İyaz b. Ganm 5 Bibliyografya : 5



Yüklə 1,21 Mb.
səhifə14/39
tarix30.12.2018
ölçüsü1,21 Mb.
#88444
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   39

İZN-İ SEFİNE

Osmanlı Devleti'nde bir geminin seyrüseferi için verilen izin.

İzn-i sefine, özellikle Çanakkale ve İs­tanbul boğazlarından geçecek gemilere verilen gidiş-dönüş serbestiyetini ifade etmekte olup kara yolu için alınan "yol hükmü" veya "mürur tezkiresi" karşılığı kullanılmıştır. İzn-i sefine uygulamasını Anadoluhisarfnın tamiri ve Rumelihisa-n'nın inşası sırasında (1452) başlatan Fâ­tih'in, bütün yabancı gemilerin kontrol edilmesini ve geçiş harcı alınarak izin ve­rilmesini kale muhafızlarına emrettiği belirtilmektedir.

İzn-i sefine emirleri yerli ve yabancı tüccar gemileri için verilirdi. XVI. yüzyıldan itibaren yabancı gemilerin Karade­niz'e geçme müsaadesi olmadığından İs­tanbul Boğazı'ndan geçiş için izn-î sefîne almak söz konusu değildi. Karadeniz'den gelen hububat İstanbul'da Akdeniz'e gi­decek gemilere yüklenir ve yalnız müslüman bölgelerine gidişine müsaade edilir­di. Dolayısıyla gemilerin sadece Çanakka­le Boğazı'ndan geçebilmesi için izni se­fîne emri alması gerekiyordu. XVII. yüz­yılda yabancı gemilerden bu şekildeki ge­çişler sırasında alınan selâmet akçesi 300 akçe idi.

Yabancı gemilerin tâbi olduğu statü o devletlerle yapılan antlaşmalarla belirlen­mekteydi. İlk defa Rusya, Küçük Kaynar­ca Antlaşması ile (1 774) Karadeniz'de kendi gemileriyle ticaret yapma hakkı­nı aldı. Onu 1783te Avusturya, 1802'de Fransa ve İngiltere, daha sonra diğer kü­çük devletler takip etti ve İstanbul'dan Karadeniz'e geçmek için izn-i sefîne fer­manı almaya başladılar. Karadeniz 1829 Edirne Antlaşması ile milletlerarası tica­rete açılınca yine geçiş ve dönüşlerde ge­çerli olmak üzere izn-i sefine fermanları­nın verilmesi sürdürüldü. XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Rusya'nın Karadeniz kıyılarında toprak sahibi olması üzerine bu limanlara gidecek Osmanlı tüccarları­nın da izn-i sefîne almaları zorunlu hale geldi.

Bir izn-i sefine fermanında gemi ve ge­mi reisinin adıyla nereli olduğu, geminin hangi limandan yüklendiği, nereye gide­ceği, taşıdığı emtianın cinsi, miktarı, var­sa yükünü devredeceği diğer yabancı ge­miler zikredilirdi. İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçecek gemiler için ayrı izn-i sefîne fermanları düzenlenirdi. Me­selâ İstanbul Boğazfndan geçip Karade­niz'deki Rusya topraklarına gidecek Os­manlı tüccarına ait bir gemi için izn-i se­fine fermanı alınmak istendiği takdirde işlemler şu şekilde gerçekleşirdi. Genel­likle bir tüccarın kiraladığı reâyâ gemisi­nin reisi Önce Dîvân-ı Hümâyun'a geçiş iz­ni isteyen bir arzuhal sunardı. Bunun uy­gun görülmesinden sonra İstanbul'daki Rusya elçisinden pasaport alınır ve gemi­deki reis ve gemiciler buraya kaydedilir­di. Bu işlemlerin tamamlanmasının ardın­dan İstanbul gümrük emininin kontrolü ve bilgisi altında gemiciler geri dönecek­lerine dair birbirlerine, gemi reisi de hep­sine kefil olurdu. Ayrıca gemi reisi kendisi için İstanbul'da oturan güvenilir bir kefil bulmak zorunda îdi. Gümrük emininin işlemlerin tamamlandığını bildirmesi üze­rine gemi reisine izn-i sefîne emri verilirdi. Bu emirler İstanbul gümrük eminine. Liman nazırına ve Kavak ustasına hita­ben yazılırdı. Fermanlar bazan bir defa için, bazan da belli bir süre için geçerli olur, dönüşte geri alınarak muhafaza edilmek üzere Dîvân-ı Hümâyun Kalemİ'-ne gönderilirdi. İzn-i sefîne fermanlarıyla ilgili işlemlerin zaman içinde bazı deği­şikliklere uğradığı anlaşılmaktadır. Bir izn-i sefîne fermanı almak için yapılan müracaatla işlemlerin sonuçlanması ara­sında geçen süre bazan on beş günü bul­maktaydı.

İzn-î sefîne hükümleri İzn-i Sefîne Deften adı verilen defterlerde kaydedi­lirdi. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi'n-de 1194-1260 (1780-1844) yılları arasına ait on İzn-i Sefîne Defteri, Karadeniz ve Akdeniz'de ticaret yapan Osmanlı tüc­carına ait izn-i sefîne ferman suretlerini ihtiva etmektedir. Düvel-i ecnebîyye def­terleri arasında da İngiltere, Rusya gibi yabancı devlet tüccarlarına ait Boğazlar dan geçiş izinlerini ihtiva eden ferman suretlerinin kaydedildiği defterler bu­lunmaktadır. XIX. yüzyılın ikinci yarısın­dan itibaren izn-i sefine fermanları mat­bu olarak hazırlanmış ve boş bırakılan isim yerleri doldurulmak suretiyle kulla­nılmıştır,

Bibliyografya :

Mehmet Kartal. 1821-1825 istanbul Ticareti, İCİ Ed.Fak. Tarih Semineri Kitaplığı, nr. 3526; Halil İnalcık. "The Question of the Closing of the Black Sea under the Ottomans", Arkheion Pontou, Athens 1979, s. 74-110; İdris Bostan, "İzn-i Sefîne Defterleri ve Karadeniz'de Rusya ile Ticaret Yapan Devlet-i Aliyye Tüccarları 1780-1846", MÜTAD, sy. 6 (1991), s. 21-44; Kemal Beydilli. "Karadeniz'in Kapalılığı Karşı­sında Avrupa Küçük Devletleri ve Mîrî Ticaret Teşebbüsü", TTK Belleten, LV/214 (1991), s. 702, 739-740. 742, 752-754; Pakalin, II, 109.



İZNİK

Bursa iline baölı ilçe merkezî.

Aynı adı taşıyan gölün doğu tarafında kurulmuş eski bir yerleşim merkezidir. Makedonyalı Büyük İskender'in ölümün­den sonra kumandanlarından Antigones. milâttan önce 316 yılına doğru o zaman­lar Askania denilen İznik gölünün kıyısın­da kurduğu bu şehre kendi isminden ha­reketle Antigoneia adını vermiştir. An­tigones milâttan önce 301'de Lysima-khos'a karşı açtığı savaşta ölmüş ve ga­lip gelen Lysimakhos şehrin adını karısı Nike'den esinlenerek Nikaia'ya çevirmiş­tir: daha önceki ismin Helikore olduğu da söylenir. İznik, Arap kaynaklarında Nîkıye şeklinde geçen 287 Nikaia'nın Türkçeleştirilmiş biçimidir ve şehri Orhan Gazi zamanında ziyaret eden İbn Battûta er-Rihie'sinde Yiznîk olarak ver­mektedir.288

Milâttan önce IV. yüzyılda İznik, Hele­nistik çağın bütün şehirleri gibi karelere bölünmüş düzenli bir plana sahipti; bu plan ana çizgileriyle bugünkü yerleşme­de de görülmektedir. İlkçağ sikkelerinde "Altın Şehir" (Khyrsea Polis) olarak nite­lendirilen şehrin etrafında kapıları dört yana açılan surlar, ortasında bir gimnaz-yum, çeşitli yerlerinde de tanrılar için kült mekânları bulunuyordu. İznik, I. Nikomedes (m.ö. 278-250) tarafından İzmit (Nikomedeia) şehri kuruluncaya kadar bir süre Bitinya (Bithynia) Krallığfnın başşehri olmuş, III. Nikomedes'in (m.ö. 91-74) va­siyeti üzerine de Roma idaresine girmiştir. Ancak Bitinya bölgesinin bir Roma vi­lâyeti haline gelmesiyle önemi artmışsa da başkentlik hususunda İzmit ile yüzyıl­lar boyu süren bir mücadele yaşamıştır. Roma döneminde eski sınırlarının dışına taşarak daha da büyüyen ve yeni sur ka­pılan yapılan şehir 123 yılında şiddetli bir deprem sonucu harabeye dönmüş ve İmparator Hadrianus (117-138) tarafın­dan yeniden imar ettirilmiştir; bu sebep­le Hadrianus ikinci kurucusu sayılmakta­dır. İmparator Valerianus döneminde 2S8 yılına doğru Bitinya'yi işgal eden Gotlar burayı da İzmit gibi yağmalayıp yaktılar; ancak 259-269 yıllarında tekrar eski du­rumuna kavuşturuldu.

I. Konstantinos'un Hıristiyanlığı kabul edip bu dini devlet himayesine almasın­dan sonra İznik, 325 yılında imparatorun da hazır bulunduğu I. Genel Konsil'in bu­rada toplanmasıyla tarihe geçti. Bizans döneminde 358, 362 ve 368 depremleriyle 420 yıllarına doğru yaşanan kıtlıktan büyük zararlar gören şehrin tekrar can­lanması I. Iustinianos"un (527-565) zama­nına rastlar. Bu dönemde saray yeniden yaptırılmış, su yolları ihya edilmiş, kilise ve manastırlar kurulmuştur. Daha sonra Bizans'ta "thema"lar (askerî valilik) sis­teminin ortaya çıkışıyla İznik imparator­luğun idari teşkilâtında Opsikion thema-sının merkezi oldu.

İslâmiyet'in yayılışı sırasında Anadolu'­ya yapılan Arap akınları İstanbul önlerine kadar uzanırken İznik de tehdide mâruz kalmaktaydı. 718 ve 727 yıllarında şehri kuşatan Araplar içeri giremedilerse de surların bazı kesimlerini tahrip ettiler. 74O'ta meydana gelen şiddetli deprem yapıların zarar görmesine yol açtı. İznik, İmparatoriçe Irene'nin girişimleri sonucu tasvir karşıtı harekete (İkonoklasm) son vermek amacıyla 787 yılında toplanan ve II. İznik Konsili olarak tarihe geçen VII. Ekümenik Konsil'e ev sahipliği yaptı. VII. Konstantinos'un. ölümünden kısa bir sü­re önce gerçekleştirdiği 959 yılındaki zi­yaretinde İznik'in zenginliğinden ve kala-balıklığından bahsedilir. İznik, başşehir İstanbul'a açılan bir kapı olmasından do­layı Bizans'taki taht mücadelelerinde ta­raflar için ele geçirilmesi önemli bir şehir durumundaydı. Eylül 1065'te büyük bir deprem felâketine uğrayan şehirde kilise­ler ve evler yıkıldığı gibi surlar ve burçlar da büyük zarar görmüştür.

Selçuklu hanedanına mensup Kutalmı-şoğlu Süleyman Şah Anadolu'da fetih ha­rekâtını sürdürürken Bizans tahtını ele geçirmek isteyen Anatolikon theması kumandanı Nikephoros Botaneiates'e de destek verdi. Botaneiates, onun deste­ğiyle İstanbul'a giderek III. Nikephoros adıyla tahta çıkarken Süleyman Şah da onun İstanbul'a hareketinin ardından İz­nik ve civarını fethedip İznik başşehir ol­mak üzere Anadolu'nun ilk Türk devleti­ni, Anadolu Selçuklulan'nı kurdu (1078). Azîmî, Süleyman Şah'ın İznik ve civarını 467'de (1075) fethettiğini kaydeder.289 Bu rivayeti esas alan bazı tarihçiler İznik'in başşehir oldu­ğu Anadolu Selçuklu Devleti'nİn söz ko­nusu tarihte, bazıları İse 1080 - i 081 'de kurulduğunu ileri sürerler.290 Süleyman Şah, da­ha sonra III. Nikephoros'un İznik'i geri al­mak için Hadım ioannes kumandasında gönderdiği orduyu ağır bir yenilgiye uğ­rattı. 1. Aleksios Komnenos'un, Süleyman Şah'ın Antakya seferine çıkarken (1084) yerine bıraktığı kumandanlarından Ebü'l-Kâsım'ın üzerine yolladığı ordu da ama­cına ulaşamadı (1085). Diğer taraftan Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah da Emîr Porsuk'u göndererek İznik'i almaya çalış­tı. Ebü'l-Kâsım, şehri üç ay savunduysa da daha fazla direnmenin imkânsız oldu­ğunu görerek Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos'tan yardım istedi; yardımın gelmesi üzerine de Porsuk Kuşatmaya son verdi. Ancak Anadolu Selçukluları'-nm bağımsız hareket etmesinden rahat­sız olan ve onları kendine tâbi kılmak is­teyen Sultan Melikşah bu defa Urfa Vali­si Emîr Bozan'i gönderdi. Bizanslılar'dan yardım alan Ebü'l-Kâsım yine büyük bir kararlılıkla şehri savundu ve Bozan da ku­şatmayı kaldırıp Uluâbâd'a (Lopadion) çe­kildi. Bu sırada Antakya'yı ele geçirdikten sonra Halep'i kuşatan Süleyman Şah'ın. Suriye Meliki Tutuş ve Artuk Bey'Ie yaptı­ğı savaşta yenilerek ölmesi üzerine (1086) Ebü'l-Kâsım, Sultan Melikşah tarafından bağışlanma ve onun vasali olarak şehri idare etme ümidiyle yerine kardeşi Ebü'l-Gâzî'yi bırakıp İsfahan'a gitti. Ancak sul­tanın huzuruna alınmadı ve ona Emîr Bo­zan ile anlaşması tavsiye edildi; dönüş yolunda da Bozan'ın adamları tarafından öldürüldü. Bu durumu öğrenen Bizans İmparatoru Aleksios büyük paralar ve he­diyeler vererek Ebü'l-Gâzî'den İznik'i al­mak istedi. Ebü'1-Gâzî imparatorun bu teklifini kabul etmiş gibi görünerek uzun süre onu oyaladı. Ardından Süleyman Şah'ın İsfahan'da hapiste bulunan iki oğ­lu Kılıcarslan ile Kulan Arslan (Dâvud), Sel­çuklu Sultanı Berkyaruk'un izniyle (veya kaçarak) İznik'e geldiler. Kılıcarslan her­hangi bir mukavemetle karşılaşmadan Anadolu Selçuklu tahtına çıktı 291 kendisiyle birlikte gelen askerlerin ailelerini de İznik ve ci­varına yerleştirdi.

Pierre l'Ermite idaresindeki 20.000 ki­şiden oluşan ilk Haçlı ordusunu Drakon vadisinde tamamen imha eden I. Kılı­carslan (21 Ekim 1096), bu başarısından cesaret alarak 1096-1097kışında ordu­suyla İznik'ten ayrılıp Ermeni Gabriel'in idaresinde bulunan Malatya'yı ele geçir­mek için sefere çıktı. Malatya'da iken Av­rupa'dan gelen yeni Haçlı ordularının İz­nik'i zaptetmek niyetinde olduklarını öğ­rendi. Bir kısım kuvvetlerini önden gön­derip kendisi de ana orduyla peşlerinden hareket etti. Mayıs sonlarına doğru İz­nik'e ulaştığında Haçlı orduları şehri ku­şatma altına almışlardı ve Kılıcarslan'ın gönderdiği öncü birliği de başarılı olama­mıştı. Daha sonra da bizzat Kılıcarslan hücuma geçtiyse de Haçlılar'ın sayıca üs­tünlüğü yüzünden kuşatmayı yaramadı ve geri çekildi. İmparator 1. Aleksios Komnenos'un Haçlılar'la birlik olduğunu, onun tarafından İznik gölüne gönderilen gemi­lerle kendilerine gelecek yardım yolunun kapandığını ve Haçlılar'm yeni aldıkları takviye birlikleriyle bir hücuma hazırlandığını gören Türkler, Bizans Kumandanı Manuel Butumİtes'Ie anlaşarak şehri ona teslim ettiler (19 Haziran 1097). Bu kısa süreli Türk idaresinin İznik'te bıraktığı tek iz, kaba taştan İlkçağ lahitleri biçi­minde yontulmuş bir yüzlerinde birkaç satırlık yazı bulunan mezarlardır. Türkler çekildikten sonra Bizanslılar bunları sur­ların onarılmasında malzeme olarak kul­lanmışlardır.

1147yılında II. Haçlı Seferi'ne katılan Almanya Kralı III. Konrad İstanbul'dan sonra İznik'e gelmiş ve bir süre burada konakladıktan sonra 25 Ekim'de Dorylaion (Eskişehir) yakınlarında Selçuklu or­dusu tarafından bozguna uğratılarak İz­nik'e dönmeye mecbur edilmişti. Kral VII. Louis kumandasındaki Fransız ordusu da kasım başında buraya ulaştı ve iki kral birlikte güneye doğru yürümeye karar verdiler. İznik, Bizans İmparatoru I. And-ronikos Komnenos (1183-1185) döne­minde trajik bir olaya sahne oldu. İmpa­rator taht mücadelesi sırasında kendisi­ni desteklemeyen, hatta bir ara içeri gir­mesine dahi izin vermeyen şehir halkın­dan korkunç bir şekilde öç alarak birçok kişiyi öldürttüğü gibi ölülerinin gömül­mesine de izin vermedi.

IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul'un Latinler'in eline geçmesi ve Bizans hâ­kimiyetinin ortadan kalkması üzerine 1204'te I. Theodoros Laskaris tarafın­dan İznik Bizans Devleti kuruldu ve dört yıl sonra İstanbul Ortodoks Patrikliği de buraya nakledilerek Theodoros Laska-ris'in Patrik IV. Mikhail Autoreianos'un elinden imparatorluk tacını giymesi sağ­landı. İznik böylece, 1261 yılında İstan­bul'un geri alınışına kadar devam eden Laskaris hanedanı döneminde Bizans'ın devlet ve kilise merkezi oldu; ayrıca bir sanat ve kültür merkezi haline geldi. Burada yeni kilise ve saraylardan başka bir hastahane ile patrikhane yapıldı. Surlar onarılıp Önüne bir duvar inşa edilmek su­retiyle şehrin korunması güçlendirildi. II. Theodoros Laskaris, Aziz Tryphon adına bir felsefe okulu ve çok güzel bir kilise yaptırdı. Çepeçevre yeşillikler ve ağaçlar­la kaplı olan şehir o dönemde güçlü surla­rı, hendekleri, geniş caddeleri ve çok katlı evleriyle hayranlık uyandırmaktaydı. XIII. yüzyıldan Osmanlılar tarafından fethine kadar (1331) Bizans sarayının ihtiyacı olan ipekli kumaşlar burada dokunuyordu.

İznik'te Bizans dönemine ait yapıların başında kuzeyde İstanbul, güneyde Ye­nişehir, doğuda Lefke ve batıda Göl ka­pılarıyla bir kısmı daha eski olan surlar gelmektedir. Şehrin ortasında caddelerin birbiriyle kesiştiği yerde Romalılar'dan kalma bir yapının, belki de gimnazyumun temelleri üzerine büyük bir Ayasofya Ki­lisesi inşa edilmişti. Bu kilise muhteme­len XI. yüzyıldaki depremin ardından önemli değişikliklere uğramış, daha son­ra Orhan Gazi tarafından camiye çevril­miştir. Koimesis (Meryem'in göğe çıkı­şı) anısına yapılan Koimesis Kilisesi de önemli eserlerden biridir. Ayasofya ve Koimesis kiliselerinden başka şehir için­de üç kilisenin daha kalıntısı ortaya çıka­rılmış, bunlardan Yenişehir Kapısı yakı­nında bulunanın Tryphon Kilisesi olduğu tesbit edilmiştir. Türk döneminde çinile-riyle ün salan İznik'te Bizanslıların da ol­dukça gelişmiş bir çanak çömlek sanayi­ine sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Bibliyografya :

İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ue'l-memâtik, s. 102, 106; Mes'ûdî. el-Tenbîh.s. 142, 177;Aziml Târihi: Selçtıklutar'la İlgili Bölümler: h. 430-538 (nşr. vetrc. Ali Sevim), Ankara 1988, s. 16, trc. s. 21;Yâküt, Mu'cemü7-foü/dân(Cündî}, V, 384-385; ibn Battûta, er-Rihle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 309-310; A. Gardner. The Lascarids ofNicaea, the Story of an Empire in Exile, Lon-don 1912; K. Otto-Dorn, Das Islamische iznik. Berlin 1941;ŞefİkKarginerv.dğr., İznlk-Nicaea, İstanbul 1963; Osman Turan, Selçuklular Zama­nında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971, s. 45-111; Erdoğan Savaş, İznik (Nicaea), İstanbul 1973; Besim Darkot- Metin Tuncel, Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul 1981,5. 126, 127; Semavi Eyice. İznik: Tarihçesi ve Eski Eserleri, İstanbul 1988; a.mlf.. "İznik'te Bir Bizans Kili­sesi", TTK Belleten, XIII (1948), s. 37-51; a.mlf., "Two Mosaic Pavements from Bithynia", Dumbarton Oaks Papers, sy. 17, Washington 1963, s. 373-383; a.mlf.. "İznikl-TürkDöne­mine Kadar", %(",XVIII/39. İstanbul 1984, s. 10-15;G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi{uc. Fikret Işıltan). Ankara 1991, s. 44, 146, 165, 170, 323, 394, 402, 467; Clive F. W. Foss, "Nicaea", The Oxford Dicüonary ofByzantium, New York 1991,11, 1463-1464; Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996, bk. İndeks; a.mlf.. Haçtı Seferleri, İstanbul 1997, s. 16-18, 29-33, 180; Çevriye Artuk. "Kolleksiyonumuzdakİ Nicaea (İznik) Sikkeleri", istanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, sy. 7, İstanbul 1956, s. 41-42; İbrahim Kafesoğlu, "Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu", TED.sy. 10-11 (1981). s. 3-28; R. Anhegger. "İznik", İA, V/2, s. 1256-1258; J. H. Mordtmann - [G. Fehârvâri]. "İznik", El2 (İng), IV, 291-292.




Osmanlı Dönemi.

Kutalmışoğlu Süley­man Şah'ın İznik'i alıp merkez yapması, daha sonra Bizans'ın eline geçen şehrin Anadolu'daki Türkmenler tarafından ye­niden fethinin kutsal bir misyon olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Osmanlı Beylîği'nin kuruluş yıllarında Osman Bey'in ilk önemli hedefi İznik oldu. 1300'-de Yenişehir'den hareket ederek Avdan dağlarını geçip şehri kuşattıysa da son derece müstahkem surları aşamadı. He­men yakınında bir havale kulesi yaparak İznik'i abluka altına aldı. Oğlu Orhan Bey de babasının siyasetini takip ederek bir süre ablukayı sürdürdü. 1329'da Pelekanon Savaşı'nda Bizans or­dusunu yenince İznik'in kaderi belirlen­di. İlk Osmanlı kroniklerine göre şiddetle kuşatma altına alınan İznik'in Bizanslı ka­le kumandanı isteyenlerin kalmaları, iste­meyenlerin gidebilmesi şartıyla teslim ol­muş ve şehir Orhan Bey'in eline geçmiş­tir Bizans kaynaklarında da İznik'in yardımına koşan Bizans kuvvetle­rinin 1329'daki yenilgisinden sonra şeh­rin Osmanlılar'a savaş olmaksızın teslim edildiği belirtilir. İznik'in teslim olması üzerine anlaşma şartları gereği yerli hal­ka dokunulmamış, idareci zümrelerin bu­rayı terketmesine rağmen ileri gelenler­den birçoğu yerinde kalmıştır. Bazı Bizans ve Osmanlı kaynaklarında fetih sonrası İznik'in beylik merkezi haline geldiğinden söz edilir. Ancak buranın idaresinin kime verildiği hususunda farklı rivayetler var­dır. Şehirde bir cami ve medrese yaptır­dığı bilinen Orhan Bey'in oğlu Süleyman Paşa'nın bu görevi üstlenmiş olması kuv­vetle muhtemeldir.

Ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra bu­rayı gören İbn Battûta'nın ifadeleri şeh­rin uzun abluka döneminin izlerini taşı­dığını gösterir. Ona göre surları oldukça harap olan İznik'te Orhan Bey'in hanımı ve az sayıda saray görevlisi bulunmakta­dır.292 1354te İz­nik'te esir olarak bir süre kalan Bizanslı din bilgini Georgios Palamas da İznik'i sönük ve harap bir şehir olarak tanımlar. Ancak buranın Osmanlı idaresi altında gi­derek geliştiği ve önemli bir kültür mer­kezi haline geldiği, çoğu XIV. yüzyıl orta­larından itibaren inşa edilen tarihî eser­lerden anlaşılmaktadır. Orhan Bey ilk ola­rak Çandarlı Kara Halil'i buraya kadı ta­yin etmiş, bazilikayı camiye çevirerek 293 ve bir imaretle bir medrese yaptırarak İznik'in imarını baş­latmıştır. Çandarlı ailesinin merkezi konu­muna gelen şehrin gelişimi onların yap­tırdığı eserlerle hızlanmıştır. 1402'de Ankara Savaşı'ndan sonra Timur'un ordu­larınca tahrip edilen İznik fetret dönemi karışıklıklarından da etkilenmiştir. Yıldı­rım Bayezid'in oğlu Mûsâ Çelebi ve Bedreddin Simâvî bir süre burada ikamet et­miştir. Ayrıca Şeyh Kutbüddin İznikî ile Eşrefoğlu Rûmî gibi tarikat erbabının bu­rada bulunması İznik'in bir ilim ve kültür merkezi olma özelliğini desteklemiştir.

1423'te II. Murad'ın kardeşi Küçük Mustafa'nın isyanı sırasında İznik önemli bir rol üstlendi. Mustafa Bursa'yı alama­yınca İznik'e giderek burayı kendisine merkez yaptı. Bunun üzerine II. Murad İstanbul kuşatmasını kaldırarak İznik'e yürüdü ve isyanı bastırdı. Bu karışıklıklar­dan şehrin ne şekilde etkilendiği bilinme­mektedir. Fakat imar hareketlerinin de­vam etmiş olması, ilim ve kültür adamla­rının faaliyetlerini sürdürmeleri İznik'in önemini koruduğunu gösterir. İstanbul'un fethinden sonra ilim ve kültür merkezi ol­ma özelliğini giderek kaybetmekle birlikte çini imalâtıyla daha sonraki dönemlerde de ön planda kalmayı sürdürdü.

İznik'in fizikî gelişimi ve nüfus yapısı hakkmda ilk resmî bilgiler XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde yer alır. 1 530'lu yıl­larda düzenlenen ve Anadolu beylerbeyi-liği sancaklarının genel tahrir sonuçlarını ihtiva eden deftere göre Koca-ili sancağına bağlı kaza merkezi olan İznik, yer­leşmenin tamamıyla sur içinde olduğu yirmi biri müslümanlara, ikisi hıristiyan-lara ait toplam yirmi üç mahalleye sahip­ti. Mahalleler genellikle şahıs, cami, mescid ve imaret adlarını taşımaktaydı. Sü­leyman Paşa, Muslihuddin Hoca, Hayreddin Paşa. İmâret-i Orhan, İmâret-i Halil Paşa, Şeyh Mehmed, Şeyh Abdi, Hacı Hamza, Karaoğlan, Kuyumcu, Akmescid. Bey, Yalı, Hüsam Bey, Sermahfil, Sadî (Surî) Mescidi adlı mahalleler kalabalık ve Önemli yerleşme yeri hüviyeti taşıyordu. Yirmi üç hâne ve üç bekârdan ibaret hiristiyan nüfus ise Manastır adlı mahal­le ile adı zikredilmeksizin bağcılıkla uğ­raşan Rumlar'ın bulunduğu belirtilen bir başka mahallede oturuyordu. Şehrin top­lam nüfusu 378 hâne, altmış sekiz bekâr olmak üzere yaklaşık 1500-2000 dolayın­da idi. Bu tarihte İznik'te dört cami, beş imaret, on üç mescid, üç medrese biri dârülhadis, bir muallimhâne, on iki za­viye, üç hamam yer alıyordu.294 Hemen hemen aynı tarihler­de İznik'i gören Bedreddin el-Gazzî şehri mâmur, güzel bir yer olarak tarif eder. Binaların kale gibi sağlam, avlulu evlerin ferah, yolların geniş olduğunu yazar. On­dan yirmi beş yıl sonra 1555'te İznik'e gelen Alman seyyah Hans Dernschvvam, harap durumdaki şehrin sur içi kısmında büyük bir bina bulunmadığını, evlerin, et­rafını çevreleyen duvarlar yüzünden gö­rülmediğini, dar sokakları duvarların çev­relediğini, evlerin doğrudan sokağa açıl­madığını, küçük bir Rum kilisesinin (Koimesis) mevcut olduğunu ve resmen ka­yıtlı on bir hâne hıristiyan nüfusun yaşa­dığını belirtir. Birbiriyle çelişkili gibi gö­rünse de her iki seyyahın ifadelerinden İznik'in tipik bir Türk yerleşmesine sahne olduğu anlaşılır. Şehir bir bakıma Helenis­tik dönemde kazandığı özellikleri temel­de XVI. yüzyılda da sürdürmüş, ancak yerleşme düzeni itibariyle farklı bir yapı kazanmıştır. Orhan Bey'in Yenişehir Ka­pısı civarında yaptırdığı imaret bile bu­ranın kalabalık bir yerleşme bölgesi ol­masını sağlamamıştır. Şehir içi genellik­le seyrek yerleşme ve bahçelerle çevrili olup bir bakıma yan kır Özelliği taşımak­taydı. Merkezi iki ana caddenin kesiştiği çarşı meydanı oluşturuyordu ve burası aynı zamanda pazar yeriydi.

XVI. yüzyılda İstanbul'dan Anadolu'ya uzanan önemli bir yol üzerinde yer alan ve bu sebeple sürekli bir hareketliliğe sahne olan İznik'in 156O'lı yıllara ait tah­rir kayıtlarına göre mahalle sayısı aynı kalmıştır. Ancak dört mahallenin adı 1530 tarihli defterde geçmemektedir. Yine önceki tahrirde görülen az nüfuslu dört mahallenin adına da 156O'li yıllara ait kayıtlarda rastlanmamaktadır. Bun­lar arasında Orhan Bey İmareti mahalle­si, Halil Paşa İmareti mahallesinin de bu­lunması, bu gibi kamuya açık imaretle­rin etrafının bir yerleşme yeri olmasının özellikle desteklenmemiş ve daha ziyade gelip geçen yolculara hizmet verme ama­cının ön plana çıkarılmış olduğunu dü­şündürmektedir. XVII. yüzyıldaki mahal­lelerin XVI. yüzyılın ikinci yarısındakilerle hemen hemen aynı olması, İznik'in sur içinde yerleşme alanında XVI. yüzyıl baş­larına göre bir kayma olduğunu ve böy­lece iskân sahasının sabit hale geldiğini gösterir. Şehrin nüfusu 156O'Iı yıllarda da hemen hemen aynı kalmıştır.295 1568'de burayı gören Rauter şehir­de az sayıda nüfusun olduğunu, otuz ka­dar da hıristiyanın bulunduğunu belirtir­ken XVI. yüzyıl sonlarında Lubenau adlı bir başka Alman seyyahı İznik'in boşalmış bir kasaba olup içinde 300 kişinin barın­dığını yazar. Ancak bu ifadeler tam olarak gerçeği yansıtmaz. Bu rakam hâne olarak algılanırsa 1034 (1624-25) tarihli Tahrir Defteri'n deki bilgilerle paralellik arzeder. Buna göre yirmi iki müslüman, bir hıristiyan mahallesinden ibaret İznik'te 351 hâne kaydedilmişti.296 Hıristiyan nüfus ise on hâne kadardı. Bu son rakamlar, XVII. yüzyılda İznik'in nüfus bakımından gerilemeye başladığı­nı ortaya koyar. İşlek bir yol üzerinde bu­lunması Celâlî isyanlarından etkilenme­sine yol açtığı gibi göl kıyısında olması dolayısıyla salgın hastalıklar da nüfusun azalmasında rol oynamıştır. 1609'da İz­nik'ten geçen Polonyalı Simeon bu durumu özellikle vurgular. Ayrıca burada on beş hâne Ermeni'nin yaşadığını, eski şeh­rin büyük bölümünün harabe halinde bulunduğunu da söyler.297 Şehrin iktisadî hayatında önemli olan çini sana­yii de bu sıralarda gerilemeye başlamış olmalıdır.

1648'de İznik'i gören Evliya Çelebi sur içindeki yerleşmenin güney kesimde yo­ğunlaşmış olduğunu, burada on sekiz mahalle, 1000 kadar da ev bulunduğunu belirtir, ayrıca kuzey tarafında yerleşme olmadığını ve bu kesimde harabe halin­de yerleşim yerlerinin görüldüğünü ya­zar. Onun bu ifadeleri, şehir içi yerleşme­de XVI. yüzyıl ortalarından itibaren tahrir kayıtlarıyla da desteklenebilen kaymayı teyit eder. Hâne sayısı için verdiği rakam fazla olsa da İznik'in XVI. yüzyıl sonların­daki durumunu koruduğu anlaşılır. Ayrı­ca Evliya Çelebi çini imalâthanesi sayısı­nın dokuza düştüğünü belirtir. Şehirde bu sırada yirmi dört cami ve mescid, yedi medrese, kırk altı mektep, yedi tekke. yedi imaret, iki çifte hamam, 600 dük­kân olduğunu yazar.298 1669-1677yıllarında İstanbul'da İn­giliz elçiliğinde görev yapan Covel, gördü­ğü İznik'in yalnızca bir kısmında yoğun yerleşmenin olduğunu, ancak evlerin kö­tü ve bakımsız halde bulunduğunu, sade­ce on Rum ailesi ve yaklaşık elli Ermeni'­nin yaşadığını belirtirken 1670'te buraya gelen Grelot 10.000 kişilik bir nüfustan söz ederse de 299 bu rakam oldukça fazladır. Nitekim 1663 tarihli bir başka kayda göre bura­da 1000 Türk ailesi, otuz Ermeni ve dört Rum nüfus bulunuyordu.

XVIII. yüzyılda İznik eski hareketliliğin­den çok şey kaybetmiş küçük bir kasaba durumundaydı. 1735'te Seyyah Pococke kasabada 300 evin varlığından söz eder. Aynca çoğunu Rumlar'ın teşkil ettiği yir­mi hıristiyan aile de burada yaşamakta­dır. Ona göre kasabada ipekçilik yaygın­dır, iklimi müsait olmadığından salgın hastalıklar etkilidir. İznik bu yüzyıldaki görüntüsünü sonraki asırda da sürdür­dü. XIX. yüzyılın ilk yansında burayı gören seyyahların genel kanaati, kasabanın büyük sur yıkıntıları içerisinde küçük bir yerleşme yeri halinde bulunduğu şeklin­dedir. Bu sıralarda nüfus 200 hâne dola­yındaydı, bu durum aynı zamanda kasa­badaki mâbedlerin âtıl halde kalıp gide­rek harabe haline gelişlerine yol açmak­taydı. 1835'te İznik'i ayrıntılı olarak tasvir eden Texier, Ayasofya'nın uzun süredir harap halde bulunduğunu, etrafının yı­kıntılarla dolu olduğunu, Lefke Kapısı ta­rafı yani doğu yönünün boş olup bahçe­lerle çevrildiğini yazarak önceki tesbitleri teyit eder. Kasabanın en canlı yeri çarşısı ve ana caddesidir. Rumlar kilise etrafın­da oturmakta olup sayıları daha önceki yıllara göre biraz daha artmıştır. Texier'-nin, Rumlar'ın nüfusu gibi anlaşılan muğ­lak bir ifadeyle verdiği 1200-1500 raka­mını bütün İznik için kabul etmek daha doğrudur.300 1852'-de Mordtmann'ın kasabada 400 ailenin yaşadığını yazması yukarıdaki rakamı doğrular. Bu yıllarda evler terkedilmiş ve kasaba bir köy haline dönüşmüştür. Sey­yah, bu duruma iklimin sağlığa aykırı ol­masının yol açtığını diğer seyyahlar gibi vurgular. XIX. yüzyıl sonlarında İznik bir nahiye merkezi durumundadır ve bura­ya kırk kadar köy bağlıdır. Cuinet'in tes-bitlerine göre İznik'te 868 müslüman, 360 Rum olmak üzere 1228 kişi yaşamak­tadır. Toplam ev sayısı 238'dir. Ayrıca yet­miş beş dükkân, beş han faaliyettedir. Bir seyyah 1891 'de İznik'in nüfusunun2000'e ulaşmadığını belirtirken 1905'te bir diğe­ri 600 müslüman, 100 hıristiyanın bulun­duğunu yazar ve buranın eski ihtişamını göz önüne alarak bir "ölü şehir" duru­munda olduğunu ifade eder.

İznik 21 Eylül 1920'de Yunan kuvvetle­rince işgal edildi ve bu tarihten itibaren dört defa el değiştirdi. Bu mücadele sı­rasında da şehir tahribata uğradı. Nüfus hemen hemen tamamıyla dağıldı. Cum­huriyet döneminin başlarında Kocaeli'-ne bağlı bir ilçe merkezi iken 1927'de bir bucak merkezi haline geldi ve Bursa'nın Yenişehir kazasına bağlandı. 1930'da ye­niden kaza merkezi oldu. 193S'te nüfu­su 2500'ü bulmayan İznik, günümüzde 20.122'ye ulaşan 301 nü­fusuyla önemli bir tarihî merkez olma özelliğini sürdürmektedir. Bu sebeple 1988 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Ko­ruma Kurulu tarafından "tarihî kentsel sit alanı" ilân edilerek korunmaya alın­mıştır.

Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra önemli bir ilim ve kültür merkezi duru­muna gelmiş olan İznik'te birçok âlim, şa­ir ve edip yetişmiş, bir kısmı sürekli bura­da ikamet etmiştir. Özellikle XV ve XVI. yüzyıllarda Şeyh Kutbüddinzâde Kutbî, torunu Sadri Çelebi, Hümâmî, Kurbîgibi şairlerin yanında buradaki ilk Osmanlı medreselerinde görev yapan Dâvûd-i Kayseri, Tâceddin el-Kürdî, Hayalî, Kara Alâeddirı gibi âlimler, ayrıca aralarında Kâdiriyye tarikatının Eşrefiyye kolunun kurucusu Eşrefoğlu Rûmî, Şeyh Kutbüd-din. Hacı Hasan gibi şeyhlerin bulunduğu tarikat ehli sayılabilir.


Bibliyografya :

BA. TD, nr. 436, 438; TK, TD, nr. 49; İbn Battûta, Seyahatname, I, 341-342; Âşıkpa-şazâde, Tarih (Atsız), s. 105, 109,118-119; Neş­ri, Cifıannümâ(Unat), I, 113, 157-163; II, 567-573; H. Dernschvvam, İstanbul ue Anadolu'ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1987, s. 215-217, 316-320; 0. G. Busbecq, Türk Mektupları (Lrc. H. Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 65; Evliya Çelebi. Seyahatname, III, 5-9; Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi: 1608-1619{tTC. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 21-22; J. Grelot, İstanbul Seyahatnamesi (trc. Maide Selen). İstanbul 1998, s. 34; R. Pococke, A Description ofthe East and some other Coun-(ries...,Londonl745, 1/2, s. 122-123; J. von Hammer, ümbiick aufeiner Reise uon Konstan-tinopel nach Brussa, Pesth 1808, s. 110-123; A. D. Mordtmann, Anatolien, Skizzen und Reise-brieteausKleinasien: J 850-1859 (ed. F. Babin-ger], Hanover 1925, s. 70-73; Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad). İstanbul 1339,1, 169-198; G. Perrot, Souuenirs d'un ooyage en Asie mineure, Paris 1864, s. 50-53; Cuinet, IV, 185-190; C. von der Goltz, Anatolische Ausflüge, Berlin 1896, s. 399-460; A. Memduh Turgut Ko-' yunluoğlu. İznik ve Bursa Tarihi, Bursa 1935; Hikmet Turhan Dağlıoğlu, XVI. Asırda Bursa, Bursa 1941, tür.yer.; Nezih Fıratlı, İznik Tarihi oe Abideleri Hakkında Muhtasar Rehber, İs­tanbul 1959; Erdoğan Savaş, İznik (Nicaea), İs­tanbul 1973; Semavi Eyice. İznik: Tarihçesi ue Eski Eserleri, İstanbul 1988; Ahmet Güneş, Tah­rir Defterlerine Göre XVI. Yüzyıl Başlarından XVII. Yüzyıl Başlarına Kadar Kocaeli Sancağı (doktora tezi, 1994), A(j Sosyal Bilimler Enstitü­sü, s. 30-38; Halil İnalcık, "Osman Gazinin İznik Kuşatması ve Bafeus Muharebesi", Osmanlı Beyliği: 1300-1389 (trc. Gül Çagalı Güven v.dğr.), İstanbul 1997, s. 78-105; Ekrem Kamil, "Hicri Onuncu-Miladi Onaltınci Asırda Yurdumuzu Dolaşan Arap Seyyahlarından Gazzî-Mekkî Seyahatnamesi", Tarih Semineri Dergisi, 1/2, İstanbul 1937, s. 43-44; G. Arnakis, "Gregory Palatnas Among the TUrks and Documents of His Captivity as a Historical Sources", Specu-/um,XXVİ,Cambridgel951,s. 114 vd.; J. Raby. "A Seventeenth Century Description of iznik-Nicaea", Istanbuler Mittellungen, sy. 26, Tübingen 1976, s. 149-188; A. Schachner, "Bir Os­manlı Minyatürünün Tarihi Kaynak Değeri", TT, XIX/112 (1993). s. 40-43; Neslihan Nuhoğlu Altun, "Kuruluşundan Günümüze İznik'in Yer­leşim Özellikleri", Coğrafya Dergisi, sy. 6, İs­tanbul 1998, s. 345-366; R. Anhegger, "İznik", İA, V/2, s. 1259-1264; J. H. Mordtmann - [G. Fehervari], "iznik", £/2(İng.), IV, 291-292.



Mimari.

Tarih öncesi çağlarda etra­fında bazı yerleşmelerin olduğu bilinen İznik milâttan önce316 yılında kurulmuş. Roma ve Bizans devirlerinde büyümüş­tür. IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul'un Latinler tarafından işgalinden sonra baş-şehirlik yapan İznik'te bu dönemde mey­dana getirilmiş eserlerden Ayasofya Kili­sesi ile esası Roma devrine ait surlar gü­nümüze kadar gelmiştir. Ortadan kalkan bazı yapıların da temelleri mevcuttur. Şehrin Selçuklu Türkleri'nin elinde bulun­duğu 1075-1097 yılları arasına ait üstleri yazılı mezar lahitleri, daha sonra Bizans­lılar tarafından surun tamiri sırasında inşa malzemesi olarak kullanılmıştır. Bu parçalar şehrin güneyindeki bir kulenin duvarlarında görülmektedir. Yakın za­manlarda yapılan kazıda ortaya çıkarılan Yenişehir Kapısı dışındaki Orhan Gazi İmareti ve Hamamı, Osmanlılardın İznik'in fethinden hemen sonra şehir dışında yerleşmeye başladıklarını göstermektedir. Çinilerle de süslendiği anlaşılan imaretin 735 (1334) yılına tarihlendirilen kitabesi İznik Müzesi'ndedir.

İznik, Orhan Gazi zamanında 1331'de Türkler'in eline geçince başkilise olan Ayasofya hemen camiye çevrilmiş, XVI. yüzyılda da Mimar Sinan tarafından ta­mir edilmiştir. Duvarlarının kalem işiyle, mihrap çevresinin çinilerle süslendiği an­laşılan yapı XIX. yüzyılın başında harap ol­muş ve fonksiyonunu kaybetmiştir. 734'te (1333) yapılan Hacı Özbek Camii şeh­rin içindeki en eski Osmanlı eseri olması bakımından önemlidir. Vaktiyle yanda yer alan bir son cemaat yerine de sahip oldu­ğu bilinen yapı, kare planlı üzeri prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan kubbe ile Örtülüdür.302 746 (1345-46) yılında inşa edilen Hacı Hamza Camii ile hemen yanındaki 750 (1349-50) tarihli Hacı Hamza Türbesi 1930'lu yıllar­da yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ca­minin ve türbenin kitabeleri İznik Müze­si'ndedir.303 780 (1378-79) yılında Çan-darlı Kara Halil Hayreddin Paşa tarafın­dan yapımına başlanıp 794'te (1391-92) tamamlanan Yeşilcami şehrin merkezin­deki en önemli âbidelerden biridir. Düz­gün kesme taş malzeme ile inşa edilen yapının sırlı tuğla ve çini kaplı minaresi dikkat çekici olup yapıya adını vermiştir. Önde üç birimli bir son cemaat yerine sa­hip camide harim. güneyde prizmatik üç­genlerle geçişi sağlanan bir kubbe ile ör­tülüdür. Harim üç birimli bir mekânla da kuzeye doğru genişletilmiştir.304 XV. yüzyılda inşa edilen Şeyh Kutbüddin Camii ve Türbesi zaman içinde harap olmuş, cami yıkılmış, türbe ise yakın zamanda onarım görmüştür. Günümüze ulaşmayan caminin yerinde son yıllarda yapılan temizlik çalışmaları sırasında çeşitli devirlere ait bazı duvar izleri ortaya çıkarılmıştır. Zaman içinde yapı planının değişikliğe uğradığı, önün­de iki birimli bir son cemaat yerinin bu­lunduğu anlaşılmaktadır. Batı yönünde camiye bitişik kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü bir türbe ve türbeye kuzeydoğu­daki köşeden bitişik tuğla gövdeli bir mi­nare bulunmaktadır. 846'da (1442-43) yapılan Mahmud Çelebi Camii kare plan­lı, üzeri prizmatik üçgenlerle geçişi sağ­lanan kubbe ile örtülüdür. Üç birimli bîr son cemaat yerine sahip olan caminin ya­nı başında bulunduğu bilinen imaretle kuzeyde yolun karşı köşesindeki çeşme son yıllarda yıktırılmıştır. XVI. yüzyılın başında inşa edilen Eşrefzâde Camii İV. Murad zamanında çinilerle süslenmiştir. Yu­nan işgali sırasında yakılarak yok edilen caminin yerine betonarme bir cami yapıl­mıştır. Eşrefoğlu'nun batı yönünde yapı­ya bitişik olan türbesi yıkılmıştır. Kuzey­batı köşesinde yer alan tuğla gövdeli, yer yer çini kuşaklarla süslü minare ilk yapı­dan günümüze kadar gelebilmiştir.305

I. Murad tarafından annesi Nilüfer Ha­tun adına 790 (1388) yılında yaptırılan imaret, erken dönem mimarisi içinde sıkça görülen ve zâviyeli tabhâneli diye adlandırılan yapılar grubunda yer almak­tadır. İtinalı taş-tuğla örgülü duvarlara sahip yapının önündeki revak hareketli bir cepheye sahiptir. Beş birimli revak or­tada kubbe, yanlarda aynalı tonozla örtü­lüdür. Yapıda orta mekânla tabhâne oda­ları birer kubbe ile, batı yönündeki cami mekânı ise iki birimli olup daha küçük ölçüde kubbelerle örtülmüştür. XIV. yüz­yılın sonlarına tarihlendirilen Yâkub Çe­lebi Zaviyesi taş-tuğla örgülü duvarlara sahiptir. Beş birimli son cemaat yeri ay­nalı tonozlarla, sofa ile asıl cami mekânı prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan bi­rer kubbe ve yan mekânlar da aynalı to­nozla örtülmüştür. Caminin önünde yer alan açık türbe dört payeye oturan sivri kemerler üzerinde kubbe ile örtülüdür. Yâkub Çelebi. Bursa'da babası Murad Hu-dâvendigâr'ın türbesine gömüldüğüne göre bu yapı ya önceden yapılarak boş kalmış veya onun adına sonradan inşa edilmiş bir makam türbesidir.

İznik'in güneyinde Yenişehir Kapısı dı­şında yer alan Kırgızlar Türbesi'nin XIV. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Taştuğla malzeme ile inşa edilen yapı son yıllarda kısmen tamir görmüştür. Türbe kare planlı, üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü bir mekânla bunun kuzeyinde kare planlı ve üst örtüsü yıkık olmakla beraber tonozlu olduğu anlaşılan bir ön me­kâna sahiptir. İçinde sekiz adet kabir bu­lunan yapının duvarlarında XVII. yüzyıla ait kalem işlerinden izler görülmektedir. Şehrin doğu yönünde Lefke Kapısı dışında yer alan Sarı Saltuk Türbesi XIV-XV. yüz­yıllara tarihlendirilen bir makam türbe­sidir. Açık türbe olarak inşa edilen yapı. dört payenin taşıdığı sivri kemerler üze­rine oturan pandantifli kubbe ile örtülü­dür. Yapı son yıllarda tamir edilmiştir. Lefke Kapısı dışındaki mezarlık alanında bulunan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Türbesi, farklı ölçülerde bitişik iki kare planlı ve kubbeli yapıdan oluşmak­tadır. XIV. yüzyılın sonuna tarihlendirilen doğu yönündeki ilk yapı daha küçük ölçü­dedir. İçinde Kara Halil Hayreddirı Paşa ile oğlu Ali Paşa'nin mermer sandukalı kabirlerinde kitâbeli sandukalarla baş ve ayaktaşları dikkat çekicidir. Batı yönün­de yapıya bitişik olan bina sonradan inşa edilmiş olup içinde aynı aileden birçok ki­şinin kabri bulunmaktadır.306 Şehrin içinde Çandarlı İbrahim Paşa ile Halil Paşa'nın birer türbesi vardır. Çatıları çökmüş, duvarları kısmen yıkılmış, harap durumda olan her iki ya­pıda kitâbeli sandukalarla baş ve ayak taşları önemlidir. Yanlarında bulunduğu bilinen mescid ve imaret zamanımıza ulaşmamıştır.

Günümüze kadar gelebilen tek med­rese olan Süleyman Paşa Medresesi XIV. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Avlunun üç yönünde sıralanan sekiz birimli revakların arkasında on adet talebe odası ile bir dershane ve bir müderris odası vardır. Yapının bütün birimlerinin üzeri kubbe­lerle örtülmüştür. Dershanenin solunda yer alan müderris odasından ayrı bir kapı ile dershane bağlantısının sağlanmış ol­ması dikkat çekicidir. Yapı bugün bakım­sız bir durumdadır.

İstanbul Kapısı yolu üzerindeki Büyük Hamam da denilen I. Murad Hamamı, çif­te hamam olarak inşa edilmiş olup kare planlı, kubbeli soyunmalik mekânları ar-Kasmda aynalı tonozlu UıKlıK ve ortası kubbeli sıcaklık mekanlarıyla yine kub­beli ikişer halvet hücresine sahiptir. Bu­gün çok harap durumda olan hamamın ılıklık ve sıcaklık bölümlerinin bir kısmı­nın üzerinde evler bulunmaktadır. 11. Mu­rad Hamamı veya Hacı Hamza Hamamı adlarıyla tanınan yapı da çifte hamamdır. XV. yüzyıla tarihlendirilen yapının erkek­ler kısmı daha büyüktür. Kare planlı ve kubbeli soyunmalık, tonozlu ılıklık, dört eyvanlı ve dört köşesinde birer halvet hücresi olan sıcaklık mekânlarına sahip­tir. Muhtemelen XVII. yüzyılda ilâve edi­len kadınlar kısmı daha küçük ölçüde olup kare planlı kubbeli soyunmalık, küçük bir ılıklık ve iki hücreli sıcaklık mekânından oluşur.307 Şeh­rin içinde yer alan diğer bir hamam da XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın başına tarihlendirilmesi mümkün olan ve İsmail Bey Hamamı adıyla tanınan yapıdır. Kü­çük ölçüde, fakat çok itinalı işçiliğe sahip süslü bir yapı olduğu mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Özellikle spiral kubbesi, mukarnasları ve malakârî süslemeleriyle dikkat çeken yapının içi yakın zamanda kısmen temizlenmiş, üzeri bir uzay çatı ile örtülerek koruma altına alınmıştır.308 Lefke Kapısı yolu üzerinde yer alan ve bir bölümü yola git­miş olan hamam kalıntısının dışında şe­hirde küçük ölçüde dört özel hamam da­ha tesbit edilmiştir.

Lefke Kapısı'nın iç tarafında bulunan sivri kemerli çeşmenin tamir gördüğü an­laşılmakta olup zemin kodu yükselmiştir. Şehrin pazar yeri olan kesiminde XV. yüz­yıla tarihlenebilecek sivri kemerli nişli bir çeşme nisbeten iyi durumdadır. İsmail Bey Hamamı'nın kuzeybatısında yer alan bir başka çeşme kalıntısı son yıllarda kıs­men elden geçirilip yok olması önlenmiş­tir. Şehrin merkezinde Mahmud Çelebi Camiî'nin kuzeyinde vaktiyle varlığı bili­nen çeşme yakın zamanlarda yol yapımı sırasında ortadan kaldırılmıştır. İzmit'in merkezinde İstanbul Kapısı yolu üzerin­de kuzey ve batı duvarları kısmen ayakta olan bir kervansaray kalıntısı bulunmak­tadır. Kaynaklarda adı geçen Rüstem Pa­şa Kervansarayı olması kuvvetle muhte­mel olan bina çok harap durumdadır.

Osmanlı devrinde çini ve seramik ima­lâtının önemli merkezi durumunda olan İznikXVII. yüzyılın sonlarına kadar bu fa­aliyetini sürdürmüştür. Çini ve seramik üretiminin yapıldığı fırınları araştırmak üzere sondaj ve kazı çalışmaları yapılmış­tır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül­tesi tarafından yürütülen ve birinci dö­nemi 1964-1969 yılları arasında gerçek­leştirilen bu çalışmaların ikinci dönemi 1981'de başlamış olup halen devam et­mektedir. Özellikle şehir merkezinde yer alan II. Murad (Hacı Hamza) Hamamfnın kuzeyinde ve doğusundaki alanda çok sa­yıda fırın ateşhânesine rastlanmıştır. Gü­nümüzde hamamın doğusunda atölye bölgesi olduğu anlaşılan alanda yürütü­len kazılarda ele geçen çok sayıdaki fırın malzemesi ve çeşitli tekniklerdeki çiniseramik parçalarından Osmanlı dönemi çini ve seramik sanatının gelişimi hakkın­da bilgi elde edilmektedir. Çıkarılan parçalar İznik Müzesi'nde korunmakta olup önemli parçalar aynı müzede teşhir edil­mektedir.

Bibliyografya :

K. Otto-Dorn, Das Islamİsche İznik, Beriin 1941; Ayverdi. Osmanlı Mi'mârlsİ I, s. 160-183, 309-336; a.mlf., Osmanlı Mfmârîsill, s. 504-511; a.mlf., Osmanlı Mi'mârlsi IV, s. 767-769; Oktay Aslanapa. Osmanlı Deuri Mimarisi, İstan­bul 1986, tür.yer.;S. Yıldız Ötüken v.dğr., Türki­ye'de Vakıf Âbideler ve Eski Eserler, Ankara 1986, IV, 194-265; Semavi Eyİce, İznik Tarihçesi oe Eski Eserleri, İstanbul 1988; C. Curlitt. "Die islamitischerı Bauten vonlznik-Nicea", OA, [1] 11912), s. 49-60; Ali Saim Ülgen. "İznik'te Türk Eserleri", VD, sy. 1 (1938], s. 53-69.



Yüklə 1,21 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin