Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə10/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   32
Uzun boylu, hantal ve biraz sakar bir kızdı. Lacivert okul üniformasının eteği biraz uzundu. Diğer arkadaşları gibi kulakları delik değildi, onlar gibi ucuz takılan yoktu. Çok zeki değildi belki, ama başanlı olmaya kararlıydı. Fazlasıyla kararlı olduğu bile söylenebilirdi. Her yıl okulda veli toplantılan yapılırdı. Bu toplantılarda Kathy'nin durumunu öğrenmeye kimin geldiğini hatırlayan yoktu.
Aidan Dunne bir keresinde, "Babası su tesisatçısı" demişti. "Bizim banyoyu yaptı. İşini iyi yaptı. Baştan bir şey söylemedi, sonunda cebimden çek defterimi çıkarttığımı görünce neredeyse bayılacaktı. Meğerse ödemenin nakit olmasını istermiş. Vergi vermemek için..." İrlandalı öğretmen Helen de "Annesini hatırlıyorum. Konuşma boyunca ağzından sigarası düşmedi. Durmadan okumanın ne işe yarayacağını, hayatım kazanmasına ne yaran olacağını sorup durdu" diye ekledi.
- Hepsi öyle der, dedi müstakbel müdürleri Tony O'Brien. Herhalde kişinin kendisi için çalışmasının entelektüel teşvikinden söz etmelerini beklemiyorsunuz.
- Bazen ablası gelir, diye hatırladı başka bir öğretmen. Supermarket yöneticisi. Zavallı Kathy'yi bir tek o anlıyor sanırım...
- Tannm, keşke çocuklanmızm fazla çalışmalarından, kaş çatmalarından başka derdimiz olmasa... Bunu ne kadar isterdik, de-
ğil mi? Bu soruyu masasının üstü çözüm bekleyen sorunlarla dolu olan müstakbel müdür Tony O'Brien sormuştu. Sorunları sadece masasının üstündekilerle sınırlı olsa, neyse... Daha başka ne dertleri vardı...
Bugüne kadar hayatmı bir kadından diğerine giderek yaşamıştı. Ayrılmak istemediği pek az kadın çıkmıştı karşısına. Şimdi ilk kez böyle hissediyordu ve Allah'ın belası bir zorlukla karşılaşmıştı. Okula müdür seçileceğinden emin olan Aidan Dunne'm kızma çatmıştı. Bu durumun yarattığı anlaşmazlıklar ve karmaşa Kraliçe Victoria döneminin melodramlarını aratmayacak nitelikteydi...
Grania Dunne, babasının küçük düştüğünü bahane ederek onunla görüşmeye yanaşmıyordu. Bu fikir her ne kadar zorlama ve yanlış da olsa, kızcağız gerçekten böyle düşünüyordu. Tony ise kararı Grania'ya bırakmış, hayatında ilk kez kimseyle ilişki kurmadan geri döneceği günü bekleyeceğine söz vermişti. Arada, beklediğini kanıtlamak için şaka dolu kartlar gönderse de genç kızdan hiç yanıt almamıştı. Belki de döneceğini ummak aptallıktı. Hayatı boyunca hiç balıksız kalmadığından denizde ne çok balık yüzdüğünü bilirdi...
Nedense hiçbir balık bu zeki, içten ve pırıl pırıl bakışlı genç kız kadar cazip, onun kadar hazır cevap değildi ve kendini bu kadar genç hissetmesini sağlamıyordu. Birlikte oldukları o tek gecede genç kızın onu yaşlı bulmadığı belliydi. Hani kim olduğunu, babasının asla elde edemeyeceği atamayı beklediğini öğrendiği sabahtan önceki gece...
Mountainview'un müdürü olunca eve kapanmayı tek başına bir keşiş gibi yaşamayı düşünmüyordu Tony. Aslında, sigarayı azaltmanın gece kulüplerine gitmemenin ve erken yatmanın zararlı olduğu söylenemezdi. Grania'nm döneceğini umarak sigarayı iyice azaltmaya çalıştığı gerçekti. En azından sabahları sigara içmiyordu artık. Eskisi gibi, yatarken, gözlerini açmadan elini sigara paketine uzatmaktan vazgeçmişti. Birinci teneffüse kadar bekliyor, ilk nefesi okuldaki odasında bir fincan kahve eşliğinde çekiyordu. Bu da bir ilerleme sayılmaz mıydı? "Acaba ona üzerinde sigara resmi bulunan bir kart göndersem de 'hâlâ içmiyorum' diye yazsam mı" diye düşündü... "Öyle yaparsam tümüyle sigarayı bıraktığımı düşünür, bu da doğru olmaz" Grania'yı bu kadar sı': düşünmesine kendi de şaşıyordu...
Mountainview gibi bir okulu yönetmenin ne kadar yoğun bir iş olduğunu önceden fark etmemişti. Veli toplantıları ile açık toplantılar, okulda bulunmasını gerektiren şeylerden sadece ikisiydi.
Bu dünyadaki hiçbir Kathy Clark'a ayıracak zamanı yoktu. Kathy okulu bitirince nasıl olsa bir iş bulurdu. Belki de ablası onu süpermarkete alırdı. Üniversiteye gitmeyeceği kesindi. Ne geçmişi ne de kafa yapısı buna uygundu. Yaşamım sürdürmeye yetecek beceriyi kazanması yeterliydi.
Aslında hiçbiri Kathy Clarke'in nasıl bir ev hayatı olduğunu bilemezdi. İçlerinden bunu merak edenler çıksa bile o ucuz sitelerdeki, çok televizyon seyredilen, hazır yiyecek yenilen, gürültülü, dar, çok çocuklu, az paralı evlerden birinde yaşadığını düşünürdü. Kızın ailesi düşünüldüğünde bunlar olağan şartlardı. Kathy'nin odasmda bir yazı masasının ve kitap dolu ufak bir kütüphanenin olduğunu bilemezlerdi. Ablası Fran'in her öğleden sonra ödevleri bitinceye dek yanında oturduğunu da bilemezlerdi. Kış günlerinde, Fran'in süpermarketten indirimle aldığı tüp-gazlı bir sobayla ısındıkları nereden akıllarına gelecekti?
Kathy'nin annesi ile babası bu şımarık davranışlarla alay ediyorlardı. "Diğer çocuklar ödevlerini mutfak masasında yaptılar da ne oldu?" diye soruyorlardı. Ama Fran böyle düşünmüyordu. O, on beş yaşına gelmeden, diploma almadan okulu bırakmıştı, işinde ilerlemesi yıllarca sürmüştü. Bugün bile açıklarını kapatmış sayılmazdı. Oğlanlara gelince, onlar zar zor kendilerini kurtarmışlardı. İkisi İngiltere'de çalışıyordu, üçüncüsü de rock müziği yapan bir grupla ülkeyi dolaşıyordu. Fran, Kathy'nin kaderinin diğerlerinden daha iyi olmasına sanki yemin etmişti.
Kathy zaman zaman Fran'i hayal kırıklığına uğratmaktan korkardı. "Ben sandığın kadar akıllı değilim, Fran. Sınıftakilerin çoğu kadar kolay anlamıyorum. Harriet! al... Nasıl çabuk kavradığım bilemezsin..."
- Babası öğretmen değil mi ? O akıllı olmayacak da, kim olacak, sorarım sana?
- Evet, haklısın, Fran. Bana karşı o kadar iyisin ki... Hafta sonlarında veya akşamlan danslı davetlere gitmek yerine ödevlerimle ilgileniyorsun. Bu çabalarına karşılık, sınavlarda başarısız olmaktan o kadar korkuyorum ki...
- Dans etmek istemiyorum, dedi Fran içini çekerek.
- Gençsin, mutlaka canın diskoya gitmek ister... Kathy on altı yaşında, ailenin en küçüğüydü. Fran ise otuz iki yaşındaydı, evin büyük çocuğuydu. Aslında tüm arkadaşları gibi onun da artık evlenmesi ve çoluk çocuk sahibi olması gerekirdi, ama Kathy Fran'in evden ayrılmasını hiç istemiyordu. Onsuz bir ev hayatı
düşünemiyordu. Anneleri "işleri halletmek"te olduğu için evde pek bulunmazdı. İşleri halletmek, kumar makinesinin başında olmak demekti.
Fran olmasa evde en ufak bir konfor olamazdı. Sabahları taze sıkılmış portakal suları, akşamlan ise iki kap sıcak yemek... Kathy'nin üniformasını alan, ayakkabılarını boyamasını, her gece gömleğini ve iç çamaşırlarını yıkamasını öğreten Fran'di. Anne bunların hiçbirini öğretmemişti.
Hayatı öğreten, ilk Tampax'ini alan Fran'di. Fran, ilk defasında, herkes yapıyor diye değil, gerçekten beğenilen, sevilen biriyle sevişmenin daha doğru olduğunu söylüyordu.
Kathy on dört yaşının verdiği saflık ve merakla, "Sen çok beğendiğin, sevdiğin birini bulmuş muydun ?" diye sordu.
Fran'in bu soruya da yanıtı hazırdı. "En iyisi bundan hiç söz etmemek. Bilirsin konuşmaya başlayınca tılsımı da yok olur..." demiş, bir daha da bu konuda konuşmaya yanaşmamıştı.
Fran onu tiyatroya götürürdü. Abbey'e, Gate'e veya Project'e oyun seyretmeye giderlerdi. Grafton Sokağı'nda bir aşağı bir yukarı dolaşırlar, şık dükkânlara girerlerdi. "Her şeyi güvenli bir havayla yapmayı öğrenmeliyiz" derdi Fran. "İşin sırrı burada. Mütevazı ve özür dilercesine davranmamalıyız, tam tersine böyle yerlerde bulunmayı hak eden insanlar izlenimi vermeliyiz."
Fran, anne ve babayı kınayan tek söz söylemezdi. Zaman zaman Kathy, "Anne seni kullanıyor, Fran" derdi. "Ona o güzel fırını hediye ettin. Karşılığında sana bir tek yemek yapmadı."
- Aldırma. Annem aslında iyi biridir, derdi Fran.
- Süpermarketten bira getirdiğinde babam bir teşekkür bile etmez. Onun sana hiç hediye aldığını görmedim.
- Ondan kötü babalar var... Hayatını boruların ve S bağlantılarının arasında geçirmek pek hoş bir şey olmasa gerek.
Bir keresinde, korkuyla, "Evlenmeyi düşünmüyor musun?" diye sormuştu Kathy.
- Sen büyüyünceye dek bekleyeceğim. Sonra çaresine bakarım. Bu sözleri gülerek söylemişti.
- O zaman çok yaşlanmış olmaz mısın?
- Hayır, ne münasebet. Sen yirmi yaşına geldiğinde ben otuz altı olurum. Yani altın çağımın doruğunda...
- Ken'le evleneceğini sanmıştım, dedi Kathy.
- Biliyorum. Ama evlenmedim. O Amerika'ya gitti. Bu konu kapandı. Fran çok çabuk konuşuyordu.
Ken süpermarkette çalışıyordu, geleceği parlak olanlardandı.
Ailesi de Fran'in Ken'le evleneceğinden emindi. O iş kapandığında Kathy rahat bir nefes almıştı.
Kathy'nin babası yaz başı yapılan veli toplantısına katılamayacaktı. O akşam geç saate kadar çalışması gerektiğim söylemişti.
- Lütfen, Baba. Lütfen... Öğretmenler mutlaka aileden bir büyüğün gelmesini istiyorlar. Anne gelemez. O hiç gelmez. Senden bir şey istemiyorlar ki... Sadece söylenenleri dinlemen ve "Her şey yolunda" demen yeterli.
- Aman yarabbi Kathy, okuldan nefret ettiğimi neden anlamak istemiyorsun? Orada kendimi fazlalık gibi görüyorum...
- Ama ben kötü bir şey yapmadım, benden şikâyetçi olmayacaklar ki. Sadece benimle ilgilendiğinizi görmelerini istiyorum, o kadar.
- İlgileniyoruz kızım, ilgileniyoruz... Annen eskisi gibi değil artık... üstelik sigara içmesini istemediklerini biliyorsun. Bir de sigara içmezse orada oturması hiçbir işe yaramaz. Boşuna olur... Belki yine Fran gider. Zaten bizden daha iyi konuşur onlarla.
Böylece okula giden yine Fran olmuştu. Kilisede günah çıkartır gibi gelen bir sürü veliyle görüşüp hepsini hem yüreklendirmekten hem de uyarmaktan yorgun düşen öğrtemenlerin karşısına geçip konuşan yine ablası olmuştu.
- Fazla ciddi, demişlerdi. Çok çaba gösteriyor. Fazla... Biraz rahatlasa belki daha iyi algılar.
- Aslında çok ilgi duyuyor, diye karşı çıkmıştı Fran. Ödevlerini yaparken yanında oturuyorum. Hepsini kendi yapıyor.
- Hiç oyun oynamıyor, değil mi ? Yeni müdür iyi birine benziyordu. Hangi çocuktan söz edildiğini bilmediği belliydi, genel anlamda konuşuyordu sanki. Fran neye dayanarak konuştuğunu merak etti, yoksa uyduruyor muydu yeni müdür ?
- Hayır, ders çalışmayı tercih ediyor.
- Belki biraz oyun oynasa daha iyi olur. Konuşması kesinlik ta-şısa da iyi niyetli olduğu hissediliyordu.
- Latince'ye devam etmesine gerek yok sanırım, demişti o iyi kalpli Bay Dunne.
Fran'in kalbi hop etmişti. "Ama o kadar çaba gösteriyor ki, Bay Dunne. Ben hiç Latince öğrenmedim. Onunla birlikte okumaya gayret ediyorum. İnanın ki saatlerce çalıştığı oluyor."
- Ne yazık ki Latince'nin temelini algılamadığını söylemek zorundayım. O iyi kalpli Bay Dunne Fran'i kırmamaya özen gösteriyordu.
- Birkaç özel ders alsa? Okuldan ayrıldığında Latince öğrenmiş olması o kadar farklı olur ki... Öyle bir diplomayla nerelere girebileceğini düşünün...
- Üniversiteye girecek puanı tutturabileceğini sanmıyorum. Bay Dunne sözlerini hafifletmeye çalışıyordu sanki.
- Olmaz ki... Girmesi şart... Hiçbirimiz bir şey olamadık. Kathy'nin hayata daha iyi bir yerden başlaması şart.
- Sizin çok iyi bir işiniz var, Bayan Clarke. Süpermarkete geldiğimde size rastlıyorum. Kathy'ye orada bir iş bulamaz mısınız ?
- Kathy hiçbir zaman bir süpermarkette çalışmayacak. Fran'in gözleri alev alev yanıyordu.
- Üzgünüm, dedi Aidan Dunne alçak sesle.
- Hayır, asıl üzgün olan benim! Bu kadar ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Bağırarak konuştuğum için özür dilerim. Onun için yapılacak en doğru şeyin ne olduğunu söyleyin lütfen.
- Hoşlandığı, sevdiği bir şey yapmalı. Ona yük olmayan bir şey... Örneğin müzik... Hiç ilgi gösterdi mi ?
- Hayır, diye yanıtladı Fran. Hiç öyle şeylerle ilgilenmedi. Hiç birimizin kulağı yoktur zaten. Pop grubuyla turneye çıkan kardeşimin bile...
- Ya resim ?
- Benim anlamam imkânsız. Ayrıca o konuyu da sorun haline getireceğinden eminim, iyi mi yapıyorum, doğru mu boyuyorum diye kendine dert eder... iyi kalpli Bay Dunne'la konuşmak kolaydı. Zavallı adamm bir öğrencinin üniversiteye gidecek kadar akıllı olmadığım ailesine söylemesi çok zordu herhalde. Kim bilir belki kendi çocukları üniversitede okuyordu, başkalarının da aynı koşullardan yararlanmamasına üzülüyordu... Zavallı Kathy'nin mutlu ve sorunsuz bir yaşamı olmasına böylesine önem vermesi ne kadar iyi biri olduğunu kanıtlıyordu. Adamm tüm önerilerine olumsuz tepki vermemeye özen gösterdi Fran, iyi niyetli olduğu görülüyordu. Zaten öğretmenliği seçmesi de sabırlı biri olduğunu kanıtlıyordu?
Aidan da karşısında oturan narin yapılı, hoş kızı inceliyordu. Annesi ile babasından çok daha yoğun bir ilgiyle kardeşinin sorunlarına eğilen bu kıza... Bir öğrencinin algılama zorluğu çektiğini söylemekten nefret ederdi. Aslında bu sözleri söylerken kendini sorumlu hissederdi. Okul daha küçük olsa, koşullar daha iyi olsa, kütüphaneler daha büyük, imkânlar daha bol olsa belki de öğrenme zorluğu olan öğrencilerin sayısı azalırdı. Signora'yla italyanca derslerini planlarken bu konuyu tartışmışlardı, "insan-
ların beklentileriyle doğrudan ilintisi var" demişti Signora. "Bu engelleri kaldırmaya özerk eğitim ile eğitim görmüş tek kuşak yeterli değil."
- italya'da da aynı şey oldu, diye sürdürmüştü. Köyün tek otelinin sahibinin çocuklarının ve karısının nasıl geliştiklerine şahit olmuştu. Köy ufak ve fakirdi. Köydeki küçük okula giden çocukların aileleri onlardan kendilerinden daha fazlasını yapmalarım beklemiyordu. Signora o çocukların turistlerin karşısına, otelde hizmetçilik veya garsonluk yapmalarına yetecek kadar ingilizce bilerek çıkmalarını sağlamıştı. Aslında daha ileri gitmelerini ne kadar isterdi... Bu yüzden Aidan'ın Mountainview'daki öğrenciler için istediklerini çok iyi anlıyordu.
Signora, konuşulması o kadar kolay biriydi ki. Gece kurslarının hazırlanması sırasında birkaç kez birlikte kahve içmişlerdi. Karşısındakinden hiçbir şey beklemeyen, ailesi ve ev hayatı konusunda hiç soru sormayan, yaşamından veya Jerry Sullivan'ın ailesiyle geçen günlerinden hiç söz etmeyen biriydi. Aidan ise hazırladığı yeni çalışma odasından bile söz etmişti.
- Mal mülk beni hiç ilgilendirmez, dedi Signora. Ama penceresinden tatlı bir ışık alan, yazı masası olan, tüm anıların, kitapların, resimlerin duvarları süslediği güzel sessiz bir oda... çok hoş bir şey olmalı. Böyle bir odayı hiç hak etmeyen, başkalarına ödül olarak verildiğinde mutluluk duyan bir Çingene, bir bohçacı kadın gibi konuşmuştu.
Aidan, Kathy Clark'tan, onu olduğundan daha^ akıllı gören ablasını hayal kırıklığına uğratmaktan ödü kopan o zavallı kızdan söz etmek istedi. Belki Signora her zamanki gibi bir çözüm bulurdu.
Signora'yla yaptığı o zevkli konuşmaları düşünmekten vazgeçip içinde bulundukları ana geri dönmeye zorladı kendini. Önünde görüşmek için sıra bekleyen uzun bir kuyruk vardı. " Bir çözüm bulacağınızdan eminim, Bayan Clarke." Bir yandan da bekleyen velilere bakıyordu.
- Bu okulda çalışan herkese minnettarım. Fran'in sesinden gerçekten böyle düşündüğü seziliyordu. Hepiniz çocuklara zamanınızı veriyorsunuz. Onlarla gerçekten ilgileniyorsunuz. Yıllar önce ben öğrenciyken böyle değildi, belki de okumaya devam etmediğim için kendimi böyle avutuyorum... Yüzü soluk, ifadesi ciddiydi. "Genç Kathy Clark böyle bir ablası olduğu için çok talihli" diye içinden geçirdi Aidan Dunne.
Fran otobüs durağına doğru yürüyordu. Elleri cebinde, başı öne eğikti. Okulun ek binasının yarandan geçerken eylül ayında başla-
yacak İtalyanca kurslarının ilanı gözüne ilişti. İtalya'nın dilini, müziğini, resim sanatını ve renklerini tanıtacak bir kurs. Hem eğlenceli hem de öğretici olacağı anlaşılıyordu. "Acaba böyle bir kurs nasıl olur" diye düşündü Fran. Ancak pahalıdır. Masraftan o kadar çoktu ki... Bütün dönemin ücretini peşin ödemesi çok zor olacaktı. Ya Kathy kursu da diğer yaptıkları gibi fazla ciddiye alırsa? İlaç hastalıktan daha pahalıya patlayabilirdi. Yok, yok, başka bir çözüm bulmalıydı. Fran içini çekerek otobüs durağına yöneldi.
Durakta, kasada çalışan Peggy Sullivan'a rastladı. "Bu toplantılar insanı yaşlandırıyor, değil mi ?" diye sordu Bayan Sullivan.
- Evet, uzun sürdükleri doğru, ama kimsenin bizimle ilgilenmediği bizim öğrenciliğimizden yine de daha iyi. Fran, yönetici olarak yanında çalışanların hepsini yakından tanımaya özen gösterirdi. Peggy'nin sorunlu iki çocuğu olduğunu biliyordu. Babasıyla geçinemeyen büyük bir kızı ve kitapların kapağını açmayan küçük bir oğlu vardı...
- Jerry inanmayacak, ama bayağı gelişme göstermiş... Bütün öğretmenler aynı şeyi söyledi. "Yeniden insanların arasına karış-tı" dedi bir tanesi...
- İyi bir haber.
- Hepsi evde yaşayan o deli kadının sayesinde oldu... Kimseye söylemeyin ama, bir odamızı yan İtalyan yan İrlandalı bir kadına kiraladık. Kocasının İtalyan olduğunu, adamın öldüğünü söylüyor, ama doğru değil. Bana kalırsa eski bir rahibe ve bunu saklıyor. Ama ne yapsa beğenirsiniz ? Bizim Jerry'yle ilgilenmeye başladı ? Anlaşılan Jerry'yi tamamen değiştirmiş. Sonra Signora evlerine girinceye dek oğlu Jerry'nin şiir denilen şeyin bir anlamı olduğunu kavramaktan uzak olduğunu, kadının konuşmalanyla her şeyi nasıl değiştirdiğini anlattı Peggy Sullivan. "İngilizce öğretmeni şimdi Jerry'den çok memnun" dedi. Tarih denilen şeyin gerçekten yaşanmış olaylardan oluştuğunu bilmediğini, bunu anlayınca her şeyi başka türlü algıladığını anlattı.
Fran, yoğun bir şekilde ilgilendiği kardeşinin Latince'nin insanlarca konuşulan bir dil olduğunu bir türlü algılamadığını fark etti. Bu Signora denen kadın belki Fran'in beynindeki bazı kapalı kapılan da açabilirdi... "Kiracınız ne iş yapıyor?" diye sordu.
- Bilmem. Anlamak için dedektif sürüsü tutmak gerek... Biraz dikiş, sanınm bir hastanede ufak bir iş filan... ama önümüzdeki dönem okulda İtalyanca dersleri vermeye başlayacak... bu yüzden heyecan içinde. Onu kendi kendine İtalyanca şarkılar söylerken duyan tek başına Dünya Kupası'nı kazandığını düşünür. Bü-
tün yazı o derslere hazırlanmakla geçiriyor. Çok şeker, iyi bir insan ama, zır deli... zır deli...
Fran o anda kararını verdi. O kursa yazılacaktı. Kathy ile ikisi her salı ve perşembe akşamlan birlikte kursa gideceklerdi. İkisi de İtalyanca öğrenecekti. Hem öğrenecekler hem de şarkı söyleyerek kursu hazırlayan o deli ve heyecan dolu kadından zevkle ders alacaklardı. Belki bu sayede zavallı, sinirli, gergin Kathy biraz rahatlar o da onu terk edip Amerika'ya giden Ken'i biraz olsun unuturdu.
- Herkes Kathy'nin ne kadar başarıh olduğunu söyledi, dedi Fran gurur dolu bir sesle. Mutfakta yemek yiyorlardı.
Kumar makinelerinde ağır kayıplara uğramış anneleri ilgilenmeye gayret ediyordu. "Tabiî, neden olmasın. Kathy gerçekten fevkaladedir" dedi.
- Benim hakkımda hiç kötü bir şey söylemediler mi ? dedi Kathy merakla.
- Hayır. Hiçbir şey. Ev ödevlerini fevkalade iyi yaptığını ve sana bir şeyler öğretmenin çok zevkli olduğunu söylediler... Gördün mü?
- Ben de orada olup bu sözleri duymak isterdim, yavrum. Ama işten zamanında ayrılamamaktan korkuyordum. Kathy ile Fran babalarını affetmişlerdi bile. Artık fazla önemi kalmamıştı.
- Sana büyük bir sürprizim var, Kathy. İtalyanca öğreneceğiz. İkimiz.
Aya gideceğiz deseydi Clarke ailesi bu kadar şaşırmazdı herhalde.
Kathy'nin sevinçten yanaklan kızardı. "İkimiz mi ?"
- Neden olmasın ? Hep İtalya'ya gitmek istemişimdir. Dillerini konuşursam hoş bir İtalyan'la tanışmam daha kolay olmaz mı?
- Peki ben becerebilecek miyim dersin ?
- Tabiî becerirsin. Benim gibi doğru dürüst okumamış aptallar yapabilirse sen haydi haydi yaparsın. Sınıf birincisi olman işten bile değil, ama asıl amaç eğlenceli olması. Dersi veren kadın, operalar çalıyor, resimler gösteriyormuş. Bir de İtalyan yemekleri ikram ediyormuş. Harika olacak.
- Çok pahalı değildir umanın, Fran. Öyle mi yoksa?
- Hayır, değil. Hem karşılığında neler kazanacağımızı düşün... dedi Fran, bir taraftan da "Böyle bir açıklama yaptığıma göre de-liriyor olmalıyım" diye düşünüyordu.
Ken, o yazı New York eyaletinin o ufak şehrine yerleşmekle geçirdi. Fran'e yeniden, "Seni seviyorum, seni hep seveceğim. Kathy
konusunu anlıyorum, ama buraya gelemez misin? Onu tatillerde yanımıza alırız, o zaman öğretmek istediklerini öğretirsin. Ne olur kendime tek odalı bir daire tutmadan önce cevap ver. Evet dersen ufak bir ev tutarız. O on altı yaşmda, Fran. Dört yıl seni bekleyemem."
Fran, mektubu aldığında kucaklayarak ağladı. Kathy'yi bu durumda bırakması söz konusu değildi. Clarke ailesinden bir kişinin üniversiteye gittiğini görmek istiyordu. Bu onun rüyasıydı. Ken bu rüyayı çocuklarıyla gerçekleştirebileceğini söylüyordu. "Baştan onları üniversiteye gitmek üzere yetiştiririz" diyordu Ken, ama anlamıyordu. Kathy için ne kadar çaba harcadığım bilmiyordu... Küçük kız gerçek bir entelektüel değildi belki ama, aptal da sayılmazdı. Zengin bir ailenin çocuğu olsa ona her türlü olanak sağlanır, sorunları kendiliğinden hallolurdu. Evleri kitap dolu olur, ona gereken ilgi gösterilir ve ailenin beklentileri doğrultusunda üniversiteye gitmesi kaçınılmaz olurdu. Fran başından beri üniversiteye gideceğine Kathy'yi inandırmıştı. Şimdi onu ortada bırakıp gidemezdi. Başını arada sırada kumar makinelerinden kaldırıp görmeyen gözlerle bakan bir annenin ve nakit alacağı paradan başka bir şey düşünmeden musluk tamir eden bir babanın eline terk edemezdi onu.
O olmazsa Kathy boğulurdu.
O yaz sıcak geçiyordu, irlanda'ya her zamankinden fazla turist gelmişti. Süpermarkette ise parkta piknik yapmak isteyenlere özel sepetler satılıyordu. Fikir Fran'den çıkmıştı ve çok başarılı olmuştu.
Şarküteri kısmında çalışan Bay Burke bu fikre karşı çıkmıştı. "Çocukluğumdan beri bu işi yapıyorum diye kafanızı şişirmek istemem, ama domuz eti dilimlerini kızartıp soğuk olarak sandviçe koyma fikrinin iyi olmadığım söylemek zorundayım, Bayan Clarke. Neden eskisi gibi yağsız füme jambon koymuyoruz?"
- Bay Burke, zevkler değişti, insanlar domuz etini şimdi çıtır çıtır kızarmış istiyorlar. Biz de o dilimleri sıcak tutabilirsek ve müşteri istediğinde, son dakikada ılık olarak sandviçe koyabilir-sek doyamayacaklanm, arka arkaya birkaç tane yiyeceklerini göreceksiniz.
- Peki ya ben eti keser, kızartırsam, sonra da isteyen çıkmazsa? O zaman ne olacak, Bayan Clarke? Çok iyi ve karşısındakini mutlu etmek isteyen biriydi, ama değişikliğin her türlüsünden korkuyordu.
- Üç haftalık bir deneme yapıp, bakmaya ne dersiniz, Bay Burke?
Fran haklı çıkmıştı. Herkes bu müthiş sandviçler için sıraya giriyordu. Aslmda supermarket bu işten para kaybediyordu, ama önemsizdi. Insanlan bir kere süpermarkete sokmak yeterliydi, ödemek için kasanın yolunu tuttuklarında hiç akıllarında olmayan şeyler almaları kaçınılmazdı.
Kathy'yi Modern Sanat Müzesi'ne götürdü, izin gününde de otobüsle Dublin şehir turu yaptılar. "Yaşadığımız şehir hakkında bilgi edinmek için" demişti Fran, ikisi de bu geziye bayıldılar. Hiç içini görmedikleri o iki Protestan katedralini, sonra etrafından döndükleri Phoenix Park'ı ve rehberin gururla gösterdiği George dönemine ait kapılan yakından gördüler...
- Otobüste bizden başka irlandalı yok, dedi Kathy gururla. Bütün gördüklerimiz bize ait. Diğerleri sadece misafir.
Fran her şeyi kendi yapıyormuş gibi görünmemeye gayret ederek on altı yaşındaki kız kardeşine şık, san bir elbise hediye etti ve iyi bir berberde saçlarını kestirtti. Yaz sona erdiğinde Kathy yanık tenli hoş bir genç kız olmuş, eskiden korkuyla bakan gözleri neşeyle dolmuştu.
Kathy'nin arkadaşlan vardı, ama Fran'in gençliğindeki gibi yakın, birlikte kıkır kıkır güldüğü kimsesi yoktu. Kathy'nin arkadaşlarının bir bölümü cumartesi akşamlan Fran'in süpermarkette çalışan gençlerden duyduğu diskolara gidiyorlardı.
Fran o yerlerin tehlikeli olduğunu, oralarda uyuşturucu kullanıldığını biliyordu. Geceleri saat birden önce sanki bir rastlantıymış gibi diskonun yanından geçer, kız kardeşini alır, eve birlikte dönerlerdi. Supermarket kamyonetinin şoförlüğünü yapan Barry'den cumartesi akşamlan onu diskonun önünden geçirmesini istedi. Barry de o yerlerin genç kızlara göre olmadığını söyledi.
- Ne yapabilirim? diye sordu Fran omuz silkerek. "Gitme" dersen kendini kurban gibi hissedecek. Eve götürmek için seni bulduğuma şanslıyım. Barry çok şeker bir çocuktu. Motosiklet alacak parayı biriktirmek için fazla mesai yapmaya can atardı. Motosikletin parasının üçte birini topladığını, yansını toplar toplamaz gidip seçeceğini söylüyordu. Üçte ikisini biriktirdiğinde satın alacak, kalan kısmım sonradan ödeyecekti.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin