17. YÜZYIL
17. yüzyılda tıp tarihinin dünya tıp tarihinde önemli bir yeri vardır. Matematikçi filozoflar Descartes, Leibniz, Pascal’in; fizikçi-astronomlar Newton, Galileo, Kepler’in; kimyacı Robert Boyle, Helmoltz’un; deneysel felsefeci Francis Bacon’ın yaşadığı yüzyıldır ve tıp tarihi açısından da parlak bir dönemdir. Bir önceki 16. yüzyıl klinik hekimliğin ve cerrahinin yeniden doğuşuna sahne olmuşken, 17. yüzyılda botanik ve anatomide yeni açılımlar geliştirilmiştir. Bilimsel fizyopatoloji, epidemiyoloji, kimyanın tıbba uyarlanması 16. asırda ortaya çıkmıştı. Tüm bu dallar 17. yüzyılda gelişerek devam etmiştir. Bunlara ek olarak, fizyoloji ve mikroskobik anatomi de bu yüzyılda ortaya çıkarak gelişmeye başlamıştır.
17. yüzyılın fizyolojide kaydettiği en büyük ilerleme, kan dolaşımının bulunuşudur. Bu sahada Galen’in kuramları 17. yüzyıla kadar hakim konumdaydı. Akciğer kan dolaşımından bahseden ilk kayıtlar 13. yüzyılda Kahire’de yaşamış Ibn Nefis (1210-1280)’dir. Ayrıca talihsiz İspanyol fizikçi Michael Servetus, yazdığı dini içerikli kitabında, Ibn Nefis’den de yararlanarak, küçük kan dolaşımından bahsetmişti. Kilise öğretisine aykırı bu düşüncesi yüzünden 1553 yılında 42 yaşındayken, Calvin tarafından yakılarak idam edilmekle cezalandırılmıştı.
Fakat kan dolaşımı hakkında bilimsel gerçekleri sistemli olarak ilk kez ortaya koyan İngiliz hekim William Harvey (1578-1657)’dir. Harvey, o dönemin parlak bir bilimsel merkezi olan, Padua (İtalya) Tıp Okulu’nda devrinin önde gelen hekimlerinden ders alarak yetişmişti. 1628’de yayınlanan eseri De Motu Cordis Sanguinis, kan dolaşımını yalnızca bilimsel bir kuram olarak ortaya konmakla kalmıyor, sistemik kan dolaşımı morfolojik ve deneysel olarak ta kanıtlanıyordu. Verdiği konferanslarda bu teorisi hakkındaki görüşlerini –Shakespeare’in ölüm tarihi de olan- 1616’dan beri geliştirdiği anlaşılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |