OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ediyoruz.
Sevgili Selahattin Özel önce içimizde bir olalım mesajı verdi. Biraz önce okuduğu şiiri de akşam sevgili Musa Eroğlu Hocamızdan, burada dinleriz umarım.
Değerli misafirler, sevgili konuklar; zamanımız 1 saat geri sarktığı için çok kısa keseceğiz. Eğer soru-cevap kısmına girip biraz sonra soru-cevaptan sonra aşağıda burada bulunan tüm konuklara yemek vereceğiz, bir alt salonda ve saat 3 gibi de ikinci oturuma başlayacağız.
Şimdi Sayın panelist arkadaşlarımıza, dostlarımıza sorusu olan varsa birer soru alalım lütfen.
SALONDAN- Soru değil de, Kültür Bakanı, sert Alevilere hakaret etmiştir… Daha ileri giderek Atatürk’e hakaret etmiştir. Dersim olayını, ben 81 yaşındayım.
OTURUM BAŞKANI- Bir dakika amcacığım; yarın burada serbest kürsü var. Tüm kurum temsilcileri süre koymadan sabah 11’de başlayacak akşama kadar konuşma var. Buyurun genç arkadaş kime.
SALONDAN- Atatürk’e hakaret etmiştir.
OTURUM BAŞKANI- Tamam, lütfen tamam.
Buyurun kime sorunuzu yöneltiyorsunuz.
SALONDAN- Cemevleri ibadethane değildir, kendisine aynen katılıyorum. Cemevinin bir yapı olarak ibadethane olmadığı gibi, camiler de ibadethane değildir benim gözümde ki, ben şuna karşıyım: benim ülkem laik bir Türkiye Cumhuriyetidir, İslam ülkesi gibi tanımlanmasını istemiyorum.
MUSTAFA ÖZCİVAN- Soru
SALONDAN- Soru değil, bunu eklemek istiyorum sadece.
OTURUM BAŞKANI- Tamam teşekkür ediyorum.
Buyurun.
SALONDAN- Pir Sultan Abdal ve Teslim Abdal ikisi Bektaşi-Alevi ozanları olarak biliniyor. Ben sorumu Erdoğan Beye soruyorum: Teslim Abdal Bektaşi olarak nerede yeri var?
OTURUM BAŞKANI- Buyurun.
SALONDAN- Benim Sayın Doç. Dr. Yalçınkaya’ya bir sorum olacak.
Geçen hafta Sayın Bakan Faruk Çelik, bir söyleşide Alevi köylerine devletin cami yaptırmadığını, orada imam atamadığını söyledi. Sayın Alevi temsilcileri de burada. Acaba benim kaç tane Alevi köyüme cami yaptırılmış? Yani bütün Alevilerin kendisinin yaptığını söylüyor. Bu sayı var mı? Bu sayılar orada ifade ediliyor mu, bu açılımda?..
OTURUM BAŞKANI- Tamam buyurun. Kime soru yöneltiyorsanız ona yapın.
Buyurun.
SALONDAN- Ben Erdoğan beye söyleyecektim sorumu.
Hâlâ günümüzde “biz Seyit soyundanız o yüzden dedelik sadece bizim hakkımızdır” diyen dedelerimiz var. Bu konuda nasıl yaklaşılması gerektiğini öğrenebilir miyim?
OTURUM BAŞKANI- Buyurun.
OTURUM BAŞKANI- Sorum Sayın Yalçınkaya’ya.
Alevi inanç öğretisinde “Benim dinim sevgi, kıblem insandır”, şiddeti reddeden bir öğreti. Ancak 9 Kasım Ankara Mitingi, 8 Kasım Kadıköy Mitingi büyük disiplin içerisinde gerçekleşti. Burada şiddet öngörmedi örgütlerimiz. Siz şiddeti sanki ön plana çıkarmaya çalıştınız, biz yanlış mı anladık o söylediğinizi?
İkincisi, 20 yıllık kısa bir süre içerisinde Alevi inanç örgütleri çıtayı alabildiğine yükselttiler. Kendi hak ve hukuklarını korumak için kurulan bu örgütler, 20 yıllık kısa bir süre içerisinde asırlardır hakları ihlal edilen bu grupların taleplerini yine bunun içerisinde kalarak yüksek sesle konuyu gündeme getirdiler. Burada da ben yanlış mı anladım, sanki hiçbir şey yapılmamış gibi değerlendirdiğiniz. Bir açıklık getirirseniz sevinirim.
OTURUM BAŞKANI- Evet, sizden başlayalım Sayın Yalçınkaya. Kısa kısa. Evet, söyleyin çok kısa yapın lütfen.
SALONDAN- Murat Bey’in Alevi Enstitüsü’nün çalışmaları hakkında bilgi edinmek istiyorum.
Erdoğan Hocama da bir araştırmacı olarak Hurufiliğin Bektaşiliğe katkıları var mıydı?..
OTURUM BAŞKANI- Evet, son kez bir, buyurun söyleyin.
SALONDAN- Ben Sercan Hocaya soruyorum, Erdoğan Aydın Beye.
Şimdi Osmanlı ile Safevi ile devletinin arasında bir sorun yok. Ebu Suud denilen yobazın fetvasıyla meydana gelen bir olay yaşandı. Osmanlının Alevilere giriştiği katliamdan sonra Safevi Devleti’ne Şah İsmail’e savaş açtı. Ben bunu izah etmek istiyorum.
OTURUM BAŞKANI- Tamam, teşekkür ederim. Kısa çok kısa kısa alacağım. Genel Başkan bir şey söylesin.
Buyurun.
SALONDAN- Sevgili Yalçınkaya’nın konuşmalarının çok önemli bir bölümüne temelden itiraz ediyorum, doğru bulmuyorum. Niye doğru bulmadığımı şimdi şurada değil belki bir sonraki panelde yanıtlayacağım. Zamanınızı almak istiyorum, hesaplaşacağız seninle.
OTURUM BAŞKANI- Buyurun.
SALONDAN- Ben Sayın Bakan’ın Pir Sultan Sivas katliamıyla ilgili sorularım vardı. Biz yürüyüşler yapıyoruz Sivas’ın müze olması için. Bakan acaba bize şunu mu demek istiyor? “Siz de Başbağlar’ı…”
OTURUM BAŞKANI- Evet Sayın Yalçınkaya’dan başlayalım.
Buyurun Hocam.
AYHAN YALÇINKAYA- Tamam teşekkür ediyorum.
Çok hızla Ali Bey’den başlayalım en son o konuştu. Hesaplaşacak biliyorum yeter ki, biz bize olalım ve hesaplaşalım ve gülerek hesaplaşalım hiç problem değil. Çünkü dikkat ederseniz siyasetin dedim iki yüzü vardır bir çatışmacı yüzü, bir uzlaşmacı yüzü. Kendi dışınızda çatışmacı yüzünüz, kendi içinizde uzlaşmacı yüzünüzü özellikle gösterin. Siyaseti buna uygun olarak okumayı öğrenmeli Alevi örgütleri dedim.
Dolayısıyla, buradaki “Hesaplaşacağız”ı ben gülümsemelerle süslediğimiz için karşılıklı olarak siyasetin uzlaşması ile kendi içimizde bir tartışma olarak, olumlu bir işaret olarak okuyorum ve bunu da yapmalıyız zaten hiç kuşkusuz. O bir şey söylemedi hiçbir şey demeyeceğim.
20 yıllık geçmişte neler yapıldı? Soruları geriye doğru izliyorum. Tabii ki bir şey yapıldı. 20 yıl önce siz ne Sıhhiye’yi hayal edebilirdiniz, ne de Kadıköy’ü hayal edebilirdiniz, ama şimdi hayal edebiliyorsunuz. Üstelik kendi iddia ettiğiniz ölçüde çok disiplinli bir biçimde filan örgütlediğinizi iddia ediyorsunuz. Ben buna katılmıyorum mesela, o ayrı buraya girmeyeceğim, ama orada gelen kitle mitingi götüren kitle ki, Ali Bey isabetle belirtti, mitingi ABF yapmadı kitle yaptı. Başka bir anlamda o mitingi kitle yaptı, ABP yapmadı.
Dolayısıyla, Alevi topluluk içinde biriken son derece sağlıklı bir enerji var, çok sağlıklı bir enerji. Öylesine birikti ki, Alevi örgütlerini o yüzden ısrarla, döne dolaşa, dilimizde tüy bite bite, yanlış anlaşılma pahasına eleştiriyoruz. Bakın bu enerji sizi boğar. Bu enerji ya sizi boğup geçecek ve sizi geçtiği anda da siz onu durduramadığınız, kontrol edemediğiniz, yönlendiremediğiniz için başka kanallara akar bu enerji, bambaşka kanallara. Ya da siz bu enerjiyi öylesine bir kontrol edersiniz ki, enerji ikiye çarpılır ve hükümetin ya da devletin suratında patlar o enerji.
Dolayısıyla, 20 yılda hiçbir şey yapılmadığını söylemedim, çok önemli şeyler yapıldı çok önemli. 20 yıl önce ben böyle konuşamazdım, bugün konuşabiliyorsam Alevi hareketinin bir ürünü olduğum için konuşuyorum. Aslını inkâr eden haramzadedir, ben aslımı inkâr etmem. Alevi hareketine borçluyuz, Alevi hareketi de bize borçlu hiç kuşkusuz, ama öncelikli bizim görevimiz hem hareketin aktörleri, hem üstüne yazıp çizenler, buradaki herkes borcumuzu ödemeye çalışıyoruz zaten. Bunu söylemedim.
Bizim dinimiz sevgi dinidir filan gibi lütfen bu tasavvufi saçmalıkları artık bir kıyıya bırakalım. Hangi sevgi dini? Erdoğan isabetle ve ısrarla ben katıldım katılalı Erdoğan’la bütün çalışmalarda ya şu tarihsel bilgi kirliliğini bir kıyıya bırakın diyor ve bu da o bilgi kirliliğinin bir parçası. Tasavvufun özellikle devletle el ele, kol kola Sünnilik eksenli bu tip toplum dışı dindarlık biçimlerini heterodoks dindarlık biçimlerini kontrol etmek için geliştirdiği, yok sevgi ağırlıklı, aman kardeşlik ağırlıklı gerçekte tümüyle devletin çıkarlarına ve hakim Sünni algının çıkarlarına entegre söylemlerin Alevi dünyasında bir yeri yok.
İnanmıyorsanız gidin bakın Velâyetname’ye. Velâyetname’yi okuyup da bana Hacı Bektaş Veli’nin barışçı olduğunu söylemeye cesaret edenin alnını karışlarım. Artı Velâyetname’yi bir kıyıya bıraktık, buyurun Erdoğan’ın sunduğu tarihsel arka plana bakın. Bu adam büyük bir ayaklanmanın arta kalan insanı. Kardeşi öldürülmüş, ait olduğu topluluklar öldürülmüş ve siz bu adamı Hz. İsa olduğunu mu sanıyorsunuz. Ölen ölsün canım ben kaldım ya, öteki yanağımı da çeviririm; yok, öyle bir şey. Alevi topluluklar hiç de öyle sevgi dini falan “geyik muhabbeti” yapan topluluklar değil.
Burada kastettiğimiz bizim başka bir şey. Biz şiddeti reddetmiyoruz, şiddetin belirli biçimlerini reddediyoruz. Şiddet insana özgüdür hatırlatırım. Hayvanlar dünyasında şiddetten söz edemezsiniz, içgüdülerine göre davranıyor. Şiddet insana özgüdür, toplumsal bir şeydir. Dolayısıyla bizim reddettiğimiz de şiddetin bu toplumsal halleri ve bu toplumsal halin kendisini beğenmiyoruz. İnsanı başka bir yerden kuruyoruz Aleviysek eğer, Alevice konuşuyorsak. Teolojik bir yerden kuruyorsak eğer insanı, o hat üzerinden bunu toplumsala indirgiyoruz ve oradan reddediyoruz.
Yoksa kör gözüm şiddetine ben barışçıyım ay savaşa gitmem. Ben giderim. Dersim’e kurşun sıkmaya kalkmışsanız, Dersim’de mecburen ne yapacağım ben? Dersim’de ölen annelerimiz, çocuklarımız şiddeti pek mi seviyordu? Çakaralmaz bir tüfekle mecburen Türkiye Cumhuriyeti askerlerinin karşısına çıkmak zorunda kaldılar. Şiddete karşıymışız, iyi karşı olun.
Fetvalardaki dini zihniyet din derslerinde devam ediyor mu? Evet devam ediyor, devam ediyor. Bunun somut örnekleri var, buna ilişkin çalışmalar da var yayınlanmış çalışmalar da var. Fetvalarda Alevilik nasıl kurgulanmışsa bugün okutulan Din Dersi kitaplarında da olduğu gibi. Ha nedir ama dili değişmiş olarak. Bize Ertuğrul Günay da söylüyor ya: Dilinizi değiştirin, ezberlerinizi bozun. Bunun karşılığında da bizden bir şey isteniyor tabii ki.
Ne istendiğini söyleyeyim, dilimiz isteniyor. O dil bize lazım, o dil bize lazım. Onun için dili boşaltmamız isteniyor. Almanya’dan oğlumuz gelecek, siz bu Aleviliğin dilini boşaltın, oğlumuz oturacak orda. Tıpkı Marksizmin başına gelen hikâye gibi. Aleviliğe buna yapılmasına izin vermemek gerekir kesinlikle.
Son olarak Alevilerin kendileri yaptırdığı iddiası; bu ABF’nin çalışmalarıyla gösterildi, diğer Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın, Alevi kültür derneklerinin çalışmalarıyla gösterildi. Bakın, tabii ki devlet zorla, tankla, topla cami yaptırmıyor, tabii ki. Ne Ali Balkız bunu kastediyor bunu söylediğinde, ne Tekin Özdil kastediyor, ne Ercan Geçmez, ne de Fevzi Gümüş bunu kastediyor. Zorla camiden kastedilen şu: O bölgeye yol yapılıyor örneğin yol yapılıyor, 12 Eylül dönemindeki faşist askeri diktatörlük dönemindeki zorluğu bir kıyıya bırakalım, şimdilerde sıklıkla yapılan yol yapılıyor, çevrede 10 tane Sünni köyün yolu yapılıyor bunların ortasında kalmış 3 köyün yolu yapılmıyor. Siz yol talep ediyorsunuz Alevi köyü olarak “ya onlarınki yapıldı, bizimki de bir kilometre ötede. Şu greyderi bir kilometre daha yürüt diyorsun. O zaman kaymakam diyor ki: Yürütürüm bir şartla, köyünüzde cami yok. Cami istediğinize dair dilekçe verin. Köyünüzde cami yok, cami istediğinize dair ihtiyar heyeti kararı çıkartın ne yolu diyor ben size otoban yaptırayım.
Yaptırmıyor mu, yaptırıyor. Zor dediğimiz bu, ayrımcılık zaten böyle ürüyor. Yoksa şiddet yoluyla üremiyor. Dolayısıyla sizin karşınızda sanki şiddete sıkı sıkıya sarılmış, üstünüze dipçikle gelen varmış gibi biraz önceki soruya bağlayayım, biz barıştan yanayız diye bağırmanızın bir anlamı yok. Bu kritik dönemlerde oluyor zaten. Zorla dediğimiz bu ve bunların sayısına ilişkin bazı veriler var, ama onu şu an hatırlamıyorum. Muhtemelen öğleden sonra Ali Balkız ya da diğer dernek temsilcileri bu sayıya dair size fikir verecektir. Onun için çok yanlış bilgi vermeyeyim sayısına dair.
Teşekkür ediyorum.
ERDOĞAN AYDIN- Sevgili Yalçınkaya zaman zaman benim de anlamakta zorlandığım bir tarz kullanıyor. Onu daha fazla dinlemeye ihtiyacımız var, daha fazla dinlediğimiz zaman ben kendi adıma, kendi tecrübemle söyleyeyim ya hakikaten ya, fakat niye bu kadar tersten, kulağı tersten göstererek yapıyor bu adam diye kendi kendime söyleniyorum.
Şimdi bu tartışmaya dair kuşkusuz kitle yaptı, ama hepimiz takdir etmek zorundayız ki, Ali Balkız alçakgönüllülükle kitle yaptı dedi. Eğer ABF olmasaydı, eğer ABF’nin iki büyük damarı bu işi sahiplenmeseydi, emek harcanmasaydı bu memleketin dün kararlılıkla pek çok şey yapan, faşizme karşı savaşan, grev yapan, yürüyüş yapan, ama bugün yerde sürünen insanlarının bu kadar kapsamlı bir şekilde meydanlara çıkması sağlanamazdı.
Eğer 1 Mayıs’ta bile görmediğimiz denli büyük bir emekçi kitlesi Alevilerin, sadece Alevilerin sorunlarını değil, tüm Türkiye halkının sorunlarının bütününü içeren eşit yurttaşlık talebiyle bir mitingi örgütlenmemiş olsaydı o kadar insan çıkmazdı. Dolayısıyla, bence örgüt hamallarımıza, örgüt yöneticilerimize, örgüt kadrolarımıza kuşkusuz onlar bizden beklememelidirler, ama onları da onore eden, onların bu emeğinin altını özellikle bu tip yanlış anlama ihtimali olan insanların da bulunduğu kitlesel toplantılarda altını çizmemiz lazım. Buradan hareketle, biraz oportünist mi davrandım.
Buradan hareketle değerli arkadaşlar, bu dedelik ve modern dönemin öncülerine gelmek istiyorum. Bugün çok miktarda Hz. Ali soyundan geldiğini iddia eden, evinde bunun belgesi olduğunu varsaydığı, inandığı yazılar, şecereleri olan pek çok yani ben diyeyim ki 2 bin kişi, siz deyin ki 10 bin tane insan var çevremizde. Çok dolaşan bir arkadaşınız olarak bu sorunla da çok karşılaşıyorum. Ama değerli arkadaşlar tarihçi soğukkanlılıkla yaklaştığımız zaman, bu şecerelerin tümünün Hz. Ali’den, Musa Kazım’dan veya 12 İmam’ın hangisinden olursa olsun, en az 300-400 yıl sonra düzenlenmiş ve bu düzenlenmede kesinlikle yerel veya merkezi otoritelerle kurulmuş ilişkilerin bir sonucu olarak bu şecerelerin çoğunluğunun düzenlendiğine dair elimizde çok net bilgiler bulunmaktadır.
Sevgili Nejat Birdoğan bu konuda özel olarak çalışma yaptı. Sevgili Nejat Birdoğan’ın bu konudaki açılımlarına özellikle bu konuda kafasında soru işareti olan arkadaşlar mutlaka itibar etmelidirler. Bugün doğrudan doğruya Hz. Ali soyundan olduğuna inanan pek çok arkadaşımız, elbette böyle inanıyorsa buna saygımız vardır, şudur budur fakat aslında bunun bir realite olmadığı konusunda da, eğer madem ki bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır bilgisini, yol gösterici sloganını kendimize düstur edineceksek, ediniyorsak, edindiğimizi iddia ediyorsak, bu şecereler üzerinden kurulmaya çalışılan hiyerarşileri ve hakimiyet ilişkilerini de sorgulamaya başlamamız lazım.
Değerli arkadaşlar; geçen bin yılda yani geleneksel dönemde dedeler bu kültürün dünden bugüne gelmesinde çok büyük bir rol oynamışlardır. Dolayısıyla Alevi toplumunun onlara karşı saygısı, sevgisi, vicdan borcu, diyet borcu kesinlikle ve kesinlikle sorgulanamaz. Ama modern dönemde kapitalizmin, şehirleşmenin, küreselleşmenin olduğu bir dönemde artık bu geleneksel örgüt önderlerinin Alevi toplumunun modern ihtiyaçlarını karşılaması kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla dönemin, çağın modern önderleri önünde de saygıyla eğilmeyi başta dedeler olmak üzere, başta bu yolun örgütlenmesi, bu yola dair haksızlıkların püskürtülmesi, bu yoldaki insanların yerde sürünen insanlar olmaktan çıkıp göğsünü gere gere bu memleketin başkentlerinde eşit yurttaşlık talep edecek bir özgüven edinmesinde süreci buraya getiren arkadaşlarımıza, yani bu inancın modern önderlerine karşı da bu ikilemi yapmaktan uzak durmak lazım.
Birinci konuşmamda adını anmamıştım şimdi rahatlıkla tekrar geçeceği için artık anayım. İzzettin Doğan gibilerin, Fermani Altun gibilerin az önceki mevcut Bakan ve Bakanın çevresindeki işte Reha Çamuroğlu, Diyanet imamları ve benzerleri üzerinden bugün dedelik kurumu istismarıyla Alevi hareketinin modern önderlerinin beli kırılmaya çalışılıyor. Kah bir yandan onlara provokatör, kah bir onlara işte ateist, kah bir yandan onlara bilmem ne denilerek sürekli onların önü kesilmeye çalışılıyor.
Oysa bugün artık ben dedeliğinin öz bilincinde, dedeliğinin özgüveninde olan dedelerin de bunu çok kesinlikle kabul edeceğinden yana emin olarak, dedeler de dâhil olmak üzere Alevi örgütlenmesinin modern hamallarının, modern öncülerinin, modern bilgi taşıyıcılarının küçümsenmesine, aşağılanmasına bu toplum nezdinde saygınlıklarının bozulmasına yönelik faaliyetlerin kesinlikle önünün kesilmesi lazım. Çünkü bu ezilen kültür, bu inanç hem kendisini hem Türkiye’nin bütününe anlamlı anlamda katkılar yapacaksa, bu arkadaşların bilgisine, hamallığına, öncülüklerine, aklına çok fazlasıyla ihtiyacımız vardır. Dolayısıyla bu süreci de böylelikle bağlamış olayım.
Teslim Abdal konusunda bir şey konuşacak bilgi altyapısına sahip değilim. Belki diğer arkadaşların bu konuda söyleyeceği bir şey olabilir. Ama Hurufilik, gerek Bektaşi geleneğin, gerek Alevi geleneğinin temel beslenme damarlarından bir tanesidir. Bugün az önce çok koşarak anlattığım hikâyede, Osmanlı’nın devlet parmağı, Osmanlı’nın eğitim sistemi ve onun arkasından gelen Cumhuriyetin müdahaleleri söz konusu olduğundan dolayı bu süreçte binlerce katliam, sürgün, asimilasyon, baskı, zorlama olduğundan dolayı bugün sanki Alevi geleneğindeki tek tarikatın Bektaşilik olduğunu zannediyoruz.
Oysa Bektaşilik Osmanlıda ki, özel durum nedeniyle Kalenderiliğin, Haydariliğin, Hurufiliğin ve benzeri ve benzeri sayılabilecek Vefailiğin, Babailiğin ve benzeri tüm tarikat geleneklerinin, tüm okulların, tüm yol önderlerinin kâh korkudan, kâh baskından, kâh sürgünden giderek Bektaşi geleneğinin içine girmek zorunda bırakıldıkları bir katliamlar sürecinin, bir asimilasyon sürecinin sonucudur.
Bu anlamda Bektaşi gelenek bugünkü mevcut zenginliğiyle kâh Hacı Bektaş’ın sözü diye içine sokulmuş, kâh Bektaşi geleneği içine sokulmuş pek çok emekte, sözde, değerde, kültürde bütün bu geleneklerin çok önemli katkıları olmuştur. Özel olarak Hurufiliğin çok daha özel katkısının altını çizmek gerekiyor. Hurufilik, bileceğiniz gibi Fatih’in daha henüz çocukken padişahlık tahtına oturduğu dönemde de bizzat sarayın içinde, bizzat Fatih’in bile çevresini kuşatabilecek kadar çok büyük bir etkinlik ve entelektüel birikimin ve mücadelenin örgütü aynı zamanda. Fakat biliyorsunuz padişah olarak onun tahttan indirip yerine tekrar babası II. Murat’ı getirdikten sonra, bütün bu Hurufiler toplanıp Odunpazarı’nda yakılmışlardır.
Onun arkasından da Hurufiliğe yönelik yoğun bastırma kampanyaları sonucunda Hurufi gelenek giderek Bektaşi geleneğinin içine girmiştir ve Bektaşiliğe çok anlamlı katkılar yapmıştır. Tıpkı değerli arkadaşlar, Alevi geleneğinin içinde Zerdüştlüğün, Şaman inancının, Budizmin, Mani inancının, Yezidiliğin, Doğu Kilisesi Hıristiyanlık geleneğinin ve benzeri ve benzeri inançların da çok anlamlı katkıları olduğu gibi. Kâh yukardan aşağı baskı, kâh aşağıdan yukarı halkların ve ezilenlerin entegrasyonu ve dayanışmasıyla bu kültür dünden bugüne Bektaşi Tarikatı dünden bugüne giderek zenginleşerek ilerleyen bir süreç izlemiştir diye düşünüyorum.
Yine Bakan’ın konuşmasından ve yine zaman zaman aramızdaki diyalogdan hareketle paylaşmak istediğim bir şey, değerli arkadaşlar bize ötekilerin kötülüklerini anlatarak ehveni şere razı etmek isteyenlere prim vermemek lazım. çünkü Anadolu bilge sözlerinden bir tanesinde de belirtildiği gibi, ehveni şer bazen şerlerin en kötüsüdür. Dolayısıyla bize işte Dersim’i göstererek AKP’ye razı olmamızı veyahut da şeriatı göstererek CHP’ye razı olmamızı veya şunu göstererek buna razı olmamızı sağlamaya çalışılan tüm maniplatif konuşmalar ne kadar gönlümüzü okşarsa okşasın, az önce işte alkışlarla birlikte izlediğimiz gibi gönlümüzü okşayan bir Bakan’ın konuşmalarını dinledik.
Ehveni şere razı olmamak lazım. Biz sadece küçük küçük reformlara, küçük küçük kazanımlara, küçük küçük dilimize sürülecek bala razı olmamak zorundayız. Tam tersine eşit yurttaşlık talebinden en küçük anlamda geri çekilmeden ve nezaketi, sevgiyi, eğilmeyi, kemaleti birbirimize karşı göstererek. Yani en onore edici olanın, en büyük alkışların, en büyük saygı belirtilerinin, en büyük boyun eğmeleri birbirimize. Bu anlamda incinsen de incitme lafını az önce Selahattin Bey’in de söylediği gibi birbirimiz karşısında kullanmak, ama buna karşılık bu tip sözleri veya bu tip organizasyonlarının finansmanını yapanların karşısına eğilmek yerine tam tersine ne kadar örgütlü, ne kadar dik, ayakta kalırsak elbette şehirliliğin, görgünün, Alevi geleneğinin gerektirdiği nezaketi göstererek, teşekkür ederek, ama onların önünde eğilmeyen bir duruşu sağladığımız zamandır ki, örneğin Onur Öymen bu toprakların en büyük faşizan uygulamalarından biri olan ve Çağlayangil’in ifadesinde “Mağaralara sığınmışları, onlara zehirli gaz verdik ve o zehirli gazla hepsi çoluk, çocuk boğuldular” denilen bir eylemi, parlamento kürsüsünden savunabilme cesareti gösteremesin.
Değerli arkadaşlar; ehvenişere razı olduğumuz zaman ya Diyanet imamlarının Alevilere biçtiği elbiseye razı olunacaktır, Din Dersinin içinde gerçek Hacı Bektaş veyahut da Alevilerin Ali’si yerine, namaz kılan, cihat açan bir Ali ve devletin işbirlikçisi bir Hacı Bektaş portresine razı olunacaktır. Ki nitekim şu anda müfredata sokulan bazı cümlelerle bu yapılmaktadır. Veyahut da bir başka ehveni şer yani Dersim’de Hacı Bektaş kadar değerli, bu kültürün önemli bir diğer ocağı olan Dersim’in, kanla, zehirli gazlarla ortadan kaldırılması meselesini görmezden gelen bir yerde savunmuş olacağız.
Dolayısıyla kendimize bunu layık görmemeliyiz diye düşünüyorum, Toparladım, teşekkür ediyorum arkadaşlar.
MUSTAFA ÖZCİVAN- Evet, son olarak Sayın Ali Murat.
ALİ MURAT İRAT- Ben dedeler konusunda bazı söylediklerine katılmıyorum ve hesaplaşacağız diyorum.
Evet, Alevi Enstitüsü hakkında bir soru geldi. Alevi Enstitüsü 2 senelik bir çalışmanın sonucunda, geçen sene 23 Aralık 2008 yılında kuruldu. Sayın Veliyeddin Ulusoy, Sayın Vatikan Büyükelçisi ve Sayın Kültür Bakanı’nın elleriyle açılmış bir enstitü.
Enstitü ana gövdesini ayrımcılık raporu üzerine yoğunlaştırmıştı bu sene fakat daha başka çalışmalar da çıktı. Ayrımcılık raporu Türkiye’de ilk defa Alevilerin yaşadığı ayrımcılık üzerinde bir alan çalışması yaptı, bütün Türkiye’yi dolaştı arkadaşlarımız ve bunu AB ve ODTÜ ile birlikte yaptık ve bunu Aralık ayında açıklayacağız Türkiye’ye ve bunun devamını getireceğiz.
Bunun dışında yine büyük projelerimizden birisi başlamak üzere, İlahiyat ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi kaynaklarını bozmasıyla söz konusu bu bilgi kirliliğini yaratması söz konusu oluyor. Biz edisyon kritik dediğimiz bir çalışmayı başlatacağız çok yakın bir zamanda ve uzman tarihçi, yurtdışında ve yurtiçindeki uzman tarihçi arkadaşlarımızla bu kitaplar tekrar orijinallerinden çevrilecek ve Alevilerin ellerine teslim edilecek.
Yine din-devlet ilişkileriyle ilgili bir projemiz var. Bunun dışında da güncel yaptığımız faaliyetler var. Örneğin Demkaz söyleşileri, demli söyleşilerimiz vardır. Bu sene ilkini Mesut Yiğen’le başlattık ODTÜ’nün Kürtler ve Milliyetçilik. 15 gün sonra sanıyorum haftaya Ermenistan’dan Ermeni bir konuğumuz gelecek ve Ermenilerle Aleviler arasında yapmış olduğu oradaki bir araştırma enstitüsünden bize anlatacak. Daha sonra da muhtemelen yine Makedonya’dan Bogomillerden bir temsilci gelecek.
Onun dışında dersler var. Devlet teorileri, felsefe seminerleri ve çeşitli örgütler, Alevi örgütleri için özellikle hazırlanmış dersler var. Modern Alevi hareketinden tutun çeşitli dersler. Bir de yakında Buyruk okumaları bir felsefe hocasının eşliğinde başlatılacak. Satır satır bildiğiniz herkes oturup teker teker Buyruk okunmaya başlanacak ve onun üzerinden yorumlar ya da işte şeyler yapılacak.
Bu kadar teşekkür ediyorum.
OTURUM BAŞKANI- Evet, teşekkür ediyoruz.
Arkadaşlar; şimdi saat 14.50, 15.30’a kadar bir yemek molası, 15.30’da burada İkinci Oturumda Sayın Veliyeddin Ulusoy’un Başkanlığında örgüt temsilcilerinin Alevi Çalıştayını değerlendirecek.
Hepinize teşekkür ediyoruz, sağ olun.
----&----
İKİNCİ OTURUM
“ALEVİ-BEKTAŞİLERİN HACI BEKTAŞ’TAN GÜNÜMÜZE ÖRGÜTLENME ÇALIŞMALARI, ALEVİ AÇILIMI SÜRECİNDE GELİNEN NOKTA”
Dostları ilə paylaş: |