- Evet. Biraz yürüdüm. Bu akşamki ders için vücudumun her bölümünü ezberledim. Biliyorsun bizi yine ikişer ikişer ayırarak Dov'e il gomito diyecek biz de eşimizin dirseğini göstereceğiz.
Fran Kathy'nin böyle neşeli olduğunu görmekten mutluydu. "Bütün bunlar için enerji toplamamıza yardım edecek bir tost yemeye ne dersin ?"
- Harika olur derim. Ayaklara ne dendiğini biliyor musun ?
- ipledi. Öğle tatilinde çalıştım. Fran gülümsedi. İkimiz öğretmenin sevgilileri olacağız galiba.
- Bugün onu görmeye gittim, dedi Kathy. -Kimi?
- Paul Malone'yi.
Fran birden sandalyeye çöktü. "Ciddi olamazsın."
- Bana çok iyi davrandı. Gerçekten çok iyiydi. Bana kartını verdi. Bak direkt telefonunu ve ev numarasını verdi.
- Çok akıllıca bir şey yaptığım söyleyemem, dedi Fran sonunda
- Çok hoşuna gitti beni görmek. Onu mutlu ettiğimi bile söyledi.
- Gerçekten mi ?
- Evet. Ne vakit istersem işyerine gelebileceğimi, istersem evine gelip karısıyla tanışabileceğimi söyledi. Birden Fran'in yüzü ifadesizleşti. Sanki kanı çekilmiş gibiydi. Görünmez bir el kafatasının içini boşaltmıştı. Kathy şaşkındı. "Memnun olmadın mı? Ne kavga ne bağrışma ne de feryat, sadece senin de söylediğin gibi tabiî ve olağan bir davranış. Benim şok geçirmemi anlayışla karşıladı, bundan sonra her şeyin değişeceğini söyledi. 'Farklı ve çok daha iyi olacak' dedi. Tam bu sözcükleri kullandı."
Fran başım sallıyordu. Sanki konuşamıyor gibiydi. Tekrar başını sallayarak zorla konuştu. "Evet. İyi. Çok iyi."
13. Tombalaya benzeyen ve parayla oynanan bir oyun. (ç.n.)
- Neden sevinmedin ? Senin de böyle olmasını istediğini sanıyordum.
- Onunla ilişki kurmak ve onun hayatının bir parçası olmak senin hakkm. Bu hakkı elinden almak aklımın köşesinden bile geçmez.
- Sorun bu değil.
- Sorun bu. Onun gibi tenis kortları, yüzme havuzları, şoförleri, her şeyi olan bir adamı gördükten sonra haksızlığa uğradığını düşünmen çok doğal.
- Benim aradığım bu değildi, dedi Kathy.
- Sonra böyle bir eve dönüp, Mountainview gibi bir okula gitmeni, kuruş kuruş biriktirdiğim parayla katıldığın İtalyanca kurslarını büyük bir ödül gibi görmeni beklemek yanlış olur. Senin de her şeyin... nasıl demişti... farklı ve çok daha iyi olmasını beklemen çok doğal.
Kathy dehşet içindeydi. Fran onu değil, Paul Malone'yi istediğini sanmıştı. Birkaç gün öncesine kadar varlığından haberdar olmadığı bir adamı birkaç dakika görüp zenginliğinden, lüks içinde oluşundan etkilendiğini düşünüyordu...
- Farklı olan tek şey her şeyi öğrenmiş olmam. Başka hiçbir şey farklı olmayacak, dedi.
- Tabiî, diye yanıtladı Fran. Sesi sert ve mutsuzdu. Elindeki ekmeğe peynir sürüyor, üstüne ikişer dilim domates koyarak robot gibi ızgaraya diziyordu.
- Bir dakika dur, Fran. Hiçbir şey istemiyorum. Anlamıyor musun? Onu görmem gerekiyordu. Sen haklıydın. O bir canavar değil. Hoş bir insan.
- İyi ki söylemişim.
- Yanılıyorsun. İstersen onu ara. Kendin sor. Seninle değil onunla yaşamak istediğimi sanma. Sadece arada sırada görmek isterim o kadar. Onunla konuşursan anlarsın.
- Hayır.
- Neden? Neden olmaz? Hazır ben yolu açmışken?
- On altı yıl önce bir anlaşma yaptım. Onları hiç aramayacağıma söz verdim. Hiç aramadım.
- Ben hiçbir anlaşma yapmamıştım ama.
- Hayır. Seni kınayan mı var ? Hakkın olduğunu söylemedim mi? Böyle demedim mi? Fran peynirli tost ile birer bardak süt dolduruyordu.
Kathy anlatılmaz yoğunlukta bir hüzün hissetmeye başladı. Bu iyilik perisi onun için her şeyini feda etmiş, her isteğini yerine ge-
tirmeye çalışmıştı. Fran olmasaydı ne buz gibi süt içebilirdi ne de yiyecek sıcak iki kap yemek bulurdu... Şimdi de italyanca derslerin parasını ne büyük zorlukla bir araya getirdiğini ağzından kaçırmıştı. Bu kadar özveriden sonra Kathy'nin bunları unutup ondan uzaklaşabileceğini düşünmek bile Fran'i kim bilir ne kadar üzmüştü ? Bugüne kadar hiç tanımadığı bir zenginliği ve rahatı görünce gözlerinin körleşeceğinden korkmasından daha doğal ne olabilirdi.
- Otobüse binme zamanı geldi, dedi Kathy.
- Nasıl istersen.
- Tabiî istiyorum.
- Haydi öyleyse gidelim. Fran eski paltosunu ve en iyi sayılacak ayakkabılarını giydi. Kathy birden babasınm ayağındaki yumuşacık İtalyan ayakkabıları anımsadı. O ayakkabıların ne kadar pahalı olduklarını biliyordu.
- Avanti, dedi otobüse doğru koşarlarken.
Derste Fran, Luigi'yle eş olmuştu. Bu akşam adamın kapkara gözleri her zamankinden tehditkârdı.
- Dov'e il cuore ? diye sordu Luigi. Adamın Dublin şivesi o kadar baskındı ki vücudun hangi bölümünü sorduğunu anlamak imkânsızdı. Anlamadığını görünce, sinirli sinirli, "II cuore" dedi. "Tanrı aşkına, II cuore, vücudumuzun en önemli organı."
Fran boş gözlerle adama bakıyordu. "Non so" dedi.
- Tabiî ki kahrolası cMore'nin nerede olduğunu biliyorsun, diye bağırdı Luigi gittikçe daha saldırgan.
Signora yetişerek, "Con çalma perfavore" dedi. Barışı sağlamak istiyordu. Fran'in elini alarak kalbine götürdü. "Ecco il cuore" dedi.
- Neyse sonunda buldun, diye homurdandı Luigi.
Signora Fran'e baktı. Bu akşam çok farklı görünüyordu. Genelde her şeye katılır, çocuğu da yüreklendirirdi.
Signora, Peggy Sullivan'dan durumu tekrar öğrenmek istedi. "Bayan Clarke'ın on altı yaşındaki o kızın annesi olduğunu mu söylemiştiniz ?"
- Evet. Doğurduğunda kendi de o yaştaydı. Çocuğu kendi annesi büyüttü, ama Bayan Clarke'ın kızı olduğunu bilmeyen yoktur.
Signora, Kathy'nin bunu bilmediğini fark etmişti. "Bu hafta ikisinde de bir değişiklik var" diye düşündü. "Belki artık bilmeyen kalmadı" dedi kendi kendine. Büyük bir suçluluk duygusu içindeydi, "Bu bilinçlenmeye katkım olmamıştır inşallah" dedi.
Kathy, bir hafta bekledikten sonra Paul Malone'yi özel numarasından aradı.
- Konuşmak için zamanınız var mı ? diye sordu.
- Yanımda biri var, ama ben de seninle konuşmak istiyorum. Biraz bekler misin ? Yanındakini başından savdığını duydu. Kim bilir belki de önemli biriydi... "Çok ünlü biri de olabilir" dedi kendi kendine.
- Kathy? Sesi içten ve sıcaktı.
- İşyerinin dışında, rahat bir yerde buluşabileceğimiz! söylediğinizde samimi miydiniz ?
- Tabiî. Birlikte öğle yemeğine dersin?
- Memnuniyetle. Nerede ?
- Yarın. Quentin's'i biliyor musun ?
- Nerede olduğunu biliyorum.
- Harika. Birde diyelim mi? Okul saatine uyar mı?
- Tamam. Ben okul saatine uydururum. Kathy gülümseyerek konuşuyordu, karşısındakinin sesinden onun da gülümsediği belliydi.
- Tamam, ama başını derde sokmanı istemem.
- Hayır, kesinlikle derde sokmam.
- Aramakla beni mutlu ettin...
O akşam saçlarını yıkadı, ertesi gün de özenle giyindi. En yeni okul gömleğini seçti, ceketindeki lekeyi sildi.
- Bugün onunla buluşuyorsun, dedi Fran Kathy ayakkabılarını boyarken.
- Sana hep İnterpol'de çalışmalıydın demez miydim?
- Hayır, hiç böyle bir şey söylediğini hatırlamıyorum.
- Sadece öğle yemeği yiyeceğiz, o kadar.
- Sana, onu görmek isteme hakkın olduğunu söyledim. Nerede yiyeceksiniz?
- Quentin's'te. Doğruyu söylemek zorundaydı. Fran er geç nasıl olsa duyardı. İçinden "Keşke bu kadar lüks, bizlerin dünyasına bu kadar ters bir lokanta seçmeseydi" diye geçirdi.
Fran nasıl olduğunu anlamadan gerekli sözcükleri buldu ve "Aman ne kadar hoş... İyi vakit geçirmeni temenni ederim. Her şeyin keyfini çıkar..."
Kathy, anne ve babanın gündelik hayatlarını ne kadar az etkilediğini düşündü. Sanki arka planda yaşıyorlardı. Acaba hep böyleydi de o mu ilk kez farkına varıyordu? Nöbetçi öğretmene dişçide randevusu olduğunu söyledi.
- Böyle şeyler için yazılı kâğıt gerekir, dedi öğretmen.
- Biliyorum, ama dişçiden o kadar korkuyorum ki kâğıdı almayı unuttum. Yarın getirsem olur mu ?
- Peki, peki, olur.
"Bu kadar yıl inek gibi çalışmanın faydalan" diye düşündü Kathy. "Okulun başına dert açanlardan olmamanın yararlan..." Bu yüzden şimdi ne isterse yapabiliyordu.
Harriet'e dersten kaçtığını anlattı tabiî.
- Şimdi nereye gidiyorsun ? Adamın karşısına hastabakıcı gibi mi çıkacaksın yoksa?
- Hayır, sadece Quentin's'te öğle yemeğine gidiyorum, dedi gururla.
Harriet'in ağzı açık kalmıştı. "Şaka ediyorsun" dedi.
- Hayır, hiç şaka değil, istersen sana mönüyü getireyim, dedi.
- Tanıdıklarımın arasında seks hayatı seninki kadar heyecan verici olan yok, dedi Harriet gıptayla.
Loş, serin ve şık bir yerdi.
Koyu renk tayyörlü zarif bir kadın karşıladı onu.
- îyi günler. Hoş geldiniz. Adım Brenda Brennan. Birini mi bekliyordunuz ?
Kathy, bu kadın gibi olmayı ne kadar isterdi. Fran'in de ona benzemesi ne harika olurdu. Özgüvenli ve emin... Belki babasmın kansı böyle biriydi. İnsan herhalde böyle doğuyordu. Sonradan öğrenilecek bir şey değildi... "Güvenliymiş gibi davranmayı sonradan öğrenebilirim belki" dedi.
- Bay Paul Malone'yle buluşacağım. Saat bir için masa ayırtacağını söylemişti. Biraz erken geldim galiba...
- Sizi Bay Malone'nin masasına götüreyim. Beklerken bir şey içmek ister misiniz ?
Kathy, diyet kola ısmarladı. Kola, içinde bir dilim limon ve buzla kristal bir bardakta geldi. "Harriet'e anlatmak için her şeyi en ince ayrıntısına kadar aklımda tutmalıyım" diye düşünüyordu.
Kapı açıldı, babası içeri girdi. Sağa sola gülümseyerek, selam vererek ilerliyordu. Adamın biri elini sıkmak için yerinden kalktı. Kathy'nin yanına gelinceye dek lokantadakilerin yansıyla se-lamlaşmıştı.
- Değişmiş görünüyorsun. Pek hoşsun, dedi Kathy'ye.
- Resepsiyondakilerin yanından kolayca geçebilmek için tonlarca makyaj yapmadım arkadaşımın annesinin ceketini giymedim de ondan, dedi gülerek.
- Hemen ısmarlayalım mı ? Acelen var mı ?
- Hayır, sözde dişçideyim. Saatler sürebilir. Sizin aceleniz var mı?
- Hayır, hiç yok.
Mönüleri aldılar, biraz sonra, Bayan Brennan günün yemekle-
rini söylemek için yanlanna geldi. "Çok güzel bir insalata di ma-re'miz var" diye söze başladı.
- Gamberi, calamari ? diye araya girdi Kathy kendini tutama-dan. Bir akşam önce derste deniz mahsullerini öğrenmişlerdi... "Gamberi, karides, calamari, kalamar..."
Paul ile Brenda Brennan aynı anda şaşkınlıkta Kathy'ye baktılar.
- Gösteriş yapıyorum. Akşamlan İtalyanca kursuna gidiyorum da...
- Bu sözcükleri ben de anlayıp söyleyebilseydim ben de gösteriş yapardım, dedi Bayan Brennan. İtalyanca yemekler yaptığımızda arkadaşım Nora'dan yardım istemek zorunda kalıyorum. İkisi de hayranlık dolu bakışlarla Kathy'ye bakıyordu ya da ona öyle geldi...
Paul her zamanki içkisini istedi, Kathy maden sulu şarap olduğunu anladı.
- Beni bu kadar şık bir yere getirmemeliydiniz, dedi Kathy.
- Neden? Seninle iftihar ediyorum. Herkesin seni görmesini istiyorum.
- Sorun o değil. Sorun Fran... sanırım sizinle böyle bir yere geldiğim için biraz kıskanıyor... Onunla ancak MacDonald's veya Colonel Sanders'a gidebiliyoruz da...
- Anlayış göstereceğine eminim. Sana kavuşmayı kutlamak istedim...
- Bunların benim hakkım olduğunu söylüyor, "İyi vakit geçirmeye bak" diyor. Bu sabah da öyle dedi. Ama aslında içinin biraz tedirgin olduğundan eminim.
- Hayatında kimse var mı? Bir erkek arkadaşı filan? Kathy çok şaşırmış görünüyordu. Demek istediğim şu... aslında üstüme vazife değil, ama olduğunu umuyordum. Onun evlendiğini, senin başka kardeşlerin olduğunu düşünüyordum. Anlatmak istemiyorsan, anlatma. Çünkü benim bunları sormaya hiç hakkım yok. Bunu biliyorum.
- Ken vardı.
- Ciddi bir şey miydi ?
- Bilinmez ki... Daha doğrusu ben bilemem. Ben kolay görüp anlayanlardan değilim de ondan... Ama birlikte sık sık çıkıyorlardı, sonra arabasıyla Fran'i evden almaya geldiğinde çok güldürürdü.
- Şimdi nerede ?
- Amerika'ya gitti.
- Gittiğine Fran üzüldü mü sence ?
- Yine bilmiyorum demek zorundayım. Zaman zaman mektup
alıyor. Son zamanlarda daha az, ama geçen yaz epey sık yazmıştı.
- Fran de Amerika'ya gidebilir miydi sence ?
- Bunu sormanız tuhaf... Bir keresinde bana "Amerika'nın ufak bir şehrinde yaşamak ister misin" diye sordu. New York filan gibi bir yer değildi. "Aman yarabbi, katiyen" dedim. Dublin'de kalmak bin kere iyidir. Hiç olmazsa başkent...
- Sence Ken'le gitmeyişi senin yüzünden mi ?
- Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Ama o zamanlar ablam olduğunu sanıyordum. Belki haklısınız, belki gitmemesinin nedeni bendim. Birden kendini suçlu ve huzursuz hissetmeye başlamıştı.
- Canını sıkmaktan vazgeç. Burada suçlu biri varsa o da benim. Sanki aklından geçenleri okuyor gibiydi.
- Sizi aramasını söyledim. Ama yapmaz.
- Neden yapmaz? Nedenini söyledi mi?
- Anlaşmadan dolayı... Siz sözünüzü nasıl yerine getirdinizse o da kendi verdiği sözden dönmeyeceğini söylüyor.
- Hep dürüst biriydi.
- Bu da ikinizin bir daha karşı karşıya gelip konuşamayacağınızı kanıtlıyor.
- Bir daha birlikte güneşin batışına doğru yürüyüşe çıkmayacağımız doğru. İkimiz de değiştik. Ben Marianne'ı seviyorum, o da belki Ken'i seviyordur. Bilmiyorum. En azından başka birini sevecektir. Ama konuşacağız. O işi bana bırak. Şimdi ikimiz bir taraftan dünya sorunlarını hallederken bir taraftan da gerçek bir yemek yiyeceğiz.
Aslında haklıydı. Bu konuda söylenecek fazla bir şey yoktu. Okuldan, tiyatrolardan, harika İtalyanca derslerden ve Paul'ün altı ve yedi yaşındaki çocuklarından söz ettiler.
Hesabı öderlerken kasada oturan kadın, "Özür dilerim, ama üstünüzdeki Mountainview'un ceketi değil mi ?" diye sordu. Kathy'nin yüzü birden büyük bir suçluluk ifadesiyle doldu. "Kocam orada öğretmen de... O yüzden tanıdım" dedi.
-Öyle mi? Adı ne?
- Aidan Dunne.
- Ah, evet. Bay Dunne çok iyi biri. Latince öğretmeni. İtalyanca derslerini planlayan da o, dedi Paul'e.
- Sizin adınız?., diye sordu kasadaki kadın.
Paul Malone çekici bir gülümsemeyle araya girerek, "... onun adı sonsuza dek sır olarak kalacak. Yemeğe çıkan genç kızlar öğretmenlerinin bunu duymasını istemezler de..." Sesi buz gibiydi.
"I .:;¦
I
Kasada oturan Nell Dunne müşterilere fazla samimi davrandığı için kınandığını anladı. Bayan Brennan'ın duymamış olmasını temenni etti.
- Anlatma daha iyi, dedi Harriet esneyerek. İstiridye ve havyar yediniz herhalde.
- Hayır. Carciofi ve kuzu eti yedim. Kasada Bay Dunne'ın karısı vardı. Okul ceketini tanıdı.
- Yandın, desene, dedi keyifle sırıtarak.
- Hiç de değil... Kim olduğumu söylemedim ki.
- O öğrenecektir. Nasıl olsa yakalanacaksın.
- Yeter artık. Yakalanacaksın demeyi kes. Sen de benim yakalanmamı istemezsin. Bu maceraları yaşamaya devam etmemi tercih edersin.
- Kathy Clarke, cehennem ateşinde yanacağımı bilsem yine de bu tür maceralar yaşayacak en son insan olacağını söylerdim...
- Hayat böyle işte... dedi Kathy neşeyle gülerek.
- Bayan Clarke, üçüncü hatta size özel bir telefon var, anonsu duyuldu. Fran şaşkınlıkla başını kaldırdı. Sonra müşterilerin görünmeden izlendikleri gözetim odasına girdi.
Düğmeye bastı, hattı aldı. "Sorumlu yönetici, Bayan Clarke" dedi.
- Paul Malone, dedi karşısındaki ses.
- Evet?
- Konuşmak istiyorum. Herhalde buluşmaya razı olmazsın, değil mi?
- Haklısın, Paul. Kızgınlıktan değil. Sadece anlamsız olduğu için.
- Biraz telefonda konuşabilir miyiz, Fran?
- Şu sıra çok işim var.
- İşi çok olanların hep işi vardır.
- Haklısın.
- Kathy'den daha önemli hangi iş olabilir?
- Benim için hiçbir şey...
- Benim için de son derecede önemli, ama.
- Ama fazla bulaşmak istemiyorsun...
- Tam tersi... Elimden geldiğince ilişki kurmak, ilgilenmek istiyorum, ama onu büyüten sensin, onu bugünkü insan yapan sensin, dünyada senin kadar onu seven başka biri yok. Aniden, zorla aranıza girmekten çekmiyorum. Kathy için en doğrusu neyse bana söyle, lütfen.
- Bildiğimi mi sanıyorsun? Nereden bilebilirim? Onun için dünyadaki her şeyin en iyisini istiyorum, ama elde edemiyorum. Sen yapabilirsen, durma yap. En iyi ne varsa bul ve ona ver.
- Sana öyle hayran ki, bilemezsin, Fran.
- Sana da hayran olmadığını söyleyemem...
- Benim varlığımdan heberdar olalı bir hafta oldu. Oysa hayatı boyunca seninleydi. Seni çok iyi tanıyor.
- Sakın kalbini kırma, Paul. O çok iyi bir kız, büyük bir şok geçirdi. Ben tahmin ettiğini, anladığını ve kabullendiğini sanıyordum. Bizim mahalle için o kadar şaşırtıcı bir şey değil... Ama yanılmışım.
- Hayır, ama üstesinden gelmiş. Senin genlerini almış. Haklı, haksız her şeyin üstesinden gelecek gücü var.
- Senin de cesaretini almış.
- Peki şimdi ne yapacağız, Fran?
- Ona bırakmak zorundayız.
- Benden ne isterse vermeye hazırım. Ama onu senden ayıracak hiçbir şey yapmayacağıma söz veriyorum.
- Biliyorum. Bir süre ikisi de konuşmadı.
- Her şey... nasıl... iyi mi?
- Evet, evet... fena sayılmaz.
- Birlikte İtalyanca öğrendiğinizi anlattı. Bugün lokantada İtalyanca konuştu.
- Aferin, dedi Fran. Mutlu olduğu belliydi.
- Bir bakıma iyi yaptık, değil mi Fran?
- Gerçekten iyi yaptık, dedi Fran hıçkırarak ağlamak üzereyken telefonu kapattı.
- Carciofi nedir, Signora? diye sordu Kathy İtalyanca dersinde.
- Enginar, Caterina. Neden sordun?
- Lokantaya gittim. Mönüde vardı da.
- O mönüyü arkadaşım Brenda Brennan için ben yazdım, dedi Signora gurur dolu bir sesle. Quentin's'e gitmiştin değil mi?
- Evet. Ama lütfen Bay Dunne'a söylemeyin. Sakın duymasın. .. Karısı orada çalışıyor. Biraz budala gibi geldi bana...
- Sanırım öyle, dedi Signora.
- Ah, sırası gelmişken, Fran'in annem olduğunu sandığınızı söylediğinizde size ablam olduğunu söylemiştim ya...
- Evet... evet... dedi Signora özür dilercesine.
- Siz haklıymışsınız. Meğer ben anlamamışım. Kathy'ye göre insanın annesini ablası sanması dünyadaki en olağan yanlışlardan biriydi sanki...
- Her şeyin açıklığa kavuşması iyi bir şey.
- Evet, hem de çok iyi bir şey, dedi Kathy.
- Öyle olmalı. Signora'mn sesi ciddiydi. O kadar genç ve iyi biri ki, hem önünüzde birlikte geçireceğiniz uzun yıllar var. Daha yaşlı bir annen olsaydı uzun yıllar birlikte olmayı umamazdın.
- Doğru söylüyorsunuz. Evlenmesini çok istiyorum. Evlenirse kendimi ona karşı bu kadar sorumlu hissetmem.
- Zamanla belki evlenir.
- Korkarım fırsatı kaçırdı. Çünkü evleneceği kişi Amerika'ya gitti. Bana kalırsa benim yüzümden onunla gitmedi.
- Belki sen bir mektup yazarsan... dedi Signora.
Signora'mn arkadaşı Brenda Brennan derslerin başarısını duyunca çok sevindi. "Geçen gün öğrencilerinden biri lokantaya geldi. Üstünde Mountainview'un okul ceketi vardı, İtalyanca ders aldığını söyledi."
- Enginar mı yedi ?
- Nasıl bildin? Altıncı hissin çok güçlü olmalı.
- Gelen Kathy Clarke'ti... Sınıftaki tek çocuk o. Diğerleri hep yetişkin... Aidan Dunne'ın karısının orada çalıştığını söyledi. Doğrumu?
- Ha, hep söz ettiğin Aidan olmalı... Evet, Nell bizim kasiyerdir. Garip bir kadın. Açıkça ne işler çevirdiğini ben de anlamış değilim.
- Ne demek istiyorsun ?
- Çok verimli, dürüst ve eli çabuk... Müşterilere robot gibi güzel bir gülümsemeyle yaklaşır, her birine adıyla hitap eder, ama aslmda sanki bambaşka bir yerde, uzaklardadır.
-Uzakta, nerede?
- Bana kalırsa evlilik dışı bir ilişkisi var.
- Yok canım. Kiminle ?
- Bilemiyorum. Öylesine ağzı sıkı ki... ama işten çıkınca biriyle buluştuğundan emimin.
- Bak şu işe...
Brenda omuz silkti. "Kocasıyla yakınlık kurmak istiyorsan, bence yap. Karısının yoluna taş koyacağını sanmıyorum."
- Aman, Brenda, bu da nereden çıktı? Benim yaşımda? Söylesene, Kathy Clarke senin şık lokantana kiminle geldi ?
- Aslmda bana da garip geldi. Paul Malone'yle. Duymuşsundur herhalde... belki de duymadın... Şu son moda muhasebe bürosu sahibi, Hayes'lerin servetiyle evli... Üstelik son derecede cana yakın ve çekici biri...
- Kathy onunla mıydı ?
- Evet. Aslında kızı yaşında, dedi Brenda. Ama bu işte her geçen gün yeni bir şey görüyorum. Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
-Paul?
- Kathy, çok zaman geçti...
- Benimle öğle yemeğine çıkar mısınız ? Benim davetlim olarak? Ama Quentin's'e değil...
- Tabiî gelirim. Nereyi düşünüyorsun ?
- İtalyanca kursunda iki kişilik yemek kuponu kazandım. Şarap dahil iki kişilik bir öğle yemeği.
- Benim yüzümden okula gitmemene razı olamam.
- Ben de cumartesi günü gidelim diyecektim. Tabiî sorun olmazsa..
- Benim için hiçbir şey sorun olmaz. Sana daha önce de söylemiştim.
İtalyanca kursunda kazandığı ödülü gösterdi. Paul Malone de konuğu olarak onu seçtiği için teşekkür etti.
- Size bir önerim var. Parayla ilgili, ama sadaka istemiyorum.
- Söyle bakalım.
Noel'de New York'a gitmekten söz etti. Aslında Ken yol parasının hepsini vermeye razıydı, ama o kadar parası yoktu. Amerika'da borç da alamıyordu... Buradaki gibi krediyle yaşanmıyordu orada...
- Anlat bakalım, dedi Paul Malone.
- Her şeyi öğrendiğimi, onların araşma girmekten duyduğum üzüntüyü yazdığımda o kadar sevindi ki... Fran'e onu ne kadar sevdiğini, onun için İrlanda'ya geri dönmeyi bile düşündüğünü, ama bunu yaparsa her şeyi berbat etmekten korktuğunu yazdı. Özel bir mektup olduğu için size gösteremem, ama okusaydımz bayılırdınız. Gerçekten sevinirdiniz. Onun adına mutlu olurdunuz.
- Bundan eminim.
- Şimdi ne kadar olduğunu söyleyeyim. Üç yüz pound kadar. Korkunç bir para olduğunu biliyorum. Fran'in tüm parasını benim adıma bir inşaat şirketine yatırdığını da biliyorum. Onun için bunu borç olarak istiyorum. O ikisini birleştirdiğimizde ben borcumu hemen öderim.
- O anlamadan bu işi nasıl yaparız ?
- Siz yaparsınız.
- Sana ve annene her şeyi vermeye hazınm, Kathy. Ama insan-
ların gururuyla oynamak istemem.
- Ken'e gönderemez miyiz ?
- Bu sefer de onun gururuyla oynamış olmayalım...
Bir sessizlik oldu. Garson memnun olup olmadıklarını sormak için masalarına geldi.
- Benissimo, dedi Kathy.
- Benim... genç arkadaşım İtalyanca kursunda kazandığı kuponla beni buraya davet etti, dedi Paul Malone.
- Çok akıllı bir kız olmalısın, dedi garson.
- Hayır, akıllı değilim. Sadece bir şeyler kazanmayı biliyorum, o kadar.
Paul'ün yüzündeki ifade değişmiş, sanki aklına parlak bir fikir gelmişti. "Tamam" dedi, "iki uçak bileti kazanabilirsin."
- Nasıl yaparım ?
- Bu iki. kişilik öğle yemeğini kazanan sen değil misin ?
- Signora sınıftan birinin böyle bir ödül kazanmasını planladı da ondan...
- Belki ben de iki kişinin uçak bileti kazanmasını planlayabilirim?
- Buna sahtekârlık denir.
- Yardım etmekten daha iyidir...
- Düşünmem için biraz zaman tanıyabilir misiniz ?
- Fazla düşünme. Böyle bir yarışmayı planlamak için zamana ihtiyacımız var.
- Ken'e söyleyelim mi ?
- Bence hiçbir şey söylemeyelim. Sen ne dersin ? diye sordu Paul.
- Senaryonun tümünü bilmesine ne gerek var? Bu, Harriet'in çok sık kullandığı bir deyimdi.
Lou on beş yaşındayken üç sopalı adam babasının dükkânına girmiş sigaraları ve kasadaki parayı almışlardı. Aile fertleri tezgâhın arkasında korkuyla büzülmüş beklerken dışardan bir Gar-da'nın sesi duyulmuştu.
Lou hemen hızla adamların en iriyarısma, "Arka kapıdan, duvardan atlayın" demişti.
- Senin çıkann ne ? demişti adam ıslık çalar gibi.
- Sigaraları al, parayı bırak. Çabuk gidin. Adamlar söylediğini yapmışlardı.
Polis öfke içindeydi.
- Yöreyi çok iyi biliyor olmalılar, dedi Lou omuz silkerek. Babası çok hiddetlenmişti. "Onların kurtardın... Onları bal gibi
sen kurtardın."
- Gerçekçi ol, Baba. Lou zaten hep gangsterler gibi konuşurdu. Ne işe yarardı? Hapishaneler adam almıyor. İçeri girseler nasıl olsa iyi halden cezaları hafiflerdi. Onlar da çıkar çıkmaz dükkânı tuzla buz ederlerdi. Oysa şimdi bize borçlular. Korunmak için haraç parası vermek gibi bir şey yapmış olduk.
- Şehirde değil ormanda yaşıyoruz sanki, dedi babası. Lou doğru davrandığından emindi. Annesi de sessizce onaylıyordu.
- Boşuna başım derde sokma, derdi hep. Saldırgan soyguncuları eli coplu polise teslim etmenin başlarına dert açmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünürdü.