Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə25/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   32
- Hangi filmi görmek istersin ? diye sordu Barry.
- Sen hangisini görmek istersin ?
•- Bana göre hava hoş. Gerçekten...
- Bana göre de... Fiona bir an çocuğun ifadesinde bir bıkkınlık sezdi. Kuyruğu en kısa olana gitmeye ne dersin? dedi.
- Ama o judo filmi, dedi Barry.
- Zarar yok, dedi Fiona aptalca.
- Yani sen judo filmlerini mi seviyorsun ? Kulaklarına inanamı-yordu.
- Ya sen ? Sen sever misin ? diye yanıtladı Fiona.
Buluşmalarının çok başarılı bir şekilde başladığı söylenemezdi. İkisinin de hoşlanmadığı bir filme gittiler. Film bitince, yine ne yapacakları sorunu çıktı.
- Pizza ister misin ? diye sordu Barry.
Fiona istekli bir şekilde başım salladı. "Harika bir fikir."
- Yoksa bir pub'a mı gitmeyi tercih edersin ?
- Onu da isterim.
- Pizza yiyelim, dedi oğlan alınacak bir karar varsa kendisinin alması gerektiğini düşünen bir erkek gibi.
Pizzacıda karşılıklı oturup birbirlerine bakıyorlardı. Hangi piz-zayı seçeceklerine karar vermeleri tam bir kâbusa dönüşmüştü. Fiona hem pizza margherita'ya hem depizza napoletana 'ya peki demişti. Sonuç olarak Barry ikisine de birer quattro stagioni ısmarlamıştı. "Bu pizzarun her köşesinde değişik şeyler var" de-
misti. Hepsini yemek imkânı olunca karar verme zorluğu ortadan kalkıyordu.
Signora adlı İtalyanca öğretmeninin derse bir akşam pizza getirdiğini anlattı. Kadın herhalde kazandığı bütün parayı öğrencilerine hediye alarak harcıyordu. Hep birlikte hem pizzalarını yemişler hem de değişik pizza çeşitlerinin adlarını ezberlemişlerdi. Harika bir akşamdı. Bunları anlatırken öylesine çocukça ve hevesli bir ifadesi vardı ki... Fiona, yüzünde ve kalbinde böyle bir ifadenin olmasını ne kadar isterdi... Hangi konuda olursa olsun.
Tek suçlu annesi ile babasıydı tabiî. İyi kalpli, doğru dürüst insanlardı, ama kimseye söyleyecek bir şey bulamazlardı. Babası hep, "Yanlış şeyler söylenmesinin önlenmesi için herkesin koluna doğdukları an: 'Ne kadar az konuşursan o kadar az zarar verirsin' sözleri dövmeyle yazılmalı" demez miydi? Böyle düşünen babası hiç konuşmazdı. Annesinin kuralı ise başkaydı. O hiçbir şeye kendini kaptırmamaya çalışırdı. Hep Fiona'ya İrlanda dansı derslerine veya İspanya seyahatine kendini kaptırmamasını öğütlerdi. Heves duyduğu her şey için bunu söylerdi. Bu yüzden hiçbir konuda fikir yürütemez, hiçbir olaya değişik bir bakış açısı getiremezdi.
Kendisi de bu yüzden hangi filme gideceğine, ne tür pizza seçeceğine veya hangi konuda konuşacağına karar vermekten âciz biri olup çıkmıştı. Acaba Barry'ye annesinin intiharından söz etmeli miydi, yoksa o, kısa bir süre için bile olsa olanları unutmak mı istiyordu? Bu düşünceler öylesine kafasını kanştırmıştı ki kaşlarım çattığını fark etti.
- İtalyanca derslerden söz ederek canım sıktım sanırım. Özür dilerim.
- Yok canım, ne münasebet! diye haykırdı Fiona. O dersleri anlatmana bayılıyorum. Ben de senin gibi olayları ve yaptıklarımı önemsemeyi ne kadar isterdim. Sana ve seninle o kursa katılan herkese ne kadar gıpta ettiğimi bir bilsen... Kendimi öyle sıkıcı buluyorum ki.. Zaman zaman, en ummadığı bir anda karşısındakinin hoşuna giden bir şey söylediğini fark ettiği oluyordu.
Barry'nin tüm yüzünü kaplayan bir gülümseme belirdi. Elini okşayarak, "Hiç sıkıcı filan değilsin, aksine çok hoş, çok tatlısın... Ayrıca senin de bir kursa katılmanı önleyen bir şey mi var?"
- Hayır, haklısın. Sizin kurs dolu mu? "Keşke ağzımı açmasay-dım" diye düşündü yine. Çok hevesli, peşinden koşar gibi davranmıştı. Sanki kendine bir kurs bulamayacak kadar beceriksizdi. Barry başını sallarken dudaklarını ısınyordu.
- Bizim kursa şimdi yazılmak pek fayda vermez. Geç kaldın, biz çok ilerledik. Gurur duyduğu görülüyordu. Hem kursa katılanların hepsinin geçerli bir nedeni var. Hepsi İtalyanca öğrenmek zorunda olan insanlar. En azından öyle görünüyorlar.
- Senin nedenin neydi ?
Barry biraz rahatsız olmuştu. "Dünya Kupası için oraya gitmiştim" dedi. "Grup halinde gitmiştik, ama orada birçok İtalyan tanıdım, hepsi de hoş insanlardı. Dillerini konuşamadığım için kendimi hödük gibi hissettim."
- Dünya Kupası yeniden İtalya'da mı olacak ?"
- Hayır olmayacak. Ama İtalyanlar gelecektir. Onlara rastladığım yere geri dönmek ve onlarla İtalyanca konuşmak istiyorum. Dalgın bakışlarla uzaklara bakıyordu.
Fiona "Annesinin sağlık durumunu sormalı mıyım" diye düşündü, sonra vazgeçti. İsteseydi o bahsederdi. Belki bu fazla özel ve mahrem bir konuydu. Barry'nin çok çok çok hoş biri olduğunu düşünüyordu, onu tekrar görmek istiyordu. Erkeklere nasıl davranacağını çok iyi bilen o kızlar nasıl yapıyorlardı ? Hazır cevap ve şakacı davranarak mı ? Yoksa hiçbir şey söylemeyip susarak mı ? Bunun cevabını bilmeyi ne kadar isterdi. Fiona, karşısındaki bu yakışıklı ve iyi çocuktan hoşlandığını ve onunla arkadaşlık etmek istediğini belirten bir şeyler söyleyebilmeyi ne kadar isterdi... Zamanla daha da fazlası olurdu belki... Ona bu konuda bir işaret veremez miydi ?
- Artık eve gitme zamanı geldi sanırım, dedi Barry.
- Evet, evet. Tabiî. Bal gibi oğlanı sıkmıştı işte.
- Otobüse kadar birlikte yürüyelim mi ?
- Çok iyi olur.
- Yoksa motorumla seni eve bırakmamı ister misin ?
- Harika bir fikir! İki önerisini de onayladığını fark etti. Kim bilir ona hangi gözle bakıyordu. Ne kadar aptal buluyordu! Fiona açıklamaya karar verdi. Otobüse kadar yürümeyi teklif ettiğinde motora binmek gibi bir seçenek olduğunu bilmiyordum. Oysa motoru tercih ederim. Sergilediği cesaretten korktu.
Barry memnun görünüyordu. "Harika" dedi. "Bana sıkı sıkı sarılacaksın. Söz mü?"
- Söz, dedi Fiona, sonra kocaman gözlüklerinin arkasından aynı genişlikte bir gülümseme yayıldı yüzüne. Eve yaklaştıklarında çok sessiz bir sokakta oturduğu için onu köşe başında indirmesini rica etti. Bir daha görüşmekten söz edecek mi diye merak ediyordu.
- Görüşürüz, dedi Barry.
- Evet, iyi olur. Yüzünden gereğinden fazla ümidin ve yalvarışın sezilmemesi için dua ediyordu.
- Belki de süpermarkette karşılaşırız, dedi.
- Ne ? Ah, tabiî. Neden olmasın ?
- Ya da hastanede... İkinci bir seçenek olarak söylemişti bunu.
- Evet, evet. Neden olmasın, eğer oralardan geçersen... Sesi hüzün doluydu.
- Her gün oradan geçeceğim, dedi Barry. Annem orada yatıyor. Ayrıca durumu nasıl diye sormadığın için teşekkürler... O konuda konuşmak istemiyordum da...
- Hayır, hayır, haklısın. Fiona sevinçten nefesini tutmuştu. Piz-zacıda dirseklerini masaya dayayıp annesi hakkında ayrıntılı sorular sormasına ramak kalmıştı.
- iyi geceler, Fiona.
- İyi geceler, Barry, teşekkürler.
O gece uzun zaman uyuyamadı. Yatağında uzandı. Barry ondan hoşlanmıştı. Özel hayatına burnunu sokmamasını beğenmişti. Tamam, tamam bir iki saçmalık yapmıştı, ama yine de bir daha görüşeceğiz dememiş miydi ?
Brigid Fiona'yı görmek için hastaneye uğradı. "Bir iyilik yapıp bu akşam bize gelir misin?"
- Tabiî yaparım. Neden ?
- Bu akşam dananın kuyruğu kopacak da ondan. Grania bizimkilere Yaş Haddinden Emekli olan adamdan söz edecek. Herhalde ortalık savaş alanına dönecek.
- Benim size ne gibi yararım olur?
- Ev halkının dışında biri olursa belki daha dikkatli davranırlar. Bel-ki. Brigid söylediğine kendisi de inanmıyordu.
- Peki o da mı gelecek? Yaşlı adam?
- Girmesine gerek olursa hazır olmak için dışarda, arabada bekleyecek.
- Gerek olursa mı ? Fiona'nın sesi korkuluydu.
- Ya damat olarak kucaklanmak üzere içeri gelmesi ya da babam Grania'yı öldüresiye döverse onu kurtarması gerekebilir.
- Bunu yapmaz, değil mi ? Fiona'nın ağzı dehşetten kapanmıyordu.
- Hayır, Fiona, kesinlikle yapmaz. Her şeyi ne kadar gerçekmiş gibi alıyorsun... Hiç hayal gücün yok mu senin ?
- Hayır, Brigid, sanırım hiç yok, dedi hüzünlü bir sesle.
O gün Fiona Barry'nin annesi Bayan Healy hakkında bir şeyler öğrenmeye çalıştı. O bölümde çalışan Kitty adlı bir arkadaşı vardı. Onunla konuştu. İkinci kez midesi yıkanmıştı. Kadın bu işe devam edeceğe benziyordu. Kitty'nin ise kadına ayıracak zamanı yoktu. "Bu kadar kararlı olanları bırakmalı, isterlerse hayatlarını sona erdirsinler" diyordu. Sevildiklerini, herkesin onlara ihtiyacı olduğunu ispatlamak için bunca para ve zaman harcamaya ne gerek vardı ? Çoğunlukla seven kimseleri yoktu, kimsenin de onlara ihtiyacı kalmamıştı... Gerçekten hasta olanları, ölmek istemeyenleri tanısalar kendilerini öldürmekten vazgeçerlerdi.
Kitty intihara teşebbüs edenlere karşı acımasızdı. Fiona'ya bundan kimseye söz etmemesini söyledi. "Demir gibi, acımasız biri" denilmesini istemiyordu. Hem de kahrolası o kadma diğer hastalara yaptığı gibi hem ilaçlarını veriyor hem de olabildiğince iyi davranıyordu.
- Adı ne ?
- Sanırım, Nessa. -Nasıl biri?
- Bilmem. Zayıf, biraz da şok altında. Gözü hep kapıda. Kocasını bekler gibi...
- Peki kocası geliyor mu?
- Bu ana kadar gelmedi. Oğlu geliyor, ama kadının beklediği kocası. Karşısında onu görmek istiyor. Zaten onun yüzünden yapmış.
- Nereden biliyorsun ?
- Hepsi kocalarının yüzünden yapar, dedi Kitty çok bilmiş bir tavırla.
Dunne'larda herkes mutfak masasının etrafına toplanmıştı. Masada bir tabak peynirli makarna duruyordu, ama pek dokunan olmamıştı. Bayan Dunne'rn kitabı her zamanki gibi kaldığı sayfa kıvrılmış, elinde duruyordu. Ailesiyle oturan bir kadından çok havaalanında uçak bekleyen birini andırıyordu.
Brigid her zamanki gibi bir şey yemez gibi yaparak tabağın kenarından ufak yemek parçalan kopartarak veya ekmekle dökülen sos damlacıklarını sıyırarak sonunda normal bir tabaktan çok daha fazlasını yemekle meşguldü. Grania'nın yüzü soluktu, Bay Dunne ise sevgili odasına kaçmaya hazırlanıyordu.
- Bir dakika bekle, Baba, dedi Grania. Sesi boğuktu. Sana bir şey söylemek istiyorum. Aslında hepinize söylemek istiyorum.
Grania'run annesi gözlerini okuduğu sayfadan kaldırdı. Brigid ise bakışlarını masaya dikti. Fiona yanaklarının kızardığım his-
setti. Kendini suçlu görüyordu. Sadece Grania'nın babası önemli bir şeylerin konuşulacağını anlamamıştı.
- Tabiî, söyle bakalım. Genel bir konu tartışılacağı için mutlu görünüyordu.
- Hiçbiriniz söyleyeceklerimi kolay kabul etmeyeceksiniz. Bunu biliyorum. Bu bakımdan olabildiğince basitleştirmeye çalışacağım. Sevdiğim biri var ve onunla evleneceğim.
- Ne iyi, dedi babası.
- Evlenmek mi ? dedi annesi. Âşık olan birinin aklına en son gelecek şey buydu sanki.
Brigid ile Fiona ağızlarını açmadan oturuyorlardı. Ufak hayret ve sevinç nidaları çıkartmakla yetiniyorlardı.
Babasının sevdiği kişinin adını sormasına izin vermeden Gra-nia kim olduğunu söyledi. "İlk duyduğunda memnun olmayacaksın, fazla yaşlı olduğunu filan söyleyeceksin, ama sevdiğim kişi Tony O'Brien."
Odayı Grania'nın beklediğinden beter bir sessizlik kapladı.
Bir süre sonra babası, "Bu bir şaka mı?" diye sordu.
- Hayır, değil, Baba.
- Tony O'Brien! Müdürün karısı! Annesi kahkahalarla güldü. Fiona havadaki gerginliğe dayanamıyordu. "Çok iyi biri olduğunu söylüyorlar" dedi yalvarırcasına.
- Sen bunu nereden duydun ? Bay Dunne tam bir öğretmen gibi konuşmuştu.
- Şey... Etraftan... dedi zayıf bir sesle.
- O kadar kötü biri değil, Baba. Sonra Grania da biriyle evlenmek zorunda... Brigid bu sözleri havayı yumuşatmak için söylemişti.
- Tony O'Brien'ın seninle gerçekten evleneceğim sanıyorsan aldanıyorsun. Aidan Dunne'ın yüzü acı dolu ve sertti.
- Önce size söylemek istedik. Gelecek ay evlenmeyi düşünüyorduk. Grania sesinin titremesini engellemeye çalışıyordu.
- Grania, o adam yılda en az üç kıza evlenme sözü verir. Sonra da garsoniyerine götürüp her istediğini yapar. Bizlere geceyi Fi-ona'da geçirdiğini söyleyerek onun evine gittiğinde neler yaptığını herkesten iyi sen biliyorsundur.
Yakalandıklarını anlayan Fiona korku içindeydi.
- Öyle değil. Biz çoktandır birbirimizi seviyoruz. Yani bunu çoktandır hissediyoruz. Hem sana hem bana ihanet ettiğini düşünerek müdür olunca onu görmemeye karar verdim. Ama o ihanet etmediğini, her şeyin düzeldiğini söylüyor.
- Öyle mi diyor?
- Evet. Öyle diyor. Seni hem seviyor hem çok beğeniyor. Özellikle akşam kurslarının başarısından çok memnun.
- O kursa katılan bir genç tanıyorum. Harika olduğunu söylüyor, dedi Fiona zayıf bir sesle. Masanın etrafında oturanların bakışlarında sözlerinin çok faydalı olmadığı okunuyordu.
- Beni razı etmesi çok uzun sürdü, Baba. Senden yana olduğum için onunla görüşmek istemedim. O da bana bu işte yan diye bir şey olmadığını... Hepinizin aynı amaç peşinde olduğunuzu...
- Seni razı etmesi eminim çok uzun sürmüştür. Genellikle üç gün sürdüğünü söyleyerek böbürlenir... Genç kızları nasıl yatağa attığını hep böbürlenerek anlattığını biliyor musun ? Mountainview'da müdür olan adam böyle biri işte...
- Artık değil, Baba. Şimdi değil. Artık yapmadığına eminim. Bir düşün...
- Sadece öğretmenler odasına gelmediğinden... Şimdi Tan-n'mn evi gibi gördüğü o ufacık taht odasmda oturduğundan. Müdür odası diye adlandırdığı o delikte...
- Ama Baba, orası Bay Walsh zamanında da müdür odası değil miydi ?
- O, başkaydı. O, o göreve layık biriydi.
- Peki Tony layık değil mi ? Okulu boyatan, etrafa çekidüzen veren o değil mi ? Her tarafta yenilikler yapan, yabanıl yaşam bahçesi için sana para veren, İtalyanca kurslarına olanak sağlayan, otobüslerin daha düzenli çalışması için velileri baskı grupları kurmaya özendiren..
- Bakıyorum iyice beynini yıkamış.
Grania annesine döndü. "Sen ne diyorsun, Anne ?"
- Ne mi düşünüyorum? Benim ne düşündüğümün ne önemi var? Nasıl olsa istediğini yapmayacak mısm?
- Tony için de kolay olmadığını anlamanızı istiyorum. Çoktandır sana söylemek istiyordu. Bunun gizli kalmasını hiç istemiyordu, ama ben hazır değildim.
- Öyle mi?" Babasının sesi alaycıydı.
- Gerçekten, Baba. Seninle her gün karşılaştığını söylüyor. Bir gün senden bir şeyler sakladığım öğrendiğinde nasıl yüzüne bakacağım düşünüyordu.
- Zavallı adam. Zavallı, vicdanlı adam! Babalarını hiç bu kadar acı dolu ve alaycı görmemişlerdi. Yüzü küçümseyen bir ifadeyle adeta çarpılmış gibiydi.
Grania omuzlarım dikleştirdi, "Annemin dediği gibi yirmi bir yaşından büyüğüm, istediğimi yapabilirim... yapacağım da...
ama bunu sizin... sizin... desteğinizi alarak yapmak isterdim."
- O şimdi nerede ? Buraya gelip söylemeye cesaret edemeyen Beyaz Atlı Prens nerede ?
- Dışarıda, Baba. Arabasında. Uygun olursa içeri çağıracağımı söyledim. Grania dudaklarını ısırıyordu. İçeri davet etmeyeceklerini anlamıştı.
- Hayır, uygun değil. Ve hayır Grania sana beklediğin desteği ve onayı verecek değilim. Annenin dediği gibi nasıl olsa istediğini yapacaksın, bizim elimizden ne gelir ki? Kızgındı ve kırılmıştı. Masadan kalktı. Odasının kapısını çarptı.
Grania annesine baktı. Nell Dunne omzunu silkerek, "Ne bekliyordun?" diye sordu.
- Tony beni gerçekten seviyor, dedi.
- Sevse de sevmese de... Baban için bunun ne önemi var? Önemli olan dünyadaki milyarlarca insan arasından hiçbir zaman banşamayacağı tek kişiyi seçmiş olman. Hiçbir zaman!
- Ya sen? Sen beni anlıyor musun? Grania kendinden yana birini bulmak için neler vermezdi...
- Şu sırada onu istediğini anlıyorum. Evet. Bundan başka anlayacak ne var?
Grania'nm yüzü taş gibiydi. "Teşekkürler. Yardımların için teşekkür ederim." Sonra kardeşi ile arkadaşına döndü. "Size de teşekkür ederim. Bu kadar büyük destek verdiğiniz için..."
- Aman yarabbi, ne yapmamızı istiyordun ? Diz çöküp başından beri birbiriniz için yaratılmış olduğunuzu anladığımızı mı söylemeliydik? Brigid bu haksızlık karşısında çaresiz kalmıştı.
- Herkesin onun hakkında iyi şeyler söylediğini araya sıkıştırmaya çalıştım, dedi Fiona.
- Evet, söyledin. Grania'nın sesi sertti. Taş gibi bir ifadeyle masadan kalktı.
- Nereye gidiyorsun? Babamın arkasından gitme. Onu değiştiremezsin, dedi Brigid.
- Hayır, sadece biraz eşya alıp Tony'nin evine gideceğim.
- Seni o kadar deli gibi seviyorsa yarına kadar bekler, dedi annesi.
- Bu evde bir gün daha kalamam, dedi Grania. Beş dakika öncesine kadar bunu anlamamıştım, ama burada hiç mutlu olmadım.
- Mutluluk nedir? dedi Nell Dunne.
Grania eşyalarını toplamak için üst kata çıktı. Odadaki üçlü konuşmadan oturuyordu.
Dışarda, arabada oturan erkek evde olup bitenleri anlamaya
çalışıyordu. Yan odanın camındaki gidip gelmeleri iyiye mi yorması gerektiğini merak ediyordu.
Bir süre sonra elinde bavul evden çıkan Grania'yı gördü.
- Seni evimize götüreceğim, sevgilim, dedi. Sonra, yakın zamana kadar babasının omzunda ağladığı gibi başını omzuna dayayarak ceketini ıslatana dek ağladı Grania.
Fiona saatlerce olanları düşündü. Grania kendinden bir yaş büyüktü. Annesi ile babasına böyle karşı çıkmayı göze nasıl almıştı ? Grania'mn hayatındaki olaylarla kıyasladığında Fiona'nm sorunları ne kadar küçük kalıyordu. Onun sorunu Barry'yle yakınlaşacağı bir şeyler bulmaktı.
Bu konuyu ertesi sabah işte düşünmeye karar verdi.
Hastanede çalışanların genellikle günün sonunda yandaki çiçekçinin elinde kalan çiçekleri ucuza alma imkânları vardır. Fiona da küçük bir buket frezya alarak bir karta "Çabuk iyileş, Nessa Healy" diye yazdı. Kimsenin görmediği bir sırada o bölümdeki hemşire masasının üstüne buketi bıraktı. Sonra koşarak kafeteryaya döndü.
Barry'yi iki gün görmedi. Geldiğinde neşeliydi. "Annem çok daha iyi. Hafta sonu eve çıkacak" dedi.
- Buna sevindim... sorunu... sorunu halloldu mu ?
- Sorun babam. O babamı... şey sanıyor... Neyse onu görmeye gelmedi bile. "Böyle intihar şantajlarıyla beni kandıramaz" diyor, ilk başlarda morali çok kötüydü annemin....
- Ya şimdi ?
- Babam boyun eğdi. Çiçek göndermiş. Frezyalar... Böylece babamın kıymet verdiğini anladı. Eve çıkmaya razı oldu.
Fiona her tarafının buz kestiğini hissetti. "Çiçekleri... çiçekleri kendisi getirmedi mi ?"
- Hayır, onları hemşire masasına bırakıp gitmiş. Yine de annemi etkilemeyi başardı.
- Baban ne diyor? Fiona'nın sesi çok güçsüzdü.
- Durmadan ona çiçek göndermediğini söylüyor, ama onların arasında hep böyle oyunlar olur... Söylediğinden emin değil gibiydi.
- Hepimizin ailesi tuhaf. Arkadaşım geçenlerde aynı şeyi söylüyordu. Kafalarından neler geçtiğini anlamak imkânsız. Öylesine içten ve yakın davranıyordu ki...
- Annem eve dönüp yerleştikten sonra yine çıkar mıyız ? diye sordu.
- Bunu çok isterim, dedi Fiona. Lütfen, lütfen Tanrım, o çiçekler konusunu kimse anlamasın, ne olur ikisi de kolay yolu seçerek çiçekleri babasının gönderdiğine inansınlar...
Barry, Fiona'yı futbol maçına götürdü. Gitmeden önce hangi takımın iyi hangisinin kötü olduğunu söyledi. Ofsaytın ne olduğunu, hakemin geçen maçta kör gibi davrandığını bu maça kadar görmeye başlamasını temenni ettiklerini anlattı.
Maçta Barry esmer, şişman bir adamla konuştu. "N'aber Luigi? Bu takımı tuttuğunu bilmiyordum."
Luigi onu görmekten çok mutlu olmuştu. "Bartolomeo! Seni köftehor seni! Ben doğduğumdan beri bu çocukları tutarım."
Sonra ikisi de İtalyanca'ya dönerek, "Mi piace giocare a calcio" demeye ve birlikte gülüşmeye başladılar. Fiona da gülüyordu.
- "Futbol'u severim" demek.
Fiona anlamıştı, ama Luigi'yi memnun etmek için yeni fark et- J| miş gibi davrandı. "Demek ki ikiniz de İtalyanca'yı epey ilerletmişsiniz..."
- Ah, affedersin Luigi, arkadaşım Fiona, dedi Barry.
- Kız arkadaşın seninle maça geldiği için ne kadar şanslısın. Suzi maça geleceğine duvardaki yağlıboyanın kurumasını seyretmeyi tercih ettiğini söyler.
Fiona karşısında duran Dublin şiveli, İtalyan adlı bu adama acaba Barry'nin kız arkadaşı olmadığını açıklaması gerekir mi karar veremiyordu. Üstünde durmamaya karar verdi. Ayrıca neden Barry'ye o tuhaf isimle hitap ediyordu ?
- Sonra Suzi'yle buluşacaksan belki dördümüz bir içki içeriz ? Luigi bunun duyduğu en parlak fikir olduğunu belirtti, sonra buluşacakları pub'ı kararlaştırdılar.
Maç boyunca Fiona olanları anlamaya çalıştı. Yerinde bağırmaya yerinde üzülmeye gayret etti. İçinden bunun harika bir şey olduğunu, diğer kızların da erkek arkadaşlarıyla maça gidip orada başka erkeklerle karşılaştıklarını sonra da o erkeklerin kız arkadaşlarıyla bir pub'da buluştuklarını düşünüyordu.
Kendini harika hissediyordu.
Şimdi sadece frikik, korner ve penaltının ne olduğunu unutmaması gerekiyordu. Daha da önemlisi Barry'ye annesi, babası ve o esrarengiz çiçekler hakkında soru sormamayı hatırlaması lazımdı.
Suzi harika bir kızdı. Kıpkırmızı saçları vardı, Temple Bar'daki o şık yerlerden birinde garsondu.
Fiona, hastanede kahve servisi yaptığmdan söz etti. Sonra da "Ne de olsa seninki gibi klas bir yer değil" diye ekledi.
- Çok daha önemli, dedi Suzi kesin bir tavırla. Sen ihtiyacı olan insanlara servis yapıyorsun. Bense oraya sadece görünmek için gelenlerin önüne bir şeyler koyuyorum...
Erkekler kızların birbirleriyle böylesine anlaştıklarını görünce rahatlayarak maçı en ince ayrıntısına kadar tartışmaya koyuldular. Sonra da çıkacakları İtalya gezisini ele aldılar.
- Bartolomeo da gece gündüz şu meşhur viaggio'dan konuşuyor mu? diye sordu Suzi merakla.
- Ona neden böyle diyorsun? diye sordu Fiona alçak sesle.
- Adı değil mi ? Suzi gerçekten şaşırmıştı.
- Yoo... Adı Barry.
- Ah! Tamam canım. Hepsi Signora'nm başının altından çıkıyor. Müthiş bir kadın! Annemin evinde kiracı. Evi o idare ediyor, Lou'ya da "Luigi" diyor. Aslına bakarsan çok daha güzel bir ad. Ben bile bazen Luigi diyorum. Sen de gidiyor musun?
- Nereye ?
- Roma'ya, dedi Suzi "r" harfini İtalyanlar gibi çatlatarak.
- Emin değilim. Barry'yi daha o kadar tanımıyorum. Ama işler iyi giderse belki giderim. Şimdiden bilemem.
- Para biriktirmeye başla... Çok eğlenceli olacak. Lou orada evlenmemizi istiyor ya da en azından balayımızı orada geçirmemizi. .. Suzi muhteşem bir yüzük taşıyan parmağını burnunun dibinde sallıyordu.
- Ne harika...
- İnanılmaz değil mi ? Lou'nun bir arkadaşı çok iyi fiyata ayarlamış...
- Roma'da balayı geçirmeyi bir düşün, Fiona'nın sesinden ne kadar imrendiği seziliyordu.
- Tek sakıncası balayımı en az elli altmış kişiyle birlikte geçireceğim. ..
- Böylelikle onu gündüzleri değil, sadece geceleri oyalamak zorunda kalırsın, dedi Fiona.
- Onu oyalamak mı ? Ya ben ? Onun beni eğlendirmesini beklerdim.
Fiona her zamanki gibi ağzını açtığına pişman olmuştu. Suzi gibi birinin böyle düşünmesinden daha tabiî ne olabilirdi. Luigi denen çocuğun etrafında takla atmasını bekleyecekti tabiî. Fiona gibi "Onu sıkıyor muyum" diye düşünüp korku içinde yaşayacak değildi ya... Bu kız kadar kendinden emin olmak ne güzel olurdu. Ama insanın Suzi gibi muhteşem kızıl saçları olursa, onun gibi meşhur bir yerde çalışırsa, geçmişinde Luigi gibi kocaman taşlı
yüzükler getiren bir dolu erkek arkadaşı olursa... Fiona derin derin içini çekti.
Suzi anlayışlı bir bakışla onu süzüyordu. "Maç çok mu sıkıcıydı ?" diye sordu.
- Yok o kadar kötü sayılmaz. Ben daha önce hiç maça gitmemiştim. Ofsaydın ne olduğunu tam anladığımı sanmıyorum. Sen biliyor musun ?
- Aman yarabbi, hayır. Nereden bileyim? Öğrenmeye de niyetim yok. Bunları anlamaya başlarsan kendini buz gibi bir havada kulakları sağır eden bağrışmaların arasında bulursun. Ben kendime düstur olarak "maçtan sonra buluş"u seçtim. Suzi'nin bilmediği şey yoktu.
Fiona karşısındaki kızıl saçlı kıza ne kadar gıpta ediyordu, ona ne kadar imreniyordu. "Nasıl böyle... böyle kendinden bu kadar emin... biri oldun? Güzel olduğun için mi yoksa?"
Suzi Fiona'nm yüzüne bakıyordu. Bu hevesli, kocaman gözlüklü kızın alay etmediği kesindi. "Neye benzediğimi hiç bilmiyorum" dedi Suzi. Doğru söylüyordu. "Babam bir sokak orospusuna, bir aşifteye benzediğimi söyler, anneme kalsa erkeklere kolaylıkla yüz veren biri gibiyimdir. İş aradığımda fazla makyaj yaptığımı söylemişlerdi, beni yatağa atmak isteyenlerden ise muhteşem göründüğümü duydum. Benim yerimde sen olsan nasıl göründüğünü bilir miydin ?"
- Anlıyorum, ah, ne kadar iyi anlıyorum, dedi Fiona başını sallayarak. Annesi tişört giydiğinde çok gülünç göründüğünü söylerdi, oysa hastanedekiler tişörtlerine bayılıyordu. Bazıları gözlüklerinin çok yakıştığını -gözlerini büyüttüğü için- bir hava verdiğini söylerdi. Başkaları ise lens alacak parası olmadığından mı gözlük taktığını sorarlardı. O bile zaman zaman uzun saçlarını beğenir, zaman zaman ise o saçlarla ufacık okul talebesine benzediğini düşünürdü.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin