İstanbul orta bizans dönemi KİLİseleri Atik Mustafa Paşa Camii a-yeri



Yüklə 169,26 Kb.
səhifə3/4
tarix29.10.2017
ölçüsü169,26 Kb.
#21189
1   2   3   4

E-Süsleme Özellikleri: 1929 yılında kuzey kilise içinde yapının Bizans devrine ait sütunların kaideleri in situ olarak ve kakma tekniğinde yapılmış bir Azize Eudokia ikonası bulunmuşlardır. Yan apsis hücrelerinden hücrelerinin ortadaki cephelerinde yerden yaklaşık 1 m. yükseklikten itibaren ince uzun ve iç içe iki sıra tuğla ile inşa edilmiş bir kemer bulunmaktadır. Bunun hemen üzerinde içi oyuk durumda bir çarkıfelek motifi ve bunun üzerinde üstü kitabeli mermer korniş bulunmaktadır. Yapılan kazılar sırasında nartekste yanlışlıkla düşürülen bir taş sonucunda zeminin altında beş adet mermer lahit bulunmuştur. Baş kısımları yuvarlatılmış, anthropoid tipteki bu sade görünümlü lahitlerin üzerinde bulunan tek süsleme haç motifidir. Bina içinde boydan boya devam eden durumdaki alt ve üst kornişlerin içleri bitkilerle süslenmiştir. Kubbe başlangıç seviyesinde yer alan korniş içinde ise bitkilerin yanı sıra tavus kuşları da bulunmaktadır. Bunların dışında doğu cephesi ana apsis iç penceresi içinde yer alan sütuncuklar da dönemlerine ait en iyi durumda korunagelmiş örneklerdir.

F-Malzeme ve Teknik Özellikleri: Erken Orta döneme ait olan yapının iç duvarlarının üzerleri normal bir Bizans uygulaması şeklinde mermer kaplı idiyken, bugün zaman içerisindeki tahribat sebebiyle bu mermer levhalar mevcut değillerdir. Bu sebeple de duvarların inşa edildiği malzeme olan tuğla doğrudan görülebilir haldedir. Daha sonra ortaya çıkan bir inşa tekniği olan gizli tuğlanın bulunmaması en azından Orta dönem sonlarında herhangi ciddi bir onarımın olmadığına işaret ederken, zaman zaman tuğla sıraları arasında görülen taşlar, olasılıkla güneye eklenen ikinci yapı ile birlikte yapılan bir onarımın izleridir.

8.Vefa Kilise Camii (Molla Gürani Camii)

A-Yeri: Vefa semtinde Tirendaz sokakta, 56 ada, 14 parsel ve 134 paftada yer almaktadır. Bizans döneminde burası şehrin 7. ve 10. bölgelerinin kesişme noktasında bulunmaktaydı.

B-Tarihçesi

a-Bizans Dönemi: Binanın ithafı konusunda altı görüş vardır. Bunlardan ilkine temel teşkil eden, çok net bilgiler vermeyen bir 16. yüzyıl kaynağına dayandırılmakta, bu kaynakta Süleymaniye yakınlarında bulunan bir Aziz Theodoros kilisesinin varlığı dışında bu yapıya ait ayrıntılı bir bilgi verilmemektedir. Bunu izleyen dönemde çok sayıda araştırmacı Vefa Kilise Camii’ni Aziz Theodoros Kilisesi olarak öngörmüş ama bunun hangi Aziz Theodoros’a ithaf edildiği yönünde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kaynaklardan belirlenildiğine göre Bizans döneminde şehirde onaltı tane Aziz Theodoros kilisesi vardı. Kiliselerin ithaf edildiği çok sayıda Theodoros bulunmakla beraber çoğunlukla bu Theodoros Tyron’dur. Bu görüşlerden Aziz Theodoros Teron’a ithaf edildiği düşünülen bu yapının imparator Arkadios (hükümdarlık dönemi 395-408) tarafından yaptırılmış ve mezar binası olarak kullanılmış olduğu iddia edilmiştir. Yapının içinde bulunan Aziz Theodoros’un kafatası 4. Haçlılarca 1210 yılında İtalya’ya kaçırılmıştır. Adı konusunda yeni bir şey getirmeksizin Aziz Theodoros’a ithaf edildiği bildirilen yapının içinde bulunduğu semtin adıyla anıldığını iddia eden diğer bir görüşe göre burası Theodoros Karbounaria adıyla bilinen kilisedir. İsminin kökenini şehrin bu bölümünde faaliyette bulunan kömürcüler sebebiyle bölgenin Karbounaria adıyla anılmasına borçludur. İçinde bulunduğu Sphorakios semti nedeniyle Theodoros Sphorakios Kilisesi adıyla anılan yapının bu olduğu iddiası ise bu kilisenin Mese caddesi, Ayasofya ve Çemberlitaş arasında yer alması sebebiyle mümkün görünmemektedir. İleri sürülen diğer bir görüş de yapının Theotokos’a (Tanrı Anası Meryem Ana’ya) ithaf edilmiş olduğu yönündedir. Bu görüş sonraki yıllarda başka bazı araştırmacılarca da kabul görmüştür. Yakın tarihte ileri sürülen dördüncü görüşe göre bu yapı Aziz Prokopios he Helone kilisesidir. Aziz Prokopios’a ithaf edilmiş bir kilisenin Tauri Forum’unun kuzeyinde olduğu kaynaklardan bilinmektedir. Yine bu bölgede bulunan Bebaios Elpidos manastırının çok geniş arazilere sahip olduğu ve hatta Vefa Kilise Camii’nin de bu alan içerisinde bulunduğu typikonundan öğrenilmektedir. 1034-1041 yılları arasında inşa edilmiş bir kiliseye Palaiologoslar döneminde yapılan eklemelerden yola çıkarak ve elde bulunan typikonunu kullanarak bu yapının Gorgoepokoos Manastır Kilisesi olabileceği görüşü bu yapı hakkındaki en son tarihli görüşü oluşturur.

b-Türk Dönemi: Kaynaklarda hemen hemen tümünde verilen tek bilgi yapının fetihten sonra, 1487’de ölen Şeyhülislam Şemsüddin Ahmed Efendi ya da daha bilinen adıyla Mola Gürani tarafından camiye çevrildiğinin bilgisi verilir. 1480 yılında Şeyhülislam olan Molla Gürani tarafından bir Müslüman yapısı kimliği kazandırılan yapının ibadet amacıyla kullanılmaya başlama tarihinin 1484 öncesi olduğu iddia edilmiştir. Olasılıkla başlangıç itibariyle bir mescit olarak kullanılan bu yapıya, Abdurrahman Efendi tarafından belirsiz bir tarihte hediye edilen minberle camiye çevrilmiştir. Bu yapıya bitişik ve 1494 tarihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre ellili olan fakat zamanımız kadar gelememiş olan bir de medresesi vardı. Binanın oluklu tuğladan yapılmış minaresinin benzerleri Bursa’da aynı döneme ait Tuzpazarı ve Ahmed Dai camilerine çok benzemektedir.

C-Plan Özellikleri: Kapalı kollu Yunan haçı planlı yapı sütun destekli tiptedir.

D-Mimari Özellikleri: Yapının altında var olduğu bilinen sarnıcın içine girmek girişin duvar örülmek suretiyle kapatılması nedeniyle mümkün olamamıştır. Kuzey cephe, üç sıra tuğla ve bir sıra taş şeklinde inşa edilmiştir. Batıdan doğuya doğru giderken ilk önce narteksin çatı seviyesinin hemen altından başlayan ve iç içe üç sıra tuğla kemerli bir üst bölüm ve bunun içerisinde sonradan doldurulduğu anlaşılan bir pencere vardır. Bunun hemen altında bu cephenin batı köşesine hemen hemen bitişik durumda ve yerden yaklaşık 0.4 m. yükseklikten başlayan ve en üstünde iki sıra içiçe kemer olan, ince uzun bir kör niş ve onun yanında içi betonla doldurulmuş ancak üst bölümündeki kemeri halen görülebilen bir pencere vardır. Cephenin ortalarına doğru içiçe iki sıra tuğla ile örülmüş ve hemen hemen ilk silme seviyesinden başlayan uzunca bir kemer vardır. Bu kemerlerin en üstü narteks çatısı seviyesinde olup ortalarında sonradan yapıldığı anlaşılan taş çerçeveli bir dikdörtgen pencere vardır. Doğu cephe, güneyden başlayarak devam edildiğinde ana apsise bitişik durumda bulunan diakonikonun aslında üç kenarlı olduğu ve zemin seviyesinden başlayan ve üst kısmı içiçe geçmiş iki kemerden oluşan üçüz bir penceresinin bulunduğu içleri doldurulmuş olan bu pencerenin dışarıdan görülmesiyle belirginleşmektedir. Diakonikon’un üçüz penceresinin üzerinde içiçe iki sıra tuğla kemerden oluşan bölüm içinde ya bir pencere ya da kör bir niş bulunmaktayken zaman içinde bunun içi doldurulmuştur. Ana apsis beş kenarlı olup ortada bulunan üç kenarda üçüz bir pencerenin yapılmasında varolduğu bugün dahi yerlerinde duran sütunlar ve başlıklarından anlaşılmaktadır. Güney cephede, orta bölümünde yukarı doğru sivrileşip bir üçgen oluşturulmuştur. İçiçe geçmiş üç sıra tuğla kenarlı büyük ve yarım daire şeklinde bir pencere ve bunun altında boydan boya devam eden bir silme bulunmaktadır. Bunun altında ortadaki büyük yanlarındaki daha dar ve küçük üç pencere vardır. Bu bölüm olasılıkla yapının aslında bir üçüz pencereleriydi. Bu pencerelerin alt bitiş noktalarında kırık olmakla beraber parçalar halinde silme görülebilmektedir. Batı cephe, güney bölümüne yakın kısımda yerden başlayan ve taş çerçeveli bir açıklık binanın altında bulunan alt yapı sarnıca giriş olarak bir dönem kullanıldıktan sonra 1980’lerin sonlarından itibaren burası doldurularak kullanılmaz hale getirilmiştir. Bu girişin hemen üzerinde tüm cephe boyunca devam eden diğerlerine göre daha kalın bir silme vardır. Bu cephede köşe duvarlarına yaklaşık 0.5 m. mesafeden başlayan ve kuzey cephedeki ile aynı özellikte, uzun ve ince bir kör niş ve bunun en üst bölümünün hemen altında bir silme vardır. Bunun yanından itibaren halen kullanılmakta olan bir üçüz pencere bulunmaktadır. Gerek güneye doğru olan kör niş gerekse üçüz pencerenin kemerleri içiçe iki sıra haldeyken diğer kör niş tek bir kemerden oluşmaktadır. Narteks batı bölümündeki tek kapıdan girilmekte olup bu bölümün üst kısmı kuzeyden başlayarak kubbe-beşik tonoz-kubbe-beşik tonoz-kubbe şeklinde kaplıdır. Dış narteksten iç nartekse mermer çerçeveli bir kapıyla girilir. Bu kısım üç adet beşik tonozla örtülüdür. İç narteksten naosa geçiş ortadaki tek bir kapı aracılığıyla olmaktadır. Üstü kemerli kapının üstünde yarım daire şeklinde bir pencere vardır. Naos güney duvarına bitişik ve diakonikona geçişte ahşap bir minber yer almaktadır. Ana apsis yan apsislere oranla hemen hemen üç kat genişliğindeki bema bölümünün doğu yönünde var olduğu görülen üçüz pencerenin içi doldurulmuş ortadaki pencere yerine yeni bir pencere açılmış bunun her iki yanında yer alan diğer pencerelerin ise üst kısımlarda kemerlerinin dönüş yüksekliğine kadar olan kısmında ortadaki de dahil olmak üzere üç küçük pencere oluşturulmuştur. Bu üçüz pencerenin orta bölümünde yanlardaki pencerelerle geçiş noktasında yer alması gereken noktalardaki sütunlar bugün için görülememekle beraber bunların sütun başlıkları halen görülebilmektedir. Üçüz pencerenin güney yönünde olanın hemen alt kısmının doldurulup kalınlaştırılması ile burada bir mihrap oluşturulmuştur. Kubbe oniki dilimli olup her dilim içerisinde birer küçük pencere yer almaktadır. Kubbeye geçiş köşelerdeki dört pandantifle olup, ağırlık burada bugün için kubbeyi desteklemesi statik açıdan hayli zor görünen dört adet köşeleri pahlanmış dörtgen sütun tarafından aşağı indirilmektedir. Bu binada galeri yoktur.

E-Süsleme Özellikleri: Güney cephe orta bölümünde saçak altında tek sıra testere dişi deseni ve onun altında bugün için yerlerinden parçalanarak alındıkları için sadece parçaları kalan üç adet seramik tabak bulunmaktadır. Batı cephedeki üçüz pencerenin ortasında en kenardaki pencerelerle bağlanan kemerlerin dayandığı Bizans dönemi sütunlar ve bunlara ait başlıklar ile bunların alt kısımlarında üzeri kabartmalı korkuluk levhaları asıl yerlerini korumaktadır. Ancak korkuluk levhalarının üzerinde yer alan özellikle haç kabartmaları burada geçmiş dönemde görevli bir din adamı tarafından üzerlerine harç atılmak suretiyle kapatılmıştır. Narteksin en kuzeyde olan sekiz dilimli kubbesinde dilimler içerisinde yer alması gereken mozaikler ve pencerelerden geriye çok az bir iz kalmıştır. Pencerelerden beş tanesi doldurulmuşken açık olan üç tanesinin çerçeveleri içerisinde mozaik parçaları görülebilmektedir. Güneyde yer alan diğer kubbenin içerisinde ayakta insan tasvirleri üzerlerine atılan harca rağmen güçlükle de olsa seçilebilmektedir. Kubbe orta bölümünde yapının geçirdiği son tamiratlarda yapıldığı anlaşılan 19. yy. Osmanlı kalemişi taklidi kısım kahverengi, kubbe kasnağının alt bölümü ise akantus benzeri koyu gri renklidir. Apsis yarım kubbesinde kalemişi süsleme ve dua bulunmaktadır.

F-Malzeme ve Teknik Özellikleri: Yapının Palaiologoslar döneminde eklenen dış narteksinde almaşık ve düzensiz olarak taş, tuğla duvarlar vardır. Öte yandan yapının

genelini oluşturan diğer bölümleri ise ortalama boyutları 0.37 m.x 0.04 m.x 0.32 m. olan tuğla ile inşa edilmiştir.



9.Zeyrek Kilise Camii (Pantokrator Manastırı Kiliseleri)

A-Yeri: Unkapanı’nda Atatürk Bulvarı yakınlarında ve Fatih yönüne gidilirken Sosyal Sigortalar binalarının başladığı noktadan içeri doğru yaklaşık 200 m. uzaklıkta, etrafı İbadethane ve İbadethane Arkası sokak ile çevrelenmiş durumda ada 2421 parsel 1 pafta 53’de bulunmaktadır.

B-Yapının Tarihçesi

a-Bizans Dönemi: Pantokrator Manastırı Kiliselerinin bulunduğu arazide geç Roma devrinde olduğu düşünülen ve Hilara evi olarak anılan bir mülk bu yerdeki olasılıkla ilk binaydı. Bugün manastırdan kalan yanyana üç kilisenin bazı kaynaklarda Macar kralı Ladislas’in (Laszlo) kızı ve Bizans imparatoriçesi İrene tarafından inşa ettirildiği iddia edilse de, genel kanı inşaatın imparator II.İoannes Komnenos (hükümdarlık dönemi 1118-1143) tarafından yaptırılığı yönündedir. Bu manastır topluluğuna ait kuruluş vakfiyesi (typikon) sayesinde çok önemli bilgiler edinilmiştir. 15 Ekim 1136 tarihinde imparator tarafından imzalanan bu typikon sebebiyle manastır topluluğunun bu tarihten önce bitirilmiş olduğu genel olarak kabul edilen bir görüştür.Öte yandan 1134 yılında ölen imparatoriçe İerene’nin buraya gömülmesi sebebiyle de burada en azından manastırın bazı bölümlerinin bitirilmiş olduğu gerçeği gözardı edilmemelidir. Pantokrator Manastırı seksen kadar rahibeyle hayli büyük bir manastırdı ve bu manastır zaman içerisinde başka şehirlerden topladığı röliklerle de ünlenmişti. Bunlar arasında en önemlileri Selanik’ten 1149 yılında I.Manuel Komnenos tarafından getirilen Aziz Demetrios ikonası ve Efes’ten yine aynı imparator tarafından 1169-70 yılında getirilen ve İsa Peygamber’in çarmıhtan indirildikten sonra üzerine yatırıldığı düşünülen uzun ve kırmızı renkli mermer levhadır. Bu levha bizzat imparatorun mezarının yanında konmuştur. Yanyana üç kilisesi bulunan manastırın inşaatı Nikeforos adlı bir mimar tarafından yapılmış olup, bu manastırın ilk başpapazının adı da İoasaph Hagioglykerites’tir.Kiliselerden güneyde olanı İsa Peygamber’e, ortada olanı başmelek Mikail’e ve kuzeyde olan ise Şefkatli Meryem’e (Maria Eleousa) ithaf edilmişlerdir. 1204-1261 yılları arasındaki IV. Haçlı kuvvetlerinin istilası sırasında yapı Venedik’lilerin idaresine geçmiş buradan çok sayıda rölik götürülmüştür. Şehrin 1261 yılında Bizans’lılar tarafından geri alınmasının ardından Hodegetria (yol gösterici) Meryem ikonası 15 ağustos 1261 tarihinde şehre görkemli bir törenle Altın Kapı’dan girmiştir. Latin istilası döneminde, şehirdeki Bukoleon ve Blaherna saraylarının varlığına rağmen haçlıların, bu manastırı da saray olarak kullandıkları yazılmıştır. Kuruluşu itibariyle seksen keşişin yaşadığı manastır, dahilinde bulunan diğer binalarda görevli kişilerle sayıları birkaç yüze varan sivil ve yüzlerce keşişi içinde barındıran bir kurum olmuştur. 15. yy.’ın ortalarına doğru hayli güç zamanlar geçirmiş olan manastırdaki keşiş sayısı altıya kadar düşmüştür.

b-Türk Dönemi: Bu yapılar topluluğu camiye çevrilirken ilk beş ya da sekiz Bizans kilisesinden biri olup başlangıçta cami, daha sonra 18 ya da 20 yıl süreyle medrese olarak kullanılmıştır. Hayli büyük (Ellili) bir medrese olan yapıya adını veren, buranın müderrislerinden Mehmed Zeyrek efendidir. Bu medrese 1470 yılına kadar İstanbul’da eğitim veren ilk Osmanlı yapısı olması itibariyle çok önemlidir. Yapı içerisinde 1740 yılı civarında görülebilen granit ya da porfir sütunların 18. yy. sonu ya da 19. yy. başında değiştirildiğinden yola çıkılarak bunun sebebinin 26 mayıs 1752 tarihli ve 7 şiddetindeki bir deprem ya da 22 Ağustos 1782 tarihinde çıkıp 2000 kadar evin yanmasına sebep olan Büyük Cibali yangını olduğunu söylemek mümkündür. Vakıflar Genel Müdürlüğü görevlisi Ali Saim Ülgen denetiminde 1953 yılında yapının dış narteks batı cephesi ile çatısının bazı kısımları tamir edilmiş, bunu izleyen dönemde de 1954 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından başlanan kazı ve onarımlar uzun süre devam etmiştir. Çalışmalara ait buluntular 1956 yılından 1963 yılına kadar düzenli şekilde yayınlanmıştır. Bu çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1964 tarihinde başlayıp üç yıl süren başka bir tamir izlemiştir. 1997 yılında başlayıp yarım kalan, ancak 2001 yılı yaz aylarında yeniden başlayan, Zeynep Ahunbay, Metin Ahunbay ve Robert Ousterhout tarafından halen büyütülmekte olan bina üst örtü onarımı olmuştur.

C-Plan Özellikleri: İsa Peygamber’e ithaf edilmiş olan güney kilisesi en erken inşa edildiği düşünülen yapı olup, kapalı Yunan haçı planlıdır. Başmelek Mikail’e ithaf edilmiş olan orta kilise tek nefli bir mekandır. Meryem Ana’ya ithaf edilmiş olan kuzey kilisesi kubbenin sütunlarla desteklendiği tipte kapalı Yunan haçı planlı bir yapıdır.

D-Mimari Özellikleri: Binanın bir alt yapısının olamamasına karşın güney kilisede yapılan tamir çalışmaları sırasında bemanın hemen altında krypta benzeri küçük bir oda bulunmuştur. Kuzey cephe boyunca içleri taş örülerek doldurulmuş dört kapı bulunmaktadır. Tüm bu kapılar bugünkü zemin seviyesinden başlamaktadırlar. Bu açıklıklardan k.doğu yönünde yer alanı üzerinde iki sıra içiçe kemer içinde yer alan bir pencere bulunmaktadır. Doğu cephede güney yapısı dikonikon ve prothesisin yükseklikleri yedigen ana apsis üzerinde yer alan ikinci sıra pencerelere kadar olup, ana apsisin yüksekliğinden yaklaşık 2 m. daha alçaktır. Orta yapı doğu cephedeki apsisi güney kilisesi protesisi ile aynı yüksekliktedir. Yedi kenarlı olup ortasındaki üçüz pencerenin içi zaman içerisinde doldurulmuştur. Kuzey yapıda doğu cephe pastoforia hücrelerinden daha yüksek olan ana apsis yedi kenarlıdır. Apsisin ortasında bulunduğu anlaşılan üçüz pencerenin kenarlarda olanları duvar örülmek suretiyle kapatılırken ortada bulunan kısımda iki pencere vardır. Güney cephe yapı topluluğuna bitişik olup bir dönem cami görevlilerinin kaldığı bir mekanın bahçesinde bulunup dışardan görülememektedir. Batı cephe iki kısımdan oluşmaktadır. İlk bölüm, kuzey kilisesi ile orta kilisenin ortalarına kadar devam eden iç narteksten oluşan diğeri ise orta kilisenin ortalarından dışarı doğru çıkıntı yapar bir şekilde güney kiliseyi de kapsayan bir dış narteks ve kiliselerin dışında güneyde kalan bölümlerin önünü de kaplayan ikinci bölümdür. Her üç kilisenin ortak bir iç narteksi varken sonradan eklendiği anlaşılan dış narteks güney kilise boyunca ve ortadaki başmelek Mikail şapelinin ortalarına kadar devam eden bir uzunluktadır. Üzeri çapraz tonozlarla örtülüdür. Dış narteksten iç nartekse, tamamı yapının Bizans döneminden dört adet mermer çerçeveli kapılardan geçerek girilebilmektedir. Üç yapıdan oluşan toplulukta güney yapının naosuna girilince ortada yer alan kubbe 16 dilimli olup pandantiflerle geçiş sağlanmıştır. Dört yöndeki beşik tonozlar kubbeyle kesiştiği noktada Osmanlı barok tarzda sütun görüntüsü vermiş taş payeler vardır. Doğu yönündeki ana apsis yanlara göre daha geniş ve yüksek olup üst kısmı yarım kubbe şeklindeyken bunun önündeki kısım çapraz tonozla örtülüdür. Kuzey yapının naosuna girilince ortada binanın boyutlarıyla kıyaslanınca küçük ölçekli sekiz pencereli kubbesi bulunur. Kapalı kollu Yunan haçı planlı yapıda, haçın güney kolunu oluşturan ve orta yapıya geçişte bulunan tonozun doğu ve batı yönündeki derin pencereler, kubbenin ağırlığının olasılıkla bu yöne kaymasına sebep olmaktadırlar. Ana apsise geçiş bema uzantısının başladığı noktada duvar üzerinde açılmış dar ve kemerli bir açıklıkla olmaktadır. Ana apsis yanlara göre daha geniş ve yüksek olup bu kısmın aydınlatılması güneyde olduğu gibi doğu duvar üzerinde bulunan tek bir pencereden olmaktadır. Orta yapının 2 kubbesinden batıda olanı 16 dilimli, 16 pencereli doğuda olanı ise elips şeklinde 12 dilimli, 12 pencerelidir. Her iki kubbe arasında kuzey-güney doğrultusunda tüm orta yapıyı enlemesine geçen genişlikte bir kemer vardır. Bu bölümde yan apsis ya da pastoforia bulunmamaktadır. Bina boyunca tüm iç narteksin üstünü kaplayan biçimde bir üst kat varlığının bir galeri olma ihtimali varsa da bunu destekleyecek arkeolojik veriler şu an için mevcut değildir.

E-Süsleme Özellikleri: Kuzey cephedeki dört açıklığın her birinin doğusunda birer adet üzerleri desenli mermer kalın konsollar yer almaktadır. 2001 yılı yaz ayları içerisinde yapılan araştırmalar sırasında cami görevlilerine ait mekanın hemen önünde ve yapının dış narteks duvarının devamı niteliğinde bir görüntü veren geometrik desenli freskolar binada Bizans döneminden kalan tek olma özelliğine sahiptirler. Bu freskolar yapının inşa edildiği dönemden kalan yegane freskolar olmaları itibariyle çok büyük önem taşımaktadırlar.

F-Malzeme ve Teknik Özellikleri: Yapının tamamına yakın bölümü tuğla ile inşa edilmişken özellikle dış narteks batı yönündeki dış duvarının alt bölümlerinde yer alan büyük boyutlu taş bloklarının varlığı Hilarion villasından geriye kalan devşirme malzemeyi oluşturur. Tuğla malzemeden yapılan ve doğu cephesinde kullanılan plasterler, bu nadir

Uygulamanın karşımıza çıktığı az sayıdaki yapılardan biri olması sebebiyle önemlidirler.

Duvarlarda fresko ya da mozaik parçalarının kalıp kalmadığının kontrolü sırasında ana apsis duvarında gizli tuğla tekniğinin uygulandığı görülmüştür.

III-KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME

Dönem itibariyle ekonomik açıdan çok büyük sorunlar yaşanmamasına karşın, siyasi ve askeri sorunlar, özellikle şehir dışındaki manastırların korunmasını sorunlu hale getirmiştir. Özellikle bu dönemde hayata geçirilen yeni eyalet orduları ve tımar uygulamaları sonucunda gittikçe güçlenen bir taşralı aristokrat sınıfının doğmasının yanısıra, bunlardan başkente gelenler de saygı görmek ve toplum içerisinde bir yer edinmek için kendi adlarıyla anılan dini binalar inşa etmeye başlamışlardı. Bu sebeple, en erken örneğinin Konstantinos Lips Manastır Kilisesi'nde görüldüğü şekliyle, bu dönemde oluşturulan ve zamanımıza kadar gelebilen kiliselerin büyük kısmı manastır kiliseleridir. Bu tezde ele alınan 9 yapının kesin olarak manastır kilisesi oldukları bilinmektedir. Sayılan yüzleri bulan ve çoğu ekonomik sıkıntı çeken manastırlar umutsuz yere zenginlerden yardım ummaktaydılar. Ancak gücü yeten kişiler bir manastıra yardım etmek yerine yeni bir manastır kurmayı, onun kurucusu unvanını alacakları için tercih ediyorlardı. Zaman içinde ciddi bir sorun haline gelen bu duruma sert ve net bir müdahalede bulunan imparator 2. Nikeforos Fokas (hükümdarlık dönemi 963-969) 964-65 tarihinde çıkardığı bir yasayla yeni manastır kurulmasına yasak getirirken küçük hücreler ölçeğindekilere müsaade etmiştir. Bizans kaynaklarında sayısı bine ulaşan manastırdan bahsedilmekteyken bunlardan başkentte bulunanlar büyük bağışlara ve muafiyetler alırken uzak eyaletlerde olanlar zorluk çekmekteydiler. Bu sebeple Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan'da bulunan bu döneme ait olan çok sayıdaki kilisenin ancak küçük bir kısmı manastır kilisesidir. Başkentteki inşa faaliyetlerinin bir başka bölümünü oluşturan varolan bir yapının genişletilmesi ya da onarılması konularında ise gerek imparatorluk ailesi, gerekse şahıslar tarafından inşa ya da tamir ettirilip genişletilen tüm yapılar manastırlardır.



Dönemin en önemli plan tipi olan kapalı kollu Yunan haçında, haçı oluşturan kollar beşik tonozlarca desteklenmekte ve bunlardan köşelerdeki bölümlerin üzerleri ise çapraz tonozlarla örtülmektedir. Kubbe yüksek bir kasnak üzerinde ve üzerinde çok sayıda pencere bulunan biçimde tasarlanmıştır. Bu plan tipinin kökeni konusundaki ilk ciddi ve bilimsel çalışma, Stryzgowski tarafından yapılmıştır. 1918 yılında Ermeni mimarisini anlattığı kitapta yaptığı gözlemler bugün de hala geçerliliğini büyük ölçüde koruyan bazı sonuçlar doğurmuştur. Gerek Stryzgowski ve gerek ondan sonra gelen çok sayıdaki araştırmacı bu plan tipinin kaynağı olarak Cerre'deki Ateş tapınağından, Musmiye'de bulunan ve bugün için dahi kesin işlevi bilinmeyen, ancak bir praetorium olduğu genel kabul gören yapıya, hristiyan bir yönetici olan Al Mundhir'in sarayında bulunan salondan, Rusafa sur dışı kilisesine kadar çok sayıda bina aday gösterilmişlerdir. Ancak bu plan tipindeki yapıların en çok ve olgun örneğinin görüldüğü yer Ermeni mimarisidir. 639-640 yılları arasında inşa edilen Mren katedrali en önemli örneklerden biridir. Bunu izleyen dönem boyunca bu plan tipinin yayılmasını takip etmek güçtür. Ancak, yapılan en son araştırmaların sonuçlarına göre Türkiye'deki Bizans eserleri arasında bu plan tipinde yapılmış en eski yapının Tirilye Fatih Camii olduğu belirlenmiştir. 799 yılına tarihlenen yapının Bizans dönemindeki adı ve ithafı bilinmemektedir. Bunun ardından 1 mayıs 880 tarihinde açılışı yapılan Bizans Büyük Sarayı içinde inşa edilen Nea kilisesinin beş ithafı ve kubbesi olduğu bilinmektedir. Ancak Bizans kaynaklarının okunması ile yapılabilen çizimler içerisinde bunun da kapalı kollu Yunan haçı planlı olduğu, hatta narteksinin güney ve kuzey duvarlarında niş oyuntuları olduğu gibi ayrıntılı çizimleri yapılmıştır. Özellikle başkentte hakim olan bu tip varlığını yayılarak sürdürürken Yugoslavya'da aynı dönemde tek nefli binaların inşa edilmesi dikkat çekicidir. Ancak ağırlıklı olarak kapalı kollu Yunan haçı plan tipinin imparatorluk coğrafyasının hemen her köşesinde uygulandığı görülmektedir. Bunun sonucunda Kapadokya gibi manastır kiliselerini kayadan oyma geleneğinin bulunduğu güney İtalya'da Rossano San Marko ve Otranto'da San Pietro kaya kiliselerinde dahi bu plan tipi görülmektedir. Fakat bölgesel ayrılıklar plan tipinin farklı versiyonlarında kendini gösterir. Bunun sonucunda Yunanistan'da ada ve anakara tipi olarak adlandırılan bu plan bir sonraki aşamada güney ve kuzeye eklenen yarım daire şeklindeki koro mekanlarıyla Aynaroz tipi adı altında yeni bir plan tipine dönüşmüştür.Bu plan tipinde inşa edilmiş çok sayıdaki yapıdan önem arz edenleri şu şekilde sıralanabilir;

İstanbul çevresinde:

Yuşa tepesi kilisesi, Tuzla Değirmenaltı kilisesi, Pendik Çınardere kiliseleri.

Anadolu'da:

Tirilye Hinolakkos ve Pantobasilissa kiliseleri, Trabzon Panagia Khrysogeros ve Hagios Eugenios kiliseleri, Niğde Canlı, Belisırma-Direkli, Eski Gümüş ve Ihlara-Karagedik kiliseleri, Sille doğu ve Aziz Kyriakos kiliseleri, Afyon-Ayazin büyük kilise, Bolu-Seben Çeltikdere kilisesi, Enez Fatih Camii,Göreme Karanlık kilise, Mamasun Köy ensesi kilisesi, Side H binası, Sardes E binası.

Yurtdışında Bulgaristan'da:

Pliska'da Saray kilisesi, Neşebur'da Vaftizci Yahya, Pantokrator İsa ve Aleiurgetos kiliseleri, Liutibrod'da Aziz Prestola kilisesi, Preslav'da Saray kilisesi ve 4 numaralı kilise, German'da Aziz Germanos kilisesi, Mostic ve Avradaca'daki kiliseler ilk akla gelenlerdir.

Yunanistan'da ise sayıları hayli fazla olan bu kiliseler içerisinde en önemli olanları: Atina'da İncilci Yahya, Theodoros'lar, Başmelekler kiliseleri, Selanik'te Meryem Ana Halkion kilisesi, Euriatnia'da Episkopi kilisesi, Gavrolimni'de Panaxiotissa kilisesi, Skripu'da Meryem Ana kilisesi, Hosios Lukas manastırında kuzey binası olan Meryem Ana kilisesi, aynı şekilde bir başka manastır olan Hymettos'daki Aziz Meletios kilisesi, Kaisariani ve İncilci Yahya kiliseleri, Peristerai'deki Meryem Ana kiliseleri, Ukrayna'da Kiev Ayasofyası, Rusya'da Pokrov ve Çernigov kiliseleri, Makedonya'da Vodoça'da ithafı belirsiz ve Nerezi'deki Sveti Panteleimon kiliseleri, Arnavutluk'ta Peşkopi kilisesi, Hırvatistan Nin'deki Sveti Nin (Kutsal haç) kilisesi, İtalya'nın güneyinde en tipik örneği görülen Stilo Cattolica kilisesi, Massafra'da San Leonardo, Poggiardo'da Santa Maria, Ginosa'da San Domenico, Giurdignano'da Kurtarıcı İsa kiliseleri önemli olanlardır. Bunların yanısıra kaya oyma manastır geleneğinin devam ettiği güney İtalya'daki manastırlardan Otranto'da San Pietro kaya kilisesi ve Rossano'daki San Marco kaya kilisesi dikkat çekicidir.

Ekonomik açıdan, erken dönemde kilise inşaatı ağırlıklı olarak imparator ve ailesiyle az sayıdaki yüksek rütbeli din adamı tarafından yürütülen bir imar faaliyetiyken orta dönemde idari sistemdeki değişimler ve güçlü aristokrat ailelerin doğması inşa faaliyetlerine yeni katılımcılar eklemiştir. Bunun sonucunda çok sayıda ancak önceki devirlere kıyasla daha küçük ölçekte kilise inşa edilmiştir. Bu inşa faaliyetleri sırasında kapalı kollu Yunan haçının köşe odaları ve özellikle de bunların üst katları bu aristokrat sınıfının ihtiyaç duyduğu şey olan ayrıcalıklı ve kişiye özel ibadet mekanları sağlamıştır. Olasılıkla bu sebepledir ki sadece başkentte değil ama eyaletlerde de yüzyıllar boyunca kullanılan kapalı kollu Yunan haçı plan tipi, Kapadokya gibi kayadan oyma kilise yapılan bir bölgede dahi bu planın taklit edilmesine sebep olmuştur. Bu yüzden küçük bölgesel farklılıklar dışında bu plan tipi Makedonya'dan Yunanistan'a, Bulgaristan'dan Ukrayna ve Rusya'ya ve hatta güney İtalya'ya kadar yayılan bir uygulama alanı bulmuştur. Doğum yeri ve kökeni her neresi olursa olsun kapalı kollu Yunan haçı tüm orta dönemin hakim tek plan tipi olmuştur. Çalışmamda yer alan tüm yapılar da bu plan tipinde inşa edilmişlerdir. Bu plan tipinin farklı coğrafyalarda hatta bazen aynı coğrafyada dahi farklı biçimlerde inşa edilme sebepleri aranmış ve bunun sonucunda; anakara ve ada Yunanistan'ı tipinde; kubbenin köşe duvarı ya da sütunlarca desteklendiği tipler olmak üzere adlandırılmışlardır. Bunlardan kubbenin köşe duvarları tarafından desteklendiği yapıların daha erken, sütun ya da payelerle desteklenenlerin daha geç dönemde inşa edildikleri iddia edilmiştir. Öte yandan Yunanistan'da karşımıza çıkan her iki varyasyon da kapalı kollu Yunan haçından doğmuş ancak zaman içerisinde Aynaroz tipi denilen ve bema önünde kuzey ve güney duvarlarının birer apsis gibi dışarı taşmasıyla yeni bir türe örnek oluşturmuştur. Çalışmamdaki yapılar bu plan tipinin en erken örneklerinden olgunluk dönemine kadar olan bir zaman dilimi içerisinde bulunmaktadırlar. Bunların çoğunda, inşaatlarından sonraki yüzyıllarda yaşanan doğal felaketler, yapılan onarım ve değişiklikler sebebiyle asıl görünümlerini bulmak şu an için mümkün değildir. Ancak arkeolojik kazı yapıldığı taktirde, o zamana kadar kaynaklardan elde edilen bilgilerin bazen ne derece yanıltıcı olabileceği Kalenderihane örneğinde görülmüştür. Bu sebeple her ne kadar bu dönem yapılarının hem aynı donemin ilerleyen aşamalarında hem de son Bizans döneminde maruz kaldıklarım düşündüğüm değişiklikler bu aşamada ancak bir hipotez niteliğinde olacaktır. Buna göre orta Bizans dönemi yapılarının kuzey ve güney duvarlarındaki geniş üçüz pencerelerin kolaylıkla genişlemeye imkan veren yapısının bir sonucu olarak Kalenderihane güney duvarına bitişik olasılıkla bir parekklesionun varlığı, duvar üzerinde hala görülebilen fresko kalıntıları ve bunların yanındaki kaim duvar parçalarından anlaşılmaktadır. Benzer şekilde Atik Mustafa paşa güney duvarında derin nişler içinde ve yine üçüz pencerenin üzerinde bulunan freskolar ve bunların arasında başmelek Mikael'in varlığı burada olasılıkla mezar amaçlı kullanılan bir ek binanın varlığına işaret etmektedir. Benzer biçimde adeta bir balkon gibi bırakılan çıkıntılar Myrelaion’da da belki de böyle bir eklemenin varlığına işaret etmektedir. Bu yapı her ne kadar arkeolojik kazısı yapılanlardan biriyse de kazının başlama tarihinin hemen öncesinde yapılan geniş çaplı bir tamirat olasılıkla görüşüme destek niteliğindeki kalıntıları da yok etmiştir. Küçük ölçekli bir başka manastır yapısı olan Hirami Ahmet 'te de benzer bir durum öngörüldüğü için burası için de yan kısma eklenebilecek bir parekklesionun olası çizimi yapılmıştır. Bununla beraber ayinlerin ve dini uygulamaların değiştiği, anıtsal ve görselliğe ağırlık veren uygulamaların yerini daha içe dönük ve ayinlerin bir kısmının sadece din adamlarına özel hale gelmesiyle beraber bunun mimarideki yansımaları da görülmeye başlanmıştır. Nitekim daha önceleri apsis önünde yer alan sunak masasının cemaat tarafından görülmesini engellemeyecek yükseklikte olan taş korkuluk levhaları yerlerini üzerleri İsa peygamberin hayatından sahnelerin yer aldığı, dini bayram ve azizlerin tasvir edildiği bir duvara dönüşmüştür. Bu dönüşümün kesin tarihi belli değildir. Konuyla ilgili olarak, 10. yüzyıldan başlayıp Bizans'ın son dönemine hatta Bizans sonrası Rusya'nın bu uygulamanın başlangıcı yaptığına dair çok sayıda görüş mevcuttur. Bu dönemde başkentteki yapılar arasında ne tür bir templona sahip olduğunu bildiğimiz tek yapı Pantokrator manastırı kilisesidir. Sonraki yüzyıllarda yükselen bir duvar halini alan templonun burada bemanın görülmesine imkan verecek şekilde ve yakındaki 6. yüzyılda inşa edilmiş olan Aziz Polyeuktos kilisesinde getirilen malzeme ile yapılmış mermer bir templonu vardı. Berna içinde yer alan diğer önemli mekan olan synthronon ise orta Bizans döneminde adeta yok olmuştur. Pantokrator manastır kiliselerinde sembolik olarak ve tek basamaktan oluşan bir synthrononun varlığı kazı yapan ekip tarafından ortaya konmuştur. Bu, döneme ait bilinen tek örnek olması itibariyle önemlidir. Ancak genel kanı synthrononun bu dönemde ortadan kalktığı yönündedir.

İnşa edilen tüm yapıların malzemesi tuğla ağırlıklıdır. Eyaletlerde, özellikle de Yunanistan'da tuğla sıralar arasına taş sıralarının yerleştirilmesi ve bu taşların da etraflarına her yönden yerleştirilen tuğlalarla bir çerçeve içerisine alınarak yapıldıkları teknik olan cloisonne kuyumculukta da bilinen bir uygulamadır. Yine Yunanistan'da dış cephelerde bulunan pencere ve kapıların üzerleri boyunca duvara yan gömük durumda bulunan testere dişi tuğla süsleme sevilerek uygulanırken başkentte ve diğer eyaletlerde böyle bir uygulamaya rastlanılmamaktadır.Tuğlanın süslemeden çok inşaatta kullanımı sırasında özel bir teknik ve bunun birkaç farklı kullanımı yine bu dönemde karşımıza çıkan farklı bir uygulamadır.Hakkında, tuğla tasarrufundan, esnekliği artırdığı için daha dayanıklı duvarlar oluşturduğuna kadar farklı görüşlerin olduğu bu teknik "gizli tuğla" olarak bilinmektedir. Asıl kullanım amacı ne olursa olsun bu teknik sayesinde tuğlanın tekrar kullanımı artmış ve yüzeyler daha düz bir görünüm elde eder hale gelmişlerdir. İki sıra tuğla arasına konulan üçüncü tuğlanın dış yüzeyden görülmeyecek şekilde duvara gömülmesi sonucunda tuğlalar



arasında oluşan çok kaim bir harç tabakası yardımıyla kolaylıkla fark edilebilen bu uygulama ilk olarak Mango'nun dikkatini çekmiştir. Bu uygulama, daha sonra uzun yıllar boyunca hemen hemen kesin tarihleme araçlarından biri olarak düşünülmüştür. İstanbul kökenli olduğu düşünülen bu tekniğin sadece 11.-12. yüzyıllarda kullanıldığı zannedilmekteydi. Bu duvar tekniğinin sadece başkentle sınırlı olmadığı, Rusya'dan Bulgaristan'a ve hatta Sırbistan ve Makedonya'ya kadar yaygın bir teknik olduğu ortaya çıkarılmıştır. Ousterhout tuğla kullanımının olmadığı İsrail'deki Bizans dönemi inşaatlarındaki malzemenin başkentten getirildiğini ve yine buradan gelen ustaların Kutsal mezar kilisesinde gizli tuğla tekniğini kullandığını ortaya çıkarmıştır. Fakat herşeye rağmen bu tekniğe başkentte son Bizans döneminde rastlanmaması sebebiyle en yeni tarihli araştırmalarda dahi 11.-12. yüzyıla ait bir uygulama olduğu vurgulanmaktadır. Bu sebeple çalışmamdaki yapılarda şu aşama itibari ile kanıtlanmış bir karşı fikir ileri sürülemediğinden dolayı gizli tuğla uygulamasının görüldüğü durumlarda bu yüzyıl belirleyici bir etken olarak değerlendirilmiştir.Binaların inşaatlarında karşımıza çıkan bazı ufak mimari ayrıntılar da yanıtlanması gereken sorulardan bir kısmını oluşturmaktadırlar. Bunlardan nartekslerin dar kenarlarında duvar yüksekliği boyunca devam eden derin nişler örnekleri erken dönemde Yunanistan'da bazilikalarda görülmekle beraber, daha sonra Girit adasında Gortys'deki 7. yüzyıl Aziz Titus kilisesinde de karşımıza çıkmaktadır. Tuhaf bir biçimde uzak bir bölge olan Mısır'da 12. yüzyılda inşa edilmiş olan Abu Sarga bazilikasında da aynı şekilde narteksteki derin nişin bir örneği görülmektedir. Yine Mısır'da tanrıça Hathor tapınağından dönme kilisede ve Deir Abu Hennes kilisesinde de nartekste bu tür nişlere rastlanmaktadır.Bunlar olasılıkla bağış yapan kişilerin ölümlerinin ardından anıldıkları ve ayinlerinin yapıldığı küçük bölümler olarak düşünülmelidir. Zira sonraki yüzyıllarda da devam ettiği şekliyle erken hırisiyanlık döneminden farklı işlev kazanan narteksler genellikle mezarların da bulunduğu mekanlara dönüşmüşlerdir. Bunun en tipik örneği olarak Kariye dış narteksindeki çok sayıdaki arcosolia gösterilebilir. Binalarda göze çarpan bir başka özellik de derin,dar ve uzun kornişlerin doğu cephelerindeki kullanımıdır. En yaygın biçimde kullanıldığı binalar Pantokrator manastır kiliseleri ve Gül Camii’dir.Bizans kültürel etkisinin hissedildiği Yunanistan'la sınırlı kalan bu uygulama beklenmedik biçimde Hırvatistan'da yeniden karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Hırvatistan için beklenmedik olmasının sebebi mezhep ayrılığının çok uzun süre olması ve bu sebeple de Bizans'tan etkilenmenin çok az olmasıdır. Ancak henüz kesin olarak Bizans etkisinden ayrılınmadığı dönem olan 9. yüzyılda bir Roma binasından çevrilerek kilise olarak kullanılmaya başlanan Sveti Donat'ta gözlenir. Aynı döneme ait bir başka yapı ise Oslje'de yine bir Roma binasından çevrilen yapıda gözlenmektedir. Her iki yapının da rotunda oluşu olasılıkla boyutları itibariyle böyle derin ve uzun kör nişleri elverişli kılmaktaydı. Cephelerdeki bu nişlerin gezici Bizans inşaat ustalarından etkilenme ihtimali gözardı edilmemelidir. Başkente özgü önemli bir başka nokta da kapalı kollu Yunan haçı planında haçın doğu kolunun apsisle birleştiği nokta önünde bulunan bemanın özellikle uzun tutulması ve bunun sonucunda haçın doğu kolunun çok uzunmuş gibi görünmesidir. Bu uygulama sadece başkentle sınırlı kalmamış bazen Selanik'te olduğu gibi kopya edilmiş olsa da diğer bölgelerde sıklıkla karşılaşılan bir durum olmadığından bir başkent karakteristiği olarak kabul edilmelidir. Özellikle imparator ve ailesi tarafından yaptırılan ya da onartılan yapılarda herhalde bir imparatorluk inşa ekibi çalışıyor olmalıydı. Şu an için yazılı bir kaynak bulunmamasına karşın imparatorluk aile üyelerince yaptırıldığı bilinen Mangana Aziz Georgios, Pantepoptes, Peribleptos gibi yapılardaki tuğla ve harcın çok özenli olmaları akla bu fikri getirmektedir. Tuğla ve harca gösterilen bu özenin harç üzerinde sert bir cisimle yapılan düzleştirme, gerginliği azaltma gibi amaçlara yönelik olduğu düşünülen küçük bir ayrıntıda dahi çok ustaca yapılması bu fikri destekler niteliktedir. Bizans dünyasında dış cephede işlevsiz gözüken ve farklı iki yerde ve yüzyılda karşımıza çıkan bu yuvarlak pilasterlerin amaçlarının ne olduğu kesinlik kazanmamıştır . Bu uygulamanın yapıldığı iki yapı Myrelaion ve Selanik Panagia Halkion'dur. Ancak bu iki yapı dışında Pantokrator manastırı kiliselerinin doğu cephesi gözardı edilmiştir. Nitekim bu cephede de duvara gömük ve biraz da kötü durumda oldukları için çoğu kişinin dikkatinden kaçmış yuvarlak pilasterler mevcuttur.Bu konudaki görüşüm bu pilasterlerin üzerinde bulunduğu yapının inşaatının boyutlarını sınırlayıcı bir özellik taşıdığı şeklindedir. Pantokrator'da birden fazla yapının yakın zamanlarda inşa edilmeleri ve başlangıçta planlanmadığı anlaşılan orta yapının eklenmesi gibi süreçlerde bu pilasterler yapının sınırlarını belirlemiş, daha sonra belki de süsleme amaçlı olarak da kullanılmıştır. Bunların inşa amaçlarının bina dış cephesini korumak olmadığı kesindir zira statik açıdan bunların taşıyıcı özellikleri yoktur.

Yüklə 169,26 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin