Italyanca Aşk Başkadır Evening Class



Yüklə 2 Mb.
səhifə29/32
tarix18.08.2018
ölçüsü2 Mb.
#72583
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32
Grania ile Brigid'in anneleri ise salondan çıkıp gitmeye çabalıyordu. Paltosunu almak için Caterina ve Harriet'in vestiyeri açmalarını istiyordu. Kadımn gittiğini sadece Fiona görmüştü. Barry varlığından bile haberdar olmamıştı. Frezyaların nereden geldiğini kimsenin öğrenememesi gibi Barry'nin bu kadının varlığından haberdar olmasına da hiç gerek kalmayacaktı.
- Benimle dans eder misin? diye sordu Fiona'ya. Three Coins in the Fountain çalıyordu. Dokunaklı ve duygusal bir şarkıydı...
Barry ona sımsıkı sarıldı. "Ti anıo, Fiona, carissima Fiona." -Anch'io. "Ben de" demek. Ben de seni seviyorum. Ti amo da morire.
- Aman Tanrım, bunları nereden öğrendin ? Hayatında hiçbir şeyden bu kadar etkilenmemişti.
- Signora'ya sordum. Sonra tekrarladım. Her ihtimale karşı... -Her ihtimale mi?
- Sen söylersin diye... Ne cevap vereceğimi bilmek için...
Etrafları şarkının saçma sözlerini bir ağızdan söyleyen insanlarla doluydu. Grania ile Brigid'in babalan karısının nerede olduğunu merak edip aramaya koyulacağına Signora'yla konuşuyordu. Birinin aklına gelse dansa başlayacak bir çifti andırıyorlardı. Barry'nin babası, huzursuz bir tavırla etrafa bakmaktansa yeniden bir kadına benzemeye başlayan karısıyla konuşuyordu. Bri-gid ise eskisi gibi üstündeki dar etekliği çekiştireceğine bol kırmızı elbisesi içinde hiç kaçmaya niyetli görünmeyen bir adamla dans ediyordu. Grania da o yaşlı adamın, Tony'nin koluna girmişti. Onlar dans etmiyorlardı, ama evleneceklerdi. Fiona'yı düğünlerine davet etmişlerdi.
Fiona, büyümenin ne harika bir şey olduğunu düşündü. Bütün olanlann değilse bile olaylann büyük çoğunluğunun sorumlusu oydu.
 
- Bay Dunne'ı neden düğünümüze çağırmak zorunda olduğumuzu anlamıyorum ? dedi Lou.
- Signora'nın hatın için. Yoksa kendini yalnız hisseder.
- Niye ? Sanki başka kimsesi yok mu ? Tanrı aşkına seninkiler-le aynı evde oturmuyor mu ?"
- Ne demek istediğimi anlıyorsun. Suzi kararlıydı.
- Karısını da mı çağıracağız ? Liste gittikçe uzuyor... Adam başına on yedi pound alacaklarını unutma, hem de ağızlarına bir damla içki girmeden önceki fiyat bu...
- Tabiî karısını çağırmayacağız. Senin aklın nerede ? dedi Suzi, yüzünde sanki anlayışı kıt biriyle evleniyormuş gibi kuşkulu bir ifade belirmişti. Lou'yu en çok korkutan ifadeydi bu.
- Tabiî çağırmayacağız, canım, dedi Lou çabucak. Bir an için daldım da...
- Sizin taraftan çağırmak istediğin başka birileri var mı ?
- Yok, hiç yok. Zaten gelenlerin tümü bizim taraftan sayılır. Nasıl olsa hep birden balayına çıkmıyor muyuz ? derken Lou'nun sanki neşesi yerine gelmiş gibiydi.
- Evet. Dublin'in yansıyla birlikte balayına çıkıyoruz... dedi Suzi sıkıldığım belli ederek.
Nell Dunne kızından evlilik tarihini duyduğunda, "Demek Evlendirme Memurluğu'nda, öyle mi ?" diye sordu.
- Evet. Hiç birimiz kiliseye adım atmadığımıza göre kilisede evlenmek ikiyüzlülükmüş gibi geliyor, dedi Grania. Nell omuz silkti. Geleceksin değil mi, anne ? Grania'nın sesi kaygılıydı.
- Tabiî geleceğim. Neden sordun?
- Hiç... hiç... sadece...
- Bartolomeo, Fiona'yla aynı odayı mı paylaşacaksınız ?" diye sordu Signora.
- Si, Signora, grazie, o işi hallettik. Barry işin ne kadar zevkle halledildiğini hatırlayarak kızardı.
- İyi. Böylelikle bizim işimizi de kolaylaştırmış oldunuz. Tek kişilik odalar büyük sorun yaratıyor.
Signora, Constanza'yla, Aidan Dunne da Lorenzo'yla aynı odada kalmaya karar vermişlerdi. Diğerlerinin zaten eşleri hazırdı.
Brigid Dunne'ın çalıştığı seyahat acentası çok yardımcı olmuş, tüm olasüıklan inceleyerek en düşük fiyatı vermişti. Brigid Dunne'ın da aslında onlara katılmaya can attığı belliydi.
- Neden Denizden Gelen Yaşlı Adam'la birlikte onlara katılmıyorsun ? diye sordu Grania'ya.
Brigid böyle alaylı konuştuğunda Grania gülmekle yetiniyordu. "Babama sorun yaratmamak için... Bir de bu asnn en güzel yaşlılar düğününü hazırlıyoruz."
Brigid kıkır kıkır güldü. Grania söylenenlere aldırmayacak kadar mutluydu.
Meşhur viaggio'nun hazırlıklan yapılırken annelerinin adının geçmemesi ikisini de şaşırtmıştı. Nedenini bilmeden ikisi de bu konuyu açmaktan kaçınıyorlardı. Bu hem çok ufak hem de çok önemli bir konu gibi görünüyordu. Yoksa anneleri ile babalan ay-nlmayı mı düşünüyorlardı ? Ama imkânsızdı, onlar gibi ailelerde ayrılmak diye bir şey düşünülemezdi...
Fiona, viaggio'dan birkaç gün önce Barry'yi eve yemeğe getirdi.
- Sen neredeyse bizim evde yaşıyorsun. Benim ise sizin eve girmem sanki yasak... demişti Barry.
- Bizimkileri çok geç oluncaya kadar tanımanı istemedim.
- Ne yapmak için çok geç ?
- Beni bırakman için. Yani bana karşı içinde dayanılmaz bir arzu duymanı ve beni insan olarak çok fazla beğenmeni bekledim.
Öylesine içtenlikle konuşuyordu ki Barry gülmemek için kendini zor tuttu. "Öyleyse ben de dayamlmaz arzu bölümünün böylesine öncelik kazanmasına ne kadar memnun olduğumu söylemeliyim" dedi. "Ailen korkunç olsa bile bu şartlarda onlara katlanmak zorunda olacağım."
Gerçekten korkunçtular. Fiona'nm annesi "Çantalann çalınma ve güneş yanığına uğrama olasılığı olmadığından tatil için irlanda'dan daha güzel yer yoktur" diyordu.
- Kapkaççılar bizde de yok mu sanki ?
- Hiç olmazsa burada İngilizce konuşuluyor, diye araya girdi babası.
Barry, İtalyanca'yı hazırlıklı olmak için öğrendiğini, böylece lokantada rahatlıkla yemek ısmarlayabileceğim, polisle konuşabileceğini, hastaneye gitmek zorunda kalırsa veya otobüste bir sorun çıkarsa derdini anlatabileceğim söyledi.
- Benim de söylemek istediğim bu işte, diye haykırdı Fiona'nm babası zafer kazanmış biri edasıyla.
- Tek kişilik oda için ne kadar fark alıyorlar? diye sordu annesi.
- Gecede beş pound, diye yanıtladı Fiona.
Barry aynı anda, "Gecede dokuz pound" demişti. Göz göze geldiler. "Şey.... yani, erkekler için daha fazla para alıyorlar" dedi Barry çaresizlikle.
- Neden? diye sordu Fiona'nm babası. Kuşkulandığı belliydi.
- İtalyanların karakteriyle ilgili bir şey... Erkeklerin eşyalannı filan koymak için daha büyük odalara gereksinimleri olduğunu düşünüyorlar saiunm.
- Kadmlann giysileri daha fazla değil midir? Bu kez kuşkulanan Fiona'nm annesiydi. Kızı, kendi giysileri için büyük bir oda tutan bir adamla nasıl arkadaşlık edebilirdi ?
- Annem de aynı şeyi söylüyor... Unutmadan söyleyeyim. O da sizinle tamşmak için sabırsızlanıyor.
- Neden ? diye sordu Fiona'nın annesi.
Barry bu sorunun cevabmı bulmakta zorlandı: "Annem böyledir. İnsanlan çok sever" demekle yetindi.
- Şanslı kadın! dedi Fiona'nın babası.
Viaggio'dan bir akşam önce Grania, "İtalyanca'da bol şanslar nasıl denir, Baba?" diye sordu.
- in bocca al lupo, Papa. Grania tekrarladı. Babasımn çalışma odasındaydılar. Babası, haritalannı ve kitaplannı hazırlamaktaydı, hepsini yanında taşıyacağı ufak bir bavula yerleştirmeye kararlıydı. Giysilerim kaybolsa da gam yemem, benim için asıl önemli olan bunlar, diyordu.
-Annem bu akşam çalışıyor mu?                            
- Öyle sanıyorum, canım.
- Düğüne geldiğinde güneşte yanmış olacaksın, değil mi? Havanın neşeli olmasında kararlıydı Grania.
- Evet. Düğününü bizim evde yapmayı çok istediğimizi biliyorsun, değil mi ?
- Evet, ama biz gerçekten bir pub'da olmasını istiyoruz.
- Oysa hep bu evde evleneceğini, tüm masrafları benim karşılayacağımı düşünürdüm.
- Kocaman bir pastanın ve şampanyanın parasını veriyorsun ya. Yetmez mi ?
- Bilmem ?... Umarım yeter.
- Fazla bile. Dinle beni, bu yolculuk seni heyecanlandırıyor mu?
- Biraz. Umduğumuz kadar, diğerlerine umut verdiğimiz kadar veya eski yolculuklarımızın anısı kadar başarılı olmazsa... Kurs o kadar iyi gitti ki bu seyahat havayı bozarsa çok üzülürüm.
- Olmaz, Baba. Görürsün, harika geçecek... Birçok bakımdan keşke ben de gelseydim, diyorum.
- Birçok bakımdan keşke gelseydin. İkisi de Aidan'ın yirmi beş yıllık eşinin İrlanda'da kalacağını, onlarla gelmeyeceğini ve dediğine göre kimsenin ona "Gel" demediğini ağızlarına almadı.
Jimmy Sullivan'm Northside'da işi çıkmıştı. Signora'yı havaalanına o götürüyordu.
- Daha çok zamanınız var, dedi Signora'ya.
- O kadar heyecanlıyım ki... Bir an önce yola çıkmak istiyorum.
- Kocanızın ailesini görmeye eskiden yaşadığınız köye gidecek misiniz?
- Yok, hayır Jimmy. Zamanım olmayacak.
- İtalya'ya kadar gidip onları görmemek yazık değil mi? Öğrencilerinizden birkaç günlüğüne ayrılabilirdiniz...
- Yok, orası çok uzak. İtalya'nın öbür ucunda, Sicilya Adası'nda.
- Peki İtalya'ya kadar geldiğinizi duyup üzülmezler mi?
- Hayır, İtalya'da olduğumu bilmeyecekler.
- Böylesi daha iyi. Hiç olmazsa alınacak bir şey olmaz.
- Hayır, alınmalarına fırsat çıkmaz. Dönünce Suzi'yle bütün seyahati anlatırız.
- Aman yarabbi, düğün ne kadar müthiş oldu, değil mi, Signora?
- Çok hoş vakit geçirdim. Herkes çok iyi vakit geçirdi.
- Bense hayatımın sonuna kadar borç ödeyeceğim.
- Saçmalama, Jimmy. Sen de bayıldın aslında. Tek kızım evlendirdin. Hem de gerçekten güzel bir davetti. Herkesin yıllarca unutamayacağı bir davet...
- İçkinin etkisinin geçmesi günlerce sürüyor... Konukseverliğinin herkes tarafından onaylanması Jimmy Sullivan'ı keyiflen-dirmişti. Suzi ile Lou yataktan çıkabilir ve havaalanına zamanında yetişebilirler inşallah.
- Yeni evlilerin nasıl olduğunu bilirsin, dedi Signora.
- Yeni evli olmadan çok önce o yatakta yattılar ama, dedi Jimmy Sullivan, onaylamayan bir edayla. Suzi'nin böylesine ahlak dışı davranmakta sakınca görmemesine üzülüyordu.
Havaalanında yalnız kalan Signora bir koltuğa oturarak hazırladığı yaka kartlarını çıkarttı. Her kartta -Mountatinview'un İtalyanca adı olan- Vista del Monte ile yolcuların adlan yazılıydı. Böylelikle kimse kaybolmayacaktı. Eğer bir Tanrı varsa bu kadar insanın Kutsal Kent'e gelmesinden mutlu olması ve onları kazadan, kavgadan ve kaybolmaktan koruması gerekiyordu. Aidan Dunne ve Signora'yla birlikte kırk iki kişiydiler. Havaalanında bekleyen otobüsü dolduracak kadar insan... Alana ilk kimin geleceğini merak ediyordu. Lorenzo mu? Belki de Aidan olurdu. Erken gelerek, yaka kartlarım dağıtmasına yardım edeceğini söylemişti.
Oysa ilk gelen Constanza'ydı. "Oda arkadaşım" dedi Constan-za hevesli bir sesle ve kartı yakasına iliştirdi.
- İsteseydin kolaylıkla tek kişilik bir oda tutardın, dedi Signora.
- Evet, ama, konuşacak kimsem olmazdı?.. Oysa tatile çıkmanın en büyük zevklerinden biri konuşarak paylaşmak değil midir?
Signora yanıt veremeden diğerleri gelmeye başladılar. Birçoğu otobüsle gelmişti. Teker teker yaka kartlarını alırken okullarının böyle zarif bir adı olmasından kıvanç duyduklarını söylüyorlardı.
- İtalya'da kimse Mountainview'un nasıl bir çöplük olduğunu hayal edemez, dedi Lou.
- Hey, Lou. Biraz daha tarafsız ol. Bu sene büyük aşamalar kaydedildi. Aidan binaların onarılarak boyanmalarım, yeni bisiklet barınağını ima ediyordu. Tony O'Brien verdiği sözleri tutmuştu.
- Özür dilerim, Aidan. Kulak misafiri olduğunu fark etmemiştim, dedi Lou gülümseyerek. O düğüne olumlu katkılarda bulunan bir konuk olmuştu. La donna e mobile şarkısını tümüyle seslendirmişti.
Brenda Brennan herkesi yolcu etmek için havaalanına kadar gelmişti. Onu görünce Signora çok duygulandı. "Ne kadar iyisin. Diğerlerinin ailesi çok daha olağan davranıyor."
- Hayır, değil. Brenda başıyla Luigi'yle konuşmakta olan Ai-dan'ı işaret etti. Örneğin onun olağan bir ailesi yok. O soğuk karısına neden sizlerle Roma'ya gitmediğini sordum, kadın omuz silkti, kimsenin davet etmediğini, istenmediği yere zorla gidecek biri olmadığını gitse de hiç hoşlanmayacağından emin olduğunu söyledi. Buna mı olağan diyorsun ?
- Zavallı Aidan. Signora gerçekten üzgündü.
O da Mallorca'daydı. O kadar gürültülüydü ki hiç birimiz uyuyamamıştık. Biz de kalkıp plaja gitmiştik.
- Ucuz diye böyle bir otel seçtiler herhalde. Barry birileri bu ülkeyi kınayacak diye ödü kopuyordu.
- Bedavaya yakın olduğunu biliyorum. Delinin biri acentaya giderek hangi otelde kaldığımızı sormuş. Demek ki ucuz olduğu duyulmuş.
- O deli de bizimle gelmek mi istemiş?
- Brigid gelemeyeceğini söylemiş. Bu fiyatı aylar önceden aldıklarım anlatmış, ama kadın otelin adını öğrenmek için ısrar etmiş.
- Bak şu işe... Barry, güneşin ısıttığı kaldırıma çıkmaktan mutlu olmuştu. Kafa sayımı başlamıştı. Uno, due, tre... Ekip başkanları Signora'yı memnun etmek için işlerini çok ciddiye alıyorlardı.
Otobüs trafiğin arasında ilerlemeye çalışırken, "Sen daha önce hiç otelde kaldın mı, Fran?" diye sordu Kathy. Sokak sabırsız şoförlerle doluydu sanki.
- Yıllar önce iki kez, dedi Fran daha fazla açıklamaya gerek duymadan.
Kathy ısrar etti. "Hiç anlatmamıştın."
- Cork'a gitmiştik. Ken'le...
- Haa! Okul arkadışımın evinde kalıyorum dediğinde mi ?
- Evet. Bizimkiler bakmak zorunda kalacakları ikinci bir çocuk doğuracağımı sanmasınlar diye... dedi Fran Kathy'yi şakadan dürterek.
- Zaten böyle bir şey için yaşlı sayılmaz mısın ?
- Beni Amerika'ya götürmek için kazandığın o biletlerle gittiğimizde Ken'le aramızda bir şeyler olursa bakarsın yanımızda küçük bir kardeşle döneriz...
- Belki o kardeşle Amerika'da kalmak istersin?
- Biletimiz gidiş dönüş. Bunu unutma.
- Sen de çocukların bir gecede doğmadığım unutma... dedi Kathy.
İkisi gülerek etraftaki güzel binalara baktılar. Bir süre sonra otobüs Via Giolitti'de durdu.
Signora yerinden fırladı. Herkes bir ağızdan konuşuyordu. Suzi, "Terminalin önüne değil otele kadar götürülmemiz gerektiğini söylüyor" dedi.
- Sen nereden anladın? Bizim kursta bile değilsin... dedi Lou hırsla.
- Garsonluk yapan herkes er geç her şeyi anlar, dedi Suzi önem-
semeyen bir tavırla. Sonra Lou'nun gözlerinin içine baktı. Sonra evde bölük pörçük İtalyanca konuşulduğunu unutma. Ben de birkaç kelime kapmışım demek. Bu çözüm Lou'yu rahatlatmıştı.
Suzi haklıydı. Otobüs birden fırlayarak onları Albergo Franco-bollo'nun önüne bırakmak üzere yola çıktı.
- Pul Oteli, diye çevirmenlik yaptı Bili. Hatırlamak kolay olacak. "Vorrei un francobollo per l'Irlanda" dediler hep bir ağızdan. Signora kıvançla gülümsedi.
Roma'ya sorunsuz varmışlardı. Otelde yerleri hazırdı, herkes neşe içindeydi. 0 kadar telaşa hiç gerek yoktu. Artık rahatlayarak İtalya'dan, İtalya'nın renklerinden ve seslerinden zevk almaya başlayabilirdi. Daha rahat nefes aldığını fark etti.
Belki Albergo Francobollo Roma'nın en lüks oteli değildi, ama karşılama muhteşemdi. Signor ve Signora Buona Sera herkesin bu kadar güzel İtalyanca konuşmasına hayran kalmışlardı.
"Bene, bene, benissimo" diyerek merdivenlerden koşarak inip çıkyorlar, herkese odalarını gösteriyorlardı.
Fiona, "Hepimiz gerçekten 'İyi akşamlar Bay İyi akşamlar' mı diyoruz?" diye sordu Barry'ye.
- Evet, ama bizde de ne acayip isimler olduğunu unutma. Bizde de adları Hödükoğlu veya Kalınense olanlar var.
- Belki vardır, ama Bayan İyiakşamlar veya Bayan Hayırlısa-bahlar diye birileri yoktur herhalde.
- İrlanda'da Effin diye bir yer var. Yabancılar buna ne diyor acaba?
- Seni seviyorum Barry, dedi aniden Fiona. Odalarına yeni girmişlerdi ve Bayan İyiakşamlar söylediğini duymuştu.
- Aşk... aşk!.. Çok, çok güzel, dedi gülerek, sonra başkalarım odalarına götürmek üzere koşarak aşağıya indi.
Connie giysilerini dolabın kendine ayrılan bölümüne asıyordu. Pencereden, Piazza Quintacenta'ya açılan daracık sokaklar ve yüksek binaların pencereleri ile damlan görünüyordu. Connie odadaki ufak lavaboda ellerini yıkadı. Banyosuz bir odada kalma-yalı yıllar geçmişti. Ama böylesine istekle yolculuğa çıkmayalı da yıllar olmuştu. Daha çok parası olduğu için kendini diğerlerinden hiç üstün görmüyordu. İstese kolaylıkla bir araba kiralayabilir veya hepsini beş yıldızlı bir lokantada yemeğe davet edebilirdi, ama bu düşünceler aklının ucundan bile geçmiyordu. Dört gözle Signora ile Aidan Dunne'm birlikte özenle hazırladıkları programın başlamasmı bekliyordu. Akşam kurşundaki herkes gibi Con-
nie de ikisinin arasında arkadaşlıktan farklı bir şeyler olduğunu sezmişti. Aidan'ın karısının gruba katılmadığını görmek kimseyi şaşırtmamıştı aslında.
- Signor Dunne, telefono, diye seslendi Signora Buona Sera. Aidan, o sırada Laddy'ye pirinç kapı tokmaklarını parlatmaları
gerektiğini hemen söylememesini rica ediyordu. Belki birkaç gün beklemek daha uygun olurdu...
- İtalyan arkadaşlarınız arıyorlardır belki, dedi Laddy heyecanla.
- Hayır, Lorenzo. Benim hiç İtalyan arkadaşım yok.
- Daha önce buraya gelmemiş miydiniz?
- Çeyrek asır önceydi. Onu da hatırlayacak kimse kalmadı.
- Benim burada arkadaşlarım var, dedi Laddy gururla. Bartolo-meo'nun da Dünya Kupası'ndan tanıdıkları var.
- Ne güzel, dedi Aidan. Bakalım beni arayan kim ? -Baba?
- Brigid? Her şey yolunda mı?
- Evet. Demek Roma'ya vardınız.
- Evet. Kazasız, belasız. Harika bir akşam, şimdi Piazza Navo-na'ya doğru yürüyüp orada birer içki içeceğiz.
- Harika. Çok güzel vakit geçireceğinize eminim.
- Evet. Brigid.. .herhangi bir sorun... yani bir şey mi var?
- Hayır Baba. Belki boşuna merak ediyorum, ama iki kez acen-taya kafadan kontak bir kadın geldi... Hangi otelde kalacağınızı öğrenmek istedi. Belki de önemsizdir, ama ben biraz kuşkulandım. Bana kalırsa delinin biri.
- Nedenini söyledi mi ?
- "Basit bir soru soruyorum" dedi. Benden cevap vermemi istedi. "Vermezsen patronuna giderim" dedi.
-Ne yaptın?
- Tımarhaneden yeni çıkmış birine benziyordu, Baba. Onun için "Hayır" dedim. Babamın da grupla birlikte olduğunu, herhangi birine bir mesajı varsa yardımcı olacağımı söyledim.
- Doğru yapmışsın, kızım. İşi halletmişsin.
- Hayır halledemedim. Patrona gidip Mountainview grubundan Bay Dunne'a verilecek çok acil bir mesajı olduğunu söyledi, patron da hem otelin adını verdi hem de beni azarladı.
- Adımı bildiğine göre beni tanıyor demektir.
- Hayır, yakamdaki karttan Brigid Dunne diye benim adımı okudu. Babacığım, aslında şunu söylemek istiyorum...
- Ne söylemek istiyorsun, Brigid?
- Kadının deliye benzediğini, dikkatli olmanı.
- Çok teşekkür ederim sevgili, bir tane Brigid'im," dedi sonra da kızma çok uzun zamandır böyle seslenmediğini fark etti.
Çıktıklarında Roma sokaklarında hava ılıktı. Santa Maria Maggiore'nin civarından geçtiler, ama içine girecek kadar yakın değildiler.
- Bu akşam çok samimi dostane bir akşam... hep birlikte o güzel meydanda içki içeceğiz. Yarın ise isteyenler kültürel ve dinî yapıtları gezebilir, isteyenler bir kahvede oturup gelip geçenleri seyreder. Signora zorla bir şey yapılmayacağım açıkça belirtmek istiyordu, ama herkesin gözlerinden ilgi ve rehberlik beklentisi okunuyordu. "Piazza Navona'daki o muhteşem çeşmeleri ve heykelleri görünce ne demeliyiz ?" diye sordu.
Yolun kenarında birikmiş grup, bir ağızdan, "In questa piazza ci sono multi belli edifici!' diye bağırdılar.
- Benissimo, dedi Signora. "Avanti, gidip o eserleri bulmaya ne dersiniz ?"
Kırk iki kişi, hep birden ve huzur içinde gecenin Roma'yı sarmalamasını beklediler.
Signora Aidan'ın yanındaydı. "Telefonda kötü bir haber almadın, umarım" dedi.
- Hayır, hayır. Brigid oteli beğenip beğenmediğimizi sordu. Ben de "Harika" dedim.
- Bize o kadar yardım etti ki... Hem senin için hem herkes için bu yolculuğun başarılı geçmesini sağlamaya çalıştı.
- Öyle de olacak. Kahvelerini yudumladılar. Bazıları bira ısmar-lamıştı, bazıları da grappa. Signora burada fıyatlann turistlere göre olduğunu, onun için birer içkiyle yetinmelerini önermişti. Fî-renze ve Sienna'ya gittiklerinde yanlarında biraz para kalmalıydı. O yerlerin adını duymak herkesi keyiflendirmişti. Artık viaggio'la-n başlamıştı. Salı ve perşembe akşamları kursta kurdukları hayaller artık gerçekleşiyordu.
- Evet, Aidan gerçekten başanlı olacak, dedi Signora.
- Brigid bir şey daha söyledi. Aslında sana anlatıp canını sıkmak istemezdim, ama acentaya deli izlenimi veren bir kadın gelmiş ve ısrarla kaldığımız otelin adını sormuş. Brigid başımıza dert açacak birine benzediğini söylüyor.
Signora omuz silkti. "Şimdilik beraberimizdeki grubu düşünelim. Onu da o zaman düşünürüz, ne dersin ?"
Akşam kursu öğrencileri ufak gruplar halinde Dört Nehir Çeş-mesi'nin önünde poz veriyorlardı.
Elini uzattı ve Signora'nın elini tuttu. "Biz, her şeyle başa çıkabiliriz" dedi.
- Arkadaşınız geldi, Signor Dunne, dedi Signora Buona Sera.
- Arkadaşım mı?
- Evet. İrlandalı hanım. Sadece otele bakmak istedi, herkes geldi mi diye sordu.
- Adını söyledi mi?
- Hayır. İsim vermedi. "Herkes bu otelde mi kalıyor" diye sordu. Yarın otobüsle tura çıkacağınızı söyledim. Doğru söyledim değil mi?
- Evet, doğru, dedi Aidan.
- Deliye benziyor muydu? diye ekledi sonra olağan bir soruy-muş gibi...
- Deli mi, Signor Dunne ?
- Pazza ? dedi Signora.
- Hayır, hayır hiç pazza değildi. Signora Buona Sera, Franco-bollo Oteli'ne bir delinin gelmeye cesaret edebileceğini düşündükleri için alınmıştı sanki.
- İyi öyleyse, dedi Aidan.
- Evet, iyi... dedi Signora gülümseyerek.
Gençler, Piazza Navona yıldızlarla kaplandığında el ele piaz-za'da. oturmanın anlamını bilseler, içtenlikle gülümserlerdi herhalde.
Signora, otobüs gezisiyle Roma hakkında genel bir fikir edineceklerini söylüyordu. Özellikle görülmesi gereken yerlere sonra vakit ayıracaklardı. Örneğin herkes Vatikan Müzesi'ne gelmek istemeyebilirdi.
Ayrıca, sabah kahvaltısında peynir verildiğine göre daha sonra yemek üzere ufak birer sandviç hazırlamalarını önerdi. Nasıl olsa akşam yemeği otele yakın büyük bir lokantada yenecekti. Yürüyerek gidebilecekleri bir yerde... "Yine, herkes gelmek zorunda değil" diye tekrarladı. Herkesin geleceğinden emindi aslında.
Otele gelen, onları soran kadından söz eden yoktu. Signora ile Aidan şoförle nerelerden geçmeleri gerektiğini tartışırken o kadını çoktan unutmuşlardı.
Ünlü Trevi Çeşmesi'ne para atacak zamanları olacak mıydı? Bocca della Verita'nın yakınlarında park edecek yer var mıydı ? Herkes yalan söyleyenlerin parmağım ısıran heykelin ağzına elini sokmak istiyordu. İspanyol Merdivenleri'ne geldiklerinde otobüs
onları aşağıda mı bekleyecekti yoksa yukarda mı ? Peşlerine düşen kadını düşünecek zamanlan yoktu. Her kim ise...
Yorgun argın döndüklerinde iki saat dinlenip yemeğe gitmek üzere aşağıda toplandılar. Signora, Connie'yi odada bırakarak lokantayı görmek için yola çıktı. Tüm ayrıntıları denetlemek, mönüye bir kez daha bakmak istiyordu. Herkese aynı mönü verilecekti.
Kapıda siyah çerçeveli "CHIUSO: morte infamiglia"yazûı bir tabela vardı. Signora öfke duydu. Ailede ölen kim ise, neden ölmek için bugünü seçmişti? Her kimse neden tam kırk iki İrlandalının yemeğe geleceği günü seçmişti? Şimdi onlara yemek yedirecek bir yer bulmak için bir saatten az zamanı vardı. Signora, cenaze sahiplerine acıyacak halde değildi, içini kaplayan tek his büyük bir öfkeydi. Bir sorun çıkarsa otele haber vermelerini söylememiş miydi? Neden Signora'yı olanlardan haberdar etmemişlerdi?
Termini'nin civarındaki sokakları gezmeye başladı. Sokaklar kocaman istasyonda trenden inenlere uygun ucuz küçük otellerle doluydu. Aradığı gibi neşeli bir yer yoktu. Ağlamamak için dudaklarını ısırarak etrafına baktı, uzakta Catania adında bir lokanta gördü. Sicilyalı olmalıydılar. Bunu iyiye mi yormalıydı? Kırk iki İrlandalının bir buçuk saat sonra bol ve ucuz bir yemek beklediğini anlatarak kendini acmdırsa nasıl olurdu ? Denemekten başka çare yoktu.
- Buona sera, dedi.
Çenesi köşeli genç bir adam başını kaldırdı. "Signora?" dedi şaşkınlık dolu bir sesle. Sonra gözlerine inanamaz gibi tekrarladı. "Signora?" yüzü acayip şekiller alıyordu. "Non e possibile, Signora" dedi, bir taraftan da yerinden kalkmış, kollarını açarak ona doğru yürüyordu. Karşısında Mario ve Gabriella'nın büyük oğlu Alfredo vardı. Bilmeden onun lokantasına girmişti. Genç adam Signora'yı yanaklarından öptü. "E un miracolo," dedi bir sandalye çekerek.
Signora sandalyeye oturdu. Başı dönüyordu. Düşmemek için masaya tutundu.
Genç adam gururlu bir sesle, "Stock Ottanto Quattro," diyerek büyük bir bardağa sert ve tatlı italyan konyağı doldurmaya koyuldu.

Yüklə 2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin