İyaz b. Ganm 5 Bibliyografya : 5



Yüklə 1,21 Mb.
səhifə29/39
tarix30.12.2018
ölçüsü1,21 Mb.
#88444
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   39

JANSKY, HERBERT

(1898-1981) Avusturyalı Türkolog ve tarihçi.

Viyana'da doğdu. 1917'de Viyana Ünİ-versitesi'nin Şarkiyat Enstitüsü'ne girdi. Doğu dilleri, İslâmî ilimler ve tarih okudu. Die Eroberung Syriens durch Sultan Selim 1. adlı teziyle 1922'de doktor oldu. 1. Dünya Savaşı'nın ardından daha iyi ge­lir sağlayacak bir meslek elde edebilmek için 1921-1923 yıllarında Viyana Üniversi­tesi Hukuk Fakültesi'nde ve Ticaret Yük­sek Okulu'nda okudu. 1923'ten sonra bir yandan Avusturya Doğu Ticaret Odası müşavirliği, bir yandan da Viyana mah­kemelerinde yeminli tercümanlık yaptı. 1933 yılında Viyana Üniversitesi Edebi­yat Fakültesi'nin Türkoloji bilim dalında doçent, 1940'tan itibaren de profesör olan Jansky'nin dil öğrenim ve öğretimin-deki başarısı, bulunduğu fakültede Doğu dilleri öğretim üyeliğine yükseltilmesini ve 1940 -1944 yıllan arasında Viyana'daki Askerî İstihbarat Dairesi'nde özel müşa­virlik ve bu daireye bağlı Askerî İstihba­rat Tercümanlık Okulu'nda Türkçe, Arap­ça, Farsça, Rusça ve Yunanca hocalığı yap­masını sağladı. 1962'den itibaren üniver­sitedeki görevlerine ek olarak Hammer-Purgstall Cemiyeti'nin müdürlüğüne getirildi. 1968'de emekliye ayrıldı; fakat cemiyetteki hocalık hizmetini ölümüne kadar sürdürdü.

Başlıca Batı dillerinin dışında Türkçe, Arapça, Farsça, İbrânîce, Rusça ve Yunan­ca bilen Jansky dil, edebiyat, tarih ve folk­lor alanlarında geniş bilgi sahibiydi. 1971 de Türkiye ile Avusturya arasındaki ticarî ilişkileri düzenlemek üzere Ankara'ya ge­len heyette yer aldı. 1973 yılında, kurulu­şunun ellinci yılı münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti tarafından kendisine Türk kültürüne ve tarihine yaptığı hizmetle­rine karşılık bir takdirname gönderil­di. 1978"de Avusturya hükümeti bilim adamlarına verilen nişanın en yüksek de­recesini taktı.

Türkçe'nin ağız özelliklerini İyi bilmesi, Türk kültürünü Türkistan'dan Anadolu'­ya, İdil boylarından Rumeli'ye kadar dinî inançları, töreleri, müziği, folkloru, saz ve tekke şiiri, tasavvuf ve divan edebiyatıy­la birbirini tamamlayan bir bütün olarak görmesi ve bunları tarihin ışığı altında de­ğerlendirmesi Jansky'ye çok yönlü sağ­lam bilgilere dayanan geniş bir görüş uf­ku kazandırmıştır. Jansky'ye göre Türkçe zengin ve mükemmel bir dildir. Onun ilim ve sanat dili özelliğini geliştirmek için kendi cevherini işlemek, fakat bunu ya­parken tarihî bağlantısını daima gözet­mek ve nesiller arasında anlaşmayı sağ­lamak gerekir. Jansky, Osmanlı Türkçe-si'ndeki terimlerin Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden alınmış dahi olsa artık bu dilin kendi malı sayıldığı için atılmama­sı gerektiğini savunur. Jansky Türk edebi­yatını, bu edebiyatın asıl kaynağını teşkil eden ve geçmişten günümüze kadar ge­len Türk kültür ve folklorunun İslâmî un­surlarla yoğrularak oluşturduğu halk hi­kâyeciliğinin, türkülerin, saz şiirinin, tek­ke şiirinin, tasavvufun, tarikatların ve da­ha pek çok unsurun bir bütünü olarak görmüştür. Tarih alanında ise özellikle Selçuklu ve Osmanlı tarihlerini incelemiş, Türklerin Ortadoğu'ya hâkimiyeti, Osmanlılar'ın kuruluşu, Balkanlar'a ve Orta Avrupa'ya yayılışları ile bu ülkelerde bu­lundukları süre boyunca siyaset, kültür, medeniyet ve sanat alanında gösterdik­leri faaliyetler üzerinde durmuştur.

Eserleri.



1. Die Eroberung Syriens durch Sultan Selim I.. 469

2. Gesange russischer Kriegs-gefangener: Krimtatarische Gesange (Wien-Leipzig 1930). Eserde Rus savaş esirlerinden Kırım Tatarcası'yla türküler bulunmaktadır.

3. Gesange russischer Kriegsgefangener. Baschkirdische Ge­sange (Wîen-Leipzig 1939). Bu eserde de Rus savaş esirlerinden Başkırtça tür­küler yer almaktadır.

4. Die Türken im Donauraum (Wien I939). Tuna bölgesin­deki Türkler hakkındadır.

5. Lehrbuch der türkischen Sprache Türkçe ders kitabıdır. Emile Missir tara­fından iki cilt halinde Fransızca'ya tercü­me edilen kitap 470 Avrupa'daki üniversitelerin pek çoğunda Türkçe öğretimi için hâlâ kul­lanılmaktadır.

6. Volksgesange von Völker Russlands: Kazanlatarische, mischarische, westsibirisch-tatarische, nogaitatarische, iurkmenische, kirgi-sische und tscherkessisch-tatarische Gesange (Wien 1952). Eserde Rusya halk­larından Kazan Tatarcası, Mişerce, Batı Sibirya Tatarcası, Nogay Tatarcası, Türk­men Türkçesi, Kırgız Türkçesi ve Çerkez Tatarcası ile türküler bulunmaktadır.

7. Vergleichende Volksliederkunde als Hifsmitlel der Völkerpsychologie.471 Halkpsikolojisinin anlaşılmasında yardımcı olmak üzere mukayeseli halk şarkıları ihtiva etmek­tedir.

Bibliyografya :

H. W. Duda, "Herbert Jansky ein Sechziger", Osterreichische Hochschutzeitung, sy. 6, Wien 1958, s. 15; a.mlf., "Herbert Jansky ein Sieb-ziger", WZKM, sy. 62 (1969}, s. 1-6; G. Martin. "Herbert ]ansky im Nebenberuf 'Gelelırter'", Die Furche, sy. 2, Wien 1965, s. 4; a.mlf., Her­bert jansky-Nachhall aus den Derwisch-Klö-stern", a.e., sy. 30(1968), s. 4; Abdurrahman Güzel, "Avusturyalı Türkolog Prof. Dr. Herbert Jansky", TK, XV1/185 (1978), s. 298-302;a.mlf., "Avusturyalı Türkolog Prof. Dr. Herbert Jansky", MK, sy. 39 (1983), s. 26-30; H.Eisenstein. Her­bert Jansky (25. ]uni 1898 bis 12. Marz 198!)", Af.O, sy. 28(1981-82], s. 278-279; "Wİrhaben einen Freund verloren", islam und der Wes-ten, 1/2, Wien 1981, s. 18; A. C. Schaendlinger. Herbert Jansky (1898-1981)", WZKM, sy. 74 (1982), s. 11-13; Emel Esin, "Profesör Herbert Jansky (1898-1981)", 7K,XX/236(1982), s. 895-897; M. Sanl Adıgüzel, "Avusturyalı Türkolog Herbert Jansky'nin Hayatı, Eserleri ve Türk Di­line Hizmetleri", Kastamonu Eğitim Dergisi, Vll/1, Kastamonu 1999,5.99-116.



JAPONYA

Asya'nın doğusunda adalar ülkesi.



I. Fizikî Ve Beşerî Coğrafya

II. Tarih

III. Japonya-Osmanlı İlişkileri

III. Ülkede İslam Ve Şarkiyat Çalışmaları

Doğudan ve güneyden Büyük Okyanus'-la, kuzeyden Ohotsk deniziyle çevrili olan ve batıda Japon deniziyle Asya anakara­sından ayrılan Japonya, dördü büyük çok sayıda ada ve adacık üzerinde yayılan bir ülkedir. Tek meclisli anayasal monarşiyle yönetilir; resmî dili Japonca, dini Şinto-izm ve Budizm, para birimi yendir 100 sen. Yüzölçümü 377.835 km2, nüfusu 127.000.000 (2000) olan ülkenin başşeh­ri 8.123.300 nüfuslu Tokyo 472diğer önemli şehirleri Yo­kohama (3.307.408), Osaka (2.602.352), Nagoya (2.152.258), Sapporo (1.756.968), Kyoto (1.463.601], Kobe (1.423.830), Fu-kuoka( 1.284.741 ),Kavasaki( 1.202.811), Hiroşima (1.10S.868) ve Kitakyushu'dur (1.019.522).



I. Fizikî Ve Beşerî Coğrafya

Kuzey-güney doğrultusunda uzanmış 2200 km. uzunluğunda bir yayı andıran Japon takımadalarından oluşan ülkenin ana gövdesini birbirinden dar boğazlar­la ayrılan Hokkaido, Honshu, Shikoku ve Kyushu adaları meydana getirir. Japonya topraklarının büyük kısmı dağlıktır; en yüksek dağ 3776 m. yüksekliğindeki Fuji yanardağıdır. Düz kesimler azdır ve en geniş düzlük Tokyo'nun da içinde yer al­dığı Kanto ovasıdır. Genelde yağmurlu ve nem oranı yüksek seyreden iklim, muson alanında bulunulmasına rağmen yüzey şekillerinin ve adalar üzerinde kurulmuş, birçok enlem derecesine yayılmış olmanın etkisiyle hem karasal hem tropikal özellikler gösterir. Kuzeyde yaz sıcak ve kısa. kış uzun ve çok soğuk, orta kesimlerde yaz sıcak ve nemli, kış kısa. güneybatıda ise yaz sıcak, nemli ve uzun, kış ılıktır. Bü­yük akarsuların bulunmadığı Japonya'­da en uzun nehir Japon denizine dökülen 367 km. uzunluğundaki Shinano'dur. Ge­nelde boylan kısa ve akışları hızlı olduğu için taşımacılıkta kullanılamayan nehirler­den çok sayıdaki hidroelektrik santraller vasıtasıyla elektrik enerjisi elde edilir. Ül­kede en büyüğünü Kyoto'nun kuzeydoğusundaki Biva'nın oluşturduğu birçok göl vardır.

Ortalama yoğunluğu 333/kmz olan nü­fusun % 99.4'ü Japonlar'dan, geri kalanı, çoğunluğu Kore ve Çin'den gelen diğer etnik gruplardan teşekkül etmektedir; Ainu ve Hisabetsu Buraku ise yerli azın­lık gruplarıdır, % 80'i şehirlerde yaşayan nüfusun % 84'ünü Şintoizm ve Budizm mensupları, % 15'ini diğer din mensup­ları, % 1'ini ise hıristiyanlar meydana ge­tirir. Budizm, Japonya'ya milâttan sonra 538'de Kore üzerinden gelmiş ve Prens Shotoku döneminde (593-628) kraliyet himayesi görmüştür. Hıristiyanlık ise ilk defa 1549'da Cizvit misyoneri Aziz Fran-cis Xavier tarafından ülkeye sokulmuş ve özellikle XIX. yüzyılda Batılı güçlerin bas­kısı karşısında yöneticilerin daha hoşgö­rülü davranmaları sonucu Fransız Katolik ve Amerikalı Protestan misyonerler tara­fından yayılmıştır.

Japonya topraklarının sadece % 1 S'i ta­rıma elverişlidir ve tarıma dayalı ekono­mi sürekli biçimde devlet desteği gör­mektedir. Pirinç ülke ihtiyacından fazla üretildiği için ihraç malları arasında yer almaktadır; buna rağmen buğday ve so­ya gibi tüketim maddeleri ithal edilmek­tedir. Ülkenin yaklaşık % 70'i ormanlarla kaplı olduğundan orman ürünleri endüst­risi gelişmiştir, Japonya, özellikle ulusla­rarası sularda yaptığı balıkçılık ve diğer deniz ürünleri istihsalinde ise dünyada birinci sırada yer almaktadır.

Japonya, Amerika Birleşik Devletleri'n-den sonra dünyanın en güçlü ekonomisi­ne sahiptir. Tarımın ekonomideki ve mil­lî hâsıladaki payı sürekli azalırken (% 2, 1999) sanayi ürünlerinin payı (% 35, 1999) sürekli yükselmektedir. Üretim ve ihra­cat alanındaki faaliyetler günümüzde bü­tün dünyaya yayılmış bulunan otomobil. iş makineleri, fotoğraf makineleri, sanayi robotları, elektronik aletler, yarı iletken­ler ve optik fibre gibi ürünler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Ülke yer altı kaynak­ları bakımından zengin sayılmaz; altın, magnezyum ve gümüş madenleri ancak sanayi ihtiyacını karşılamaktadır. Başta akaryakıt olmak üzere kimyasal madde­ler, demir, bakır ve kömür gibi madenler­le tekstil ürünleri ithal edilmektedir. Ça­lışan nüfusun % 6S'i ticaret ve hizmet % 30'u sanayi, % 5'i de tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörlerinde faaliyet göster­mektedir. En fazla ticaret yapılan ülkeler Amerika Birleşik Devletleri. Tayvan, Çin. Güney Kore, Hong Kong ve Avustralya'dır.

Bibliyografya :

R. B. Hail - Tüshio Noh.. Japanese Geography: A Gülde to Japanese Reference and Research Materials, Westport 1978; J. Pezeu-Massabuau, The Japanese Islands: A Physical and Social Geography [trc. P. C. Blum), Rutland 1978; Ja­pan Handbook{ed. P. Heenan|, London ]998; H. A. Pluckrose, Japan. Nev York 1998; I. Mel-ville, MarkeUng in Japan, Oxford 1999.



II. Tarih

Paleotik devirde insan varlığına rastlan­mayan Japonya neolotik dönemde iskâ­na açılmıştır. Eski bir Güney Asya kültürü olan, avcılarla balıkçıların yaşadığı Jomon kültürü dönemi (m.ö. 8000 -m.ö. 300) ku­zeydeki Sibirya'dan, yine aynı istikamet­ten gelen Yayoi kültürü ise (m.ö. 300-m.s. 250) Kore, Çin, Endonezya ve Filipinler'-den göçlerle başladı. Zamanla birçok kü­çük yerleşim birimi kuruldu.

İmparatorluk geleneğini tarihinin İlk dönemlerinden itibaren sürdüren Japon­ya'da efsanelere göre imparator ailesi gü­neş ilahesi Amaterasu soyundan gelmek­tedir. Asilzadeler ise diğer ilâhların torun­larıdır. İlk imparator olan Jimmo Tenno'-nun milâttan önce 660'ta tahta geçerek kurduğu feodal sistem milâttan önce 97'-ye kadar devam etti. IX. yüzyılda çocukla­rın tahta çıkarılması âdet haline gelince devlet idaresinde aksaklığı önlemek için 877'den itibaren birnâib (kvampaku) ta­yin edilmeye başlandı. Fujivara devrinde imparatorlar inzivaya çekilirken devlet iş­lerini nâib ailesi yürüttü. 1129'da İmpa­rator Toba'nın yaptığı gibi bazıları yetki­lerini terkederek din adamı oldular. Bir asır süren (1233-1333) vasilik dönemin­de Tokimasa ailesinden dokuz kişi vasilik yaptı.

Ülkenin bütünleşme yolunda ilerleyen bir konuma geldiği 300 yılından 710 yılı­na kadar güneyde kurulan ilk devlet Ya-mato'dur. 2S0'de Amaterasu, sadece im­parator ailesinin değil bütün halkın ko­ruyucu ilahesi ilân edildiği için din-devlet ilişkileri birbirinden ayrıldı. Şinto dininin en üst temsilcisi olarak başka yere taşındığından Yamato İmparatorluğu müsta­kil hale geldi. Ülke, komşuları Çin ve Ko­re'nin maddî ve manevî tesirlerinden kur-tulamıyordu. Şintoizm'e Çin'den gelen felsefi düşüncelerle diğer unsurlar karı­şınca dinî anlayış epeyce değişti. Yamato dönemindeki Önemli hadiselerden biri de 538'de Budizm'in Kore üzerinden bu ül­keye girmesidir. İmparator ve çevresi Bu­dizm'e yakınlık gösterirken asilzadeler

Şintoizm'e bağlı kaldılar. Prens Shotokou 604 yılında ülkenin on yedi maddelik ilk anayasasını yaptı. 645'te Talka reformları başlarken diğer taraftan Japonya tarihi açısından önemli bir güce sahip olan Fu-jivara ailesi devleti daima arka plandan yönetti. 710'da başlayan ve adını başşe­hir yapılan Nara'dan (Heijo) alan dönem 784'te başkentin Nagaoka'ya taşınması­na kadar devam etti. Asillerle din adamla­rına özel mülkiyet hakkının tanındığı bu dönemde çiftçiler ağır vergiler altında ezildiler. Ülkede Konfüçyanizm yayıldı. Ja­pon toplumunun yapısı değişmeye baş­ladı ve gittikçe askerî sınıfın hâkimiyeti­ne girerek bir samuray devleti oldu. 794-1185 yılları arasında ise yeni başşehir ya­pılan Heian'dan (Kyoto) adını alan dönem başladı. Önce Hondo adasının tamamı tek yönetim altına girdi ve küçük Japonya kuruldu. Fujivara Michinaga'nın lO16 da iktidarı ele geçirmesiyle aristokratlar ida­reyi kendi yetkilerine aldılar. XI-XII. yüz­yıllarda perde arkasından yaşlı impara­torlar tarafından yönetilen ülkede yakla­şık 150 yıl boyunca çocuklar imparator yapıldı. Japon kültürünün kendine has ya­pısının bozulmaması için Çin'le ilişki ku­rulmadı. XII. yüzyılın sonlarından itibaren Konfüçyanizm'in yeni şekil almasıyla bir erkeğin efendisine göstereceği sadakat yüksek bir vazife kabul edildi. Barış sever ahlâk geleneği olan bu dinî anlayıştan asker zihniyetli bir inanç doğdu. 1192'de Minamoto Yorimoto kendini şogun ilân ettirerek Kamakura'da askerî hüküme­tini kurdu. Bu aynı zamanda yaklaşık yedi asır devam edecek olan derebeylik siste­minin başlangıcıdır. Kyoto'da oturan im­parator ailesiyle Kamakura'daki hükümet arasında 1221 "de çıkan kavga sonunda hükümet Hojo hâkimlerinin eline geçti. 1232'de Joei Shimikou adıyla yeni bir ka­nun ilân edildi.

Moğollar 1274 ve 1281 yıllarında Ja­ponya'yı istilâ etmeye çalıştılarsa da bu teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı. Ka-makura devri 142 yıllık hâkimiyetin ar­dından ekonomik bakımdan zayıflayınca 1333'te yıkıldı. Ertesi yıl, imparatorun bü­tün Japonya üzerinde eski gücüne ka­vuştuğu Kemmu dönemi başladı. Ancak 1336'da Ashikaga Takauji. yönetimi be­ğenmeyen halk ve samuraylarla Kyoto'yu zaptedince imparator kaçarak Yoshino'-daki Güney Sarayf na yerleşti. Takauji'nin kurduğu Muromachi hükümeti dönemin­de (1338-1573) Kyoto'daki Kuzey Sarayı'-na ikinci imparator Komeİ oturdu. Kuzey­le güney arasında altmış yıl süren bir mücadele oldu. Bu iki imparatorluk dönemi, 1392'de sarayların III. Ashikaga Yoşimit-su tarafından birleştirilmesiyle son bul­du. Şogunluğun zayıfladığı, daimyoların güçlendiği dönemin önemli hadiselerin­den biri de feodal ailelerin hâkimiyet kav­gası için yaptıkları on yıl süren 0nin Savaşdır (!467-l477).

Avrupalılar'ın Uzakdoğu seferleri es­nasında Portekizliler 1542'de Japonya'ya ulaştıklarında ilk defa ateşli silâhlarla Hı­ristiyanlığı buraya getirdiler. 1549'da İs­panyol misyoner Francisco Xavier geldi. 1582'ye kadar misyonerler 100.000'in üzerinde Japon'u hıristiyanlaştırdılar. 1584ten itibaren İspanyollar, İngilizler ve Hollandalılar Japonya'ya yoğun biçimde gelirken aynı yıllarda Japonlar da Kore ve Çin sahillerine seferler düzenliyorlardı. XVII. yüzyılda artık Pasifik'in her tarafına gitmeye başladılar ve Tayvan; Filipinler. Endonezya. Malezya. Kamboçya'ya kadar yayıldılar. 1612'den itibaren deniz yayıl­macılığı durakladı. Yarım milyondan fazla Japon'un Hıristiyanlaşması idarecileri ye­ni tedbirler almaya şevketti ve 1616'da Hirado ve Nagazaki dışındaki limanlar Avrupalılar'a kapatıldı ve 1630'da Hıristi­yanlık'tan bahseden kitaplar yasaklandı. Japonlar atalarının kültürüne karşı çıkan, Çinliler'in de soğuk durduğu bu dine fazla rağbet etmediler.

1S68'de Nobunaga imparatorun otur­duğu Kyoto'ya girdi. 1573'te Muramachi devri kapandı ve yerine Azuchi -Momoya-ma dönemi (1573-1603) başladı. Dinî oto­ritenin askerî gücünü kıran Nobunaga asilzadeleri itaat altına aldı ve şogunu fi­ilen etkisiz kıldı. Nobunaga 1582'de öldü­rülünce yerine Toyotomi Hideyoshi geçti; çiftçilerin ellerindeki silâhlara ve dinî ku­rumlara el koydu (1 588). 0dawara'y (Ho­jo) 1590'da ele geçiren Hideyoshi. Kyushu adasını alınca ülke toprakları tek devlet haline geldi. Hideyoshi 1592'de Çin'e bir sefer düzenlediyse de başarısız oldu. 1597'de ikinci defa Kore'ye çıkıp birçok yeri aldı. Ancak 1598'de ölümü üzerine sefer tamamlanamadı. Onun idaresinde Japonya Çin'den sonra bölgenin en güçlü ülkesi oldu. Yerine Sekigahara Savaşi'nda rakiplerini yenen Togukava leyashu geçti.

Minamoto'nun Tokugava soyundan ge­len leyashu 1603'te şogun tayin edildi ve Yedo'da (Tokyo) Togukava hükümetini kurdu. Bu tarihten 1867'ye kadar süren Yedo dönemini başlattı. 1605'te Hollandalılar'a, 1613'te İngilizler'e ülkede tica­ret acentaları açmaları için izin verdi. İs­panyol Fransiskenler ve Portekiz Cizvitler arasındaki rekabet ülkede huzursuz­luğa yol açtı. 1611-1613 yılları arasında Hıristiyanlığı yasaklayan kanunlar yürür­lüğe kondu ve ülke genelindeki misyoner­ler Nagazaki'de toplandı. Ardından dış dünya ile bağlar koparılarak içe kapan­ma dönemi başladı.

Heian döneminde Çin'den Tendai (805), Şingon (806), Jodo (1175), tarihte samu-raylar, günümüzde ise aydın kesim ara­sında yaygın olan Zen (II91) ve Lotus Ho-ke (1253) gibi tarikatlar Japonya'ya geçe­rek yayılmaya başladı. Özellikle Lotus Ho-ke tarikatının günümüzde milyonlarca müntesibi vardır ve birçok yeni dinî akı­ma ilham kaynağı olmaktadır.

Japonlar'ın dış dünyaya kapandığı Yedo döneminde bilhassa köylüler daima ezilen sınıf oldu. Gelirlerinin yüzde kırkını vergi olarak alan 270 derebeyi onların üzerin­deki güçlerini samuraylar vasıtasıyla sağ­ladılar. Gücün korunması için ülkeye giriş ve çıkışlar yasaklandığı gibi Pasifik Okya-nusu'nu aşabilecek büyüklükte gemi yaptırılmadı. Hıristiyanlığa karşı baskılar 1615'te yoğunlaştı. 1638'de çıkan köylü ayaklanmasında parmağı olan kilise men­suplarına karşı tepkiler arttı. Şimabara ve Amakusa derebeylikleri tamamen hıristiyanlaştıkları için diğer bölgelerdeki hiristiyanlar da buraya toplandı. 1639'da vergileri artan köylülerle hıristiyanlar bir­likte isyan ederek Hara Kalesi'ne sığındı­lar. Japon ordusu üzerlerine baskın dü­zenledi ve 20.000 insan katledildi. Ülkede Hıristiyanlığın yayılmasını engellemek için dış ilişkiler Çin ve Hollanda ile sınırlı tu­tuldu. Bilhassa Hollandalılar, Deşima ada­sında 212 yıl her türlü zorluğa katlandı­lar ve ilişkilerini koparmadılar.

Kapanma dönemi Japonya'nın dünya devleti olmasını iki asır geciktirdi. Özellik­le Çin'in 1368 -1644 yılları arasında yaşa­dığı benzer dönem biterken burada baş­lamasının olumlu tarafı savaşlardan uzak kalınmasıydi. Büyük ticarethanelerin temelleri atılırken Japon kültürü açısından bilhassa kitapçılık bir ticaret kolu haline geldi. Şintoizm yeniden canlandı ve im­parator eski gücüne kavuşarak iktidarın onun eline geçmesini isteyenlere fırsat verdi. Köylülerin ağır yükümlülüklerinde değişiklik olmadı. Ancak hayvanlara ya­pılacak eziyet ağır şekilde cezalandırıldı­ğından ülkenin her tarafı başı boş hay­vanlarla doldu, köylüler çalışamaz duru­ma geldi. Ata binmek bile eziyet sayıldı­ğından her türlü taşımacılık insan gücü­ne dayalı yapılıyordu. Bu dönemde tarihe ve eğitime Önem verilmesi neticesinde bir kurul tarafından ülke tarihi yazılma­ya başlandı. Avrupa'dan Hıristiyanlık ko­nusu hariç bütün alanları ilgilendiren ki­taplar getirtildi.

Japonya tarihinde önemli yer tutan ço­cuk imparatorlar özellikle XVIII. yüzyılda da durumlarını korudular. XIX. yüzyılda ticaretin önemi arttı ve kurulan büyük ticarethanelerde çalışmak üzere köylüler­le samuraylar büyük şehirlere akın etti­ler. Ancak ülkede artan kıtlık çok sayıda isyanın çıkmasına sebep oldu. 1854 yılın­da savaş gemilerinden oluşan filosuyla Ja­ponya'ya gelen Amerikalı Amiral Matthevv Perry bazı limanlan ticarete açtırarak dış dünya ile temasa geçilmesini sağladı. Asırlardır süren kapanmanın ardından 1854-1856 yıllan arasında Amerika, Hol­landa, Rusya. İngiltere ve Fransa ile ant­laşmalar imzalandı. Ülkeye yabancıların girmesini istemeyen Kyoto'daki impara­tor şogunun imzaladığı bu antlaşmaları reddetti. Şogunluk sistemi gittikçe zayıf­ladı. 1867'deTogukava döneminin son şogunu Yoşinobu tüccarların, ülkenin ba­tısındaki derebeylerin ve ezilen samuray-ların baskılarına dayanamayarak İmpara­tor Meiji lehine iktidarı terketti. Böylece son şogunun istifa etmesiyle yedi asırlık gelenek biterek tam yetkili imparatorluk sistemine yeniden dönüldü.

1868'de ülkeyi yeniden dış dünyaya açan ve Japonya'nın dünyanın sayılı dev­letleri arasına girmesini sağlayan Meiji dönemi başladı. 1869'da yabancı aleyh­tarlığı yasaklandı. İmparator, Kyoto'dan Tokyo'daki şogunun sarayına taşındı. Eya­let sistemi yerine vilâyet sistemi getirildi. Japon halkı arasındaki sınıf farkı muha­faza edilerek asilzadeler üst sınıfı, samu­raylar orta sınıfı, köylüler alt sınıfı oluş­turdu. Bundan böyle küçük samuraylar askerî sınıfta yer alarak eğitimleri Fran­sız askerî eğitimcilere verilirken donan­manın modernleştirilmesi İngilizler'e bırakıldı. Yeni orduların kurulmasıyla samu-rayların varlığı tehlikeye girince emeklili­ği kabul edenlere tazminatları ödendi ve askerlikten el çektirildi. Bunun üzerine 1877'de Satsuma isyanı başladı. 40.000 kişilik samuray birliği 60.000 askerden oluşan modern orduyla yaptığı savaşı kaybetti. Bu dönemde Japonlar deniz aşırı ülkelere gitmeye başladılar. Ülkede huzur sağlandı ve teknik alanda büyük gelişme kaydedildi. İmparatorun yöneti­mi altında yapılan reformlarla derebeyler ellerindeki arazilerini kaybettiler. Derebeylerin köylülerden aldığı vergi 1873'-ten itibaren devlete verilmeye başlandı.

İlk defa 1872'de Tokyo ile Yokohama arasında demiryolu yapıldı. 1889'da yeni anayasa kabul edilerek imparatorun ko­numu garanti altına alındı ve tahttan in­dirilmesi yasaklandığı gibi meclis onun emriyle açılmaya ve kapanmaya başladı. Kanunlar meclise danışıldıktan sonra im­parator tarafından ilân ediliyordu. Âcil durumlarda imparatorun meclise danış­madan da kanun çıkarma yetkisi vardı.

Ülke XX. yüzyıla girmekteyken savaşlar dönemi başladı ve ilk savaş 1894-1895'-te Çin'le yapıldı. 1902'de İngiltere ile bir ittifak antlaşması imzalandı. 1904-1905'-te bu defa Rusya ile savaş başladı. Bek­lenmedik bir üstünlük sağlayan Japonlar Mançurya'ya doğru ilerlediler, Kore'yi 1910'da ilhak ederek bir eyalet haline getirdiler. Meiji, kırk dört yıl imparatorluk yaptıktan sonra 1912'de ölünce yerine geçen oğlu Taisho'nun dönemi savaşlar­la geçti. I. Dünya Savaşı'nda İngiltere ile ittifak halinde olduğundan savaştan kâr­lı çıkan Japonya. Çin'i işgal etmek için 70.000 kişilik askerî birliğini Doğu Sibir­ya'ya gönderdi. Avrupa'da savaş esnasın­da ihtiyaç duyulan bütün mallan yüksek fiyatla satmaya başladı. 1923'te meydana gelen Büyük Kanto depreminde 60.000 kişi ölürken Tokyo ve Yokohama şehirleri tamamen yıkıldı. Tah­tını 1926'da oğlu Hirohito'ya terkeden Taisho 1927'de ölünce Japon tarihinde Şova dönemi (1926-1989) başladı. XX. yüzyılda ülke tarihinin en önemli hadise­lerine sahne olan bu dönemde "büyük Asya fikri" uygulamaya konuldu.

Dünyanın girdiği ekonomik krizden et­kilenen Japonya bunu düzeltmek için 193l'de Mançurya bölgesini işgal etti. Cem'iyyet-i Akvâm'ı 1932Tde terketti. İkinci Japon-Çin savaşı 1937'de başladı ve Japonya Ekim 1938'de Çin'in büyük bir kısmını aldı. Ardından Almanya ve İtalya ile II. Dünya Savaşı'na girdi. 1940'ta ülke­deki bütün siyasî partiler yasaklandı. Ma­yıs 1941'den itibaren Singapur, Malezya, Burma, Endonezya, Filipinler ve Yeni Gine işgal edildi. 1941'de Amerika ve İngil­tere'ye savaş açıldı ve böylece Pasifik Sa­vaşı başladı. Amerikan birlikleri Filipinler'! alınca Japonya'nın işgalleri durdu. Rus­lar Mançurya ve Kuzey Kore'ye girdiler. 5 Ağustos 194S'te Hiroşima'ya ve 8 Ağus­tos 1945'te Nagazaki'ye atılan iki atom bombasından sonra dört büyük devletin Postdam Deklarasyonu'nu kabul eden Ja­ponya müttefik devletlere teslim oldu.

1946 anayasası imparatoru yeniden sembolik konumuna döndürdü. Savaş sonrası ülke. Amerikalı General Mac Arthur'un yönetimi altında demokratik usullerle seçilen hükümet tarafından yö­netilmeye başlandı. 1952'de müttefikle­rin Japonya'yı işgali sona erdi ve Japonya 1956'da Birleşmiş Milletler'e üye oldu. Çin ile olan münasebetleri ancak 1972'-de normale döndü. Bu süre zarfında Ja­ponya bölgesel bir devlet olmaktan çıkıp sanayisiyle dünyanın güçlü devletleri ara­sına girdi. 1989'da Hirohito'nun ölümün­den sonra 125. imparator olarak Akihito tahta geçti, halen Heisei dönemi adıyla İmparatorluğu devam etmektedir.


Bibliyografya :

W. Eberhard. Eski Devirlerden Zamanımıza Kadar uzak Doğu Tarihi, Ankara 1957, s. 12-254; R. Storry. A Hislory of Modern Japan, London 1960; M. V1Ğ. Histoire du Japon des origines â Meiji, Paris 1969, s. 5-10, 77, 88, 89-90, 110; E. O. Reischauer, Japan ine SLory ofaüaüon, New York 1981, s. 8-9, 13, 15, 17, 49-51; M. Oka - I. Perceval, Japon Kalkınması ve Türkiye(irc. Fethi Naci), İstanbul 1983, s. 6-13; Japan: Profil of a riation, Tokyo- New York 1995; M. B. Jansen. "Japan; History of Japan", Eneyclopedia ofAsİan History, New York 1988, II, 185-200.



III. Japonya-Osmanlı İlişkileri

XVII. yüzyılın ortalarında Kâtib Çelebi'-nin Cihannümâ'sında "cezîre-i Yaponyâ" adıyla oldukça geniş izahat verilen Japon­ya, Togukawa Şogunluğu devrinde uzun süre dünyaya kapısını kapatmıştı. Fakat 1850'li yıllarda başta İngiltere olmak üze­re bazı Avrupa ülkeleriyle imzalanan ve Japonlar'a göre eşit haklar tanımayan ti­caret antlaşmaları neticesinde kapılarını açmaya mecbur kaldı. Bu sebeple 1868 Meiji Restorasyonu'ndan sonra yeni ku­rulan Meiji hükümetinin karşılaştığı en önemli mesele, eşit olmayan ticaret ant­laşmalarını feshederek gümrük özerkli­ğinin geri alınması oldu. Bununla ilgili ola­rak Meiji hükümeti, 1871 yılında Fukuçi Geniçiro adlı bir memuru Türkiye'nin du­rumunu tesbit ettirmek üzere gönderdi. Çünkü bu sıralarda Osmanlı Devleti de aynı mahiyetteki 1838 tarihli Balta Lima­nı Ticaret Antlaşması"nın getirdiği zorluk­larla karşı karşıya bulunuyordu. Fukuçi'-nin ziyareti neticesinde Osmanlı Devleti ile diplomatik münasebet kurulmasını faydalı gören Meiji hükümeti 188Û'de Türkiye'ye bir heyet gönderdi. Heyetin başkanı Yoşida Masaharu, Hindistan-Tahran Kafkasya üzerinden Ocak 1881 tarihinde İstanbul'a ulaştı ve II. Abdülha-mid tarafından kabul edildi. II. Abdülha-mid, bir Osmanlı-Japon dostluk anlaş­ması yapılmasının gerekli olduğunu be­yan etti. Ancak Rusya'daki Osmanlı büyükelçisi Şâkir Paşa ile Japon ortaelçisi Ya-nagihara'nın gösterdikleri gayretlere rağ­men iki ülke arasında resmî bir anlaşma imzalanamadı.

Diğer taraftan 1887 yılında Avrupa se­yahatine çıkan Prens Komatsu ile maiye­tindeki heyet İstanbul'a uğradı ve II. Abdülhamid ile görüşerek Japon İmparato­ru Meiji tarafından gönderilen en şerefli nişanı 473 takdim etti. Bunun üzerine II. Abdülhamid, 1889"da hem imparatorun kendisine takdim ettiği şe­ref nişanına cevap vermek, hem de Os­manlı bahriyesîndeki genç subayların tec­rübelerini arttırmaları amacıyla Bahriye Miralayı Osman Bey 474 başkanlığında 650 kişiden olu­şan bir heyeti Ertuğrul gemisiyle Japon­ya'ya gönderdi. Bu girişim, Japonya ile dostluk anlaşmasının imzalanmasına bir hazırlık mahiyeti taşımaktaydı. Ertuğrul gemisi 7 Haziran 1890 tarihinde Yokoha­ma Limanı'na vardı ve Japon halkı tara­fından coşkuyla karşılandı. Daha sonra İmparator Meiji'nin kabul ettiği Osman Paşa ve heyeti II. Abdülhamid'in gönder­diği şeref nişanını imparatora takdim et­ti. Japonya'da üç ay kadar kaldıktan son­ra Yokohama Limanı'ndan İstanbul'a dön­mek üzere hareket eden gemi, 16 Eylül 1890'da Wakayama iline bağlı Kaşinoza-ki Burnu açıklarında fırtınaya tutularak battı ve Osman Paşa dahil 581 kişi haya­tını kaybetti. Faciayı öğrenen Japon hü­kümeti harekete geçerek kurtulan alt­mış dokuz kişiyi iki kruvazörle İstanbul'a yolladı; kruvazörler 2 Ocak 189 l'de İstan­bul'a ulaştı. Bu olay iki milletin birbirine yakınlık duymasında etkili oldu; iki ülke arasında dostluk ve ticaret anlaşmaları­nın imzalanması için bazı teşebbüslerde bulunulduysa da yine bir sonuca varıla­madı.

1904-1905yıllarında cereyan eden Japon-Rus savaşında Japonya'nın Rusya'ya karşı galip gelmesi, o dönemde Batı dev­letlerinin baskısı altında bulunan Asya'­nın birçok ülkesinde sevinçle karşılandı. Türkiye'de de Mehmed Akif (Ersoy). Ha­lide Edip (Adıvar) ve Ziya GÖkalp gibi ya­zarlar Japonlar'ın başarısına eserlerinde yer verdiler. Doğu kültürüne sımsıkı bağlı olan Japonya'nın zaferi Avrupa teknoloji­sine sahip, fakat gelenek ve görenekleri­ne bağlı kalan bir ülkenin Avrupa'ya kar­şı başarısı olarak nitelendirildi. Türkiye'­nin çağdaşlaşma hareketlerinde de "Ja­pon örneği" olarak göz ardı edilmeyecek bir tesir bıraktı. Osmanlı hükümeti bu savaşı takip ettirmek için Miralay Pertev Bey'i Mançurya'ya gönderdi.

I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti üç­lü ittifak devletleri tarafını tuttu. Japonya ise 23 Ağustos 1914'te Almanya'ya savaş ilân etti. Bu yüzden iki ülke birbirine karşı olan bloklar içinde yer almışsa da mesafe uzaklığı sebebiyle herhangi bir düşman­lık doğmadı. 1917'de meydana gelen Bol­şevik İhtilâli'nden sonra birçok Kazan Türkü ile Başkırt Sibirya üzerinden Japonya'ya göç etti. Kazan Türkleri Kobe'-de, Başkırtlar Tokyo'da birer cami inşa ettiler ve iki ülke arasındaki dostluğun tesisinde oldukça önemli rol oynadılar. Bunlardan bazıları II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye gitmiştir, fakat birçoğu hâlâ Japonya'da yaşamaktadır.

Lozan Barış Antlaşması'nın İmzalan­masına katılan Japon hükümeti 6 Ağus­tos 1924'te Türkiye Cumhuriyeti'ni res­men tanıdı ve 23 Mart 1925'te İstanbul'­da Japonya Büyükelçiliği açıldı. Bu, Japon hükümetinin Ortadoğu'da açtığı ilk bü­yükelçiliktir. 27 Ekim 1937"de Japonya Büyükelçiliği Ankara'ya nakledildi. Türki­ye ise 7 Temmuz 1925'te Tokyo'da Türki­ye Ortaelçiliği'ni açtı ve Hulusi Fuat Bey (Tugay) büyükelçi tayin edildi. Nisan 1929'-da Cevat Bey'in (Ezine) elçiliği zamanında büyükelçiliğe çevrildi.

Diplomatik münasebetlerin kurulması iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesine zemin hazırladı. 15 Haziran 1926 tarihinde Tokyo'da Japon-Türk Derneği kuruldu. Daha önce de 1925 yılında milletlerarası ticaretiyle ta­nınan Osaka'da Japon-TürkTicaret Der­neği kurulmuştu. Bu husus, dünya ekonomisinin bunalıma girdiği bir sırada Av­rupa piyasasının kendilerine kapanmış ol­duğunu gören Japon iş adamlarının Tür­kiye'de bazı imkânlar aradığını göster­mektedir. Bu devirde Türkiye'den Japon­ya'ya İhraç edilen başlıca mallar pamuk, afyon, tütün, Japonya'dan ithal edilen mallar ise pamuklu dokumalarla porse­len gibi sanayi mamullerinden ibaretti. 31 Ocak 193l'de Japon imparatorunun kardeşi Prens Takamatsu Türkiye'yi ziya­ret ederek Atatürk ile görüştü. Bu dost­luk havası İçinde Japonya'da Türkoloji ça­lışmaları ilerledi. Fakat II. Dünya Savaşf-nın başlaması ve 23 Nisan 1945'te Türki­ye'nin Japonya'ya savaş ilân etmesi ne­ticesinde iki ülke arasındaki diplomatik münasebetler 1952'ye kadar kesildi.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Japonya-Türkiye münasebetlerinin yeniden başla­masına kadarki yıllarda dikkati çeken bir husus. Kore Savaşı'na katılan Türk asker­lerinden birçoğunun Japonya'ya gezmek için gitmesidir. Türkler, Japon ekonomi­sinin savaşta gördüğü ağır zayiata rağ­men yeniden gelişmeye başladığına tanık olmuşlar ve ülkelerine döndükten sonra Türk-Japon dostluğunun gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Öte yandan II. Dünya Savaşı"ndan sonra Türkiye'de kay­dedilen politik ve ekonomik gelişmeler iki ülkeyi birbirine yaklaştırdı. Nisan 1958'de Başbakan Adnan Menderes, Mayıs 1985'-te Başbakan Turgut Öza! Japonya'yı ziya­ret ettiler. Bu şekilde gelişen İlişkilerin so­nucu olarak 1988yılında Türk, Japon ve İtalyan şirketlerinin ortak sermaye yatırımıyla Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ya­pıldı. Son zamanlarda birçok Japon şirke­tiyle Türk şirketleri arasında sermaye bir­leştirilmesiyle fabrikalar kurulmaktadır. 1989'da Türk Hava Yolları Japonya sefe­rini açmış ve iki ülke arasındaki münase­betlerin gelişmesine hız kazandırmıştır. Bu arada kültür münasebetleri de gelişe­rek talebe mübadelesine başlanmıştır. Ancak iki ülke arasında bir kültür anlaş­ması imzalanamamıştır.


IV. Ülkede İslâm Ve Şarkiyat Çalışmaları

Japonlar'ın bir din olarak İslâm'la tanış­ması XIX. yüzyılın ikinci yansında gerçek­leşmiştir. Bundan önce seyahatler veya istisnaî ilişkiler dışında müslümanların Japonya'ya yönelik faaliyetlerinin bulun­duğuna dair bilgi mevcut değildir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Meiji dönemine gelindiğinde Japonlar İslâm'la Batı dinî düşüncesi çerçevesinde ilgilenmeye baş­ladılar. 1870'lerde Hz. Muhammed'in ha­yatına dair bir eserin Japonca'ya çevrildi­ği bilinmektedir. Ancak asıl önemli geliş­meler, 1890'lardaOsmanlı Japon ilişki­lerinin kurulması ve Ertuğrul gemisinin gönderilmesiyle başladı. Bu geminin Ja­ponya dönüşünde batması aynı zamanda bir yakınlaşmaya sebep oldu. Gemiden kurtulanlarla birlikte İstanbul'a gelen To-rajino Yamada ve Şotara Noda adlı iki Ja­pon İstanbul'da kaldı. Bunlar padişahın isteğiyle subaylara Japonca öğrettiler ve bu sırada müslüman oldular. Yamada. Abdülhalil, Noda ise Abdülhakim adını aldı. Özellikle Yamada, yaklaşık yirmi yıl Türkiye'de kalarak iki ülke ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulundu. Japon ta­rihinde ilk müslümanlar olarak kabul edi­len bu iki şahıstan sonra 1909'da Mit-sutaro Takaoka (Omar Yamaoka) isimli bir tüccarın Hindistan'da iken ihtida ettiği ve buradan da hacca gittiği bilinmektedir.

Japonya'da bir İslâm toplumunun oluş­ması, 1. Dünya Savaşı ve Bolşevik İhtilâli sırasında Rusya'dan kaçan Orta Asya ve Kafkas Türkleri'nin Japonya'ya yerleşme­sinden sonra gerçekleşti. Mülteci olarak Japonya'ya kabul edilen bu müslümanlar çeşitli şehirlere yerleşerek küçük toplu­luklar oluşturdular. Böylece İslâm'la tanı­şan Japonlar arasında ihtidalar başladı. 1928'de Japonya'da Müslüman Vekilleri­nin Kongresi adıyla ilk büyük toplantı düzenlendi. Bir dernek etrafında birleşilme-si, okul açılması ve matbaa kurulması ka­rarlaştırıldı. 1930 yılının Ocak ayında fa­aliyete geçen matbaada dinî kitapların yanı sıra İslâmî Hakikat adlı bir gazete de neşredilmeye başlandı.

II. Dünya Savaşı sırasında Japonya'da İslâm'a yoğun bir ilginin olduğu görülür. Ancak bu ilgi, daha çok bu dönemdeki as­kerî hükümetlerin stratejik sebeplerle İs­lâmî araştırmaları teşvik etmesinden kay­naklanmış, savaş sonrası dönemde de gi­derek canlılığını kaybetmiştir. 1973'ler-deki petrol krizi Japonlar'ın dikkatini ye­niden İslâm'a yöneltti. Özellikle Arap ül­keleriyle sıklaşan irtibatlar akademik ve kültürel gelişmeleri de beraberinde getirdi. İslâm hakkında bilgilenmeye para­lel olarak ihtida edenlerin sayısında da bir artış gözlendi.

Japon müslümanlarının Japonya'da oluşturduğu ilk kuruluş, 1953'te Sadık İmaizumi başkanlığında altmış beş üye tarafından tesis edilen Japon Müslüman Birliği'dir. Kur'ân-ı Kerîm'in ilk Japonca tercümesini, 1920'de Kenichi Sakomoto daha çok İngilizce tercümelerine daya­narak yapmıştır. İkinci tercüme 1938'de. aralarında bir müslümanm da bulunduğu 475 üç kişilik heyet tara­fından 476 gerçekleştirilmiştir. Üçüncü tercüme 19S0'de yayımlanmış olup mütercimi Skumei Okavva'dır. 1957 yılında neşredi­len en tanınmış meal ise Tashihiko Izut-su'ya aittir. 1970'te Yasunari Ban ve Osamu İkeda daha popüler bir dille yeni bir çeviri yayımladılar. 1972'de Hacı Ömer Mita'nın yaptığı çeviri ise tek başına bir müslüman Japon'un gerçekleştirdiği ilk çalışma özelliğini taşımaktadır.

Ülkede inşa edilen ilk cami Kobe Camii olup (1935) günümüzde de ibadete açık­tır. Kazan TürkJeri'nin 1938'de Tokyo'da yaptığı Tokyo Camii ise 1986'da yıkılmış, arsası yeniden cami yapılması kaydıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne bağışlanmıştır. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Di­yanet İşleri Başkanlığı'nca 1997yılında Tokyo Camii Vakfı kurularak 1998 Hazira­nında yeni caminin inşasına başlanmış, geleneksel Osmanlı-Türk mimari özellik­lerini taşıyan cami iki yılda tamamlana­rak 30 Haziran 2000 tarihinde ibadete açılmıştır. Bunun dışında yine 1938'de Nagoya'da ve 1977'de Osaka'da da birer cami inşa edilmiştir.

Japonya'da gerek İslâmiyet'in yayılma­sında gerekse Tokyo Camii'nin planlanıp eğitim ve Öğretim faaliyetlerinin yürütülmeşinde en başta gelen isimlerden biri Kazanlı âlim Abdürreşid İbrahim'dir. İlk defa 1908'de gerçekleştirdiği Uzakdoğu seyahati esnasında Japonya'ya uğrayan Abdürreşid İbrahim 1934'te ailesiyle bir­likte Tokyo'ya yerleşti. Tokyo Camii'nin in­şasında önayak olduğu gibi 1941 'de vefa­tına kadar buranın imamlığını yaptı. Ay­rıca İslâmiyet'in Japonya'da resmî din­lerden biri olarak tanınmasında büyük gayretleri oldu.

Günümüzde Japonya'da yaşayan müs­lümanların sayısının 30.000'den fazla ol­duğu tahmin edilmektedir. Çoğunluğunu Orta Asya Türkleri, İran, Hindistan. Pakis­tan ve Endonezyalı müslümanların oluş­turduğu bu topluluk içerisinde Japon müslümanların sayısı birkaç bin civarın­dadır. Başta Tokyo olmak üzere Osaka, Kobe gibi büyük şehirlerde yaşayan müs-lümanlara, son yıllarda değişik İslâm ül­kelerinden Japon üniversitelerine yüksek tahsil için gelen öğrenciler de katılmış­tır.

Japonlar'ın Orta Asya ve özellikle Türk­ler hakkındaki bilgileri çok eski tarihlere dayanırsa da bu konudaki ilmî çalışmalar esas itibariyle Meiji devrinden sonra baş­lamıştır. Orta Asya'ya karşı Japonlar'ın il­gisi Budizm ile Çin tarihine olan merak-larıyla uyanmıştır. Japon Türkologları, es­ki Çin kaynaklarını iyi okuyabildiklerinden ve Meiji Restorasyonumdan sonra Batf-da gelişen çağdaş bilim usullerini de be­nimsemiş olduklarından Japonya'daki Türkiyat çalışmaları kısa süre içinde ge­lişmiştir. Daha 1899 yılında Roma'da açı­lan Milletlerarası Şarkiyat Kongresi'nde Hunlar'la ilgili Almanca iki tebliğ sunan Şiratori Kurakiçi Japonya'daki Türkiyat çalışmalarının kurucusu olmuştur.

1904 Japon - Çin savaşı ile 1904 -1905 Japon- Rus savaşından sonra Japon hü­kümeti nüfuzunu Asya kıtasına yayma siyaseti takip etmeye başlayınca Kuzey­batı Çin, Mançurya, Sibirya, Moğolistan ve Orta Asya ile ilgili çalışmalar askerî hü­kümetin malî yardımları ile daha da ge­lişti. Haneda Toru, Fujita Toyohaçi ve Ku-wabara Jinzo gibi Türkologlar bu dönem­de yetişti. Bu dönemin sonuna doğru Çin tarihi araştırmaları dışında müstakil bir araştırma sahası olan "Orta Asya tarihi" mefhumu ortaya çıktı. Bu gelişme, Koba-yaşi Gen ile Matsuda Hisao'nun aynı baş­lıkla yayımladığı kitapta (1935) açıkça görülmektedir.

II. Dünya Savaşı'nm ardından yeniden gündeme gelen Türkiyat çalışmaları, Egami Namio tarafından 1947 yılında ileri sürülen bir tezle başlamıştır denebi­lir. Bu tezde, Eskiçağ'da kurulan Yamato Devleti'nin Kuzeydoğu Asya'dan göç eden atlı milletler tarafından kurulduğu ve bunların bütün Japonya'yı fethettiği öne sürülmektedir. Tez daha sonra birçok tenkide uğramakla beraber bugün hâiâ tartışılmaktadır. Egami'nin talebesi olan Mori Masao, Orta Asya ile Moğolistan'da­ki Şamanizm törenlerinin Japonya'daki imparatorluk ailesiyle ilgili törenlere ben­zediğini ileri sürmüştür. Mori Masao, Es­kiçağ Orta Asya tarihi üzerinde özellikle Hunlar'ın, Göktürkler'in ve Moğollar'ın devlet organizasyonları, sosyal yapılan ve kültürlerine dair yazdığı birçok eserle ta­nınmaktadır. II. Dünya Savaşı'ndan önce Budizm rahibi Ötani Kozui'nin başkanlık ettiği bir heyet tarafından Japonya'ya ge­tirilen Uygurca metinler üzerinde çalışan Yamada Nabuo da Uygur tarihiyle meş­hur olmuştur.

Japonya'daki Türkiyat çalışmalarının, Çin tarihi araştırmalarının bir uzantısı olarak başlayıp zamanla müstakil bir araştırma alanı haline gelmiş olması se­bebiyle Çince kaynakların birinci derece­de önem taşıdığı Eskiçağ'la ilgili Türkiyat çalışmaları daha çok gelişmiştir. Diğer ta­raftan Orta Asya'ya dair araştırmalarda Japonlar'ın en çok rağbet gösterdiği ko­nu İpek yolu olmuştur. Fakat bu, Orta As­ya'nın sadece doğu - batı ticaret yolunun geçtiği bir yer olarak ele alınması demek­tir. Son zamanlarda Türkiyat araştırma­cıları, gerek Türkiye'ye gerekse Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerine ilmî araş­tırma için gidip gelme imkânına kavuş­muşlardır. Bu suretle Türkler'le doğru­dan doğruya temasta bulunan Japon Türkologlar, İpek yolu yaklaşımını eleşti­rerek oralarda yaşayan Türkler'in tarihiy­le kültürlerinin daha yakından incelen­mesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu görüşün getirdiği tabii bir sonuç olarak Japonya'daki Türkiyat çalışmaları sadece Çin'in komşusu olan, yani İpek yolu üze­rinde yaşayan Türkler değil Ortadoğu da­hil olmak üzere çeşitli bölge ve devirler­de yaşayan Türkler üzerinde yapılmaya başlanmıştır.

Japon hükümeti, 189O'lı yıllardan son­ra Asya kıtasına nüfuzunu yayma politi­kasını geliştirince bu bölgelerde yaşayan müslüman halkla karşılaştı. Japon ay­dınları, imparatorluk sınırları içinde veya komşu bölgelerde yaşayan müslümanlar-la iş birliği yapmak suretiyle "Büyük As­ya" ilkesini gerçekleştirebileceklerini ümit ettiler. Bu maksatla Kuzeybatı Çin, Mançurya ve Moğolistan'da çeşitli İslâm ce­miyetleri kuruldu. 1932 yılında açılan İs­lâm Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ja­ponya'da İslâmiyat çalışmalarının başlan­gıcı oldu. 1938'de, merkezi Tokyo'da ol­mak üzere eski başbakan General Hayaşi Senjûrö'nun başkanlığında Büyük Japon­ya İslâm Kurumu teşkil edildi.

Japonya'da Türkoloji ve İslâmiyat çalış­maları zamanın şartlarıyla sıkı sıkıya bağlı bir şekilde başlamıştır. Buna rağmen sırf ilmî araştırma yapan ve daha sonraki ge­lişmelere temel olan araştırmacılar da az değildir. Bunların başında, önce Dışişleri Bakanlığı müşaviri ve daha sonra bir üni­versitede profesör olan Ökubo Köji gel­mektedir. 1936 yılında Türkiye'yi ziyaret eden Ökubo, Japonya'ya döner dönmez Türkoloji çalışmalarının merkezi olmak üzere Mart 1938'de Tokyo'da Türk-İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nü kurdu. Türk-İslâm Enstitüsü tarafından yayımlanan İslâm Âlemi adlı derginin ilk sayısında enstitünün amaçlarının Türk tarihi, Türk medeniyeti ve hayatı, umumi İslâm âle­mine ait meseleler, Arapça, Acemce, Ur­duca, Malayca ve başka diller hakkında­ki araştırmalar olduğu açıklanmaktadır. Derginin S. sayısında Cumhuriyetin 15. yıl dönümünü kutlayan Ökubo'nun Türkçe bir tebliği mevcuttur.

II. Dünya Savaşı'mn çıkması üzerine şarkiyatçılıkla ilgili bütün kurum ve ens­titüler kapatıldı, toplanan belge ve kitap­ların çoğu kayboldu. Bu yüzden savaştan sonra oldukça uzun bir süre Japonya'da şarkiyat çalışmaları yapılamadı. Ancak bu arada Japonya dışında Kanada'da McGill Üniversitesi'nde şarkiyat çalışmalarını sürdüren Toshihiko Izutsu bilim çevrele­rinde seçkin bir yer edindi.

196Û'lı yıllardan sonra görülen ekono­mik kalkınmaya paralel olarak gelişen şarkiyat çalışmaları 1973'te meydana ge­len petrol krizinden sonra hız kazandı ve Ortadoğu araştırmaları ile birlikte ele alınmaya başlandı. 1963 yılında Tokyo'da Association for Islamic Studies in Japon'in 477 kurulmasıyla beraber Japonya'da şarkiyat çalışmaları yeniden hız kazandı. Bu kurumda yayımlanan The World of islam dergisi bugün de Japon­ya'da yalnız İslâmiyet'i konu alan yegâne ilmî dergidir. Teşekkülün kurucularından Maejima Şinji ile Simada Johei klasik dö­nem İslâm tarihi araştırmalarıyla tanın­maktadır. Anadolu Selçukluları ile Os­manlı tarihi sahasında Mitsuhaşi Fujio uzun süre ilmî araştırma yapan tek kişi sıfatıyla zikredilmelidir.

1954 yılında Prens Mikasa'nın önder­liğinde kurulan The Society for Near Eastern Studies in Japan ile 1984'ün son günlerinde oluşturulan Japanese Associ­ation for Middle East Studies gibi teşek­küller bugün Japonya'daki şarkiyat araş­tırmacılarının çoğunun üye olduğu bir merkez vazifesini görmektedir. Bu ku­rumlardan ilki yılda iki sayı çıkardığı Ori-ento ve bir sayı çıkardığı Orient dergi-leriyle, ikincisi her sene yayımladığı yıllık Ajames ve diğer bültenlerle Japonya'­daki bilimsel araştırmaları ve faaliyetleri duyurmaktadır. Yine Prens Mikasa'nın önderliğinde 1975 yılında Middle Eastern Culture Center kurulmuştur. Ayrıca çeşitli üniversitelerde çalışmalar yapılmaktadır. Parlamento Kütüphanesİ'ne bağlı Şar­kiyat Kütüphanesi'nde 478 Türkçe, Arapça, Farsça ve Batı dilleriyle yayımlanan pek çok kitap mevcuttur. Bu suretle günümüzde Ja­ponya'da İslâmiyet ve Ortadoğu ile ilgili hemen her alanda çalışma yapma imkâ­nı bulunmaktadır. Son zamanlarda Japon öğrencilerin başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu ülkelerine gidip öğrenim gör­me imkânları artmış, dolayısıyla bunlar Türkçe, Arapça ve Farsça gibi orijinal kay­naklara dayanarak araştırmalar yapma­ya başlamışlardır. Bu arada Osmanlı devri Ortadoğu tarihi araştırmalarının dikkat çekici bir derecede geliştiği görülmekte­dir.

Bibliyografya :

Kâtib Çelebi. Clhannümâ, s. 122-129; E. Na-mio. Kiba Minzoku Kokka,Jokyo 1967,tür.yer.; M. Masao. YCıboku Kİba Minzoku. Kokka, Tokyo 1967, tür.yer.; I. Daİkiçİ v.dğr., Hihon noRekişi, Tokyo 1971, [-XXI, tür.yer.; telam in Japan: Its Pasl Preseni and Future, Tokyo 1980 (Islamic Centre lapan]; Hee-Soo Lee (Cemil) - İbrahim İl­han, Osmanlı Japon Münasebetleri ve Japon­ya'da islamiyet, Ankara 1989; Bozkurt Gü­venç, Japon Kültürü, Ankara 1980, tür.yer.; M. Takeshita. "Recent Islamic Smdies in Japan", al-Tau)h>d,V)/3, Tahran 1409/1989, s. 133-139; Modjtaba Sadria, "Islamic and Middle Eastern Studies in japan", The kanlan Journal of Inter­national Affairs, XI/2, Tahran 1999, s. 259-273; Kâmüsü'l-a'tâm, [][, 1747-1753.




Yüklə 1,21 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin