î? & l î" -"




-


  • ^.f-

  • -İ'J

v^5

_*^" —


^1

»İ.l_ -. J.'j'V

!:/• };'%?rj\y-î^

İ T. '• * 4 * ** * v-ı •-> . f1 J

'•)s r.V'VO b 4' V--/ r. R^-"1,-^. 3 v5|.-

4 ••l-3"i'"*':3*Vv¥;-i'J irî^-'r/v'^--^

S • j

l; W.-:



C//.' >* -SS.

. . -T) —

^ - vs. ^ vjo -->y. : . •« ... .-. , ...


- •

*^ *' % *V / •

-,. U '•,• v, ^'-'~
^ __ _j, *3 \.

- ?.


f'0 -'\\44-- '5. -1 g \: •-• •;-\: --Ş '».jS'.v; M-^i

"* f '.'• '



.

..p


_ ; \->

;J;VÎ 1\ J



'3 o

FALAKACI

5506 —

İSTANBUL

ansiklopedisi

*_ 5507 _

PAL



dördüncü sayfasındaki karikatürün yazıları: Hâdise geçdikten sonra

— Oh!., bu da geçdi... elhamdülillah ortada ne var?., ha şöyle!., keyfimize bakalım yahu...

FALAKACI, FALAKACIBAŞI — Tanzi-matdan önceki devirde İstanbulun zabıta âmirleri olan Yeniçeri Ağası, Subaşı Ağa, Asesbaşı Ağa ve Bostancıbaşı Ağanın maiyetinde falaka dayağı atmada ihtisas sahibi neferlere «Falakacı» denilirdi; kol teftişlerinde falaka ile değnekleri sırtlarına asıp dolaşırlardı. Kol teftişlerinde yakalanan uygunsuz güruhunu Ağakapusuna yahut Kolluğa götürmeye lüzum görmeden falakaya sokak ortasında yıkarlardı.

Zaman zaman şehir içinde narh ve esnaf teftişine çıkan Sadırâzam ile istanbul Kadısının yanında da bir falakacıbaşının idaresinde falakacılar bulunur, herhangi bir hilesi tutulan esnaf hemen o anda, dükkânının önünde falaka dayağına yatırılırdı.

Sadırâzam ile istanbul Kadısı Efendinin falakacıları hepsi zeberdest gençler olan Ace-mioğlanları arasından seçilirlerdi.

M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde sadırâzam maiyetindeki falakacı başının üniformasını şöyle tarif ediyor: «Başında beyaz destar sarılmış kalafat, üstünde yeşil çuhadan dolama, bacaklarında al çakşır, ayaklarında mest pabuç yahud sarı çizme..» (B.: Kalafat; Dolama, cild 9, sayfa 4665; Çakşır, cild 7, sayfa 3680; Mest; Pabuç, Çizme, cild 8, sayfa 4042).

FALÇATA — Yassı demirden kunduracı -terlikci bıçağı; bir bıçak, kama satın alacak hâneberduş güruhu ellerine geçen bir demir maşa parçasının bir ucunun bir yanını bir bi-leğiciye beş on kuruşa bileterek falçata hâline getirirler ki Istanbulda hakikî falçata ile ve böyle maşadan bozma falçata ile pek. çok cinayet işlenmişdir. Bilhassa mahbushâneler-de azılı şerirlerin ilk işleri kendilerine maşadan bir falçata, yahut bir yuvarlak demir çubuk-dan bir şiş yapmak olmuşdur. Falçatanın kör ucuna bir bez sarılır ve kabza hâline getirilir. Terlikci civanı elde falçata yan bakmaya gelmez ola M çata

(Âşık Râzi)

Şu yalın ayaklı kaldırım iti Görmez de perçemde dolaşan biti Cakayla el atıp falçatasına Ağam demiş yenmez her kuşun eti.

(Uzun kafeve Cinayeti Destanı)

*

Şorolo kurbanı oldu bu yiğit Yine bir fetâyı devirdi bir it Yeninden çıkarıp falçatasını Vurunca attım bir feryadı medid



(Saraçhane Cinayeti Destanı)

FAL, FALCILAE -— «Aslı arabca olup uğur, güzel baht, iyi tâli' anlamındadır; baht ve tâlii anlamak için bir takım garib vâsıtalara müracaat etme; atılan boncuk ve baklaya, alettesâdif açılan bir kitabın bir satınna ve sair bunlar gibi şeylere bakarak mâna çıkarma; Falcı: Fal açan, fala bakan» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).

Fala, istikbalden haber almak için, bahtından haber almak için; aşk yolunda sevgiliden haber almak için; uzun ve tehlikeli yollara çıkılırken; kaybolan kıymetli bir şeyi bulmak ümidi ile ve nihayet öğrenilmek istenen her şey için baktırılır.

Her şey ile fala bakıla bilirse de kadimden beri yaygm fallar şunlardır: Kitabdan bakılan fal; El'den bakılan fal; Bakla dâneleri veya çakıl taşları ile bakılan fal; içilen kahvenin fincanda kalan telvesi ile bakılan fal; iskanbil kâğıdlan ile bakılan; Remil ile bakılan fal.

Kitab Falı:

Rastgele bir bir yaprağı açılarak ilk satırlarından bir mâna çıkarmak suretiyle fala bakılan kitabların en meşhurları Mushafı Şerif, Mevlânânıtı Mesnevisi ve İranlı büyük şâir Hafız Şirâzî'nin divânı olmuşdur.

Tarihimizde Mushafı Şerifden bakılan falların en meşhuru, hocası ve asrının büyük şâiri Molla Husrev Mehmed tarafından Fâtih Sultan Mehmedin bahtı, istikbâli için bakıl-mışdır. Sultan Mehmed Varna Muharebesinden sonra tahtı tekrar Sultan Murada bırakıp Manisaya giderken son derece üzgündü, yanında bulunan hocası Molla Husrev çocuğu teselli etmek için ona Mushafı şerif den fal açdı ve pek yakında yine pâdişâh olacağını tebşir etti; şu kıt'a o fale işaretle söylenmişdir:

Cihan bağında şâdan ol hemîşe Melûl olma bu birkaç günlük işe Ki azdır müddeti "bu infisâlin Eyü geldi senin Mushafda fâlin

Şu kıt'a da Üsküdarlı Âşık Râzinindir:



Yârime açdım gör Mushafda fâli Gaayetle muvafık âyet meali Bendesi Râziye avdet mukarrer Geçüb serkeşimin boş infiali

El Falı:


Falina bakılan kimsenin sağ avucunun içindeki çizgilerden mânalar çıkarılır; falcılar avuçdaki çizgileri Ömür Çizgisi, Servet Çizgisi, Aşk Çizgisi gibi isimler vermişlerdir, mânalar bu çizgilerin çatışma şekillerine göre verilir.

Bakla veya Çakıltaşı Falı:

Yere serilmiş bir bez üzerine avuçla atılan bakla veya çakılların yayılış, serpiliş şeklinde mâna çıkarılır, bu fali İstanbulda bilhassa zenci bacılarla çingene kanlan, kızları bakarlar; zenci bac'ılar nesli tükenmiş gibidir, falcı çingene kanlarına kızlarına hâlâ rastlanır, sokaklarda «Fal bakar, niyet açar., falcın!..» diye bağırarak dolaşırlar; bilhassa yakışıklı erkeklere, delikanlılara, gene kadın ve kızlara: «Te bakdır bu çingene karısına falını, yavuklundan nişanlından, kocandan haber versin sana!..» diyerek adetâ musallat olurca-sına sırnaşırlar. Aşağıdaki satırları Osman Cemal Kaygılının «Çingeneler» isimli romanından alıyoruz (B.: Çingeneler, cild 7, sayfa 3990), İrfan adında bir delikanlıya karşı bakla falı bakan bir çingene karısı konuşmaktadır:

«— Hay yaşayasın adınla irfan Efendi., sen hem irfan sahibisin hem de ihvan sahibisin., çok okumuşsun, çok yazmışsın, çok gezmişsin, çok üzmüşsün., elin açıkdır, paran sa-çıkdır.. büyükle büyüksün, küçükle küçüksün., fodulluk bilmezsin, codulluk bilmezsin.', herkesin iyiliğini istersin, ihvan için muhabbet beslersin., amma velâkin çelmişdir bu günlerde birisi senin yüreciğini, ona sebeb şimdi yanar içerin çömlekçi fırını gibi., dolaşırsın kaç gündür o şeytanın kızını bulayım diye bütün dağı bayırı., amma bu senin gönlünü ka-

çıran, yüreciğini tutuşduran dilber kız mıdır, karı mıdır, esmer midir, san mıdır, arpa mıdır, dan mıdır onu bilmem, yalnız bildiciğim bir şey var ise o da hiç meraklanıp kasavet-lenmiyesin, pek yakında daha böyle bir sürü dağlar, bayırlar aşacak, sevgiline kavuşacak, muradına ulaşacaksın...».

Yine aynı eserde Osman Cemal kaydediyor: «İstanbulun pek meşhur çingene falcılarından Kâğıdhâneköylü Âfitab denilen gene kadın Abdülâzizin son günlerine doğru şehzade Abdülhamid'in Kâğıdhâne Çayırında bir falına bakmış ve üç ay sonra tahta çıkacağını söylemiş, ve falcının bu sözü tam üç ay sonra gerçekleşmişdi..»

Geçen asır sonlannda «Falcı Çingene Karısı, Çingene Kızı, tuluat tiyatroları sahnelerinin kantolarında adı geçen tiplerden olmuşdur:

Hicaz Falcı Duettosu (Luçika ve Virjini hanımlar)


  • Fal bakar niyet açanm
    Balda atar keriz atarım
    Mangizi bolca verin de
    Kıvırırım haylice


  • Fal bakar baht açarım
    Size böyle göbek atarım


  • Çok sefalar sürersin

  • Bir edalı güzel seversin

Rast Falcı Kantosu (Şamram Hanım)

Falcı fal bakar bakla atar Bana derler Çifte Benli Yalelli yalelli

Abe mangiz uçlan bakayım Nazlı nazlı sana göbek atayım

Hicaz Çingene Duettosu (Luçika ve Virjini Hanımlar)

  • Kaynanam falcı karı
    Yokdur onun emsali


  • Koluna sepet takar
    Sokaklarda fal bakar
    Güzel olurum diye
    Başına çiçek takar




FAL SOKAĞI

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ



ANSİKLOPEDİSİ

S5Ö9 —

FANUS SOKAĞI


Kahve Falı:

Kahve falı ile hem falcılar hem de falcılığı geçim vasıtası edinmemiş kimseler meşgul ola gelmişlerdir, hattâ bazı aydın kimseler kendi fallarına bakmışlardır ki bunların başında:

Dünyanın en büyük kahve falcısı Dârüşşe-fekanın resim muallimlerinden Agâh Bey merhum olmuşdur. Büyük bir aşkın ızdırâbı ile bakdığı kahve fallarında görünen şekilleri bir deftere resmetmiş, o şekillerden çıkardığı hükümleri de şeklin - resmin yanına yazmışdır; bu suretle yer yüzünde bir eşi bulunmayan bir eser vücuda getirmişdir. Yeri Millî Kütübhâ-nemiz olması lâzım gelen kıymetine bahâ biçilmez bu eser sanatkârın torunları elinde bulunuyordu.

Üsküdarlı kalender halk şâiri Âşık Râzi de amatör kahve falı bakıcılarından olmuşdur; şâirin akrabalarından genç yaşında dul kalmış zengin bir kadın, ikinci kocasını Âşık Râzinin kahve fallarındaki işaretlerle seçmiş-di (B.: Binnaz Hanım, Telli, cild 5, sayfa 2803).

Iskanbil Falı:

Bu çeşid falı kendilerine geçim vâsıtası yapmış kimseler tstanbulda umumiyetle ayak tabakasından rum veya ermeni kadınlarıdır, îs-kanbil kâğıdlan ile pek çeşidli fal açılır.

Geçen asrın sonlarında yaşamış Üsküdarlı Âşık Râzinin evrakı metrûkesi arasında «Tatavlalı Falcı Katinanm açdığı iskanbil falıdır ki falcı karının ağzından nazmolundu» diye bir manzume vardır:

Çıkdı yârin kendisi Şu maçanın fantisi Falda görünen hâli Gaayet fındıkçı sinsi

Şu kara kızla papaz Baba a'bla düzenbaz Onların pençesinde Yârim didiğin şehbaz

Dinârinin onlusu Güzel haber doğrusu Acar isen keseyi Kalkar engel korkusu

Ya üç hafta ya üç gün Döner sana o küskün Hesabını sakın ha Sorma şehbaz sürtüğün

Azarlama bir hoş tut Ne duydunsa hep unut Geııclikde yaz yağmuru Gelip geçecek bulut

Memleketimizde geçim vâsıtası, iş olarak falcılık yasakdır; bakla falcısı çingenelere göz yumulur; müşterilerini evlerine gelmiş misafir kisvesi altında gizleyen şâir falcılar da pek âlâ iğ görmektedirler.

FAL SOKAĞI — Haliç Fenerinde Kâtib Muslihüddin Mahallesi sokaklarından; Zülüflü Sokağı ile Merdâne Sokağı arasında bir aralık Sokakdır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 8/104). Bir araba geçecek genişlikde, bozuk kabataş döşeli .bir yoldur; kapu numaraları 1-13 ve 2-14 olan ahşab ve kagir evler arasından geçer (ocak 1968).

Hakkı GÖKTÜRK

FANİ — 1892 ile 1893 arasında Tarlaba-şının kaldırım yosmalarından bir rum kızı; Altunoluk Osman denilen gene ve güzel bir laz kayıkçıya âşık olmuş, o oğlanın yolunda eski belâlısı Yamalı Dimitri adındaki bir serseriden yüz çevirmiş, intikam alma yolunda Dimitri rakibinin yüzünü kezzab dökerek Osmanın gözlerini yakmış kör etmişdir; Fani ise tövbekar olmuş, İslâm dinine girmiş ve kör sevgilisinden ayrıimayarak onunla beraber, «Bundan sonra onu ancak ben mes'ud edebilirim» diyerek kayıkçının memleketi olan Sürmeneye gitmişdir. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi (B.: Dimitri, Yamalı, cild 8, sayfa 4591; Osman, Altunoluk).



Yüklə 5,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin