Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə9/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   32
- Tabiî ki yapmaz... Bunu da nereden çıkardın? Bill'i korktuğu için küçümsüyordu.
- Konuş onunla... Bir şeyler söyle. Kim olduğumu anlat.
- Hayır yapamam. Bana kızgın. Hiç tanımadığı biriyle karşılaşması daha iyi... Lizzie'nin gözleri korkudan büyümüş, kocaman olmuştu.
Bili, omuzlarını dikleştirdi. "Bayan Duffy. Adım Bill Burke. Bankada çalışıyorum" dedi. Hiçbir yanıt yoktu. "Bayan Duffy, iyi misiniz ? Sakinseniz, sağlığınız iyiyse ne olur söyler misiniz ?"
- Neden sakin ve sağlıklı olacak mışım? Raporlu deli kızım beni buraya hapsetti. Hayatının sonuna kadar, her gün, her saat bu yaptığma pişman olacak. İçerden gelen ses, kızgın fakat güçsüzdü.
- Bayan Duffy, kapıdan biraz uzakta durursanız içeri gelip neler olduğunu anlatmaya çalışacağım.
- Siz Elizabeth'in arkadaşı mısınız ?
- Evet, çok yakın bir arkadaşıyım. Aslında ona aşığım.
- Öyleyse siz de delisiniz demektir.
Lizzie kaşlarım kaldırarak, "Demedim mi?" diye sordu alçak sesle.
- Bayan Duffy, bana kalırsa bunları karşılıklı daha rahat konuşuruz. Ben içeri giriyorum. Onun için lütfen kapıdan uzak durun.
- İçeri giremiyorsunuz. Sizin gibi uyuşturucu kullanan katilleri getirir diye kapı tokmağına sandalye sıkıştırdım. Beni kurtaracak birileri gelinceye kadar burada kalacağım.
- Sizi kurtarmaya ben geldim, dedi Bili çaresizlik içinde.
- İstediğiniz kadar anahtarla kapıyı açmaya çalışın, yine de içeri giremezsiniz.
Kadm haklıydı. Barikat kurmuş, kendini hapsetmişti.
- Ya pencere ? diye sordu Lizzie'ye.
- Tırmanması zordur, ama sana gösterebilirim, dedi Lizzie.
Bill şaşırmıştı. "Sen pencereden girer misin demek istemiştim?"
- Yapamam, Bili. Onu duydun. Azgın bir boğa gibi. İnan ki beni öldürür.
- Peki öyleyse göster bakalım, dedi Bili.
Gerçekten tırmanması zordu. Tepeye vardığında Lizzie'nin pencereye sıkıştırdığı demir çubuğu gördü. Çubuğu usulca yerinden oynattı, pencereyi açtı ve perdeyi kenara çekti. Kırk yaşlarında, sansın, rimelleri yüzüne bulaşmış bir kadın vardı içerde. Onu görünce bir sandalye kaparak üstüne yürüdü.
- Benden uzak dur! Defol, küçük serseri!
Lizzie, kapının dışından, "Anne, Anne!" diye sesleniyordu.
- Bayan Duffy, lütfen, lütfen. Bili bu arada kendini korumak için ekmek kutusunun kapağını almıştı. Bayan Duffy ben sizi çıkarmaya geldim. Bakın anahtar burada. Ne olur, lütfen o sandalyeyi bırakın.
Gerçekten elinde bir anahtar vardı. Kadının bakışları biraz rahatlamış gibiydi. Sandalyeyi bıraktı, yorgun, Bill'e bakıyordu.
- Kapıyı açayım. Lizzie de gelsin, hep birlikte soğukkanlılıkla konuşalım, dedi kapıya doğru yönelirken.
Lizzie'nin annesi yeniden sandalyeye sarıldı, "O kapıdan uzak dur. Kim bilir dışarda nasıl bir çete bekliyordur ? Lizzie'ye hiç param olmadığını söyledim. Kredi kartım da yok... Beni kaçırmanın hiç faydası olamaz. Fidye ödeyecek kimse de yok! Yanlış insan seçtiniz..." Dudakları titriyordu. O an, öylesine kızma benziyordu ki Bili birden kadını korumak için büyük bir istek duydu.
- Dışarda çete filan yok, sadece Lizzie var. Her şey büyük bir anlaşmazlıktan kaynaklanıyor, dedi. Sakinleştirici bir sesle konuşuyordu.
- İstediğin kadar söyle. Dün akşamdan beri kaçık bir kızla burada hapsol, sonra o deli seni tek başına bırakıp gitsin, sen de bundan sonra neler olacak diye meraktan öl, sonra pencereden elinde ekmek kutusunun kapağı olan biri girsin...
- Hayır, hayır ben sadece elinizdeki sandalyeyi görünce kaptım kapağı. Bakın bıraktım işte. Sesi etkileyiciydi. Kadm anlatılanlara inanmaya başlıyordu. Elindeki kırmızı mutfak sandalyesini yere koyarak oturdu. Bitkin, ürkek ve bundan sonra olacakları kuşkuyla karşılayan bir ifade vardı yüzünde.
Bili daha rahat nefes almaya başladı. Kapıyı açmaya yeltene-rek yeni bir hareket yapmaktansa bu anı uzatmaya karar verdi. İkisi de birbirlerine kuşkuyla bakıyorlardı.
Birden dışardan bir feryat duyuldu. "Anne? Bili? Neler oluyor?
 
Neden konuşmuyorsunuz, neden bağırmıyorsunuz ?"
- Dinleniyoruz, dedi Bili. Bu açıklamanın yeterli olup olmadığını bilmiyordu.
Lizzie'ye yeterli gelmişti ki, "Peki" dedi dışardan.
- Uyuşturucu mu kullanıyor ? diye sordu Lizzie'nin annesi.
- Hayır. Aman Tanrım, bunu da nereden çıkardınız ? Kesinlikle kullanmıyor.
- Öyleyse bütün olanlar neden ? Beni buraya hapsetmek, konuşmak istediğini söyleyip saçmalamak?..
- Sanırım sizi özlüyor, dedi Bili yumuşak bir sesle.
- Olanlardan sonra çok daha fazla özleyecek, dedi Bayan. Duffy. Bill, kadını anlamak istiyordu. Uzun süre ona baktı. Genç, ince
biriydi. Kendi annesiyle aynı kuşaktan değildi. Kaftana benzeyen bol bir elbise giymiş, boynuna da kristal boncuklardan bir kolye takmıştı. New Age'ler gibi giyinmiş olmasına karşın onlar gibi sandaletleri yoktu, saçlarını uzatıp salmamıştı. Saçlan Lizzie 'nin-kiler gibi kıvırcıktı, aralarından beyazlar görünüyordu. Kurumuş gözyaşları olmasa bir partiye gidiyor gibiydi. Zaten eve hapsedilmeden önce yapmak üzere olduğu şey de buydu.
- Birbirinizden uzaklaşmanıza üzülüyordu sanırım. Kaftanlı kadından bir homurtu duyuldu. Biliyorsunuz, uzakta oturuyorsunuz, filan. Ondan.
- Bana kalırsa yeteri kadar uzak değiliz. Kızımdan tek istediğim gelip beni karşılaması sonra da birlikte bir içki içmekti. O ise istasyona taksiyle gelip ısrarla beni buraya sürükledi. "Chester'in sergisine gidiyorum, ancak kısa bir süre için gelirim" dedim... Zavallı Chester nerelerde olduğumu sanıyordur kim bilir...
- Chester kim?
- Arkadaşım. Tanrım, sadece arkadaşım. Bana yakın oturan biri, bir sanatçı. Hep birlikte Dublin'e geldik. Başıma bir şey mi geldi diye merak içindedirler.
- Kızınızın evinde olacağınızı düşünüp buraya gelmezler mi ?
- Yok canım. Nereden akıllarına gelsin ?
- Dublin'de oturan bir kızınız olduğunu bilmiyorlar mı ?
- Evet, belki. Üç çocuğum olduğunu bilseler bile her dakika onlardan bahsedip kafa şişirmem. Elizabeth'in nerede oturduğunu filan hiç bilmezler.
- Peki ya diğer arkadaşlarınız ? Gerçek arkadaşlarınız ?
- Benim gerçek arkadaşlarım bunlar işte, dedi sert bir sesle.
- içerde neler oluyor. İyi misiniz ? diye sordu o sırada Lizzie.
- Bizi biraz bırak, Lizzie, dedi Bili.
- Tanrı adına yemin ederim ki bunu sana ödeteceğim, diye seslendi Lizzie'nin annesi.
- Nerede kalıyorlar yani arkadaşlarınız ?
- Bilmiyorum. Asıl sorun da bu işte. Açılışa gider, nasıl gidiyor bakar, sonra Harry'yi bulursak ona gideriz, diye konuşmuştuk. Harry büyük bir çiftliğin ambarında oturur. Daha önce bir kez orada kalmıştık. O da olmazsa Chester'in bildiği B&B'ler12 var.
- Chester polise haber vermiş midir sizce ?
- Neden yapsın ?
- Sizi merak ettiği için.
- Polise mi ?
- Evet. Geleceğim deyip gitmediğinizi görünce...
- Sergide rastladığım birilerinin peşine takıldığımı sanıyordur. Belki, sergiye gelmeye zahmet bile etmediğimi düşünür. Beni asıl deli eden de bu ya...
Bill'in içi rahatlamıştı, derin bir nefes aldı. Lizzie'nin annesi kapılıp giden, rüzgârla sürüklenenlerdendi. Merak edip arayacak kimsesi yoktu. Demek ki sarışın, kaftanlı bir kadım arayan polis arabaları yollara dökülmemişti, Lizzie de geceyi polis karakolunda geçilmeyecekti.
- Onu içeri alalım mı? Ne dersiniz? Sanki ortak sorunlarıymış havasım vererek.
- Eskisi gibi hiç konuşmamaktan, ilişkimizin bozuk olmasından, kaçıp gitmemden söz edecek mi?
- Hayır, onu bana bırakın. Söz etmemesini sağlarım.
- Peki öyleyse. Yalnız bana yaptıklarından sonra bir şey olmamış gibi davranmamı bekleme.
- Hayır, ne kadar kızsanız haklısınız. Kapıya yöneldi. Lizzie, karanlık koridorun bir köşesine büzülmüş oturuyordu. Ah, Lizzie! dedi Bili sanki beklemediği, ama görmekten çok mutlu olduğu bir misafirle karşılaşmış gibi. içeri gir lütfen. Hepimize çay yapmaya ne dersin ?
Lizzie annesine bakmamaya gayret ederek doğru mutfağa koştu.
- Baban olanları duyunca kim bilir ne yapacak... diye seslendi annesi.
- Bayan Duffy, çayınız sütlü ve şekerli mi olsun? diye araya girdi Bili.
- Ne süt ne şeker... Teşekkür ederim.
- Bayan Duffy'ye sade bir çay, diye seslendi Bili, hizmetkârla-
12. Yatak ve kahvaltı anlamındaki Bad and Breakfast'm başharflerinden. İngiltere'de yatak ve kahvaltı veren ucuz oteller.
I
ra seslenircesine. Sonra o küçük apartman dairesini toplamaya başladı. Bir süre olağandışı bir yaşantıya şahit olan odayı tekrar eski haline getirmek için eğrilmiş yatak başını düzeltti, yere düşen bibloları kaldırdı. Birlikte olmaları imkânsız gibi görünen o garip üçlü biraz sonra oturmuş çay içiyordu.
- Bir kutu kurabiye almıştım, dedi Lizzie gururla. Üstü ekose desenli bir kutu çıkarttı.
- Çok pahalı bisküviler, bir servet ödemiş olmalısın, dedi Bili hayretler içinde.
- Annem bende kalacağı için aldım. Ona ikram etmek için...
- Hiçbir zaman sende kalacağım demedim. Bu senin fikrindi. Ne fikirmiş ama...
- Neyse ki teneke kutudalar. Uzun süre dayanırlar, dedi Bili. Lizzie'nin annesi birden Bill'e dönerek, "Sen biraz geri zekâlı filan mısın?" dedi aniden.
- Sanmıyorum. Neden sordunuz ?
- Böyle bir zamanda kurabiyelerden söz etmenden. Ben de senin durumu idare edeceğini sanmıştım.
- Bağırmak çağırmak, ilişki bozukluğu gibi istemediğiniz konulan açmaktansa böylesi daha iyi değil mi ? Bili bu kadar haksızlığa dayanamıyordu.
- Hayır değil. Bana kalırsa delilik derim. Sen de onun kadar delisin anlaşılan. Tımarhanedeymişim de haberim yokmuş!..
Kadının gözleri hızla kapıya ve kapının yanında duran çantasına gidip geldi. "Kaçacak mı" diye düşündü Bili. Neyin daha iyi olacağını bilemiyordu. Belki de bu kadar yol kat ettikten sonra biraz daha ileri gitmek, iş sonuna kadar götürmek gerekiyordu. Lizzie annesine içindekileri döker, annesi de ya söylediklerini kabul eder ya da reddederdi. Babası hep "Bekle, gör" derdi. Bill'e göre bu yanlış bir tutumdu. Beklenecek ne vardı? Ne göreceklerdi ? Oysa babası her seferinde sonuçtan memnun göründüğüne göre belki de dediğinde bir doğruluk payı vardı.
Lizzie kurabiye yiyordu. "Harika" dedi, "Halis tereyağıyla yapılmış oldukları belli." Küçük bir çocuktan farksızdı. Öyle tatlıydı ki...Annesi neden ona bu gözle bakamıyordu?
Bili bir Lizzie'ye bir annesine bakıyordu. Annenin yüz ifadesinin yumuşamaya başladığını hissedince yanılmamış olmayı temenni etti.
- Biliyor musun, yalnız bir kadın için hayat çok zor, Lizzie, diye söze başladı.
- Yalnız olman gerekmiyordu ki Anneciğim. Hepimiz yanında
olabilirdik. Ben, babam, John ve Kate, hepimiz...
- Öyle bir evde yaşayamazdım. Bütün gün hapsedilmişim gibi oturup bir adamın maaş getirmesini bekleyerek. Ayrıca baban maaşım aldıktan sonra eve gelmezdi. Onun yerine yarışlara giderdi. Şimdi Galway'de yaptığı gibi.
- Yine de bizi bırakıp gitmek zorunda değildin.
- Buna mecburdum. Aksi halde katil olacaktım, birini öldürecektim. Ya kendimi ya seni ya da onu. Bazen rahat bir nefes alabilmek için uzaklaşmak şart olur.
- Ne zaman gittiniz ? diye sordu Bili konuşmaya dahilmiş gibi. Sanki trenlerin kaçta kalktığını soruyordu.
- Bilmiyor musun? Herkesi bırakıp kaçan korkunç cadının hikâyesini bütün ayrıntılarıyla sana anlatmadı mı ?
- Hayır, bilmiyorum. Şu ana kadar gittiğinizi bile bilmiyordum. Bay Duffy'yle arkadaşça ayrıldığınızı, çocukların da kendi hayatlarını yaşadıklarını düşünüyordum. Bana çok olgun bir davranış, her ailenin uygulaması gereken bir yaklaşım gibi geliyordu.
- Her aile derken ne demek istiyorsun? dedi annesi kuşkuyla.
- Ben annemle, babamla ve özürlü ablamla oturuyorum. O evde veya en azından eve çok yakın bir yerde oturmazsam olmayacakmış gibi geliyor. Bu bakımdan Lizzie'nin ailesinin böyle özgür davranması, hoşuma gidiyordu... sizlere adeta gıpta ediyordum. O denli içtendi ki, rol icabı olmadığı belliydi.
- Çekip gidebilirsin, dedi Lizzie'nin annesi.
- Belki, ama içim rahat etmez.
- Bir tek hayatın var. Bunu unutma. İkisi de Lizzie'nin varlığını unutmuş gibiydiler.
- Doğru. Belki daha fazla hayatımız olsa bu kadar suçluluk duymazdım.
Lizzie konuşmalara katılmak için, "Hiç mektup yazmıyorsun, hiç haberleşmiyoruz" dedi.
- Yazacak ne var, Lizzie ? Arkadaşlarımı tanımazsın. Ben de seninkileri bilmem. Ne John'un ne de Kate'in arkadaşlarını tanımam. Her dakika görüşmesek bile hepinizi seviyorum, iyi olmanızı istiyorum. Birden sustu. Sanki bunca şeyi söylediğine şaşmış gibiydi.
Lizzie ikna olmamıştı. "Bizi gerçekten sevseydin görmeden duramazdın. Evimi görünce gülmezdin. Benimle kalmak fikrini komik bulmazdın. Sevseydin böyle davranamazdın."
Bili, "Sanırım Bayan Duffy demek istiyor ki..." diye araya girdi.
- Tanrı aşkına bana Bernie de. Bili o kadar şaşırdı ki ne diye-
ceğini unuttu. Hadi devam et. Benim ne demek istediğimi açıklayacaktın... Ne.demek istiyorum sence?
- Sanırım Lizzie'nin sizin için çok önemli biri olduğunu, ancak hayatın sizi biraz uzaklaştırdığım, West Cork'ta oturunca sık görüşmenin imkânsız olduğunu söylemek istiyorsunuz. Bir de dün akşam burada kalmama nedeninizin arkadaşınız Chester'in sergisi olduğunu, arkadaşınıza destek olmak istediğinizi... Böyle demek istemiyor muydunuz? Yüzünde büyük bir merakla, karşısındaki iki kadına bakıyordu. "Ne olur polis çağırmasın, 'Lizzie'yle hayatım boyunca bir daha görüşmeyeceğim' demesin, ne olur. 'Evet gerçekten bunları demek istiyordum' desin."
- Biraz söylediklerine benzer bir şeyler demek istemiştim, diye onayladı Bernie. Biraz...
"Yine de hiç yoktan iyidir" diye düşündü Bill. "Lizzie anahtarı dışarı attığında hayatın çok kısa olduğunu, zamanın çok çabuk geçtiğini, sizi yakından tanımaya fırsat bulamamaktan korktuğunu söylemek istiyordu. Kaybolan zamanı yakalamak istiyordu, değil mi, Lizzie?"
- Evet, öyle, dedi Lizzie hızlı hızlı başmı sallayarak.
- Evet ama, Tanrı aşkına, adınız her neyse...
- Bili, diye yanıtladı yardımcı olmak için.
- Evet. Bili, beni kandırıp buraya getirmek sonra da üstüme kapıyı kilitlemek akıllı birinin yapacağı iş değil.
-  Ben seni kandırmadım ki... Seni taksiye bindirebilmek için Bül'den borç aldım, kurabiye, domuz salamı, tavuk ciğeri ve sherry aldım. Yatağımı senin için hazırladım. Burada kalmam o kadar istiyordum ki... Bu da mı yanlış ? Fazla bir şey mi istemiş oluyorum?
- Ama ben kalamazdım. Bernie Duffy'nin sesi gittikçe yumuşu-yordu.
- Yarın gelirim, diyebilirdin. Onun yerine sadece güldün. Gülmekle yetindin. Ben de buna dayanamadım, sen de gittikçe hiddetlenerek korkunç şeyler söylemeye başladın.
- Normal bir şekilde konuşmuyordum, çünkü karşımda normal biri yoktu. Beni gerçekten sarstın, Lizzie. Aklım kaçırmandan korktum. Durmadan, kendini altı yıldır yapayalnız, yolunu kaybetmiş gibi hissettiğini söylüyordun...
- Doğruyu söylüyordum.
- Ben gittiğimde on yedi yaşındaydın. Baban, onunla Galway'e gitmem önerdi. Ama sen istemedin... Dublin'de yalnız yaşayacak yaşta olduğunu ısrarla söylüyordun. Yanılmıyorsam bir kuru te-mizlemecide çalıştın. Kendi param kazanıyordun, istediğin haya-
tı yaşıyordun. En azından böyle söylüyordun.
- Döneceğini umduğum için gitmedim, kaldım.
- Nereye döneceğimi? Buraya mı?
- Hayır, evimize. Hatırlarsan babam bir yıl boyunca evimizi satmadı.
- Hatırlıyorum. Sattığında son kuruşuna kadar at yarışlarında oynadığını da unutmadım.
- Neden dönmedin, Anne ?
- Geride dönecek ne vardı ki ? Baban sadece at yarışlarıyla ilgileniyordu. John İsviçre'deydi. Kate New York'taydı sen de kendi arkadaşlarınla geziyordun.
- Ben seni bekliyordum, Anne.
- Hayır doğru değil, Lizzie. Her şeyi kendi istediğin gibi baştan yazamazsın. Öyleyse sen neden bana mektup yazıp gerçek hislerini açıklamadın?
Bir sessizlik oldu.
- Benden yalnızca iyi vakit geçirdiğimi duymak isterdin, ben de hep eğlendiğimi söyledim. Kartlarda, mektuplarda... Yunanistan'a gidişimden, Achill Adası'ndan söz ettim. Bana kızarsın diye geri dönmeni nasıl beklediğimi sana yazamadım. Bundan söz etmekten çekindim...
- Beni kaçırıp hapsetmenden bin kere daha iyi olurdu...
- West Cork'ta, oturduğunuz yer nasıl, güzel mi? Bili ilgi doluydu. Bana hep çok güzel bir yermiş gibi gelir. Özellikle sahilinin resimlerinden...
- Çok değişik bir yerdir. Orada yaşayanlar hep özgürlük peşinde olan, toprakla iç içe bir yaşam biçimine geri dönen insanlardır. Bir de sanatçılar, ressamlar, seramikçiler gibi duyguları, sözcüklerin dışında bir yol seçerek ifade edenler...
- Siz de herhangi bir sanat dalıyla uğraşıyor musunuz... Bernie ? Baykuş gibi ve ilgi doluydu. Kadının sorularından alınması söz konusu değildi.
- Hayır uğraşmıyorum. Ama sanatçılara ve sanat yaşamı yoğun olan kentlere hep yakınlık duymuşumdur. Bir yerde kımıldamadan yaşamaya zorlanırsam içim tıkamr. Bu nedenle dünden beri başıma gelenler...
Bili hemen konuyu değiştirmek istedi. "Kendi evinizde mi, yoksa Chester'le mi oturuyorsunuz ?"
- Aman Tanrım, hayır, tıpkı kızı gibi neşe içinde bir kahkaha attı. Yok canım. Chester homoseksüel. Vinnie'yle yaşar. Hayır, hayır. Onlar sadece en yakın arkadaşlarım. Dört mil uzakta oturur-
lar. Yok canım, benim bir odam var, daha doğrusu bir stüdyom. Zamanında büyük bir malikânenin bahçesinde ufak bir evmiş.
- Güzel bir yere benziyor. Denize yakın mı ?
- Tabiî. Her yer denize yakın. Çok hoş bir yerdir. Ben oraya âşığım. Altı yıldır oradayım, artık kendimi West Cork'un bir parçası gibi hissediyorum.
- Peki, yaşamınızı sürdürecek parayı nereden buluyorsunuz, Bernie ? Çalışıyor musunuz ?
Lizzie'nin annesi çok bayağı bir gürültü çıkarmış gibi yüzüne bakarak, "Anlamadım ?" dedi.
- Lizzie'nin babası para vermediyse hayatımzı kazanmak zorunda kalmış olmalısınız demek istedim. O kadar. Söylediğini geri almaya niyetli görünmüyordu.
Lizzie, "Bankada çalıştığı için para kazanmak konusunda saplantısı vardır, Anneciğim" dedi özür dilercesine.
Birden Bill'in sabrı taştı. Geceyarısı bu evde oturmuş iki delinin arasını bulmaya çalışırken sanki garip olan kendisiymiş gibi davranmalarından, bir yerde çalışmasının, faturaları ödemesinin, kurallara uygun davranmasının acayiplik olarak algılanmasından bıkkınlık duydu. "Yetti artık" diye düşündü. "Ne halleri varsa görsünler..." O, evine, can sıkıcı evine ve hüzünlü ailesine geri dönecekti.
"Nasılsınız", "Ne güzel binalar" ve "kırmızı karanfil" demeyi öğrense de hiçbir zaman uluslararası bankacılığa transfer olamayacağım biliyordu. Bencilleri değiştirmeye kalkmayacak, onların insanların iyi taraflarını görmeleri için çaba sarfetmekten de vazgeçecekti. Birden, gözlerinde ve burnunda hiç tanımadığı bir kıpırtı hissetti. Ağladı ağlayacaktı...
İki kadın aynı anda Bill'in yüzündeki değişikliği gördüler. Sanki onları dışlamış, aralarından ayrılmıştı.
- Soruna istemeden güldüm, dedi Lizzie'nin annesi. Tabiî ki para kazanmam gerekiyor. Stüdyomun bulunduğu evin işlerine yardım ediyorum. Anlarsın ya... Temizlik, biraz ev işi gibi... Davet verdiklerinde de şeye... sonra ortalığı toplamaya yardım ediyorum. Eskiden beri ütü yapmaya bayılırım. Bütün ütüyü ben yapıyorum. Karşılığında kira ödemiyorum. Biraz da cep harçlığı veriyorlar.
Lizzie kulaklarına inanamadan annesinin yüzüne bakıyordu. Sanatla iç içe yaşanan hayat bu muydu ? Ünlüler ve zenginlerle haşır neşir olmak, playboylarla ve İrlanda'nın güneybatısında sayfiye evleri olan sosyeteyle görüşmek bu muydu ? Annesi hizmetçiydi.
Bili yeniden kendine hâkim olmuştu. "Ne kadar doyurucu bir hayat..." dedi. "İki tür yaşamın en iyi taraflarında da yararlanıyor olmalısınız. Sofraya ne yemek koyayım diye bir derdiniz olmadan hem güzel bir eviniz var hem de bağımsızsınız."
Kadın acaba alay mı ediyor diye Bül'e baktı. Ama hayır, yüzünde alaylı bir ifadenin izi yoktu. Bir süre sonra, "Evet" dedi Bernie Duffy. "Tam söylediğin gibi."
Bili, "Lizzie'nin kavgayı yeniden alevlendirecek bir şey söylemesine engel olacak yeni bir konu bulmalıyım" diye düşündü. "Havalar biraz güzelleşince belki Lizzie'yle sizi ziyarete geliriz. Benim çok hoşuma gider. Otobüsle Cork City'ye gelir orada aktarma yaparız." Geç kalınmış bir görevden söz eder gibi, çocuksu, içten ve sahiplenici bir tavrı vardı.
- Siz... ikiniz... yani sen Lizzie'nin erkek arkadaşı mısın?
- Evet. İki sene sonra yirmi beş yaşına gelince evleneceğiz. İtalya'da iş bulmak istiyoruz, İtayanca öğrenmek için ikimiz de gece kurslarına gidiyoruz.
- Evet, daldan dala atlarken bundan da söz etmişti, dedi Bernie.
- Evleneceğimizden mi? Bill'in sesi mutluluk doluydu.
- Hayır. İtalyanca öğrendiğinden. "Al sana bir delilik daha" diye düşündüm.
Söylenecek fazla bir şey kalmamıştı. Bili, olağan bir misafirlikten sonra evine dönmek üzere izin isteyen biri gibi, "Bernie, saatin ne kadar geç olduğunu fark etmişsinizdir... Bu saatte otobüsler işlemez. Otobüs olsa bile artık arkadaşlarınızı bulmak çok zor. Bu bakımdan geceyi burada geçirmenizi öneriyorum. Tabiî isterseniz. Anahtar kapının üstünde olacak... İkiniz de güzel bir uyku çekip dinlendikten sonra yarın sabah güzel güzel vedalaşırsınız. Biz herhalde gelecek yazdan önce görüşemeyeceğiz. O zaman Lizzie ile West Cork'a ziyaretinize gelmeyi çok isteriz.
- Gitme, diye yalvardı Bernie. Gitme. Senin yanında sakin. Sen kapıdan çıkar çıkmaz, nasıl terk edilmiş olduğunu anlatmaya, bağırmaya başlayacak.
- Kesinlikle hayır. Bundan sonra asla öyle davranmayacağm-dan emin olun. Sesi ikna ediciydi. Lizzie lütfen annene anahtarı verir misin? Bernie anahtar sizde kalsın. Böylece istediğiniz gibi girip çıkacağınızdan kuşkunuz olmaz.
- Sen nasıl eve döneceksin ? Lizzie merakla sordu. Şaşkınlıkla genç kıza baktı. Eskiden geceyansı evine yürüyerek gitse bile hiç aldırmaz, soru sormazdı.
- Yürürüm. Yıldız dolu güzel bir gece. İki kadın da ona bakıyor-
du. İçinden bir şey daha eklemek, bu huzur dolu anı biraz daha uzatmak geçti. Dün akşam kursta Signora bize hava durumuyla ilgili şeyler öğretti. "Ne kadar güzel bir yaz oldu" demeyi... "£" stata una magnified estate."
- Ne güzel, dedi Lizzie. E' stata una magnifica estate, diye ardından kusursuz bir telaffuzla tekrarladı.
- Aferin sana. Bir kerede kaptın bile. Bizler ise durmadan tekrarlamak zorunda kaldık. Bill'in sesinden ne kadar etkilendiği belli oluyordu.
- Eskiden beri belleği çok güçlüdür. Küçücük bir kızken bile... Elizabeth bir kere duyduğu bir şeyi hiç unutmazdı. Bernie'nin kızma bakışı gurur doluydu.
Bill'in içi rahatlamış gibiydi. Eve dönerken yolda, birçok engelin eskisi kadar korkunç görünmediğini düşünüyordu. Kızına bir banka memurunu layık görmeyecek West Cork'lu yüksek sınıftan bir anneden çekinmesine gerek yoktu artık. Lizzie'ye göre fazla sıkıcı olmaktan da çekinmesine gerek kalmamıştı. Lizzie'nin en büyük gereksinimi sevilmek ve kendini güvende hissetmekti. Bili ise her ikisini verebilecek durumdaydı. Önlerinde başka sorunlar vardı. Lizzie'nin kısıtlı bir bütçeyle yaşamayı öğrenmesi gerekecekti. Para harcama konusundaki tutumunu değiştirmesi ve her istediğinin anında gerçekleşmesini beklememeyi öğrenmesi gerekecekti. Her şeyi daha mantıklı bir çerçeveye oturtmasını sağlamak Bill'e düşüyordu. Bir de Lizzie'yi çalışmaya yönlendirmek. .. Aptal annesinin başkasının ev işini yaparak para kazandığını görmek Lizzie'yi amaçlarını değiştirmeye yöneltebilirdi.
Bundan sonra bazı yaklaşımlar değişeceğe benziyordu.
Belki bir gün Galway'e babasını ziyarete bile giderlerdi. Bir ailesi olduğunu düşünür, böyle bir bilince varırsa belki numara yapmaktan, elinde olmayan şeylerin peşinden koşmaktan vazgeçerdi. Ayrıca yakında Bili ailesinin bir parçası olacaktı.
Bili, gecenin içinde, taksi arayan insanların ve yanından dolu geçen arabaların arasında ilerliyordu. O insanların hiçbirine gıpta etmediğini düşündü. "Ne kadar şanslıyım" diyordu kendi kendine. "Etrafımda benden bir şeyler bekleyen, bana dayanan çok kişi olabilir, ama bunun neresi kötü? Bu, sadece benim güvenilecek, bir şeyler beklenebilecek türden bir insan olduğumu kanıtlıyor, o kadar. Belki yıllar sonra oğlum da tıpkı benim babama baktığım gibi bana acıyarak bakacak, ama zarar yok. Bu, oğlumun beni anlayamadığını kanıtlamaktan başka bir anlam taşımayacak...
Kathy
Kathy Clark, Mountainview'un en çalışkan öğrencilerinden biriydi. Derse aim kırış kırış olacak kadar kendini verir, sorulan cevaplamak için çaba sarf eder, dersten sonra sınıfta kalır, anlamadığı konuları sorardı. Öğretmenler odasında şaka yollu alaya alırlardı Kathy'yi. "Kathy Clark'lık yapmak" demek kaşlarını çatarak, okulun ilan tahtasında yazılanları çözmeye çalışmak demekti.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin