- Sanırım sonunda büyüdüğümü ve herkesi memnun etmenin imkânsız olduğunu anladım. Ben de onun yerine kendimi mutlu etmeye karar verdim. Bacaklarım güzel, onun için kısa etek giyiyorum, ama öyle aptalca kısa değil. Sonra makyajımı da biraz hafiflettim. .. Baktım ki ben aldırmayınca başkaları da fikir vermekten vazgeçmeye başladılar.
Fiona, fikir almak istercesine, alçak bir sesle, "Sence saçlarımı keseyim mi ?" diye sordu.
- Hayır bence kesme. Ama ben saçını uzat da demem. Saçların da vücudun da senin... Onlarla sen ne yapmak istiyorsan onu
yap. Ne bana ne Bartolomeo'ya ne de annene sor... Yapmazsan hep çocuk kalırsın. En azından ben böyle düşünüyorum.
Muhteşem Suzi için böyle konuşmak ne kadar kolaydı. Fiona kendini gözlüklü bir fare gibi görüyordu. Uzun saçlı bir fare. Gözlüklerini atıp saçlarını keserse bu sefer gözlerini kırpıştıran kısa saçlı bir fare olacaktı. Büyümesine, herkes gibi karar almasına yardımcı olacak bir şey gerekiyordu. Belki de aniden ona güç verecek bir şey çıkardı.
Barry iyi vakit geçirmişti. Fiona arkasında, beline sarılmış motorla eve dönerlerken "Bir daha maça davet ederse ne derim" diye düşünüyordu. Cesaret gösterip Suzi gibi maçtan sonra buluşmayı mı önermeliydi? Yoksa hastanede birilerinden ofsaydı iyice öğrenmeye çalışarak maça mı gitmeliydi ? Hangisi daha doğru olurdu ? Kendisinin ne istediğini bir bilseydi... Ama o daha Suzi gibi büyü-memişti. Hiçbir şey hakkında fikir üretecek konuma gelmemişti.
Yolun başında motordan inerken, "Arkadaşlarınla tanışmak hoşuma gitti" dedi.
- Bir dahaki sefer senin istediğin bir şeyi yapanz. Yarın sana uğrarım. Annemi eve çıkartmaya geleceğim.
- Çoktan döndüğünü sanıyordum. Barry annesi eve iyice yerleştiğinde onu davet edeceğini söylemişti. Fiona da Bayan Healy'nin çoktan evine döndüğünü düşünüyordu. Frezyaları bırakıp kaçan kadın olarak tanınmaktan korktuğu için son günlerde hastanenin o bölümünden uzak durmaya özen göstermişti.
- Hayır. Tam iyileştiğini düşündüğümüz sırada yeniden geriledi.
- Buna üzüldüm, dedi Fiona.
- O çiçekleri babamın gönderdiğinden emindi. Ama tabiî ki o göndermemiş. Bunu anlayınca tekrar hastalandı.
Fiona'yı ateş bastı, aynı zamanda buz gibi oldu vücudu. "Ne korkunç" dedi. Sonra, fısıltıyla, "Neden babanın gönderdiğini sanmıştı ?" diye sordu.
Barry hüzünlü bir ifadeyle, "Kim bilir ? Üstünde adı yazılı bir buket çiçek gerçekten geldi... Doktorlar kendi kendine gönderdiğini düşünüyorlar."
- Buna nasıl karar verdiler?
- Burada yattığını başka bilen yoktu da ondan...
Fiona'yı göz kırpmadan geçireceği bir gece daha bekliyordu. O kadar çok şey olmuştu ki... Maç, futbol kuralları, Luigi ve Suzi 'yle tanışmak, İtalya'ya gitme ihtimali, herkesin Barry'nin kız arkadaşı olduğunu düşünmesi... Sonra büyüyünce insanın ne yap-
ması, ne söylemesi gerektiğini bileceğini, kendi kendine kararlar alabileceğini anlaması... Sonra da bir buket çiçek yüzünden Barry'nin annesinin hastalığının nüksetmesine neden olması... Kadıncağız uyandığında bir buket çiçek görürse neşelenir sanmıştı. Oysa o buket her şeyi bin kere daha berbat etmişti.
Fiona ertesi gün işe gittiğinde yorgun ve soluk yüzlüydü. Üstelik tişörtlerinin arasından yanlış gün yazılı olanım seçmişti. Herkesin kafası karışıyordu. İnsanlar günlerden cuma olduğunu sandıklarını söylüyordu. Bir kısmı da "Karanlıkta mı giyindin" diye soruyordu. Kadının biri Fiona'nın göğsünde pazartesi yazdığını görünce "Yanlış geldim" diye çıkıp gitmişti. Fiona, soyunma odasına gitti ve tişörtün önünü arkasına çevirdi. Kimsenin arkasına bakmasına izin vermemeye çalışmaktan başka çare yoktu.
Barry öğlen tatilinde geldi. "Bizim bölümün sorumlusu Miss Clarke bir iki saat izin verdi. Çok iyi bir kadındır... o da İtalyanca kursuna geliyor. Ona kursta 'Francesca' diyorum, işte ise Bayan Clarke. Ne komik, değil mi?"
Fiona Dublin'lüerin en az yarısının yalancı isimlerle bu kursta boy gösterdiklerini düşünmeye başlamıştı. Ama Mountainview'da-ki o azgınlar okulunda çocukça oyunlar oynayan insanları gıpta edecek zamanı yoktu. Merak ettiğini belli etmeden annesinin nasıl olduğunu anlamalıydı.
- Her şey yolunda mı ?
- Hayır, ne yazık ki değil. Annem eve dönmek istemiyor, ama burada kalacak kadar da hasta değil. Bu yüzden onu bir akıl hastanesine gönderecekler. Çok üzgün ve ümitsiz görünüyordu.
Yüzü uykusuzluktan ve üzüntüden bembeyaz, "Çok yazık, Barry" dedi.
- Evet. Ne yapalım buna da göğüs germeye çalışacağım. Sana bir şey söylemek istiyordum. Hani bir daha çıkarız, o zaman da senin istediğin bir şey yaparız demiştim ya...
Fiona panik içindeydi. Ne istediğini seçmeye vakti olmamıştı ki... Aman yarabbi, her şeyin üstüne bir de bunu sormaya kalkışacak değildi...
- Ne istediğimi daha tam olarak...
- Hayır. Sadece bunu biraz ertelemek zorunda olduğumuzu söylemek istedim. Ama sakın başkasıyla çıktığımı veya çıkmak istediğimi sanma... heyecandan kekeliyordu.
Fiona, Barry'nin gerçekten ondan hoşlandığını anladı. Kalbinin üstünde baskı yapan ağırlığın dörtte üçü bir anda yok olmuştu. "Hayır, tabiî... anlıyorum... her şey hallolunca bana haber ver."
Yüzünü kaplayan gülümseme o kadar genişti ki... Kahve ve çay almak için sırada bekleyenler bir süre daha beklemek zorunda kaldılar.
Barry de en az onun kadar geniş bir gülümsemeyle onun yüzüne baktı sonra çıkıp gitti.
Fiona futbolda ofsaydın kurallarını öğrendi, ama topu atan ile kaleci arasında hep iki kişinin bulunmasının nasıl sağlandığını çözemiyordu. Kimseden doyurucu bir cevap alamamıştı.
Arkadaşı Brigid Dunne'ı aradı.
Telefona Brigid'in babası cevap verdi. "Merhaba. Seninle konuşma fırsatı çıktığına sevindim, Fiona. Geçenlerde bize geldiğinde sana kabalık ettim. Lütfen bağışla beni."
- Zararı yok, Bay Dunne. Canınız sıkılmıştı.
- Evet canım çok sıkılmıştı. Hâlâ da öyle...
- Belki benim orada yerim yoktu, fazlalıktım."
- Brigid'i çağırayım."
Brigid çok keyifliydi. Bir kilo vermişti, insanı kemikli gösteren yeni bir ceket almıştı ve bedavadan Prag'a gidiyordu. Hiç olmazsa kusurların ortaya döküldüğü çıplaklar plajı olmayan bir ülkeydi Çek Cumhuriyeti.
- Grania'dan ne haber?
- Hiç bilmiyorum.
- Onu görmeye gitmediğini mi söylemeye çalışıyorsun ? Fiona çok şaşırmıştı.
- İyi fikir. Gel bu akşam Zina Sitesi'ne gidelim. Onları ziyaret edelim. Belki o geriatriğe de rastlanz.
- Şişş. Öyle söyleme... baban duyabilir.
- Bu babamın deyimi. Bunu babam söylüyor. Brigid hiç pişman değildi.
Nerede buluşacaklarına karar verdiler. Brigid içten içe gülünç bir gece geçirmeye hazırlanıyordu. Fiona ise Grania'nın yıkılıp yıkılmadığım merak ediyordu.
Kapıyı Grania açtı. Uzun siyah bir kazak ile blucin giymişti. Onları görünce şaşırdı. "İnanılmaz" dedi sevinçle. "İçeri girin. Tony, zeytin dalının ilk yapraklan kapımızı çaldı."
Tony de gülerek kapıya geldi. Yakışıklı, fakat çok yaşlıydı. Fiona, Grania'nm nasıl olup da bu adamla bir gelecek görebildiğini anlamıyordu.
- Kardeşim Brigid ve arkadaşımız Fiona.
- Girin, girin. Daha iyi bir zaman seçemezditıiz. Tam bir şişe şa-
rap açacaktım. Grania "Çok içiyoruz" diyordu, yani benim çok içtiğimi söylemek istiyordu... Oysa şimdi içmeye mecburuz.
Onları kitap, kaset ve CD dolu bir odaya aldı. Yunan müziği çalıyordu.
- Zorba'daki dans mı ? diye sordu Fiona.
- Hayır, ama aynı besteciden. Theodorakis'i sever misin ? Aynı çağm müziğinden hoşlandığını sandığı birini bulmak gözlerini parlatmıştı.
- Kim ? dedi Fiona. Karşısındaki adamın gülüşü dondu.
- Ne kadar lüks, dedi Brigid etrafı hayranlık ve gıptayla süzerek.
- Değil mi? Tony bütün bu rafları özel olarak yaptırmış. Babamın kütüphanesini yapan adama. Babam nasıl? Grania gerçekten merak ediyordu.
- Bildiğin gibi. Hep aynı.
- Hâlâ yüksekten atıp bağırıp çağırıyor mu ?
- Hayır. Daha çok iç çekip inliyor.
- Ya annem ?
- Annemi bilirsin. Gittiğinin farkında bile değil.
- Teşekkür ederim. İnsana sevildiğini ne güzel anlatırsın.
- Sadece gerçeği söylüyorum.
O sırada Fiona, Dunne ailesinin içyüzünü anlamaması için yaşlı adamı lafa tutmaya çalışıyordu. Belki de adam her şeyi biliyordu.
Tony hepsine birer bardak şarap verdi. "Sizinle tanışmaktan çok memnunum kızlar. Yalnız okulda bakmam gereken bir iki şey var, sizin de nasıl olsa konuşacaklarınız çoktur. Onun için sizleri biraz yalnız bırakacağım."
- Gitmen gerekmez, sevgilim. Grania adama zorlanmadan "sevgilim" demişti.
- Gerekmediğini biliyorum. Ama gideceğim. Brigid'e döndü. Babanla konuşursan, ona... ona... Brigid merakla bekliyordu. Oysa Tony O'Brien sözcükleri bulmakta zorluk çekiyordu. Ona... kızının iyi olduğunu söyle, dedi boğuk bir sesle, sonra çıkıp gitti.
- Ne demezsin? dedi Brigid. Bundan ne anlam çıkartıyorsunuz?
- Çok çok üzülüyor, dedi Grania. Babam okulda onunla konuşmuyormuş. Bir yere girdiğinde odayı terk ediyormuş. Okulda durumu çok zor. Ben de eve gidemediğim için zor durumdayım.
- Eve gidemiyor musun? diye sordu Fiona.
- Hayır. Aramızda bir olay geçti. "Bunları yapan benim kızım değil artık" gibi sözler söylendi.
- Bilmem... Babam biraz sakinleşti gibi geliyor, dedi Brigid.
Belki ilk geldiğinde biraz homurdamr ve söylenir, ama zamanla her şeyi kabul eder...
- Tony hakkında konuşmasından nefret ediyorum, dedi Grania neye karar vereceğini bilemez gibi.
- Korkunç geçmişinden söz etmesinden mi demek istiyorsun ? diye sordu Brigid.
- Evet. Ama benim de geçmişim o kadar teiniz değil ki... Onun yaşında olsam ben de dolu dolu bir geçmişim olmasını isterdim. Hayatımın onunkinden kısa olmasından başka ne fark var aramızda?
- Geçmişin olduğu için ne kadar şanslısın, dedi Fiona.
- Susar mısın, Fiona? Çalı gibi ince olduğun yetmiyormuş gibi bir de geçmişin mi olmasını istiyordun?
- Kimseyle yatmadım, kimseyle sevişmedim, o işi yapmadım, dedi birdenbire Fiona.
Dunne kardeşler merakla ona bakıyordu.
- Olamaz... Doğru değil...
- Neden olamaz ? Yatsaydım herhalde hatırlardım. "Yatmadım" diyorsam doğru söylüyorum.
- Peki, neden. Soran Grania'ydı.
- Bilmiyorum. Ya sarhoştular ya da korkunç insanlardı. Belki yer yanlıştı ya da ben karar verinceye kadar iş işten geçti... Beni tanırsınız. Kendine acıdığı ve pişmanlık duyduğu seziliyordu. Grania ile Brigid diyecek şey bulamıyorlardı. Şimdi istiyorum ama, dedi Fiona heyecanlı bir sesle.
- Ne yazık ki çağımızın en yetenekli aygırını kaçırdık, o bu işi seve seve yapardı, dedi Brigid başıyla Tony O'Brien'ın çıktığı kapıyı işaret ederek.
- Bu söylediğin hiç komik değil, dedi Grania.
- Bence de, dedi Fiona. Önüme gelenle yapmak istiyorum demedim ki. Âşık olduğum biri var...
-Aman, affedersiniz!., dedi Brigid öfkeyle.
Grania şaraplarını tazeledi. "Ne olur kavga etmeyelim" dedi.
- Kavga eden kim? dedi Brigid şarap bardağını kafasına dikerek.
- Okuldayken oynadığımız; gerçeği söyleme ya da sadece yürekli olma arasında seçim yapmayı gerektiren oyunu hatırlıyor musunuz ?
- Sen hep yüreklilik göstermeyi seçerdin.
- Bu akşam gelin gerçeği söylemeyi seçelim.
- İkiniz bana ne yapmam gerektiğini söyleyin.
- Eve gelip babamı görmelisin. Seni gerçekten özlediğini sanıyorum, dedi Brigid.
- Geldiğinde banka veya siyaset konularını açmalısın veya yönettiği gece kursundan söz etmelisin. Onu alıştınncaya kadar şeye... Tony'yi hatırlatacak konulara girmemelisin, dedi Fiona.
- Ya annem ? Gerçekten aldırmıyor mu ?
- Hayır. Sadece seni sinirlendirmek için böyle söyledim. Ama aklını taktığı bir şey olduğunu sen de biliyorsun. Ya işi ya da geçirmekte olduğu menopoz. O bakımdan annemin gözünde babam gibi "büyük sorun" sen değilsin.
- Doğru söyledin, dedi Grania. Haydi, Brigid, o oyunu oynayalım.
- Brigid şişmanlama konusunda ağzını kapatmalı, dedi Fiona.
- Çünkü şişman değil, seksi. Kocaman bir kıç ve kocaman göğüsler, erkeklerin bayıldığı şey değil mi? diye sordu Grania.
- Aralarında da incecik bir bel, diye ekledi Fiona.
- Ama kaloriler ve fermuarlar konusuna gelince çok çok sıkıcı biri oluyor, dedi Grania gülerek.
- Saç fırçası sapına benzeyen biri için böyle konuşmak kolay.
- Hem sıkıcı hem seksi. Beklenmeyen bir bileşim, dedi, Grania. Brigid de gülümsemeye başlamıştı, içtenlikle konuştuklarını
anlamıştı. "Tamam. Şimdi sıra Fiona'da." Neşelenmeye başladığı görülüyordu.
İki kardeş bir süre sustular. İnsanın ailesinden birine saldırması daha kolaydı.
- Hazırlıklı olmak için bir kadeh şarap alayım, dedi Fiona.
- Fazla alçakgönüllü...
- Hep bağışlanmayı isteyen...
- Hiçbir konuda fikir üretemeyen...
- Hiçbir konuda karar alamayan...
- Herkesin kendi kararlarını alması gerektiğini anlayacak kadar olgunlaşmamış....
- Herhalde hayat boyu çocuk kalacak...
- Bir daha tekrarlar mısın ? diye araya girdi Fiona.
Grania ile Brigid "Fazla mı ileri gittik" der gibi birbirlerine baktılar.
- Sadece insanlara karşı hep fazla yumuşak olduğunu, kimsenin senin gerçek fikrinin ne olduğunu anlamadığını söylemek istiyorduk.
- Ya da fikrin olup olmadığım... diye ekledi Brigid karamsar bir ifadeyle.
- Ya çocuk kalmak konusu?..
- Kararlarımızı biz vermek zorundayız değil mi ? Yoksa hep bizim yerimize başkaları karar verir. Bu da çocuk kalmak demek-
tir. Bunu demek istedim. Grania komik, küçük Fiona'yı kırmış olmak istemiyordu.
- Çok tuhaf bir şey. Bunu bana söyleyen ikinci insansın. O Su-zi denen kız da "Saçımı kessem mi" diye sorduğumda aynı şeyi söyledi. Ne tuhaf!
- Peki, yapabilecek misin ? Soran Brigid'di. -Neyi?
- Zamanla karar vermeyi öğrenmeyi, sevdiğin adamla yatmayı, saçını kesmeyi, fikir yürütmeyi.
- Ya sen ? Sen insanın kafasını o kalorilerle şişirmeye son verecek misin bakalım ? dedi Fiona ateşli ateşli.
- Evet, o kadar sıkıcı geliyorsa, yapacağım.
- Tamam, öyleyse, dedi Fiona.
Grania, Fiona düşüncelerini açıkça söylerse, Brigid de kızartma konusunda ağzım açmazsa Çin yemeği getirteceğini söyledi. Onlar da ertesi gün babasına gitmeye söz verirse Grania'nm koyduğu kurallara uymayı kabul edeceklerim söylediler.
Yeni bir şişe şarap açtılar, yaşlı adam eve dönüp onun yaşında birinin düzenli uykuya ihtiyacı olduğunu söyleyerek onları kapının önüne koymasına dek birlikte güldüler.
Oysa adamın Grania'ya bakışlarından uykudan başka şeyler düşündüğü belli oluyordu.
Otobüse binip eve doğru yol aldıklarında Brigid, "Ziyaretlerine gitmemiz çok iyi fikirdi, değil mi ?" diye sordu. Aradan geçen zaman içinde öneriyi kendisinin yaptığına inanmıştı.
- Çok mutlu görünüyor, dedi Fiona.
- Ne kadar yaşlı, değil mi ?
- Neyse. Ondan başkasını istemiyor ki... dedi Fiona konuyu kapatmak için.
Brigid'in aynı fikirde olduğunu görünce şaşırdı. "Sorun da bu ya... Adam isterse Mars'tan gelmiş sivri kulaklı biri olsun... İstediği o ise... Herkes gerçekten istediği şeyin peşinden gidecek kadar cesur olsa, dünya bambaşka bir yer olurdu..." Belki de şarabın etkisiyle bağırarak konuşuyordu.
Otobüstekilerin çoğu bu sözlere güldü, alkışlayanlar bile çıktı. Brigid onlara öldürecek gibi bakıyordu.
- Seksi fıstık, bize bir gül bakalım, diye bağırdı bir erkek.
- Bana seksi dediler, diye fısıldadı Fiona'ya, mutluluk içindeydi.
- Sana söylememiş miydik ? dedi Fiona.
Barry Healy'yle bir daha çıktıklarında değişik bir insan olmaya karar verdi. Nasıl olsa bir daha çıkacakları kesindi.
Aradan geçen bir hafta çok yavaş geçti. Bir gün Barry'yi karşısında buldu.
- Evde işler yolunda mı ? diye sordu.
- Pek sayılmaz. Annem hiçbir şeyle ilgilenmiyor, yemek bile yapmıyor. Eskiden pastalar ve tatlılar yaparak insanı delirtirdi. Neredeyse zorla yedirirdi yaptıklarını. Şimdi süpermarketten hazır yiyecekler almazsam aç kalırız.
Fiona anlayış doluydu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
- Hiç bilmiyorum. Ondan önce ben delireceğim. Dinle, çıktığımızda nereye gitmek istediğine karar verdin mi ?
Fiona o anda kararını verdi. "Sizin eve çaya gelmek isterim" dedi.
- Hayır, bu iyi bir fikir değil.
- Ne istediğimi sen sordun. Ben de sana söyledim. Hem belki anneni harekete geçirmiş oluruz. Yemeğe bir kız arkadaşını getirdiğini söylersen belki bir şeyler hazırlamak ister. Ben de neşeli olur, ona iyi davranırım ve güncel olaylardan konuşuruz.
- Hayır, Fiona. Henüz değil.
- Ama ona yardım edeceksek asıl şimdi yapmamız gerekmez mi ? Şimdiden normal davranmazsan hayatının düzeleceğine inanmasını nasıl bekliyorsun?
- Bilmem, belki de haklısın, dedi Barry.
- Hangi akşam olsun ? Barry aslında istemeyerek bu akşamı seçti.
Sonra Fiona'nm kararsız davranmasını ne hazırlarlarsa hazırlasın önemi olmadığını söylemesini bekledi. Oysa tam tersi oldu, Fiona uzun bir iş gününden sonra yorgun olacağını, bu bakımdan canının makarna veya börek gibi doyurucu bir şeyler isteyeceğini söyledi. Barry kulaklarına inanamıyordu. Ama annesine aktarmaktan kaçmmadı.
- Bu tür yemekler yapacak halde değilim, dedi Barry'nin annesi.
- Tabiî yaparsın, Anne. Senin ne kadar iyi bir aşçı olduğunu unuttum mu sanıyorsun ?
- Baban böyle düşünmüyor ama... dedi. Barry kalbinin çeliğe dönüştüğünü hissetti. Annesini iyileştirmek için Fiona'nm akşam yemeğine gelmesinden daha fazlası gerekiyordu. Tek çocuk olmamayı, sorunlarını paylaşacak en az altı erkek altı da kız kardeşi olmasını ne kadar isterdi. Babasının annesini ne kadar sevdiğini, ölmek istediğinde ne kadar üzüldüğünü, yani annesinin duymak istediği o kahrolası sözleri söylemesini nasıl da dilerdi. Kar- < şısına kim çıkarsa çıksın onu terk etmeyeceğini söylese... Baba-
sı çok yaşlıydı, neredeyse elli yaşındaydı, tabiî ki annesini başka bir kadın için bırakacak değildi. Zaten onu kim isterdi ki... Sonra intihara kalkışmasını şantaj diye nitelendirmek de nereden çıkmıştı ? Babasının hiçbir konuda kesin fikri yoktu. Ülkede seçim olduğunda veya referandum yapıldığında fikrini açıklayacağına elinde gazete koltuğuna gömülürdü. Peki bu konuda böylesine sert fikirler ortaya atmak ne demek oluyordu ? Annesinin istediği sözcükleri söyleyemiyor muydu ?
Fiona'nın parlak fikri boşa gidecekti. Bunu şimdiden görüyordu Barry.
- Peki, Anne. Öyleyse ben bir şeyler hazırlamaya çalışırım. İyi bir aşçı sayılmasam da denemeye razıyım. Sen pişirmişsin gibi yaparız. Çünkü arkadaşımın eve gelmesinden memnun değilmiş-sin gibi davranmanı istemem.
- Yemeği ben yapacağım, dedi annesi. Sen Cascarino'nun yemeğini bile yapmaktan âcizsin. Cascarino tek gözlü iri kedilerinin adıydı. Adını İrlanda Millî Takımı'nda oynayan Tony Cascari-no'dan almıştı. Ama kedinin patilerinde büyük bir beceri olduğu söylenemezdi.
Fiona, Barry'nin annesine ufak bir kutu çikolata getirdi.
- Getirmeseydin keşke. Kilo almama yarayacak, dedi kadın. Yüzü solgun görünüyordu, bakışları da yorgundu. Koyu kahverengi bir elbise giymişti saçları da dümdüz ve cansızdı.
Fiona yine de kadına hayranlıkla bakıyordu. "Ah, Bayan Healy, şişman değişiniz ki... Nefis elmacıkkemikleriniz var, bir insanın şişman olup olmadığı oradan belli olur. Elmacıkkemiklerinden..."
Barry annesinin duyduklarına inanmayan bir edayla yüzüne dokunduğunu gördü. "Doğru mu?" dedi.
- Gerçekten. Çıkık elmacıkkemikleri olan bütün film yıldızlarına balon... Birlikte film artistlerini saymaya başladılar. Bir kilo bile almayan Audrey Hepburn'leri, Ava Gardner'leri, Meryl Streep'le-ri... Sonra da elmacıkkemikleri belirgin olmayan başka artistleri saymaya başladılar.
Barry haftalardır annesini bu kadar canlı görmemişti. Fiona'nm Marilyn Monroe'yu tartıştığını duydu. Yaşlansaydı güzelliğini koruyamayacağım söylüyordu. Konuyu intihar edenlere getirmemesini diliyordu.
Annesi konuya doğal bir yaklaşım göstererek, "Ama kendini bunun için öldürmedi ki. Yani elmacıkkemikleri yüzünden demek istiyorum" dedi.
Barry Fiona'nm kızardığını fark etti. Yine de bir şey olmamış
gibi konuşmaya gayret ediyordu. "Hayır. Bence yeterince sevilmediğini sandığı için yaptı. Aman yarabbi, iyi ki bizler de böyle davranmıyoruz. Yoksa kısa zamanda dünyada yaşayan kimse kalmazdı." O kadar doğal ve öyle hafife alarak konuşuyordu ki Barry bir an için nefesini tuttu.
Annesi ise hiç beklenmedik bir şekilde normal bir sesle, "Belki de ölmek istemiyordu, belki sevdiği adamın çok üzüldüğünü görmek ama, kurtulmak istiyordu" dedi.
Barry hayranlıkla Fiona'yı seyrediyordu. Bugün çok daha canlıydı. Nasıl adlandırması gerektiğim bilmiyordu, ama sanki eskisi gibi her konuda ondan bir ipucu beklemiyordu. Eve yemeğe gelmek için ısrar etmesi çok iyi fikirdi. Fiona'mn annesine elmacıkke-miklerinin ne güzel olduğunu söyleyeceği kimin aklına gelirdi?
Akşamın beklediği kadar korkunç olmadığını hissetti. Biraz rahatlayarak Marilyn Monroe'nun intihan gibi bir mayın tarlasından sonra hangi konuya geleceklerini beklemeye başladı.
Barry içinden konuşabilecekleri konuları sıralıyor, hiçbirini uygun bulmuyordu. Fiona'mn hastanede çalıştığını söyleyemezdi, çünkü bu sözler herkese mide yıkamalarını ve orada geçirilen günleri hatırlatırdı, birden italyanca kursundan da söz edemezdi ne de süpermarketten veya motorundan bahsedebilirdi. Bu konulara değinirse tehlikeli yerlerden uzaklaşmak için yaptığını anlarlardı. Annesine Fiona'mn tişörtlerini anlatsa, belki bundan hoşlanmazdı. Zaten Fiona da en iyi ceketi ile güzel, pembe bir bluz giymişti.
O anda, kedi odaya girerek tek gözünü Fiona'ya dikti.
- Seni Cascarino'yla tanıştırayım, dedi Barry, kızgın, kocaman kediyi hiç bu kadar sevmemişti. "Ne olur Tanrım, Cascarino Fiona'mn yeni eteğini tırmalamasın veya herkesin önünde mahrem yerlerini yalamaya kalkmasın" diye yalvanyordu. Oysa kedi başını Fiona'mn dizlerine dayayarak kalkışa hazırlanan ufak bir uçak gibi mırlamaya başladı.
- Sizin de kediniz var mı ? diye sordu Barry'nin annesi.
- Hayır. Aslında ben çok istiyorum, ama babam insanın basma açtığı dertleri bilmediğimi söylüyor.
- Çok yazık. Ben kedileri çok oyalayıcı buluyorum. Cascarino belki güzel değil, ama bir erkek kedi olarak çok anlayışlıdır.
- Anlıyorum, dedi Fiona. Erkeklerin bu kadar zor olmaları ne tuhaf değil mi? Aslında bunu isteyerek yaptıklarını sanmıyorum. Sadece yapıları öyle.
- Onlar kalpsiz. Bayan Healy'nin gözlerinde tehlikeli bir par-
laklık vardı. Göğüslerinde kan dolaşımını sağlayan, pat pat diye vuran bir şey var, ama ona kalp denmez. Barry'nin babasını ele alalım. Barry'nin bir arkadaşını getireceğini bile bile gelmedi. Biliyordu ve yine gelmedi.
Bu, Barry'nin beklediğinden de kötüydü. Annesinin ilk yarım saatte işin derinliğine dalacağını hiç tahmin etmiyordu.
Ama Fiona bununla da kolay başa çıkmayı başardı.
- Erkekler böyledir işte!.. Barry'yi ailemle tanıştırmak için eve çağırdığımda babam da aynen böyle yapacaktır. Bana arka çıkmayacağından, beni hayal kırıklığına uğratacağından eminim. Evde olmayacak demek istemiyorum, çünkü hep evdedir. Ama beş dakika geçmeden Barry'ye motora binmenin ne kadar tehlikeli olduğunu, supermarket kamyoneti kullanmanın da en az motosiklet kadar tehlikeler içerdiğini, futbol sevmenin de aptallık olduğunu söyleyeceğine bahse girerim. İtalyanca öğrenmenin kötü taraflarını bulursa onları da sıralayacağına eminim. Babam her şeyin iyi yanını değil, kötü yanını görmekte ustadır. Bunun ne kadar iç karartıcı bir şey olduğunu bilemezsiniz.
- Peki annen bu duruma ne diyor? Barry'nin annesi anlatılanlarla çok ilgileniyordu. Bir an için kocasını eleştirmeyi bir kenara bırakmıştı sanki.
- Yıllar geçtikçe o da babam gibi düşünmeye başladı galiba. Onlar yaşlı, Bayan Healy. Sizlerden çok daha yaşlı... Ben kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuyum. Onların alışkanlıklarından vazgeçmeleri için artık çok geç... Kocaman gözlüklerine yansıyan ışıkla panldayan gözleri ve tertemiz saçlanm tutturan fiyonguyla o kadar içten ve heyecanlı görünüyordu ki... Dünyada oğluna böyle sıcak davranan bir kızı istemeyecek anne olamazdı.
Barry annesinin gittikçe rahatladığım gözlemliyordu.
- Barry, iyi bir çocuk gibi mutfağa git, böreği fınna koy. Başka yapılacak ne varsa lütfen yap, olur mu ?
Barry odadan çıktı, biraz gürültü yaptıktan sonra oturma odasında neler olduğunu anlamak için sessizce kapıya yanaştı. İki kadın duyamayacağı kadar alçak sesle bir şeyler konuşuyorlardı. "Ne olur Tamım, ne olur Fiona aptalca bir şeyler söylemesin" diye içinden dua ediyordu. Annesi de babasının başka kadınlarla ilişkisi olduğu konusundaki hayallerinden söz etmese... İçini çekerek üç kişilik masayı kurmaya koyuldu. Babasının bulunmayı-ı canım sıkmıştı. Ne de olsa her şeyi eski haline getirmek için bir çaba gösteriyordu Barry. Bu durumda o da ufacık bir çaba gösteremez miydi ? Böyle davranarak annesinin kuşkulanm daha da