- No grazie... Ağzına yaklaştırarak tadına baktı. "Burası senin mi, Alfredo ? diye sordu.
- Hayır, hayır, Signora. Sadece çalıştığım bir yer, o kadar. Para kazanmak için...
- Ya kendi oteliniz ? Annenizin oteli. Neden orada çalışmıyorsun ?
- Annem öldü, Signora. Altı ay önce öldü. Ağabeyleri, yani dayılarım her şeye burunlarını sokuyorlar, kararlan kendileri almak istiyorlar... hiçbir şey bilmeden. Bizim elimizden bir şey gelmiyor, yapacağımız bir şey yok. Enrico hâlâ orada, ama o çocuk. Amerika'daki ağabeyim geri gelmeyecek. Ben de Roma'ya işi öğrenmeye geldim.
- Annen öldü demek? Zavallı Gabriella. Nasıl öldü?
- Kanserden. Çok, çok çabuk oldu. Babamın öldürülmesinden bir ay sonra doktora gittiğinde öğrendi.
- Çok üzüldüm, dedi Signora. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Birden her şey fazla gelmeye başladı. Gabriella'nın yıllar önce değil de şimdi ölmesi, damağını yakan sert konyak, akşama yemek yiyecekleri lokanta bulamayışı, Annunziata yakmlannda mezarında yatan Mario... Mario'nun oğlu başını okşarken uzun uzun sessizce ağlamaya koyuldu.
Connie odasında yatıyordu. Ayaklarına soğuk suda ıslattığı iki havlu sarmıştı. Neden yanma ayaklan rahatlatan bir krem almamıştı? Neden eldiven kadar rahat, yumuşacık yürüyüş ayakkabılarım getirmemişti ? Gerçek neden, başka bir dünyanın insanı olan Signora'nın önünde kocaman bir makyaj çantası boşaltmak istememesiydi. O yumuşak ayakkabıların yol arkadaşlannın çoğunun üç haftada kazandıklanndan daha pahalıya mal olduğunu kim bilebilirdi? O ayakkabılan getirmemenin cezasmı çekiyordu. Yann bir kaçamak yaparak Via Veneto'dan terlik gibi bir çift ayakkabı almalıydı. Nasıl olsa kimse anlamazdı... "Hem anlarlar-sa anlasınlar" diye düşündü. Ne yapayım? Bu insanlar zenginlik ve iyi yaşama saplantılarından yoksun değil miydiler? Bu dünyada herkes zenginlik peşinde değildi ki... Herkes Harry Kane'e benzemiyordu.
"Onu böylesine soğukkanlılıkla düşünmek ne kadar garip" diye aklından geçirdi. Yıl sonu hapisten çıkmış olacaktı. Yaşlı Bay Murphy İngiltere'ye yerleşmeyi düşündüğünü söylüyordu. "Orada kendisine bakacak arkadaşlan var" demişti. "Siobhan Casey de onunla gider mi" diye sormuştu Connie. Bu soruyu yabancı birileri hakkında bilgi alır gibi veya televizyonda bir filmde gördüğü insanlarla ilgiliymiş gibi sormuştu. "Yok, hayır" demişti Bay Murphy, aralannın soğuduğunu duymamış mıydı yoksa? Bayan Casey hapishaneye geldiğinde onu görmeyi reddetmişti. Anlaşılan her şeyin sorumlusu olarak Siobhan'ı görüyordu.
Bunları duymak Connie Kane'i çok sevindirmemişti. Harry'yi yeni hayatında eskiden beri ilişkisi olduğu bir kadınla düşünmek bir bakıma daha kolaydı. O ikisi eskiden beraber İtalya'ya gelmiş midirler diye merak etti. Siobhan ve Harry... Birbirlerine âşık olsalar da olmasalar da herkes gibi bu güzel şehirden etkilenmiş miydiler ? Bunun cevabını hiç bilemeyeceğini düşünerek "Ne önemi var" dedi kendi kendine.
Kapının hafifçe vurulduğunu duydu. Signora gelmiş olmalıydı. Ama hayır, kapıda kısa boylu, tıknaz Signora Buona Sera duruyordu. "Size bir mektup var" dedi. Ve bir zarf uzattı.
Zarfın içinde, "Roma trafiğinde ölmen çok kolay. Kimse yokluğunu fark etmez" diyen basit bir kart vardı.
Grup başkanlan yemeğe çıkmadan sayım yapıyorlardı. Connie, Laddy ve Signora'nın dışında herkes gelmişti. Herkes, Connie ile Signora'nın birlikte olduklannı, her an aşağı inebileceklerini düşünüyordu.
Ya Laddy? O neredeydi ? Aidan odalarına hiç çıkmamıştı. Ertesi gün Forum'a ve Colosseum'a yapacaklan gezinin notlarını hazırlamıştı. Laddy belki de uyuyakalmıştı. Aidan koşarak merdivenlerden çıktı, ama Laddy görünürlerde yoktu.
O sırada Signora kapıda göründü. Yüzü bembeyazdı. Lokantanın değiştiğini, bulduğu yeni lokantada da fıyatm aynı olduğunu açıkladı. Catania'da yer ayırtmayı başarmıştı. Kaygılı ve sıkıntılı görünüyordu. Aidan ona kayıplardan söz etmek istemedi. Aynı anda merdivenlerde Connie göründü. Geç kaldığı için özür diliyordu. Onun da yüzü solgundu, o da kaygılı görünüyordu. Aidan ka-dınlann bu sıcağı, bu gürültüyü, bu heyecanı kaldıramadıklarını düşündü. Sonra bu düşüncesinin çok saçma olduğuna karar verdi. Laddy'yi bulmak zorundaydı. Lokantanın adresini alıp onlara katılacaktı. Signora lokantanın kartını verirken elleri titriyordu.
- İyi misin, Nora?
- İyiyim, Aidan.
Gruptakiler konuşa konuşa sokakta yürüyorlardı. Aidan ise Laddy'yi aramaya koyuldu. Signor Buona Sera, otelin camlarım temizlemeyi teklif eden Signor Lorenzo'yu tanıyordu. "Çok hoş bir beyefendi" dedi, "O da İrlanda'da bir otelde çalışıyor değil mi? Bir ziyaretçisi olduğunu duyunca çok sevindi" dedi.
- Bir ziyaretçi mi?
- Evet. Karısı birisinin İrlandalı grup için bir mektup bıraktığı-
- Siz O'Donoghue değilsiniz, diye bağırdı Laddy. Siz Signora'sınız. Aidan kolunu Laddy'nin titreyen omzuna doladı ve sözü Sig-nora'ya bıraktı. Kadının açıklamalarının çoğunu anlıyordu, sözleri açık ve sadeydi. Bir yıl önce düşürdükleri parayı bulan irlandalıdan söz etti onlara. Kaldıkları otelin kapıcısından, iyilik dolu sözlerine ve italya'ya yaptıkları davete inanan adamdan söz etti. italyanca öğrenmek için sarf ettiği gayretten söz etti. Aidan ile ikisini gece kursunun yöneticileri olarak tanıttı ve arkadaşları Lorenzo'nun kendisine bir mesaj geldiğini sanarak yanlış anlamaya kurban olduğunu ve duydukları üzüntüyü anlattı. Şimdi onu alıp gidiyorlardı, ama belki Signor Garaldi bu adamın iyiliğini ve unutulmaz dürüstlüğünü hatırlayarak birkaç sıcak söz söylemek isterdi. Dublin'de veya diğer herhangi bir büyük kentte böylesine yüklü bir parayı sahibine teslim edecek pek fazla insan olmadığı kesindi.
Aidan, Laddy'nin titreyen omuzlarına sarılmış hayatın ne kadar garip olduğunu düşünüyordu. Ya Mountainview'a müdür seçil-seydi ? Kısa bir süre önce en büyük isteği bu değil miydi ? Şu anda o görevden nasıl nefret edeceğini, Tony O'Brien'ın ne kadar uygun bir seçim olduğunu anlamıştı. Tony'nin bir zamanlar düşündüğü gibi şeytanın ta kendisi değil, aslında gerçekten iş başaran, nikotinle giriştiği savaştan yorgun düşmüş biri olduğunu, bir süre sonra da damadı olacağını düşündükçe... Oysa müdür olsaydı şu anda cebinde Forumla ilgili notlar olmayacağı gibi Roma'daki bu muhteşem eve girmek için kapıcıya dert anlatan ve hayatında böylesine önem kazanan kadını hayranlıkla seyrediyor da olmayacaktı. Bu kadın, kısa bir süre öncesine kadar öfkeli ve karmakarışık yüzüne açıklık ve anlayış getirmeyi başarmıştı.
- Lorenzo, dedi Signor Garaldi korkuyla onu izleyen adama yaklaşarak. Lorenzo, mio amico. Sonra Laddy'ye sarılarak iki yanağından öptü.
Larry'nin kırgınlığı uzun sürmezdi. "Signor Garaldi," diyerek omuzlarını kavradı. "Mio amico."
Sonra arka arkaya açıklamalar yapıldı, aile fertleri her şeyi hatırlamıştı. Şarap ile küçük bisküviler ikram edildi.
Laddy'nin ağzı kulaklarındaydı. "Giovedi," diye tekrarlıyordu.
- Neden perşembeden söz ediyor ? Signor Garaldi bir yandan bardağını perşembenin şerefine kaldırırken bir yandan da ne anlama geldiğini merak ediyordu.
- O gün sizi arayacağımızı söylemiştim. Kendi başına buraya gelmesini önlemek için... Mektubumda yazmıştım. "Perşembe
günü on dakikalığına size uğrarız belki" demiştim. Mektubu almadınız mı ?
Kısa boylu küçük adam utanmıştı. "Hep bir şeyler isteyen mektuplar alıyorum, sizin mektubunuzu da onlardan biri sanmıştım. 'Gelirse para ister' diye düşündüm. Sanırım yazdıklarınızı doğru dürüst okumadım bile. Lütfen beni affedin... Yaptığımdan utanıyorum."
- Rica ederim... Perşembe günü gelebilir mi? O kadar hevesli ki... Belki birlikte resim çektirirsiniz, sonradan arkadaşlarına gösterir.
Signor Garaldi karısıyla bakıştı. "Perşembe günü neden hepiniz bize gelmiyorsunuz? Birlikte içki içer, İtalya seyahatinizi kutlarız."
- Kırk iki kişiyiz... dedi Signora.
- Bu evler böyle kutlamalar için yapıldı, Signora, dedi ufak tefek adam eğilerek.
Sonra Roma'yı geçerek onları hemen Catania'ya götürecek bir araba istediler. Lokantanın sokağına o güne kadar Garaldi'lerin arabasına benzer hiçbir araba girmemişti. Signora ile Aidan, çocuklarını zor durumdan kurtaran ana babalar gibi bakıştılar.
- Şu an ablamın beni görmesini ne kadar isterdim, dedi Laddy birden.
- Mutlu mu olurdu ? dedi Signora tatlı bir sesle.
- Evet. Bunun gerçekleşeceğini biliyordu. Bir gün birlikte bir falcıya gitmiştik. Falcı ablama evleneceğini, bir çocuğu olacağım ve genç öleceğini söylemişti. Benim de büyük bir sporcu olacağımı ve dış ülkelere seyahat edeceğimi söylemişti. Onun için ablam yaşasaydı olanlara hiç şaşmayacaktı. Ne yazık ki bugünleri göremedi...
- Gerçekten öyle. Ama belki de görüyordur... Aidan Laddy'yi rahatlatmak istiyordu.
- İnsanların cennete gittiklerinden emin değilim, Bay Dunne, dedi Laddy.
- Değil misin, Laddy. Bense her geçen gün biraz daha inanıyorum...
Catania'da, herkes bir ağızdan Low Lie the Fields ofAthenry şarkısını söylüyordu. Şarkı sona erdiğinde garsonlar dizilerek hep birlikte müşterileri alkışladılar. O gece Catania'da yemek yemeği göze alan diğer müşteriler de grubun parçası olmuşlardı. Kapıda üçlünün belirmesiyle müthiş bir alkış koptu.
Alfredo çorba getirmek için mutfağa koştu.
- Brodo, dedi Laddy.
- İsterseniz hemen ana yemeğe geçelim, dedi Aidan.
- Özür dilerim, ama buranın sorumlusu hâlâ benim, Bay Dunne. Ben, Lorenzo brodo'svam içsin, diyorum. Luigi'nin ifadesi her zamankinden daha dehşet vericiydi. Aidan hemen "Tabiî" dedi, "yanlışlık yaptım." "İyi öyleyse" dedi Luigi anlayış göstererek.
Fran ise genç garsonlardan birinin Kathy'yi yemekten sonra bir yere götürmek için ısrar ettiğini anlattı. Bu, Fran'in canını sıkmıştı. Acaba Signora yemek bitince hep birlikte otele dönmeleri gerektiğini söyleyebilir miydi ?
- Tabiî söylerim, Francesca, dedi Signora. Hiç kimsenin Laddy'nin başına gelenleri merak etmemesi tuhaf değil miydi ? Aidan'la ikisinin onu bulup nasıl olsa kurtaracaklarından ne kadar emindiler...
- Lorenzo sayesinde hepimiz perşembe akşamı Roma'da bir partiye davet edildik, dedi. Muhteşem bir eve...
- Giovedi, dedi Laddy, kimsenin günü yanlış anlamaması için... Signora çorbasını çabucak bitirdi. Gözleriyle Constanza'yı aradı. Constanza her zamanki gibi canlı ve neşeli değildi, aksine bir sorunu varmış gibi boş gözlerle bakıyordu. Bir şeyler olmuştu, ama Constanza öylesine içine kapalı biriydi ki ne olduğunu söylemeye yanaşmıyordu. Signora da o tür biri olduğu için fazla soruşturmak istemiyordu.
Alfredo, İrlandalılara bir sürprizleri olduğunu açıkladı. İrlanda bayrağı renklerinde bir pasta hazırlamışlardı. Hepsi o kadar neşeliydi ki pastayı hatıra olarak hazırlamışlardı. Dünya Kupası'ndan İrlanda'nın renklerini öğrenmişlerdi.
- Alfredo, bu akşamı böyle güzel hazırladığın için ne kadar teşekkür etsem azdır.
- Yarın biraz benimle oturup konuşmak için buraya gelirseniz bana en değerli armağanı vermiş olursunuz, Signora.
- Yarın olmaz Alfredo. Yarın Signor Dunne, Forum hakkında bir konuşma yapacak.
- Signor Dunne'ı hep dinleyebilirsiniz. Benim ise sizinle konuşacak birkaç günüm var. Lütfen, Signora, beni kırmayın...
- Belki anlayış gösterir, dedi Signora Aidan'a bakarak. Aslında bu konferansa ne kadar önem verdiğini biliyordu. Gitmezse, onu hayal kırıklığına uğratacağmı da biliyordu. Aidan herkesin Ro-ma'yı eski günlerdeki iki tekerlekli yarış arabaları devrinde gözlerinin önüne getirmesini istiyordu. Ama yanındaki genç adam da
çok istekli görünüyordu. Sanki söylemek zorunda olduğu bir şeyler vardı. Geçmişin hatırı için çocuğu dinlemeliydi.
Signora, Caterina'yı garsonun elinden kolayca kurtararak otele götürmeyi başarmıştı. Bunun için Alfredo'ya çocuğu derhal uzaklaştırmasını söylemek yeterli olmuştu. Duygulu gözlerle tam bir Romalı gibi bakan garson kırmızı bir gül tutuşturduğu eli öperek Caterina'dan bir başka akşam birlikte olmaya söz vermesini rica etmişti.
Connie aldığı mesajın arkasındaki sun çözemiyordu. Signora Buona Sera, mesajı Signora Kane'e verdiğini söylemişti. Ne kendisi ne de kocası getirenin kadın mı erkek mi olduğunu bilmiyordu. "Bu konu hep bir sır olarak kalacak" diyordu Signora Buona Sera. O gece Connie Kane huzursuzdu, sabaha kadar iyi uyumadı. Neden her şey daima büyük bir sır perdesinin arkasında gizli kalır diye merak ediyordu. Signora'ya açılmak istiyor, bir yandan da bu sessiz ve özel kadımn canını sıkmaktan çekiniyordu.
- Yok canım. Tabiî eğer işin varsa... Sicilya'yla ilgili işlerin... dedi Aidan ertesi sabah.
- Çok üzgünüm, Aidan. Öyle hevesle bekliyordum ki..
- Evet. Sonra gözlerindeki hayal kırıklığını göstermemek için başını hızla çevirdi. Ama çok geç olmuştu. Signora Aidan'm üzüntüsünü görmüştü bir kez...
- Bu konferansa gitmek zorunda değiliz, dedi Lou Suzi'yi tekrar yatağa çekerek.
- Ben gitmek istiyorum. Suzi kalkmaya çabalıyordu.
- Latince, Roma tanrıları ve eski mabetler... tabiî ki gitmek istemezsin.
- Bay Dunne haftalardır buna hazırlanıyor. Hem Signora gitmemizi ister.
- Kendi de orada olmayacak ki... Lou bilgiç bir edayla konuşuyordu.
- Bunu nereden duydun ?
- Dün akşam Bay Dunne'a söylerken duydum. Yüzü limon gibi ekşidi bu haberi duyunca.
- Signora'nın yapacağı şey değil...
- Onun için bizim de gitmemize gerek yok. Lou tekrar yatağa gömülmüştü.
- Hayır. Şimdi ona destek olmak için gitmemiz daha da önemli. Suzi bir anda yataktan fırlayarak sabahlığını giymişti. Lou elini
uzatıp onu tutuncaya kadar banyonun kapısına varmıştı bile.
Bili ile Lizzie dikkatle sandviç yapıyorlardı. "Ne iyi fikir" dedi Bili, ilerde kendi hayatlarında da benzer davranışlar uygulamalarını umuyordu. Her ne pahasına olursa olsun para biriktirmenin Lizzie tarafından da benimsenmesi için dua ediyordu. Bu yolculukta aslında çok iyi davranmış, ayakkabılara bile bakmamıştı. İtalyan dondurmasının fiyatını liret olarak not etmiş, kendi paralarına çevirip çok pahalı olduğunu söylemişti.
- Aman, Bili, saçmalama. Sandviç yapmak için jambon, peynir ve buradaki gibi kocaman ekmekler almak zorunda kalırsak şimdiki gibi pub'da çorba içmekten çok daha pahalıya mal olur bize...
- Belki de haklısın.
- Ama uluslararası bir bankacı olduğunda, Roma'da oturduğumuzda konuyu tekrar düşünürüz. Sence otelde mi kalırız, yoksa kendi villamız mı olur ?
- Villada otururuz herhalde, diye yanıtladı Bili. Bu sözler gerçeklerden o kadar uzak görünüyordu ki...
- Soruşturmaya başladın mı ?
- Hangi konuyu? Villaları mı? Bill'in bakışları vahşiydi.
- Yok canım. Bankacılıkta cazip bir şey olup olmadığım. Unutma, İtalyanca öğrenmemizin nedeni bu...
- İlk başta öyleydi, dedi Bili, ama şimdi keyif aldığım için öğreniyorum.
- Hiçbir zaman zengin olmayacağımızı mı söylemek istiyorsun? Lizzie'nin harika, kocaman gözleri huzursuzdu.
- Yok, hayır. Hiç öyle bir şey söylemek istediğim yok. Zengin olacağız. Bugünden tezi yok bankaları dolaşıp gerekli soruşturmaları yapmaya başlayacağım. İnan bana. Yapacağım.
- İnanıyorum. Şimdi bunları hazırladım, paket ettim, konferanstan sonra Forum'da yeriz. Yazdığımız kartları da postaya veririz.
- Bu sefer babana da bir kart yollayabilirsin, dedi Bill, her şeyin iyi tarafım görmekten hoşlanarak...
- Onunla iyi anlaştınız, değil mi ?
Kısa süreliğine Galway'e giderek Lizzie'nin annesi ile babasmı birleştirmeye çalışmışlardı. İkisi, şimdi en azından birbirleriyle konuşmaya başlamışlardı. Hatta birbirlerini ziyaret etmeye niyetliydiler sanki.
- Evet. Babanı sevdim. Çok komik biri. Bili, elini kıracak gibi sıkan, tanıştıktan on dakika sonra on pound borç isteyen birisi için bundan daha uygun bir tanım bulamayacağını düşünüyordu.
- Ailemi sevmen beni o kadar rahatlattı ki, dedi Lizzie.
- Senin de benimkileri sevmen beni rahatlattı.
Bill'in ailesi Lizzie'ye gittikçe daha çok alışıyordu. O da daha uzun etekler, daha kapalı bluzlar giymeye başlamıştı. Babasma domuz etinin nasıl kesildiğini ve füme et ile yeşil et arasındaki farkları soruyordu. Olive'le saatlerce amiral battı ve kutu kutu oynuyor, çoğunlukla onun kazanmasını sağlıyordu. Böylece oyunlara dayanılmaz bir heyecan katıyordu. Düğünleri Bill'in korktuğu kadar soğuk olmayacaktı.
- Haydi, Vesta Bakireleri konusunda anlatılacakları dinlemeye gidelim, dedi Bili.
-Ne?
- Lizzie! Notlan okumadın mı? Bay Dunne bize birer sayfa not verdi ya... "O kadarını hatırlarsınız" demişti.
- Hemen ver, dedi Lizzie.
Aidan Dunne, gidecekleri yerleri gösteren bir harita vermişti. Lizzie notları çabucak okuyup kâğıdı geri verdi.
- Şu sırada Signora'yla yatakta mı sence ? diye sordu. Gözleri ışıl ısıldı.
- Öyleyse Lorenzo ile Constanza kendilerini fazlalık gibi hisse-diyorlardır, dedi Bili.
Constanza ile Signora kahvaltıya inmek üzere hazırlanmışla di. Önemli açıklamalar yapılacağının belirtileri seziliyordu. -Constanza?
- Si, Signora?
- Bugün, Aidan konuşurken not tutmanı isteyebilir miyim? Orada bulunamayacağım için canım sıkılıyor. Sanırım o da üzüldü... Öyle çok uğraştı, öyle özenle hazırlandı M...
- Neden gelmiyorsunuz ? Buna mecbur musunuz ?
- Korkarım ki öyle.
- Anlayış göstereceğine kuşkum yok, ama ben yine de çok dikkatle dinleyeceğime ve her şeyi size aktaracağıma söz veriyorum. Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Connie, "Signora..." diye söze başladı.
-Si Constanza?
- Şey diyecektim... Siz hiç bizim grupta benim hakkımda konuştuklarını duydunuz mu? Arkamdan konuşan veya kocam yüzünden para kaybeden biri var mı ?
- Hayır, hiç. Senin hakkında hiçbir şey duymadım. Neden sordun?
- Biri oldukça korkunç bir not bırakmış da... Belki şakadır, ama iyice canım sıkıldı.
- Notta ne yazıyor? Lütfen bana söyle.
Connie, mektubu gösterdi. Signora'nın gözleri doldu. "Ne zaman oldu bunlar?"
- Dün akşam yemeğe çıkmadan önce resepsiyona bırakmışlar. Kimin bıraktığını bilen yok. Sordum, ama Buona Sera'lar da bilmiyor.
- Bizim gruptan birisi olamaz, Constanza, bundan eminim.
- Roma'da kaldığımız yeri başka kim bilebilir?
Signora birden bir şey hatırladı. "Aidan, Dublin'de kaldığımız oteli soruşturan deli bir kadından söz etmişti. O olabilir mi ? Peşimizden buraya kadar gelen biri..."
- Nasıl olabilir, aklım almıyor... buna inanmak zor.
- Bizim gruptan birinin yaptığına inanmak bana daha zor geliyor, dedi Signora.
- Neden ben? Neden şimdi? Ve neden Roma'da?
- Sana kini olan kimse var mı?
- Harry'nin yaptıklarından dolayı yüzlerce kişi var. Ama Harry hapiste.
- Delinin biri olabilir mi ? Aklından zoru olan biri ?
- Hiç aklıma öyle biri gelmiyor. Connie, varsayımlar üreterek ne kendi zamanım harcamalıydı ne de Signora'yı üzmeliydi. Trafikten uzak durup dikkatli davranacağım. Ve not da tutacağım Signora. Söz veriyorum. Sanki oradaymışsınız gibi notlar getireceğim.
- Umarım konuşmak istediklerin gerçekten önemlidir. Konferansına gitmediğim için birini ne kadar üzdüğümü bilemezsin.
- Konferanstan bol ne var, Signora.
- Bu özel. Çok özenle hazırlanmış bir konuşma. Neyse... Alfredo kahve hazırladıktan sonra kadının yanma oturdu. "Signora, sizden önemli bir şey isteyeceğim."
Signora kederli bir yüzle Alfredo'ya baktı. Para isteyeceği kesindi. Hiç parası olmadığını bilemezdi ki... Hiçe yakın... Dublin'e döndüğünde cebinde beş kuruş kalmayacaktı. Eylülde okul açılıncaya dek Sullivan'lara kira veremeyeceğini söylemek zorunda olacak kadar parasızdı. Elinde avucunda ne varsa hepsini bu viaggio'ya katılabilmek için lirete çevirmişti. O fakir köyden çıkıp bu zavallı lokantada çalışmaya gelen çocuk bunu nereden bilebilirdi ? Onun gözünde kırk kişiden sorumlu, önemli bir insandı. Güçlü biri bile denebilirdi.
- Kolay olmayabilir. Bilmediğin o kadar çok şey var ki...
- Her şeyi biliyorum, Signora. Babamın sizi sevdiğini, sizin de onu sevdiğinizi biliyorum. Bizler büyürken pencerede oturup dikiş diktiğinizi de biliyorum. Anneme karşı hep iyi davrandığınızı ve istememenize rağmen annem ve dayılanm köyden gitmeniz gerektiğini söylediklerinde onları dinlediğinizi de biliyorum.
- Her şeyi biliyorsun... sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı.
- Evet. Hepimiz biliyorduk.
- Ne zamandan beri ?
- Kendimi bildim bileli..
- inanması o kadar güç ki. Ben şey sanıyordum... neyse benim ne düşündüğümün hiç önemi yok...
- Gittiğinizde hepimiz öyle üzüldük ki.
Signora gülümseyerek başını kaldırdı, "Üzüldünüz mü? Gerçekten mi?"
- Evet. Hepimiz. Siz hepimize yardım etmiştiniz. Bunu biliyoruz.
- Nasıl biliyorsunuz ?
- Çünkü babam siz olmasaydınız yapmayacağı şeyler yaptı. Maria'nın evlenmesi, Annunziata'daki dükkân, ağabeyimin Amerika'ya gidişi... hepsi. Hepsi sizin sayenizde oldu...
- Hayır, hayır. Katiyen. O sizleri çok seviyordu. Hep sizin için en doğru, en iyi şeyleri yapmak istiyordu. Zaman zaman bunları konuşurduk. Hepsi bu!
- Annem ölünce sizi bulmak istedik. Size mektup yazıp söylemek istedik. Ama adınızı bilmiyorduk.
- Bunu düşünmeniz yeterli.
- Şimdi, şimdi... Tanrı sizi bu lokantaya gönderdi. Çünkü sizi buraya gönderen gerçekten Tanrı. Buna inanıyorum. Kadın susuyordu. İşte şimdi sizden o büyük ve önemli şeyi isteyebilirim. Signora sıkı sıkı masaya yapışmıştı. Neden parası yoktu ? Onun yaşındaki kadınların çoğunun bir kenarda biraz parası olurdu. Oysa o malvarlığına hiç önem vermezdi. Bu çocuğa biraz para verebilmek için satacak bir şeyi de yoktu. Zavallı çocuk kim bilir ne kadar sıkışıktı.
- Sizden istediğim, Signora...
- Evet, Alfredo.
- Ne, biliyor musunuz?
- îste Alfredo, yapabilirsem yaparım.
- Geri dönmenizi istiyoruz, Signora. Eve dönmenizi. Ait olduğunuz yere dönmenizi istiyoruz, Signora.
Constanza kahvaltıdan önce dükkânlara bakmaya çıkmıştı.
Çok arzu ettiği yumuşak ayakkabılar ve Signora için uzun ipek bir eşarp aldı, Elizabetta fiyatını anlamasın diye markasını kesti. Sonra sokağa çıkış nedeni olan şeyi satın alarak Forum'a giden gruba katıldı.
Hepsi konferansa hayran kaldı. Luigi, zavallı Hristiyanlarm Colosseum'a getirildiklerini görür gibi olduğunu söylüyordu. Bay Dunne kendini çenesi düşük ve yaşlı bir Latince öğretmeni olarak tanıttı, uzun uzun konuşup fazla zamanlarını almayacağını söyledi. Sözlerine son verdiğinde çok alkışlandı, başka şeyler anlatması istendi. Beklemediği bu tepki karşısında şaşkınlıkla gülümsüyordu. Tüm sorulara cevap verdi, zaman zaman hiç resim çekmeden fotoğraf makinesini ona çeviren Constanza'ya bakıyordu.
Sandviçlerini yemek için ufak gruplara ayrıldılar. Connie Kane Aidan Dunne'a bakıyordu. 0, sandviç getirmemişti, yakındaki bir duvarın üstünde oturmuş boş gözlerle ufuğa bakıyordu. Herkese otelin yolunu tarif etmişti. Laddy'yi Bartolomeo ile o komik kız arkadaşı Fiona'ya teslim etmişti. Konferansı aslında bir kişi için hazırladığı belliydi. Şimdi ise en fazla önem verdiği kişinin yoklu-ğuyla içi hüzünlü o duvarda oturuyordu...
Connie yanma gidip gitmemekte kararsızdı. Giderse ne söyleyeceğini bilmiyordu. Onun yerine bir lokantaya girerek ızgara balık ile şarap ısmarlamayı yeğledi. Bunu böyle kolayca yapmak ne hoştu... Aklına onu korkutmak için Dublin'den gelen insan takılınca yemeğine dokunamadı bile. Harry birini göndermiş olabilir miydi ? Bunu aklına bile getirmek istemiyordu. İtalyan polisine böyle bir şeyi nasıl açıklardı? İrlanda'da olsa belki kendi polisleri de anlattıklarını ciddiye almazdı. Roma'daki bir otele gelen imzasız mektup ? Ciddiye alınacak şey değildi. Yine de otele dönerken yolda duvara yakın yürümeye gayret ediyordu.
Resepsiyona yeni bir mesaj olup olmadığını sorduğunda heyecanlıydı.
- Hayır, Signora Kane, hiç mesaj gelmedi.
Barry ile Fiona, Barry'nin Dünya Kupası'nda o müthiş İtalyanlarla tanıştığı bara gidiyorlardı. O yaz orada bayraklı ve şapkalı resimler çektirmişti.
- Mektup yazıp geleceğini söyledin mi ? diye sordu Fiona.
- Hayır. Onlar o tür değil. Oraya gidersin, hepsini bulursun...
- Her gece oradalar mı?
- Hayır, ama çoğu gece...
- Onlar Dublin'e seni görmeye gelseler. Sen de her gece pub'da değilsin. Hiç birinin adı veya adresi yok mu ?
- Böyle durumlarda isim veya adres önemsiz olur, dedi Barry.
Fiona haklı çıkmasını temenni ediyordu. Onlarla tekrar karşılaşıp o parlak günleri yeniden yaşamaya öylesine bel bağlamıştı ki... Artık kimselerin o bara gelmediğini öğrenirse çok üzülecekti. Daha da kötüsü ya orada olup Barry'yi hatırlamazlarsa? Bunu düşünmek bile istemiyordu Fiona.