Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə22/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   32
Yanında bir ses, "istersen heykeli çiftliğe götürürüm. Bütün gün elinizde taşımazsınız" diyordu. Konuşan Shay Neil'di. "Bisikletimin sepetine koyarım."
Gazete kâğıdına sanlı o kocaman heykeli bütün gün taşımak gerçekten güç olacaktı.
Rose minnet dolu bakışla genç adama gülümsedi. "Sen gerçek bir kurtancısın, Shay. Hep gerektiği zamanda gerektiği yerde bulunursun."
- Teşekkür ederim, Rose.
Sesinde bir tuhaflık seziliyordu. Sanki içkiyi fazla kaçırmış gibiydi. Birden Shay'e döndü. Neden olmasın? İzin günü değil miydi ? İsterse içki içebilirdi... Onun da hayatının mükemmel olduğu söylenemezdi. Evin yanında ufak bir kulübede yaşamak, bütün gün hayvan pisliğiyle uğraşmak, inek sağmak... Bildiği kadar ne ailesi vardı ne de fazla arkadaşı... İzin gününde birkaç kadeh içki içerek rahatlamasını çok görmemek gerekiyordu...
Shay'den aynldılar. Laddy'yi falcıya doğru yöneltti. "Bir deneyelim mi? Ne dersin?"
Lunaparktan aynlmamalanna o kadar sevinmişti ki Laddy... Eve dönmek isteyecek diye ödü kopmuştu. "Falıma bakılmasını çok isterim" dedi. Çingene Ella uzun uzun avucuna baktı. Önünde, oyunda ve sporda çok başanlı bir hayat gördüğünü söyledi. Ömrü uzun olacaktı, insanlarla ilgili bir işi olacaktı. Ve seyahat edecekti. Denizaşın bir ülkeye seyahat görünüyordu. Rose içini çekti. Bu ana kadar her şey iyi gidiyordu. Seyahat lafı nereden çıkmıştı ? Laddy hiçbir zaman denizaşın bir ülkeye gidemeyecekti. Rose götürmezse, hiçbir yere gidemeyecekti. Böyle bir şeyin gerçekleşmesine hiç olanak yoktu.
- Şimdi sıra sende, Rose, dedi. Çingene Ella sevinerek Rose'a döndü.
- Benim geleceğim belli, Laddy. -Bellimi?
- Elbette. Benim geleceğim seninle birlikte çiftliği yönetmek.
- Ama ben insanlarla tanışıp denizaşın ülkelere seyahat edeceğim.
- Tabiî, tabiî. Doğru, dedi Rose.
- Öyleyse sen de elini ver lütfen sevgili Rose. Heyecanla söylenecekleri bekliyordu.
Çingene Ella, Rose'un bir sene dolmadan evleneceğini gördü. Bir çocuğu olacaktı ve bu çocuk ona büyük mutluluk verecekti.
- Ben de denizaşırı ülkelere gidecek miyim? diye sordu en azından nazik görünmek için.
Hayır, Çingene Ella, Rose'un seyahat edeceğini görmüyordu. Sağlığında ufak tefek sorunlar olacak, ama uzun sürmeden her
şey yoluna girecekti. Kadının parasını verdikten sonra dondurma aldılar ve eve yöneldiler. Bu akşam o yol çok uzun görünüyordu Rose'a. Elinde heykel olmadığı için Tanrı'ya şükrediyordu.
Laddy ise geçirdiği güzel günden ve korku tünelinden nasıl korkmadığından söz ediyordu. Rose ocakta yanan ateşe bakarak Çingene Ella'yı düşündü. "Aynı insanlarla şehirden şehire, kasabadan kasabaya giderek para kazanmak da bir yaşam biçimi" diye içinden geçirdi. Kim bilir, belki de çarpışan arabalarda çalışan adamla evliydi.
Laddy, elinde o gün aldığı çizgi romanı, yatmaya gitti. Rose, "Lunaparktakiler şu anda ne yapıyorlardır" diye düşünüyordu. Kapanma saati gelmişti. Çalışanlar, renkli ampulleri söndürmüş, üstü kapalı arabalarına dönüyor olmalıydılar. Tripper, şöminenin yanma yatmış horluyordu. Laddy de yukarda uyumuş olmalıydı. Dışarısı karanlıktı. Rose evliliğini, olacak tek çocuğunu ve ilerde karşılaşacağı sağlık sorunlarını düşündü. Yetkililer aslında fal bakmak gibi saçmalıkları yasak etmeliydiler. Anlatılanlara inanacak aptallar vardı.
Karanlıkta uyandı. Nefes alamıyor, boğuluyordu. Üstünde korkunç bir ağırlık hissetti. Korku içinde çabalamaya başladı. Dolap mı devrilmişti ? Dam mı çökmüştü ? Kımıldamaya, bağırmaya çalışırken ağzını örten bir el fark etti. Keskin bir içki kokusu duyuluyordu. Bir anda Shay Neil'in yatağına girip üstünde olduğunu anladı.
Başını adamın elinden kurtarmaya çabaladı. "Ne olur yapma, Shay. Lütfen bunu yapma." Fısıltıyla konuşuyordu.
- Yapmam için yalvanyordun, dedi yatırmaya çalışırken, bacaklarını aralayarak.
- Hayır, Shay. Bunu yapmanı istemiyorum. Şimdi gidersen hiç olmamış gibi davranırız.
- Neden fısıldıyorsun öyleyse. Shay da fısıltıyla konuşuyordu.
- Laddy uyanmasın diye. Onu korkutmamak için.
- Hayır yapmamıza engel olmasın diye, uyanmasını istemiyorsun.
- Sana her şeyimi veririm. Ne istersen...
- Hayır. Şimdi benim sana vereceklerimi konuşuyoruz. Kaba, sert ve ağırdı. Rose'un baş edemeyeceği kadar güçlüydü. İki seçeneği vardı. Biri Shay'i dövmesi için Laddy'yi uyandırmaktı. Laddy'nin onu yırtık geceliği içinde yatağa çivilenmiş gibi görmesine razı mıydı ? İkinci seçeneği adamın istediğini yapmasma izin vermekti. Rose ikinci seçeneği seçti.
Ertesi sabah, bütün çarşafları, yorgam yıkadı, geceliğini yaktı, odasının penceresini ardına kadar açtı.
Kahvaltı sofrasında, Laddy, "Shay gece yukarı kata çıkmış" dedi.
- Bunu nereden çıkarttın ?
- Senin için kazandığım heykeli merdiven sahanlığında buldum. O getirmiş olmalı, dedi Laddy geçerli bir neden bulmuş olmanın gururuyla.
- Doğru. O getirmiş olmalı, dedi Rose.
Her tarafı çürümüş gibi ağnyordu. Shay'a gitmesini söyleyecekti. Laddy sonsuz sorular soracağına göre hem ona hem de komşulara geçerli bir neden bulmak zorundaydı. Sonra birden büyük bir hiddet kapladı içini. Neden suçsuzken etrafı aldatmak için uydurma nedenler bulmak zorunda kalan o oluyordu ? Hayatında duyduğu en büyük haksızlıktı bu.
O sabah Rose'un yaşamındaki diğer sabahlardan farksız bir biçimde geçti. Laddy'nin sandviçlerini hazırladı, öğretmenlerin ufak tefek işlerini görmek için onu okula yolladı. Yumurtaları topladı, tavuklara yem verdi. O sabah, öğlene kadar çarşaflar çamaşır ipinde sallanırken battaniye de çitin üzerinde yayılmış güneşin altında kurumayı bekliyordu.
Shay, sabahları genelde kulübesinde tereyağlı ekmek yer, çay içerdi. Öğlen vakti kasabanın çanı çaldığında avludaki tulumbadan su çekerek elini yüzünü yıkar ve öğle yemeği için eve girerdi. Her gün et yemezdi. Zaman zaman çorba olurdu. Ama her gün masada büyük bir çanak patates ile bir sürahi su bulunurdu. Bir de çay olurdu. Shay, yemeğini bitirince tabağını ve çatal bıçağını yıkardı.
Bu işlem hep neşesiz bir havada gerçekleşirdi. Rose çoğunlukla bir köşede elindeki kitabı okurdu. Shay konuşkan biri değildi. Bugün de öğle yemeğini hazırladı. İçeri girdiğinde gitmesi gerektiğini söyleyecekti. Oysa kilise çanları çalmış, Shay gelmemişti. Çalıştığını duymuştu Rose. İnekleri sağmak için içeri almış, yayıkları dışarı bırakmıştı.
Bu kez korkmaya başladı. Tekrar zorla saldırmaya kalkacaktı belki. Kovulmadığını görmek onu yüreklendirmiş olabilirdi. Sadece Laddy'nin anlayamayacağı bir görüntüyle karşılaşmaması için dün akşam hareketsiz yatışmı teşvik edici bir unsur olarak algılamış olabilirdi. On altı yaşında hiçbir oğlan çocuğunun ablasını o durumda görmeye dayanamayacağını, ama söz konusu Laddy olunca bunun daha da zorlaştığım biliyordu Rose.
Saat ikide iyice rahatsız olmaya başlamıştı. Shay'in öğle yeme-
ği için eve gelmediği hiç olmamıştı. Acaba kolundan tutup zorla yakalayacağı bir yerde pusu mu kurmuştu ? Bu kez hazırlıklı olmaya kararlıydı Rose. Mutfak kapısının dışında damda biriken kuru dalları ve çalıları toplamakta kullanılan üstünde kıvrık çiviler bulunan sopa vardı. "İyi bir silah" diye düşündü. Sopayı aldı ve mutfak masasının yanma oturarak nasıl hareket edeceğini planlamaya başladı.
Nasıl olduğunu anlamadan Shay'in mutfak kapısını açıp içeri girdiğini gördü. Tam sopaya uzanacağı sırada bir tekmeyle sopayı mutfağın öbür ucuna fırlattı. Yüzü bembeyazdı ve gırtlak çıkıntısının inip kalktığı görülüyordu. "Dün akşam yaptığımı yapmamalıydım" dedi. Rose yerine oturdu. Bacakları titriyordu. "Çok sarhoştum. Sert içkilere hiç alışık değilim. İçkili olduğum için böyle davrandım."
Hayatlarından çıkıp gitmesini sağlayacak sözcükleri bulmaya çalışıyordu. Tekrar saldırmasına neden olmayacak, gitmesini sağlayacak sözleri... Oysa konuşamıyordu. Zaten ikisi de sessizliğe alışıktı. Hayatının kaç saati, kaç günü, kaç haftası Shay Neil'le mutfakta konuşmadan oturarak geçmişti ? Ama bugün başkaydı. Dün akşamki korku, iniltiler ve müstehcen sözler aralarında asılı duruyordu. "Dün akşamın hiç olmamasını isterdim" dedi Shay sonunda.
- Ben de öyle. Ah Tanrım, ben de, dedi Rose. Ama olduğuna göre... Şimdi konuşmalıydı. Onu buradan göndermeliydi.
- Artık eve girmeyeceğim, sizinle yemek yemeyeceğim. Bundan böyle kendi yemeğimi pişireceğim. Böylesi daha iyi olur.
Gitmemeyi, burada kalmayı düşünüyordu demek... Bir insana yapılacak en korkunç tacizden sonra yemeklerde ufak bir değişikliğin her şeyi eski haline getirmesini bekliyordu. Bu adam gerçekten deliydi.
Yumuşak, fakat kesin bir sesle konuştu Rose. Duyduğu korkunun anlaşılmaması için çaba gösteriyordu. "Hayır, Shay, bunun yeterli olduğunu sanmıyorum. Bence en doğrusu gitmen. Olanları kolayca unutmamız imkânsız. Başka bir yerde hayata yeniden başlamalısın."
inanmayan gözlerle bakıyordu. "Gidemem" dedi.
- Başka bir iş bulursun.
- Gidemem. Çünkü seni seviyorum.
- Saçmalama. Bu kez korkunun yerini kızgınlık almıştı. Ne beni seviyorsun ne de başka birini... Yaptığm hareketin sevgiyle en ufak bir ilişkisi yoktu.
- İçkiden yaptığımı söyledim. Ama seni gerçekten seviyorum.
- Gitmen gerek, Shay.
- Senden ayrılamam. Gidersem sana ve Laddy'ye kim bakar? Sonra arkasını döndü ve mutfaktan çıktı.
Cumartesi günü Laddy, "Shay neden yemeğe gelmedi ?" diye sordu.
- Yalnız yemeyi tercih ediyormuş. Çekingen biri.
O günden sonra Shay'le hiç konuşmamıştı. İşler her zamanki gibi görülüyordu. Meyve bahçesinin etrafındaki çit tamir edilmişti. Shay, geceleri kapıyı içerden kilitleyebilmesi için mutfak kapısına yeni bir sürgü takmıştı.
Günün birinde emektar köpekleri Tripper öldü.
Laddy çok üzgündü. Köpeğin başmda oturmuş bir yandan onu okşuyor diğer yandan da küçük bir kaşıkla su içirmeye çalışıyordu. Zaman zaman köpeğine sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Ne olur iyileş, Tripper. Böyle nefes aldığım duymaya dayanamıyorum."
- Rose! Haftalardır ilk kez Shay'in sesini duyuyordu. Yerinden sıçradı Rose. "Ne var?"
- Tripper'ı tarlaya götürüp başına bir kurşun sıksam diyorum, ne dersin ?
- Laddy'ye söylemeden yapamayız. Laddy, Tripper'a güzel bir parça et getireceğine söz vererek okula gitmişti. "Belki et yerse kuvvetlenir" diyordu. Eve dönerken kasaba uğrayacaktı. Köpek ne et ne de başka birşey yiyecek halde değildi, ama Laddy bunu anlamak istemiyordu.
- Ona sorayım mı ? -Sor.
Arkasını döndü. O akşam Laddy, Tripper'm mezarını kazdı, birlikte köpeği arka bahçeye taşıdılar. Shay tabancasını köpeğin başına dayadı. Bir saniyede her şey olup bitmişti. Laddy tahtadan ufak bir haç yapmıştı, üçü sessizce ufak toprak tepeciğin yaranda duruyorlardı. Shay evine döndü.
- Çok sessizsin, Rose, dedi Laddy. Tripper'ı en az benim kadar seviyordun sanırım.
- Evet, kesinlikle doğru, dedi Rose.
Oysa Rose âdet olmadığı için sessizdi. Hayatında ilk kez başına gelen bir şeydi bu.
Sonraki hafta Laddy çok huzursuzdu. Rose'un büyük bir derdi olmalıydı. Tripper'ı özlemekten çok daha ciddi bir şey.
Ellili yıllarda, İrlanda'da, Rose'un önünde üç seçenek vardı. Çocuğu doğurup saygınlığını yitirmiş, semt halkının dedikodu kaynağı bir kadın olarak çiftlikte yaşamaya devam edebilirdi. Çiftliği satıp Laddy'yle kimseyi tanımadıkları başka bir yere taşınıp yeni bir hayata başlayabilirlerdi. Shay Neil'i papazın önüne götürerek onunla evlenebilirdi.
Üç seçeneğin de eksik bir yanı vardı. Bu kadar yıl sonra cemiyetteki yerini kaybetmeyi göze alamıyordu. Babası bilinmeyen bir bebeğin annesi olarak tanınmaya dayanamazdı. Kasabaya inmek, bir otelde kahve içmek veya pazar âyininden sonra kilisenin önünde ahbaplık etmek gibi hayatın ufak zevklerinden yoksun kalmak istemiyordu. Arkasından konuşulan, acınacak biri olacaktı. Görenler kafalarını sallayacaktı. Laddy ise neler olduğunu anlayamayacaktı. Bu koşullarda çiftliği satıp nasıl gidebilirdi ? Çiftlik bir bakıma hepsine aitti. Dört kız kardeşin ortak olduğu bir yerdi. Laddy'yi yanına alarak babasız bir çocukla Dublin'de iki oda tutup yaşamaya çalıştığını duysalar kardeşleri ne derdi ? Ne düşünürlerdi ?
Shay Neil'le evlendi.
Laddy sevinçten uçuyordu. Dayı olacağım öğrenince daha da mutlu olmuştu. "Bebek bana ne diyecek? Laddy Dayı mı diyecek?" diye soruyordu.
- Ne istersen öyle der, diyordu Rose.
Shay artık Rose'un odasında yatıyordu. Evde bunun dışında fazla bir şey değişmemişti. Rose sadece eskisi kadar sık kasabaya inmez olmuştu. Bu ya bebek beklediği için daha fazla yorulduğundan veya orada rastlayacağı insanlara eski ilgiyi duymamaktan kaynaklanıyordu. Laddy gerçek nedeni bulamıyordu. Kardeşleri eskisinden daha sık mektup yazmaya başlamışlardı, ama Rose daha az yazar olmuştu. Evlilik haberini duyunca çok şaşırmışlardı. Rose'un düzenlediği düğünlere benzer bir düğün kahvaltısı bile istememesine hayret etmişlerdi. Her biri sırayla çiftliğe gelmiş ve beceriksizce Shay'in elini sıkmışlardı. Eskiden beri içi dışı bir olan ablalarında gözlemledikleri değişikliğe geçerli bir neden bulamamışlardı.
Sonra bebek doğmuştu. Sağlıklı bir çocuktu. İsim babası Laddy olmuştu, otelde çalışan Bayan Nolan da isim annesi... Çocuğa Augustus adı verilmişti. Herkes ona Gus diyordu. Rose'un yüzü oğlunu kucağına alınca yeniden gülmeye başlamıştı. Laddy küçük çocuğa bayılıyor, onu eğlendirmekten hiç usanmıyordu. Shay her konuda olduğu gibi bebek konusunda da sessiz ve iletişimsiz ol-
maya devam ediyordu. Birbirine uymayan bu ev halkı hayatlannı yaşamaya devam ediyorlardı. Laddy, otelde çalışan Bayan No-lan'ın yanında işe girmişti. Bayan Nolan "Bugüne kadar karşılaştığım en iyi yardımcı" diyordu onun için. Hiçbir şeyden yüksün-müyordu, "Laddy olmazsa otel batar" diyordu.
Küçük Gus yürümeye başladı, tavukların peşinden sendeleyerek koşmaya çalışıyordu. Rose ise kapıda durmuş gururla oğlunu izliyordu. Shay Neil eskisi kadar suratsız olmaya devam ediyordu. Rose geceleri bazen belli etmeden onu inceliyordu. Uzun zaman gözleri açık yatardı. Ne düşünüyordu? Evliliği onu mutlu etmiş miydi ?
Hayatlarında cinselliğin yeri çok azdı. Başlarda Rose gebe olduğunu söyleyerek fazla yanaşmamıştı. Gus doğduğunda ise açık açık, "Artık kankocayız. Geçmiş geride kalsın bizim de herkes gibi bir evliliğimiz olsun" demişti.
- Doğru, diye yanıtlamıştı Shay fazla hevesli görünmeden. Rose artık ondan korkmadığını ve iğrenmediğini fark edince
çok şaşırmıştı. O vahşet dolu gece silinip gitmişti. Oysa gerçekten yakın oldukları tek gece oydu. Shay, zor, içine kapanık biriydi. Onunla herhangi bir konuda konuşmak kolay değildi.
Evde hiç içki bulundurmazlardı. Mutfak dolabının tepesinde duran yarım şişe viskinin dışında. O da acil bir durum için veya birinin dişi ağrıdığında pamuğu ıslatıp kulağa koymak içindi. Geçmişteki o geceden ve Shay'in sarhoşluğundan bir daha söz etmemişlerdi. O gece öyle bir kâbustu ki Rose olanları unutmak için büyük gayret göstermişti. Hayatının en büyük mutluluk kaynağı, sevgili oğlu Gus'ın doğmasına o gecenin neden olduğunu bile düşünemiyordu.
Rose kasabadaki fuardan dönen Shay'in konuşamayacak kadar sarhoş olduğunu görünce çok şaşırdı. Bunu hiç beklemiyordu. Oysa adamın gözü dönmüştü. Rose'un kınamaları karşısında deliye dönmüş, belindeki kemeri çıkartarak Rose'u dövmeye başlamıştı. Attığı dayak cinsel arzularım kamçılıyordu sanki. Rose'un unutmaya çalıştığı o korkunç gece gibi zorla Rose'a sahip olmaya çalıştı. Birden sanki o gece yeniden hayata geçmişti. İğrenme hissi ve korku benliğini sarmıştı. Adamm bedenine alışmış olmasına rağmen her şey korkunç geliyordu. Yaralı bir hayvan gibi yatağında yatıyordu. Dudağı kanıyordu.
- Bu sefer saygıdeğer bir hanımefendi gibi bavullarımı toplayıp gitmemi söyleyemezsin. Bu sefer yapamazsın. Artık kocan olduğuma göre... demiş sonra arkasını dönerek uyumaya başlamıştı.
- Sana ne oldu, Rose ? Laddy merak içindeydi.
- Yarı uykulu yataktan düştüm. Başımı masaya çarptım, dedi.
- Kasabaya indiğimde doktora gelmesini söyleyeyim mi? Laddy hayatmda böyle bir çürük görmemişti.
- Hayır, Laddy. Gerek yok. Ben iyiyim. Böylece Rose da tacize uğradığım açığa vurmaktansa susmayı yeğleyen kadmlar araşma girmişti.
Rose, Gus'a küçük bir kız kardeş istiyordu, ama olmadı. Bir gecelik tecavüz onu gebe bırakmış, geceler boyu doğal ilişkide bulunup çocuk sahibi olamamıştı. "Ne garip şey" diye düşünüyordu...
Otelde çalışan Bayan Nolan, Doktor Kenny'ye Rose'un bu kadar sık düşerek her tarafını çürütmesinde bir tuhaflık sezdiğini söyledi.
- Evet, dedi doktor. Benim de dikkatimi çekti.
- Beceriksizce davrandığını söylüyor, ama bilmem...
- Ben de bilmiyorum, Bayan Nolan. Ama yapacak bir şey yok. Birçok kadının beceriksiz oldukları için düştüklerini söylediklerini bilecek kadar uzun yaşamış biriydi doktor.
İşin tuhafı, çoğunlukla kasabada fuar olduğunda veya pazar kurulduğunda oluyordu bu düşmeler. Doktor Kenny'ye kalsa öyle günlerde içkiyi yasak ederdi. Ama Doktor Kenny gibi bir köy doktoruna kim kulak asardı ? Onların görevi olayların içyüzünü öğrenmeden yardımcı olmak değil miydi ?
Laddy kızlardan hoşlanıyordu, ama onlara beceriksizce davranıyordu. Rose'a saçlarına briyantin sürüp sivri burunlu ayakkabılar giymek istediğini söyledi. Öyle yaparsa kızlar onu beğenirdi belki. Bu sözleri duyan Rose, sivri burunlu ayakkabılar aldı, saçını da yağladı. Ama yine olmadı.
- Sence bir gün ben de evlenecek miyim, Rose ? diye sordu bir akşam. Shay şehir dışına mal almaya gitmişti. Gus ise ertesi gün; okula başlayacağı için heyecandan yorulmuş, Uykuya dalmıştı. Laddy'yle, eskiden olduğu gibi baş başa şöminenin önünde oturuyorlardı.
- Bilmem, Laddy. Ben de evleneceğimi sanmıyordum. Ama o falcıyı hatırlıyor musun? Hani bana bir yıl geçmeden evleneceğimi söylemişti. Doğru çıktı. Oysa hiç böyle bir şey olacağım düşünmemiştim. Sonra bir çocuğum olacağım, onu böyle seveceğimi... Böyle bir şey de beklemiyordum. Sana da yeni insanlarla ta-
nışacağın bir işte çalışacağını söylemişti. Otelde çalışıyorsun. Sonra denizaşırı bir yere gideceğini, iyi bir sporcu olacağını söylemişti. Demek ki bütün bunlar önünde, seni bekliyor, içten bir gülüşle Laddy'ye bakıyordu. Onun sadece iyi şeyleri anımsamasını istiyordu. Çingene Ella'nm Rose'un hastalanacağını söylediğini hatırlamaması için dua ediyordu. Zaten ona daha zaman vardı.
Oysa hastalık çok ani geldi. Fuar yoktu, içki de yoktu. Erkeklerle birlikte oturup arka arkaya kadehleri dikmek yoktu. O akşam nasıl geri döneceğini merak etmiyordu. O yüzden ne kadar sarhoş olduğunu görünce çok şaşırmıştı. Gözleri bulanık, ağzı bir yana çarpılmış gibiydi.
- Bana öyle bakma, diye başladı.
- Sana bakmıyorum ki...
- Evet bakıyorsun. Kahrolası gözlerini bana dikmiş bakıyorsun.
- Düve satın aldın mı?
- Ben sana şimdi düve neymiş gösteririrm, dedi kemerini çıkartarak.
- Hayır, Shay. Yapma. Seninle konuşuyorum. Sana karşı bir şey söylemiyorum ki... HAYIR.! Bu akşam kardeşinin duymaması için fısıldayacağına bağırmıştı.
Bağırması erkeğin arzusunu daha da kamçılamıştı sanki. "Sen bir orospusun. Başka bir şey değilsin" dedi. "Adi bir orospu. Hiç doyamıyorsun, değil mi? Evlenmeden önce de sorunun buydu, iğrenç bir mahluksun." Kemerini kaldırdı, omuzlarına, basma vurdu.
Aynı zamanda pantolonunu indirmiş, geceliğini yırtmıştı. Kendini korumak için odadaki sandalyeye yaklaşmaya çalışıyordu Rose. Oysa Shay daha önce davranarak sandalyeyi havaya kaldırmış, yatağa çarparak parçalamıştı. Kırık sandalyeyi bir silah gibi kullanarak saldırıya geçti.
- Yapma Shay, Tanrı adına bunu yapma. Kimin duyduğu umurunda değildi artık. Arkada, kapıda duran Gus'ı gördü. Eliyle ağzını kapatmış, küçücük vücudu korkuyla titriyordu. Arkasında Laddy duruyordu, ikisi de bağınşmalardan uyanmışlardı, ikisi de gördükleri manzara karşısında donup kalmışlardı. Ne dediğinin farkında olmadan, "imdat, Laddy, kurtar beni" diye bağırdı. O anda birisinin Shay'i geri çektiğini gördü. Laddy'nin güçlü kolu Shay'i kavramıştı.
Gus dehşetle haykırıyordu. Rose yırtık geceliğini topladı ve alnından akan kanlara aldırmadan oğlunu kollarına almak için koştu.
- Kendinde değil, dedi Laddy'ye. Ne yaptığının farkında değil.
Onu bir yere kilitlememiz gerek.
- Baba, diye haykırıyordu Gus.
Shay bir anda Laddy'nin kollarından kurtulup anne ile çocuğa yöneldi. Kırık sandalye hâlâ elindeydi.
- Tanrı aşkına, Laddy, dedi Rose yalvarırcasına.
Shay döndü Laddy'ye baktı. İri, kırmızı yüzlü ne yapması gerektiğini bilmeyen çocuğa baktı.
- Ne güçlü bir koruyucunuz var, Bayan Rose! Pijamalarım giymiş kasabanın aptalı... Ne mükemmel bir sahne! Ablasını korumaya kalkan köyün salağı. Laddy'yi tahrik edercesine birinden ötekine bakıyordu. Haydi kocaman çocuk. Vursana bana. Vur bana seni koca, şişko ibne! Hadi gel! Sandalye bacağı elindeydi. Ucu sivri ve tehlikeliydi.
- Vur ona, Laddy, diye bağırdı Rose. Laddy'nin kocaman yumruğu bir anda Shay'in çenesinde patladı. Shay düşerken başını mermer musluğa çarptı. Kırılma sesi duyuldu. Yerde yatıyordu. Gözleri açıktı. Rose usulca Gus'ı yere bıraktı. Çocuk artık ağlamıyordu. Sessizlik bir asır kadar devam etti.
- Öldü sanırım, dedi Laddy.
- Yapman gerekeni yaptın, Laddy. Laddy inanmayan gözlerle ablasına bakıyordu. Korkunç bir şey yaptığını sanmıştı. Shay'e gereğinden hızlı vurmuştu ve onu öldürmüştü. Rose, sık sık, "Ne kadar güçlü olduğunun farkında değilsin, Laddy. Dikkat et" derdi. Bu kez onu kınayan tek bir söz çıkmıyordu Rose'dan. Olanlara inanamıyordu. Yerde yatan, ona bakan cansız gözleri görmemek için başım çevirdi.
Rose hafif sesle, tane tane konuşuyordu. "Laddy, şimdi giyinmeni ve bisiklete binerek kasabaya gitmeni, Doktor Kenny'ye Shay'in düşüp başını yardığını söylemeni istiyorum. Rahip Ma-her'e o haber verir. İkisi seni buraya getirirler."
- Şey mi diyeceğim?..
- Bağırma sesleri duyduğunu söyleyeceksin. Sonra Shay düştü, ben de senden doktor çağırmam istedim.
- Ama aslında o... yani, demek istiyorum ki... Doktor Kenny?..
- Doktor Kenny elinden gelen her şeyi yapacak, sonra zavallı Shay'in gözlerini kapatacak. Şimdi lütfen giyinip yola çık, Laddy. Hadi benim iyi çocuğum.
- Sen iyi misin, Rose ?
- İyiyim. Gus da iyi.
- Ben iyiyim, dedi Gus. Parmağı ağzındaydı. Rose'un eline yapışmıştı sanki.
Laddy karanlığın içinde deli gibi gidiyordu. Gecenin yarattığı korkunç gölgelerin ve acayip şekillerin arasında hızla ilerliyordu.
Doktor Kenny ile Peder Maher bisikletini arabanın üstüne yerleştirdiler. Eve geldiklerinde Rose çok sakindi. Koyu renk bir etek, bir hırka ve beyaz bir bluz giymişti. Saçım özenle tarayarak alnındaki yara izini saklamayı başarmıştı. Ocaktaki ateş tüm gücüyle yanıyordu. Kırık sandalyeyi ateşte yakmayı başarmıştı. Sandalye artık kül olmuştu. Silah gibi kullanıldığını gören olmayacaktı.
Yüzü soluktu. Çay yapmak için su kaynatmıştı. Takdis töreni için mumlar yakmıştı. Dua edilirken Laddy ve Gus, Rose'la birlikte sorulan cevaplamışlardı. Ölüm belgesi imzalanmıştı. Fazla içkiden oluşmuş bir kazaydı.
Cesedi hazırlayacak kadınlar sabah geleceklerdi. Karşılıklı söylenen ve kabul edilen taziyeler resmî ve kısaydı. Gerek doktor gerek rahip bunun sevgiden yoksun bir mantık evliliği olduğunu biliyorlardı. Çiftlikte çalışan işçi, evin hanımını gebe bırakmıştı. Shay Neil'in içkiye dayanıksız olduğunu da bilmeyen yoktu.     ;       '
Doktor Kenny, Shay'in nasıl düştüğü konusunda varsayımlarda bulunmayacaktı. Ne de Rose'un yüzündeki taze yara konusunda soru sormaya niyeti vardı. Peder başka şeylerle ilgilendiği bir sırada siyah, doktor çantasını aldı ve hiç konuşmadan yarayı muayene etti, sonra üstüne antiseptik bir losyon sürdü. "İyi olacaksın, Rose" dedi. Rose, alnındaki yaradan söz etmediğini biliyordu. Her konuda iyi olacaksın demek istemişti.
Cenazeden sonra Rose bütün aileyi çiftliğe davet etti. Mutfaktaki masanın etrafına oturdular ve hep birlikte Rose'un özenle hazırlamış olduğu yemekleri yediler. Cenazede Shay'in birkaç akrabası vardı, ama onları çiftliğe davet eden olmamıştı.
Rose'un bir önerisi vardı. Bu çiftlikte hiç mutlu olmamıştı. Çiftliği satıp Gus ve Laddy'yle Dublin'e yerleşmek istiyordu. Bir emlak şirketine danışmıştı, ne kadara satılacağı konusunda gerçekçi bir fiyat aldığını düşünüyordu. Çiftliğin satılmasına karşı çıkan var mıydı ? Burada oturmak isteyen var mıydı ? Hayır, oturmak isteyen kimse yoktu. Evet, hepsi Rose'un çiftliği satmasma olumlu bakıyorlardı.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin