Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə21/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32
Ve hepsi yavaş yavaş yazın İtalya'ya yapacakları hayalî seyahatin etrafında birleşmeye ve birlik olmaya başladılar. Sınıftakilerin tümüne uçak bileti alacak parası olan Connie bile sponsorluk ve
ucuz bilet fiyatları tartışmalarına katıldı, çartır uçaklar için önceden para yatırılması gerektiğini konuşmaya başladı. Gerçekten hep birlikte bir seyahat tertiplenirse o da katılmaya kararlıydı.
Connie okulun gittikçe düzeldiğim fark ediyordu. Bakım artıyor, okul boyamyor, yeni ağaçlar dikiliyor, bahçe düzenleniyordu. Kırık dökük bisiklet barınağı bile yenilenmişti.
İtalyanca kursunun başarısını övmek için zaman zaman sınıfa gelen yakışıklı ve cazip müdür Bay O'Brien'a, "Okulu gerçekten yenileştirdiniz" dedi.
- Zor iş, Bayan Kane. Kocanız vasıtasıyla karşılaştığınız paralı kişilere biraz bizden söz ederseniz ne kadar minnettar olacağımızı bilemezsiniz. Connie'nin kim olduğunu bildiği için diğerleri gibi Constanza diyemiyordu, ama neden bu kursa yazıldığını merak ediyordu.
- Onlar merhametsiz insanlar, Bay O'Brien. Bir ülkenin geleceğinin okullarına bağlı olduğunu anlamıyorlar.
- Bana mı anlatıyorsunuz ? dîye sordu Bay O'Brien içini çekerek. Zamanının çoğunu bankalarda form doldurarak geçiren ben değil miyim? Öğretmenin ne demek olduğunu unutacak kadar...
- Kannız, aileniz yok mu, Bay O'Brien? Connie, bu adama neden böyle bir konuda soru sorduğunu anlayamıyordu. Aslında meraklı biri hiç değildi. Otelde çalışırken soru sormak yerine iyi bir dinleyici olmanın faydalarını öğrenmişti.
- Hayır, evli değilim. Çocuğum da yok.
- Okuluyla evli olan biri için böylesi daha iyi sanırım. Bence insanların çoğu hiç evlenmemek'. Örneğin benim kocam...
Tony ne demek istiyorsunuz der gibi kaşlarını kaldırdı. Connie bir anda ne kadar ileri gittiğini fark ederek, "Özür dilerim" dedi, "Sakın yalnız bırakılmış kadın rolü oynadığımı sanmayın. Sadece bir gözlemde bulunuyordum, o kadar."
- Aslında evli olmayı çok isterdim. Bu da benim kendimle ilgili bir gözlemim, dedi. Okul müdürünün böylesine özel bir konuda açıklamada bulunması nazik bir hareketti. Yapılan bir itirafa başka bir itirafla karşılık veriyordu. Benim sorunum bu yaşa kadar kendime uygun biriyle karşılaşmamış olmam...
- Yaşınızın ilerlemiş olduğunu düşünmüyorsunuz herhalde ?
- Evet, öyle. Öyleyim çünkü o bir çocuk gibi. Aslında Bay Dunne'ın çocuğu. Bu sözleri söylerken başıyla okul kapısında kursa katılanlarla vedalaşmakta olan Aidan Dunne ile Signora'yı işaret ediyordu.
- O da sizi seviyor mu ?
- Umarım. Sanırım. Ama ona uygun değilim, çok yaşlıyım. Yanlış biriyim... Sonra başka sorunlar da var.
- Bay Dunne ne diyor?
- Haberi yok, Bayan Kane.
Connie derin bir nefes aldı. "Başka sorunlar derken ne demek istediğinizi anlıyorum" dedi. "Sizi o sorunları çözmeniz için yalnız bırakayım."
Daha fazla soru sormadığı için minnettar olan Bay O'Brien, Connie'ye gülümsedi. "Kocanız işiyle evli olanlardansa deli olmalı" dedi.
- Teşekkür ederim, Bay O'Brien. Arabasına bindi ve eve döndü. Bu kursa başladığı günden beri insanlarla ilgili ne çok şey öğrenmişti.
Elizabetta dedikleri o kıvırcık saçlı acayip kız Guglielmo'nun İtalyanca'yı iyice öğrendikten sonra İtalya'da bir banka yöneteceğini söylüyordu; kızgın ifadeli Luigi ise "İnsan başkasında on iki bin poundluk bir yüzük görse değerini anlar mı" diye sormuştu. Aidan Dunne da canlı renklerde kullanılmış halı satan bir dükkân adresi istemişti. Bartolomeo ise "İntihar eden birini tanıdınız mı" diye sormuş ve bunu deneyenlerin başarana dek denemeye devam edip etmediklerini merak etmişti. Birkaç kez, bir arkadaşı için sorduğunu tekrar etmişti. Francesca'nın kızı mı kardeşi mi olduğu kesin olmayan Caterina da Quentin's'te öğle yemeği yediğini, enginarların muhteşem olduğunu söylemişti. Lorenzo da durmadan İtalya'da onu misafir edecek ailenin ne kadar zengin olduğunu, onları utandıracak bir şey yapmamak için dua ettiğini tekrarlayıp duruyordu. Şimdi de Bay O'Brien Bay Dunne'ın kızıyla ilişkisi olduğunu açıklamıştı.
Birkaç ay önce ne bu insanlardan ne de hayatlarından haberdardı.
Yağmurlu havalarda bazılarını arabasma alırdı. Okulun resmî olmayan servisi gibi algılamamaları için bu işi düzenli yapmaktan kaçmıyordu. Ama yeğeninin oteline gitmek için iki otobüse binmek zorunda olan Lorenzo'ya karşı bir zaafı vardı. Lorenzo o otelde kapıcılık veya hademelik yapıyor ve orada yaşıyordu. Ders çıkışı, herkes televizyon izlemeye veya uyumaya evlerine veya pub'a, kahveye giderdi. Lorenzo ise çalışmaya gidiyordu. Bir keresinde Connie'ye arabayla gitmenin işini ne kadar kolaylaştırdığını söylemişti. O günden sonra Connie Lorenzo'yu arabayla götürmeye özen göstermeye başladı.
Gerçek adımn Laddy olduğunu öğrendi. Derse yardımcı olmak
amacıyla birbirlerine İtalyanca adlarıyla hitap ediyorlardı. Laddy'yi İtalyan dostlan Roma'ya davet etmişlerdi. Altmış yaşlarında, basit, neşeli, iriyarı bir adamdı. Kapıcısı olduğu otelin önüne kadar, son model, pahalı bir araba kullanan bir hanımın getirmesini çok olağan karşılıyordu.
Zaman zaman, kardeşinin oğlu, yeğeni Gus'tan söz ederdi. Hayatını çalışmakla geçiren, ama işler düzelmezse elindeki oteli kaybedecek olan Gus'tan...
Bir süre önce bir panik yaşanmıştı. Bir sigorta ve yatırım şirketinin işleri bozulmuştu. Son dakikada bir mucize olmuş zarara uğrayanların paraları geri verilmişti. Huzurevinde yaşayan Loren-zo'nun kardeşi olanlara çok üzülmüştü. Ama Tanrı yardım etmiş, tek oğlu Gus'ın iflas etmediğini öğrenecek kadar ömür tanımıştı kardeşine. O da mutlu ölmüştü. Connie anlatılanları dudaklarım ısırarak dinliyordu. Harry'ye kalmış olsaydı yüzüstü bırakılacak insanlar bunlardı demek...
Peki şimdiki yeni sorun ne diye merak etti. Aslında her şey o eski olayla bağlantılıydı. Parasal sorunları olan, sonra da borçlarını ödeyen şirket herkesi tekrar yatırım yapmaya zorlamıştı. Adeta paralarını geri verdiği için şirkete minnet borcu ödemek gibi bir şeydi bu... Lorenzo işin aslını tam olarak anlamamıştı, ama yeğeni için endişe ediyordu. Gus çok çaresizdi. Her yolu denemişti. Otelin yenilenmesi gerekiyordu. Sağlık yetkilileri otelin yangına karşı korunmasız olduğunu savunuyordu. Oysa Gus'ın bu değişiklikleri yapacak parası kalmamıştı. Elinde ne varsa şirkete yatırmıştı. Yatırımım paraya çevirmesine hiç olanak yoktu. Bahama yasalanna göre böyle bir yatırım ancak çok çok önceden haber verilerek paraya çevrilirdi.
Connie, bu sözleri duyunca arabasını yol kenarına çekti.
- Bana bir daha anlatır mısın, lütfen Lorenzo? Yüzü bembeyazdı.
- Ben malî konularda uzman değilim ki Constanza.
- Yeğeninle konuşabilir miyim ? Lütfen.
- İşi konusunda konuşmamdan hoşlanmayabilir... Lorenzo bu iyi kalpli kadına bu kadar açıldığı için pişmanlık duyuyordu.
- Lütfen, Lorenzo.
Gus'la konuşurken Connie bir bardak konyak istemek zorunda kalmıştı. Duydukları o kadar rezilane o kadar iğrençti ki... Şirkete yatırdıkları parayı geri aldıktan sonraki beş yıl içinde Gus ve onun gibi kim bilir kaç kişiye Freeport ve Nassau'da kurulu iki i] şirkete para yatırmaları için baskı yapılmıştı.
Connie, ağlayarak şirketlerin Harold Kane ve Siobhan Casey ta-
rafından yönetildiğini gördü. Gus ile Lorenzo neden ağladığını anlamadan şaşkınlıkla onu izliyorlardı. Connie önce çek defterini çıkartarak Gus'm adına yüklü bir çek imzaladı, sonra otelin yeniden düzenlenmesine yardımcı olacak inşaat ve dekorasyon işleri yapan arkadaşlarının adım verdi. Ardından da kendi adım vermemeleri şartıyla elektrik işleri yapan iyi bir firmanın adını da verdi.
- Bütün bunları neden yapıyorsunuz, Constanza? Gus şaşkınlık içindeydi.
Connie Gus'ın elindeki evrakın üstündeki isimleri gösterdi. "Bu adam benim kocam, kadın ise metresi. Yıllarca ilişkilerini görmezliğe geldim. Onunla yatması vız geliyor. Ama benim paramla namuslu insanları dolandırdığını duymak... Aman Tanrım!" Onlara deli deli bakan, aklım kaçırmış biri gibi göründüğünü düşündü.
Gus yumuşak bir sesle, "Bu parayı alamam, Bayan Kane" dedi. "Yapamam. Bu çok fazla bir para."
- Salı günü görüşürüz, Lorenzo, dedi Connie ve hemen çıkıp gitti.
Kaç perşembe akşamı Harry'yi evde bulmayı ümit ederek ve çoğunlukla evi boş bularak içeri girmişti? Bu akşam da farklı değildi. Saat geç olmasına karşm babasının eski arkadaşı T. P. Murphy'ye telefon etti. Sonra da avukatı aradı. Ertesi sabah buluşmaya karar verdiler. Suçlamalardan ve pişmanlıklardan arınmış bir toplantı yaptılar. Konuşmalan sona erdiğinde gece on bir olmuştu.
- Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz ? diye sordu avukat.
- Harcourt Meydanı'na telefon edeceğim. Harcourt Meydanı polisin kaçakçılık şubesinin olduğu yerdi.
Harry o gece eve gelmedi. Connie ise hiç uyumadı. Bunca yıl böyle bir evi korumanın ne kadar gülünç olduğunu fark etti. Çocukların kendi evleri vardı. Solgun bir yüzle arabasını alarak şehre indi. Sonra derin bir nefes aldı ve kocasının o güne kadar süregelen hayatını sona erdirecek bir konuşma yapmak üzere Harry Kane'in bürosunun merdivenlerini çıkmaya başladı.
Avukatlar bu konunun çok tartışılacağını, gazetelerde ve tel-vizyonda çok sözü edileceğini söylemişlerdi, onun adınm da kir-letileceği konusunda uyarmışlardı. Bu bakımdan evinden başka bir yerde kalmasının daha doğru olacağını söylemişlerdi. Yıllarca önce, bir gün annesi Dublin'de oturmak ister diye ufak bir daire satın almıştı. Deniz kenarında, giriş katıydı. "Daha uygun bir yer
olamaz" diye düşündü. "Gerekli eşyaları birkaç saatte taşırım" dedi kendi kendine.
- Birkaç saatten fazla olmasm, demişlerdi. Harry'yle tek başına görüşmek istemişti.
Harry, çalışma odasında, bürosunun boşaltılmasını seyrediyordu. "Tek isteğim önemli biri olmaktı" dedi.
- Bunu daha önce de söyledin.
- Evet. Demek ki tekrarlıyorum. Bir şeyi iki kere söylemek yalan söylemek demek değil.
- Her zaman önemli biriydin. Başından beri. Senin istediğin bu değildi. Sen her şeye sahip olmak istedin.
- Yapmamalıydın. Aslında her şeyin yolundaydı.
- Her zaman her şeyim yolundaydı benim, dedi Connie.
- Hayır değildi. Sen frijid, kıskanç bir orospusun. Hep öyleydin...
- Siobhan Casey'in sana verdiği hiçbir şeyi kıskanmadım. Hiçbir zaman. Sesi sakindi.
- Öyleyse bunu neden yaptın?
- Haksızlık yaptığın için. Bir kere uyarılmıştın. O zaman seni kurtarmıştım. Bu sana yetmedi mi ?
- Sen erkekleri hiç tanımıyorsun. Hiç. Tükürür gibi konuşuyordu. Onlan mutlu etmeyi bilmediğin gibi paranı alıp başını okşamana razı olarak bir erkeğin erkek kalabileceğini sanıyorsun.
- Çocuklar için güçlü görünsen iyi olur, dedi.
- Defol buradan, Connie.
- Son olaylarda senden yana çıktılar, sevgilerini hiç esirgemediler. Kendi hayatları olsa bile sen onların babasısın. Sen, kendi babana değer vermeyebilirsin ama çoğu insan böyle düşünmez.
- Benden gerçekten nefret ediyorsun, değil mi. Hapse atılacağım için bayram ediyorsun....
- Hayır. Hem hapiste fazla kalmazsın, nasıl olsa bir yolunu bulursun. Sen hep bir yolunu bulursun. Odadan çıktı.
Koridorda, bir kapının üstünde Siobhan Casey'in adı yazılı bir plaket gördü. O odadaki dosyalan ve yazılım programlarını toplayan memurlar gözüne ilişti. Siobhan'a destek olacak ne bir arkadaşı ne de ailesi vardı demek. O bankacılar, kaçakçılık şubesi memurları ve avukatların arasında oturuyordu.
Connie, kapıdan çıkıp arabasına doğru ilerlerken bacaklarının titremediğini fark etti. Uzaktan kumandalı anahtarla arabasını açtı ve deniz kenarındaki yeni evine doğru yola çıktı.
Laddy
Signora öğrencilerine İtalyanca adlar seçerken tam çeviri yerine başharflerin uymasına özen gösterirdi. Gertie diye bir kadın vardı. Asıl adı Margaret olmalıydı, öyle olunca İtalyanca adı da Margaretta olacaktı. Oysa Gertie kendini Margaretta olarak hiç düşünmediğinden ona "Gloria" diyorlardı. Gertie bundan o kadar hoşlanmıştı ki adını değiştirmeyi, bundan böyle Gloria'yı kullanmayı bile düşünür olmuştu.
Hevesli, iriyan adam adının Laddy olduğunu söylüyordu. Signora bir an durakladı. "Bu adın asimi aramaya değmez" dedi kendi kendine, "İyisi mi ağız dolusu bir ad bulalım, Laddy'yi çok daha mutlu etmiş oluruz." "Lorenzo" diye bağırdı.
Laddy bu isimden hoşlanmıştı. "Bütün Laddy'lere İtalya'da Lorenzo mu derler?" diye sordu.
- Evet, Lorenzo, dedi Signora, iyice vurgulayarak.
- Demek, Lorenzo, öyle mi? Yeni adından çok mutluydu. Arka arkaya, "Mi chiamo Lorenzo" diye tekrar ediyordu.
Laddy, 1930'lu yıllarda vaftiz olduğunda ona verilen ad John Matthew Joseph Byrne'dı, ama herkes ona "Laddy" derdi. Beş kızdan sonra doğmuştu. Bu doğum, ailenin küçük çiftliğinin sonsuza dek korunacağını simgeliyordu. Çiftliği yönetecek bir erkek çocukları vardı artık.
Ama olaylar her zaman beklendiği gibi gelişmez.
Laddy, çamurlu çukurlardan atlayarak, yapraklarından yağmur damlayan ağaçların altmdan geçerek okuldan döndüğü bir gün karşısına dizilmiş beş kız kardeşini görünce çok kötü bir şeyler olduğunu anladı. Önce, çok sevdiği köpeği Tripper'ın başına bir şey geldiğini düşündü. Patisini mi yaralamıştı yoksa bir tarla fa-
resi tarafından ısırılmış mıydı ?
Ağlayan kız kardeşlerinin yanından eve girmeye çalıştı. Ama kardeşleri onu engellediler ve anne ile babanın cennete gittiğini söylediler. Artık ona kız kardeşleri bakacaktı.
- İkisi de aynı anda nasıl giderler ?
Laddy sekiz yaşındaydı. Çok şey biliyordu. İnsanlar teker teker cennete giderlerdi. Arkada kalanlar siyahlara bürünür ve ağlardı.
Oysa söyledikleri doğruydu. El arabasını tren yolundan iterken araba raylara takılmış ve ne olduğunu anlamadan trenin üstlerine doğru geldiğini fark etmişlerdi. Laddy, her ne kadar Tann'nın bunu zamanı geldiği ve yanına almayı istediğinden yaptığını kabul etse de neden bu yolu seçtiğini yıllarca sorgulamıştı.
Bu olay herkesi üzmüştü. Treni kullanan zavallı makinist bir daha iyileşememiş, sonunda kendini tımarhanede bulmuştu. Anne ile babayı bulanlar konuyu kimseyle konuşmak istememişlerdi. Laddy bir keresinde rahibe, "Tann anne ile babayı yanına almak istediyse neden ağır bir zatürree aracılığıyla yapmadı" diye sormuştu. Rahip de başını kaşıyarak bunun bir sır olduğunu, dünyada tüm olup bitenleri anlamak için Tann kadar bilgili olmak gerektiğini, bunun da imkânsız olduğunu söylemekle yetinmişti.
Laddy'nin en büyük ablası Rose, bölgedeki devlet hastanesinde hastabakıcıydı. İşini bırakıp ailenin başına geçmişti. Hayatı yalnızlık içinde geçiyordu, erkek arkadaşımn onu görmek için bir buçuk mil yürümesi gerekiyordu, her gelişinde bir sürü çocukla ilgilenmesi gerektiğinden artık gelmez olmuştu.
Rose, çocuklara mutlu bir yuva sağlamıştı. Her akşam mutfak masasmda ödevleri denetler, giysileri yıkar, yamar, yemek pişirir, evi temizler, sebze yetiştirir, kümes hayvanlarına bakardı. Çiftliğin işlerine yardım etmesi için Shay Neil adında bir işçiyi tutmuştu.
Shay, ufak sığır sürüsüyle ilgilenir ve çiftliğin düzenli çalışmasına yardım ederdi. Fuarlara ve pazaryerlerine gider, anlaşmalar yapardı. Çiftlik evinin dışında bağımsız bir binada otururdu. Komşuların laf söylemesine izin vermemek için... Komşular, bir işçi ile o kadar kız çocuğunun aynı evde yaşamasını uygun gör-meyebilirlerdi.
Bryne ailesinin kızlan çiftlikte yaşamaya devam etmediler. Rose hepsinin gerekli sınavları vererek gitmelerini sağladı. Biri hastabakıcı olmaya, diğeri öğretmen okuluna, üçüncüsü Dublin'de bir dükkânda çalışmaya, dördüncüsü de devlet memuru olmaya...
Rahibeler ve Rose elbirliğiyle kızlara iyi birer gelecek hazırlamak için çabalamışlardı. Herkes böyle diyordu. Rose, Laddy'yi de
iyi yetiştirmeye büyük özen gösteriyordu. Laddy, on altı yaşındaydı ve annesi ile babasım nerdeyse unutmuştu. Anılarında sadece sabırlı ve neşeli Rose vardı. Aptal olduğunu söylemeyen Rose...
Saatlerce Laddy'yi çalıştırır, öğrettiklerini unutmaması için defalarca tekrarlamaktan yüksünmezdi. Ertesi sabah öğrendiklerinin bir kısmını unuttuğunu fark etse bile hiç kızmazdı. Okuldaki arkadaşlanyla konuştukça kimsenin Rose kadar iyi bir annesi olmadığını fark etmişti.
Laddy'nin on altı yaşma bastığı yıl iki düğün vardı. Kız kardeşlerinin evlilikleri için gerekli bütün hazırlıkları, yemekleri Rose yapmış, misafirleri o ağırlamıştı. İki düğün de büyük olay olmuştu. Sonradan Shay'in yeni boyadığı evin önünde çekilen resimler duvarlara asılmıştı. Shay bütün zamanını çiftlikte geçiriyordu, yine de daima geri planda kalmayı severdi. Gündelikle çalışan bir işçi olduğunun bilincinde, misafirlere karışmamaya özen göstermişti.
Sonra sıra Laddy'nin İngiltere'de çalışan kız kardeşine geldi. O, çok sade bir düğün istediğini söylüyordu. Bu, hamile kaldığını, onun için sade bir nikâhla yetineceğini ifade ediyordu. Rose, kardeşine mektup yazmış, faydalı olacaksa Laddy'yi alıp gelmeye hazır olduğunu bildirmişti. Kardeşinin cevabı minnet doluydu, gelmelerine gerek olmadığını belirten altı çizilmiş sözcüklerle doluydu.
Hastabakıcı olan kardeşleri Afrika'ya gitmişti. Komşular Byrne ailesinin artık yerlerine yerleştiğini söylüyorlardı. Laddy işleri devralana dek çiftliği Rose yönetecekti. "Tabiî Laddy bir gün çiftliğin sorumluluğunu üstlenecek duruma gelirse" diyorlardı. Herkes Laddy'nin biraz yavaş kavrayan biri olduğunu düşünüyordu. Laddy'nin ve Rose'un dışında herkes...
Laddy on altı yaşında olduğuna göre şu sıralarda orta düzey diplomasını almak üzere yoğun bir çalışmanın içinde olmalıydı. Oysa bu konuya değinen yoktu.
- Tannm, Kardeşler'de her şeyi ne kadar hafiften alıyorlar, demişti Rose bir gün. Şimdi yoğun bir şekilde derslerinizi tekrarlamakla meşgul ve çok ders çalışıyor olmalısınız. Oysa... Sizin Kardeşler'de hiç hareket yok.
- Bu yıl o diplomayı alacağımı sanmıyorum, dedi Laddy.
- Alacaksın tabiî. Dördüncü sınıftasın. Şimdi almazsan ne zaman alacaksın ?
- Gerald Birader hiçbir şey söylemedi ama. Canı sıkılmış gibiydi.
- Ben hallederim, Laddy. Rose hep her şeyi hallederdi.
Otuz yaşına varmak üzereydi. Koyu kumral saçlı, hoş bir ka-
 
dindi. Her zaman neşeli ve güleryüzlüydü. Geçmiş yıllarda Rose'a ilgi duyan birçok erkek olmuştu. Ama o hiçbirini yaklaştırmamış-tı. Onun görevi vardı. O ailesine bakmak zorundaydı. Ancak çocukların hayatı düzene girdikten sonra aşkla ilgilenecek zamanı olacaktı... Bu sözleri neşeli bir kahkaha eşliğinde söyler ve yaklaşanların kalplerini kırmamak için işler ciddiye dönüşmeden reddetmeye özen gösterirdi.
Rose, Laddy'nin her zaman iyilikle söz ettiği Gerald Birader'i görmeye gitti.
- Rose, kızım, gözünü aç. Laddy, bu okula gelmiş geçmiş en iyi çocuk, ama kafasının içinde iki kuruşluk beyin yok.
Rose hırstan yüzünün kıpkırmızı olduğunu hissetti. "Korkarım anlamıyorsunuz, Birader" dedi. "Öyle hevesli, öylesine öğrenmek istiyor ki... Belki sınıf fazla kalabalıktır..."
- Parmağıyla sözcükleri izlemeden okuyamıyor. Öyle yaptığında bile zorla okuyor.
- O sadece kötü bir alışkanlık. Ben vazgeçilirim...
- Ben on yıldır vazgeçirmek için uğraşıyorum, ama boşuna!
- Dünyanın sonu değil ya! Hiçbir sınavında başarısız değil. Çok kötü sonuç aldığı herhangi bir sınav var mı ? Orta düzeyini alacak, değil mi ? Gerald Birader bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı, sonra durakladı. Hayır, Birader, lütfen ne diyecekseniz çekinmeden söyleyin. İkimiz de onun iyiliğini istiyoruz. Bilmem gereken bir şey varsa lütfen söyleyin.
-  Hiçbir sınava girmediği için kötü bir sonuç almadı... Laddy'nin onurunun kırılmasını istemedim... Neden hep sınıf sonuncusu olsun?
- Peki başkalan sınavdayken o ne yapıyor?
- Benim için bazı işler yapıyor. O kadar iyi ve güvenilir bir çocuk ki...
- Ne tür işler, Birader?
- Kitap kutularını taşımak veya öğretmenler odasındaki şöminenin ateşine bakmak gibi şeyler. Ya da postaneye mektup götürmek...
- Siz şimdi bana kardeşimin Kardeşler'e hademe olması için mi okul taksidi ödediğimi söylüyorsunuz ?
- Rose Byrne, adamın gözleri nemliydi. Her şeyi ters tarafından almaktan vazgeç. Hem nasıl bir taksitten söz ediyorsun? Yılda birkaç pound... Laddy burada mutlu. Bunu sen de biliyorsun. Onun için en önemli şey mutlu olması değil mi ? Laddy'nin
orta düzeye veya başka herhangi bir sınava girmesini aklından çıkart. Sana söylemeye çalıştığım şey çocuğun yavaş algıladığı. Bu okuldan gelip geçen birçok çocuk için keşke bu kadarını söyleyebilseydim.
- Ben şimdi onu ne yapacağım, Birader? Bir tanm kolejine gider diye düşünmüştüm. Çiftçilik öğrenmek için...
- Başaracağını sanmıyorum, Rose. O tür bir koleje girse bile... ki girebileceğini sanmıyorum...
- Peki çiftliği nasıl yönetecek ?
- Çiftliği o yönetmeyecek. Sen yöneteceksin. Bunu başından biliyordun sanırım.
Oysa Rose bilmiyordu. O ana kadar bilmiyordu.
İçinde büyük bir sıkıntıyla eve döndü.
Shay Neil elinde tırmık, gübreleri bir kenara yığıyordu. Her zamanki gibi başıyla sert bir selam verdi. Laddy'nin yaşlı köpeği Tripper hoş geldin der gibi havlıyordu. Laddy kapıya gelmişti.
- Gerald Birader benim hakkımda kötü bir şey mi söyledi ? diye sordu merakla. Gözlerinde büyük bir korku seziliyordu.
- Okuldan gelip geçen en yardımsever çocuk olduğunu söyledi. Farkında olmadan ufak bir çocukla konuşur gibi konuşmuştu. Karşısında sanki rahatlatılması gereken bir bebek vardı. Böyle davranmaya devam etmemek için kendini uyardı.
Oysa Laddy hiçbir şey fark etmemişti. İri yüzünü geniş bir gülümseme kapladı. "Gerçekten mi ?"
- Evet. Senin harika şömine yaktığını, kitap taşıdığını, verilen her işte çok başanlı olduğunu söyledi. Sesindeki üzüntünün fark edilmemesi için gayret sarf ediyordu.
- Evet. Çocukların çoğuna güvenmiyor, ama bana güveniyor. Laddy gurur duyuyordu.
- Biraz başım ağrıyor, Laddy. Canım ne istiyor biliyor musun? Bana bir bardak çay ile bir dilim soda ekmeği getirmeni... Shay'in çayını da hazırlar mısın ?
- İki dilim jambon ile bir de domates keseyim mi ?
- Evet, Laddy. Harika olur.
Rose yukarı kata çıkıp yatağına uzandı. Nasıl olmuştu da bugüne kadar kardeşinin geri zekâlı olduğunu anlamamıştı ? Anneler, babalar hep böyle yaparlar, çocuklarını gereğinden fazla mı korurlardı ?
Neyse, artık evlenemeyeceğine göre bunun cevabını hiç öğrenmeyeceği kesindi. Geri zekâlı erkek kardeşi ve aksi suratlı işçi-
siyle bu çiftlikte yaşayacak, burada ölecekti. Umutla beklediği bir gelecekten yoksundu artık. Hayatı bugüne kadar nasıl geçtiyse sonsuza dek öyle geçecekti. Bugüne kadar yaşamını aydınlatan ışık sanki birden sönmüştü.
Her hafta kız kardeşlerinden birine mektup yazardı. Böylece her biri en az ayda bir kez haber alırdı. Onlara çiftliği anlatır, Laddy hakkında ufak tefek bilgiler verirdi. Oysa artık mektup yazmak zorlaşmıştı. Acaba kardeşleri Laddy'nin geri zekâlı olduğunu fark etmişler miydi ? Hayatını Laddy için feda ettiğini düşündükleri için mi onu böylesine överek minnettar olduklarını söylüyorlardı ?
Oysa kendisi ne yaptığının farkında değildi. Annesi ile babasının uğradığı kazadan sonra gençliğinin tadına varamadığını, hemşirelik okuluna gidemediğini biliyor, içinde onlara karşı büyük bir hırs besliyordu. O el arabasını itmelerine ne gerek vardı, arabanın raylarda sıkıştığını görünce neden kendilerini kurtarmamışlardı ?
Elinde yeğenlerinden birine göndereceği doğum günü tebrik kartı ve on şilin vardı. Parayı zarfa koyarken işten iyi para kazandığını sandığını düşündü. Ne de olsa bir çiftliği vardı. Oysa o çiftliği ne kadar istemediğini bilselerdi. Laddy'ye ölene dek mutlu bir hayat sağlayacak birileri çıksa çiftliği arkasına bakmadan vermeye nasıl hazır olduğunu kim bilebilirdi ?
Her yaz şehirde lunapark kurulurdu. Bu yaz, Rose da Laddy'yi götürmüştü. Birlikte çarpışan arabalara ve uçan koltuklara binmişlerdi. Trenle korku tüneline girmişlerdi. Laddy bağırarak koluna yapışmış, yolculuk bitince tekrar binmek için bir şilin daha istemişti. Birçok kasabalıyla karşılaşmışlardı, hepsi de Rose'a ilgiyle selam veriyorlardı. Rose Byrne insanlann beğendiği, takdir ettiği biriydi. Neden olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. İnsanlar ona hayatını feda ettiği için hayranlık duyuyorlardı.
Kardeşi çok eğleniyordu.
- Yumurta parasını da harcayabilir miyiz ?
- Birazını. Hepsini değil.
- Lunaparktan daha iyi harcayacak neresi var? diye sordu Laddy. Biraz sonra kardeşinin Üç Yüzük oyunundan kazandığı heykelcikle kendisine doğru geldiğini gördü. Elinde heykeliyle nasıl da gururlanarak ilerliyordu...

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin