Iyi bir hikâye



Yüklə 1,68 Mb.
səhifə17/24
tarix18.08.2018
ölçüsü1,68 Mb.
#72073
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   24

Hazırlıklarını bitirdiğinde ellerini kavuşturup uzaktan bir baktı, konukları çağırmanın vakti gelmişti. Tam yatak odasına yönelecekti ki, dün gece onunla konuşan Dejin-Asal'ın giyinik vaziyette kapıda durduğunu gördü. Arkadaşları da gölgeler içinde hareket ediyordu.

Gerçekten etkileyici yaratıklardı bunlar, şafağın aydınlığında gecenin güzelliklerini bir nebze olsun sakladığını düşündü. Asal'ı diğerlerinden ayırt etmek kolaydı; san saçların üzerinde kırmızı dalgalar vardı. Ve yanakları biraz daha ince ve elmacık kemikleri biraz daha çıkık gibiydi. Ayrıca şimdi gözleri de diğerleri gibi mavi değil, kızıla çalan kahverengiydi.

Düşünmeden, refleks olarak gülümsedi. "Günaydın, umarım rahat bir gece geçirmişsinizdir." Asal da hafifçe eğilerek jestine karşılık verdi. "Elbette güzel hanımefendi. Çok rahat bir gece geçirdik, gücümüzü topladık. Bize evinizi açtığınız için teşekkürler." Liderleri bu olmalıydı, diğer ikisi yine ifadesiz yüzleriyle sessiz kalmışlardı.

256
Asi

Hanım Vey kahvaltı sofrasını işaret etti. "Size bir şeyler hazırladım. Yoksul soframa katılırsanız sevinirim."

Asal memnuniyetinin ifadesi olarak beğeni sesleri çıkararak masaya baktı. "Muhteşem kokuyor hanımefendi." Sanki bu öğretilmiş bir tepki gibi davranmıştı, soru soran gözlerle bakan diğer Delililere dönerek, "Bu dünyanın bütün nimetleri bizim için kutsanmış bir yemektir," diye ekledi.

Kadın şaşırmıştı, bunun mümkün olabileceğini bilse, bu iki yaratığın ilk kez yemek yiyeceğini bile düşünürdü. Beyninin bir kenarında saklı şüpheler tekrar yüzeye çıkmaya çalışsa da Asal'ın gülümseyen kızıla çalan gözleri onu tekrar etkisi altına aldı.

Hemen konuklarını yüzlerini yıkamaları için tulumbanın başına götürdü. Çayları koyduktan sonra bir konağın ev sahibesi gibi masanın başına geçti. Dejinler başlamak için onu bekliyor gibiydiler; tatlandırmak için içine bir kaşık bal atarak bardağını eline aldı, Dejinler de onu taklit etti. Bütün yemek boyunca böyle sürdü. Kadının bir saygı davranışı herhalde diye yorumladığı şekilde, tüm yiyeceklerden onu taklit ederek yediler.

Bir sohbet konusu açması gerektiğini düşünüyordu, yaralı linç hâlâ birkaç adım ötelerinde yatıyordu ama Dejinler onu pek merak etmiyor gibiydiler. Nihayet dayanamadı. "Genç kurtulacak, zorlu geceyi atlattı," dedi.

Dejinler kukla gibi başlarını çevirip yatan gence baktılar. Her zamanki gibi Asal konuştu. "Buna sevindik." Oysa sıcak ekmekle-rinin üzerine yağ sürmekle meşgul olan diğer ikisi pek de ilgilenmedi diklerini belli ediyordu.

Evet çok garipti bu güzel ve asil görünüşlü beyler.

257 F:17
Orkun Uçar

"Dejin olduğunuzu söylemiştiniz, bu bir aile midir, yoksa krallık unvanı mıdır acaba? Hiç duymamıştım."

"Bir aile de diyebiliriz, bir unvan da..." Yine konuşan Asal'dı, ama sessiz duranlardan birisi kıkırdamıştı sanki.

"Nerden geliyorsunuz? Lütfen eğer çok şey sorduğumu düşünürseniz veya üstüme vazife değilse uyarınız. Epeydir insanlarla ilişkim kısıtlı ama terbiyesizlik edecek kadar da unutmuş değilim hiçbir şeyi."

"Elbette cevap veremeyeceğimiz şeyler var ama konukseverliğiniz nedeniyle bazı sorularınızı cevaplayabilirim," dedi adam. "Kurâf'tan geliyoruz biz."

"Yolculuk nereye, hedefiniz nedir?"

"Kursaha sınırından kuzeye Esari'ye kadar çıkacağız, ordan çöle girip Batı'ya yöneleceğiz."

"İlginç bir rota, epey de tehlikeli. Kursaha ölümcüldür. Nedeni ne acaba?"

"İşte buna cevap veremem."

Kadın gece ona sordukları soruyu hatırladı: "Son bir aydır doğmuş bir kız çocuğun var mı?" Bu garip insanlar bir bebek arıyordu, peki ama niçin?

Birden sessiz ikili birbirlerine baktı ve Dejin-Asal'a, "Gitmeliyiz," dediler.

Yaşlı kadın, birbirlerine çok benziyorlar ama Dejin-Asal çok farklı, diye düşündü. Oysa o da gülümsemeyi bırakmış, yüz hatları birden ciddileşmişti, sanki havayı koklar gibi burnunu çekiyordu, kulakları bir hayvan gibi dikilmişti. "Birileri geliyor," dedi. Öbür Dejin cevap verdi. "Sessizce yaklaşıyorlar, on beş kişi. Silahlılar."

258
Asi

Onların duyuları Hanım Vey'e göre epey güçlü olmalıydı ama bir at kişnemesi duyana kadar söylediklerine kuşkuyla yaklaştı. Bu hayvanın sahibi evin içinde değildi.

Kapının önüne çıktıklarında silahlı bir birlikle karşılaştılar. Siyah deri yelekli, ince burunlu liderleri atını öne sürdü. Gözleri birbirine fazla yakındı. "Gün aydın olsun hepinize," dedi sırıtarak. Denliler cevap vermedi, Hanım Vey, onların tenezzül etmediklerini hissediyordu. "Gün aydın olsun. Rah-palttan değil mi?"

"Eh öyle diyelim. Biz Rah-palt savunma güçleriyiz. Ben Kav-roz. Tarbas'ın oğluyum. Bir haini arıyoruz."

Yaşlı kadın Dejinlerin konuşmasından korkarak, "Tarbas'ı tanırım," diye atıldı. "Rah-paltlılar Kehanet ormanından korkar sayın Kavroz. Haininiz başka bir yere gitmiş olmalı."

Kavroz eyerin üzerinde geriye yaslandı, eli kılıcının üzerinde duruyordu. "Biz buraya geldiğine eminiz ama." Eliyle evin sol tara-fını işaret etti. Bir askeri, genç adama ait atı ahırdan çıkarmış, yula- rından tutuyordu. Demek bulmuşlardı. "Sakın üzerinde yoktu demeyin, zira bağlamıştı kendisini."

Hanım Vey ne yapacağını bilemiyordu. Genç adamı eliyle teslim etmek istemiyordu. Dejinlere döndüğünde onların atlarının Üzengilerini tutmuş gitmeye hazırlandıklarını gördü. Kavroz'un da ilgisi bu asil görünüşlü adamlara çekilmişti tekrar, güzellikleri tiksindiriciydi. Şiddet volkanı içinde patlamak üzereydi. "Beyler nereye?" dedi dişleri sıkılı.

Bu kez Asal değil, diğerlerinden biri konuştu.

"Yolumuzdan çekilin, bizim sorununuzla ilgimiz yok. Ve ka-rışmak da istemiyoruz."

259
Orkun Uçar

Kavroz, "Bize emir mi veriyorsun pislik!" diye bağırdı. "Burası Kehanet ormanı ve Rah-palt Beyliği sınırlan içindedir. Biz ne zaman istersek o zaman gidebilirsiniz. Kim olduğunuzu, nereye gittiğinizi açıklayın." Birden atlar ilgisini çekmişti, Janus'un harasından çıkmış, büyüyle güçlendirilmiş siyah, güzel hayvanlardı bunlar, "Bence vergi vermelisiniz bize," dedi.

Belki de Koran'ı öldürürken geride bir iz bırakmamalıydı, zaten bir süredir Rah-palt Beyliği içinde uzun bıçaklar masumların kanına giriyordu. Gizemli haydutlar çiftlikleri basıp büyük ailelerin soylarını kurutuyordu.

Hanım Vey birden arkasından bir bağırış duydu, adamlardan birisi kulübenin kapısındaydı. "Kavroz hain burada yatıyor, ölmemiş."

Hanım Vey yaşamının sonuna geldiğini hissediyordu, kesinlikle sağ bırakmayacaklardı onu. Dejin-Asal'ın o yumuşak sesini duydu. "Sanırım bizim gitmemize izin vermiyorsunuz."

Kavroz, "Daha da kötüsü pislik herif. Hainin ve yardakçılarının cezası ölümdür," diye bağırdı. Rah-paltlılar hep birden kılıçlarını çektiler. Dejinler atlarından inip kadının önüne geldiler.

Dejin-Asal, "Kulübeye girin ve kapıyı kapatın hanımefendi," dedi. Hanım Vey hızla dediğini yaparken onların silahsız olduklarını bildiğinden öleceklerini düşünüp üzüldü.

îlk bağrışmalar başladığında kendi önlemlerini alıyordu. Zehir keselerini masanın üzerine yığdı ve kuşağına bağlamaya başladı. Eğer ok atarlarsa çaresi yoktu ama yaklaşan olursa bedelini ödeye çekti.

Çığlıklar on dakika kadar sürdü, yaşlı kadın endişeyle kapıdan katillerin girmesini bekledi. Sonra sesler kesildi. Ardından nal sesleri geldi. Neler oluyordu böyle?

260
Asi

Kapıyı açtığında Dejinlerin ormanın içine girdiklerini fark etti, ortalık ceset doluydu. Saldırganlar, daha doğrusu onlardan arta kalanlar paramparçaydı. Parçaların da bir kısmı erimiş gibiydi. Sanki aside sokulmuş gibi, etleri sümüksü bir maddeye dönüşmüş gibi. Yıllardır her türlü yarayı görmüş kadın daha fazla dayanamadı ve diz üstü çöküp kustu.

Saatler sonra katliamın izlerini gömerken kendisiyle konuşan deri gömlekliyi veya ondan kalanları aradı ama bulamadı. Kavroz kaçmış olmalıydı. Yine de endişe etmedi, o Dejinler ne yaptıysa korkusundan uzun süre gelemezdi herhalde.

Hava karardığında artık Kehanet ormanının onu korkutmadı-ğını düşündü. Bu orman doğasının dışında bir kötülüğe sahip değildi belki de. Oysa Kavroz kötüydü işte. Peki ama Dejinler?...

Onlarla bir gecesini aynı çatı altında geçirmişti, kahvaltı masasında sohbet etmişti, güzelliklerine hayran olmuştu, Dejin-Asal gülümsediğinde içinde kurumuş nehir yatakları çağlamıştı. Peki ama onlar neydi? O cesetlere yapılanların bir insanın eseri olması imkânsızdı. Öyle bir silah bilmiyordu.

Uykusunda inleyen Koran'a baktı. Dejinler olmasaydı şu anda hem bu genç, hem de o ölmüş olacaktı. Buna şüphe yoktu.

56.

"Hey bu nefis bir şey!" diye bağırdı Abserzahil, "Herkese bir tane ısmarlıyorum Boralin."



Önündeki çanaktaki beyaz tatlıyı, soğuk olmasına rağmen kaşık kaşık yiyordu. Boralin çocuk gibi neşelenen ihtiyar adamı uyarmadan edemedi. "Dikkatli ol Abser, alışkın değilsin hasta olacaksın."

261
Orkun Uçar

Yaşamı boyunca ilk kez Kurâf dışına çıkan, isminin önündeki "tüccar" unvanına rağmen ilk kez bir kafile başına geçen Abser Der-zulya'da yolculuk boyunca gördüklerine sürekli şaşırıyordu. Kafasını belgelerden, kâğıtlardan kaldırmış, yaşayan insanlarla yüzleşmeye başlamıştı. Ve fark etmişti ki; sadece eski zamanlar değil, şimdiki zaman da keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerle doluydu. Şu anda Janus'a, ona bu görevi vermesine bir kat daha seviniyordu. Diğer tarihçileri tozlu raflara mahkûm oldukları için küçümsemeye bile başlamıştı. Eğer yaşamın bu kadar çeşitli ve ilginç güzellikleri olduğunu bilseydi çok daha önce kervanlarının başına geçer, şimdi kayıp olan gemi filosuyla seyahat ederdi.

"Ha Boralin ne de güzel isim koymuşsunuz ama; 'nefes'... Tatlı ama bal kadar ağır değil. Hafif. Eğer bunun sırrını verirsen karşılığını öderim sana."

Boralin gülümsedi. "Daha iyisini yaparım ihtiyar. Bir haftadır yanımızda bunu yapmayı öğrenen biri var onu sana veririm. Sadece elli doka karşılığında."

Abser hemen elini uzattı, sanki teklif havada uçuverecekmiş o da eliyle yakalayacakmış gibi.

"Anlaştık Boralin, elli doka tamamdır. Yasemin gelsin paranı hemen vereceğim."

Boralin kârlı bir alışveriş yapmıştı. Bu tatlının sim tüm Kirpi köyü sakinlerince bilinirdi, Abser herhangi bir ailenin çocuğunu birkaç doka karşılığında çırak olarak alabilirdi. Oysa Boralin sadece bir hafta yemek ve yatacak yer karşılığı çalıştırdığı bir yabancıyı masrafının çok üstünde devrediyordu.

262
Asi

"Baha," diye bağırdı, Abser'e eğilip fısıldadı. "Somrani'nin bir köyündenmiş. Orda kasapmış, Kudüs'e giderken hırsızlar üzerinde ne var ne yok almışlar. Şanslıymış ama, hem canını kurtarmış, hem de geldi burada bana rastladı. Acıdım iş verdim." Deneyimli gözleri hanını dolduran yabancıları tarayıp duruyordu bu arada. Herkes Ab-serzahil gibi yüzünden saflık akan tipler değildi. Sabır'a karşı kötülük yapabilecek tipleri ihbar etmeyi görev kabul etmişti. Sabır kurulalı beri kârı çok iyiydi ve iki karısı buna pek memnundu.

Son birkaç haftadır kaderi değişmişti, Salayar nehri kıyısında kurulu küçük Kirpi köyü sal geçişi yapıldığı için koca bir kasaba olmaya başlamıştı. İnsanlar akın akın Mikael'i görmeye, onun yeni kurulan başkenti Kudüs'e akıyordu. Çoğu kafile daha kuzeydeki yollan kullanıyordu ama Kirpi'yi tercih edenler de vardı. Buradan sal ile karşıya geçip kuzeye çıkıyorlardı. Tıpkı Abserzahil'in kervanı gibi...

Sallar o kadar yoğundu ki kervan iki gündür sıra bekliyordu.

Abserzahil masasına oturan Baha ile konuşurken, Yasemin yanında iki iri korumasıyla handan içeri girdi. Babasının yanındaki yabancıya aldırmadan, "Yarın sabah erkenden geçebileceğiz. Tam soyguncu bunlar normal ücretin iki katım vermek zorunda kaldım," dedi.

Tarihçi her haberin iyi yönünü görmeye alışkındı. "Her işte hayır vardır, bak Yasemin bu sayede saygıdeğer Baha bize katıldı,"

dedi.

Yasemin şüpheli bakışlarla süzmeye başlayınca Baha panik içinde ayağa kalkıp selam verdi. "Babanız beni Boralin'den devralmış efendim," diye olan bitene pek katkısının olmadığının altını çiz-



263
Orkun Uçar

meye çalıştı. Balkaya'dan kaçtığından beri şansı pek yaver gitmemişti. Kudüs'te yeni bir hayata başlamasını sağlayacak tüm parasını bir handa peşine takılan güzel bir kadına kaptırmıştı. Sürekli hayran gözlerle onu süzen kadın bir gece tüm parasını çalıp gitmişti. Kirpi'ye geldiğinde soyguncu hikâyesini anlatmak zorunda kalmıştı, zira gerçeği söylese acınmak yerine aptal bulunulacaktı. Üzgün köpek bakışları bazen işe yarıyordu. Gerçi Boralin, müşterilerin iyice arttığı bu günlerde onu iyi kullanmıştı.

Abser hemen atıldı. "Nefes yapmayı biliyor."

Yasemin babasının bu tatlıyı ne kadar sevdiğini biliyordu, sürekli olarak Kurâf ta beyaz nefes dükkânı açmaktan bahsediyordu. "Biliyor musun?" diye sordu Baha'ya pek inanmaz bakışlarla. Boralin gibi bir kurt, niye işine yarayacak birini onlara versindi ki?

Baha'nın bu konuda içi rahattı. "Zor değil ki efendim; şeker, sori denilen bir bitkinin kökü ve süt ile yapılıyor. Biraz da kaymak katılabilir. Sertlik kıvamını ayarlamak için. Karışım hazırlandıktan sonra donduruluyor. Daha çalıştığımın ilk günü öğrendim. Hatta aramızda kalsın çeşitli meyvelerle değişik türlerinin yapılabileceğini düşünüyorum."

Yasemin hâlâ kuşkudaydı. "Peki ama Boralin nefes yapmayı bilen birini niye bu kadar kolay veriyor?"

Baha güldü. "Efendim bütün bu çevredeki köylerde nefes yapmayı biliyorlar. Çocuklar bile... Ben epey acemi sayılırım."

Abser kızının sahtekârlıklara karşı hep temkinli olduğunu bilirdi. "O kadar kolay değil, elli doka istiyor Baha'yı devretmek için Yasemin," dedi.

"Siz köle miydiniz?" diye sordu Yasemin bu kez. Kaçak bir köleyi barındırmak başlarına bela açardı tabi. Sabır'da doğudan ka-

264
Ası

çan kölelere hoş görüyle bakıldığını biliyordu ama onlar Kurâf a geri dönecekti.

Baha hemen atıldı. "Hayır, hayır!... Sadece yoksul kalmış bir zanaatkarım. Somrani'de bir kasaptım efendim. Kudüs'e yeni bir hayat için gidiyordum." Bir an durdu. "Sanırım ben Boralin'in nefes için size niye bu kadar yardımcı olduğunu söyleyebilirim."

Bu kez Abser'in yüzü asıldı. "Neymiş?" Yasemin yine işin içinde bir hinlik olduğu konusunda haklı mı çıkmıştı?

"Elbette sori," dedi Baha. "Bu bitki sadece buralarda var, dağ etekleri onlarla dolu ama ne Runik, ne de Somrani'de hiç görmedim ben."

Yasemin nihayet gerçek açığa çıktığı için gülümsedi. "Ah işte. Sori olmayınca nefesi yapmayı bilmek bir işe yaramayacak."

Baha, "Bütün Kirpililer öyle düşünüyor hanımefendi, ama..." diye gülümsedi, çantasından bitkiyi çıkardı, uzun dar yapraklan olan küçük alelade bir şeydi ama önemli olan köküydü. Üzerinde toprak parçalan olan beyaz bir yumru...

"İşte sori bu. Merak ettiğim için biraz inceledim. Toprağında bir özellik yok, biraz nemli ve yumuşak bir iklimde çok rahat yetişir."

Abser sorunu aşacakları için sevinmişti. Gördün mü der gibi kızına baktı, Yasemin omzunu silkti. Onun için sorun değildi, nasıl-la para Janus'un kasasından geliyordu. İriyarı korumalarına, daha doğrusu gardiyanlarına baktı. Bu yolculuğun tüm masrafını o cana-var karşılıyordu. Karşılığında Abser'den Mikael'in tarihçesinin yazıl- masını istemişti. Babası yolculuğa başladıklarından beri Janus'u yere göğe koyamıyor, "Ne kadar yanlış tanımışız adamı! O olma-

265
Orkun Uçar

saydı Büyük Kargaşa'nın yıkıntıları bu kadar kolay toplanabilir miydi? Tarih boyunca bütün güçlü yöneticiler haksız suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır," diyordu.

Evet Janus, bir görüşmeyle tüm dünyanın yükünü sırtlayan, halk arasında kötü bir canavar olma pahasına düzeni ve uygarlığı yeniden kurmaya çalışan bir iyilik timsali oluvermişti. Ölümsüz'ün tarih konusunda bilgisini ortaya koyması ve kibarlığı Abserzahil'i yüzde yüz kazanmıştı. Oysa Yasemin babasının hayatı söz konusu olmasa, söylenenlerin gerçekleri çarpıtma, kibarlığın da onları casus olarak kullanmak için olduğunu haykırırdı. Hadi söylentiler yalandı, peki yeni ismiyle Habis'in mabedinden gelen tüyler ürpertici çığlıklar, büyülerle değiştirilmiş masum insanlar, Kurâf'taki yüzlerce kayıp da mı yalandı?

Yasemin o mabette hem kendi, hem de babasının zarar görmemesi için düşündüklerini dile getirmemişti. En azından şimdilik bu işten kârlıydılar. Janus, Kudüs'e yapılan bu casusluk seferi için tam dört bin doka vermişti. Bunun yansıyla borçları ödemiş, diğer yansıyla kervanı hazırlamıştı. Görünüşte Kudüs'e baharat götürüyorlardı, dönüşte de yerel malları Kurâf a taşıyacaklardı.

Ama ticaret dışında görevler de söz konusuydu; babasında Mi-kael'in danışmam Tephen'e verilmek üzere gizli bir mesaj vardı. Janus bu mesajla iki ülke arasında iyi ilişkiler kurulacağını ve Tep-hen'in onu Mikael'le görüştüreceğini söylemişti. Böylece Sabır'ın tarihi yazılacak, Abserzahil Kurâf a dönünce Derzulya'nın en büyük tarih akademisi kurulacaktı.

Yasemin her şeyin bu kadar basit olması için dua ediyordu. Ona göre çok büyük güçlerin mücadelesinde kısa zamanda harcana-

266
Asi

cak piyonlardan başka bir şey değildiler. Babasını belki de her zaman başını belaya sokan dürüstlüğü ve saflığı kurtaracaktı. Sabır'ın güçlü adamları bile karşılarında tamamen bu palavralara inanan biri olduğundan kuşkulanmazlardı.

"Peki o halde, ben Boralin ile hesabımızı keseyim," dedi. Tartışmanın yararı olmayacaktı, hem Baha tehlikesiz ve yararlı birine benziyordu. "Umarım yemek yapmayı biliyorsundur," diye seslendi ona. "Aşçımız bir rezalet."

Baha görünür bir şekilde iç çekti. "Evet biliyorum hanımefendi," dedi. Görünüşe bakılırsa kaderinde başkaları için yemek hazırlamaktan kaçış yoktu.

57.

Gajul basamakları ikişer ikişer atlayarak merdivenleri çıktı. E-znaraf'dan gelir gelmez Janus'un hemen gelmesini bildiren buyruğunu almıştı. Resimli salonda bekliyordu onu, Rebon'un söylediğine göre...



Daire şeklindeki bu odada on tane uzun tuval duvarları kaplıyordu, ortadaki döner tahtta Janus oturuyordu. İçerideki bütün mumlar yakılmıştı. Gajul'un dehşet sahnelerinden nefesi kesildi. İsimsiz sanatçı on işkence sahnesinde Janus'u resmetmişti.

Resimlerden birinde Zefir'i seçince şaşırdı. Tüm güzelliğiyle eksiksiz yer almıştı tabloda. Yirmi yıl önce Sarp'ı onun sayesinde neredeyse öldüreceklerdi. Gajul iki eski dostunun da uzun yaşamları boyunca tek âşık oldukları yaratığın bu emsalsiz kadın olduğunu

267
Orkun Uçar

biliyordu. Ama o hangisini sevmişti? Hiçbir zaman yanıtı bulunmayacak sorulardan biri daha...

Sarp'ı, ölümcül yaralar aldığı tuzağa bu kadının getirdiğini inkâr edemezdi, peki ama kaçışı da onun sayesinde olmamış mıydı? Şimdi neredeydi acaba? Belki de Janus çoktan öldürtmüştü.

"Bu odaya ilk kez geliyorsun değil mi?" Janus'un boğuk sesiyle yerinden sıçradı. Boğazı tıkanmış gibi... Ağlamış mıydı bu adam?!

"Evet," diyerek birkaç adım attı. "Muhteşem resimler. Sanatçı kim?" Bu ismi, konuşma tehlikesiz sularda devam etsin diye öylesine sormuştu, yoksa işine yarayacağından değil. Janus da hiç duymamış gibi yaptı.

"Zefir'e bakıyordun..."

"Evet," dedi, ama devamında ne söyleyebileceğini bilemiyordu.

"Birkaç yıl önce kuzeyde iğrenç, nemli bir balıkçı kasabasında veremden öldüğünü duymuştum," dedi Janus. Gajul başını önüne eğdi, üzüldüm de diyemezdi, sevindim de...

"Sen E-zmaraf dayken kızını gördüm."

İşte bu şaşırtıcıydık "Köle olarak satılmıştı Kaldorin'e... Ama adam atalarına pek çekmemiş, özgürlüğünü verip evlatlığına almış. Annesi kadar güzeldi ama onun yarısı kadar tahrik edici değil."

Gajul konuşmanın yönünü tahmin edemiyordu, şu an için E-zmaraf raporunu vermesinin sırası değildi.

Janus ayağa kalktı, bir tabloyu kaldırıp gizli bir geçidi açtı. Gajul'a takip etmesini işaret edip merdivenlerden inmeye başladı.

Döner merdivenler karanlıktı. Gajul içinde ilkel korkularla, çaresiz eski dostunu izledi. Belirsiz bir hava akımı olan geniş bir me-

268
Ası

kana geldiğini hissediyordu. Janus şıklatınca parmaklarının ucunda bir alev belirdi. "Basit bir numara," diye gülümsedi ve şamdanları yakmaya başladı. Gajul gözlerine inanamayarak, duvarlar boyunca uzanan raflardaki kitaplara baktı.

Janus, "Tarih," dedi. "Edebiyat, bilim, şiir, anı... Epey kitap var hurda. Ama Zul-Olkanar'da olan kütüphanenin elli de biri etmez."

"Senin eski dünyamıza ait kitapları hep yok ettirdiğini sanıyordum." diyebildi.

"Yanlış," diye güldü Janus. "Onları Derzulya'ya yasaklıyorum ama bize değil."

Gajul sevinçle bir rafın sırf polisiye kitaplara ayrıldığını gördü. "Tarih," diye devam etti Janus. "Tarih galiplerin yazdığı bir insanlık hafızasıdır. Ama tarihi değiştirmek hâlâ yönetimi paylaştığını kabul etmek demektir. Oysa biz eski düzeni ezdik. Ve bizim işimize yarayan kaostu. Bilinmezlikti. İnsanlığın, uygarlığın, ortak hafızanın ırzına geçtik. Tarihi istediğimiz gibi değiştirmek yetmezdi, onu sıfırladık. Derzulya'nın tarihi, bizim anılarımız sevgili dostum. () tarih boyunca, nesiller boyunca var olduk, olacağız."

Gajul, Janus'un işkence oyunlarını iyi bilirdi. Çok adi yöntemleri olabilirdi. Ama şimdi anlıyordu ki, yüzyıllardır tüm insanların beynini oymaya devam ediyordu. Eh olabilirdi, eğlencesine karışmak Gajul'un haddi değildi.

Janus bir mektup uzattı.

"Sürgünde/cinin yeryüzündeki gölgesi, vaizi, efendim Janus'a,

Ben sadık kulunuz Vonab Pensa. E-zmaraf dan haydut Pori-

yanis ve adamları tarafından kaçmak zorunda bırakılınca ne yapa-

269
Orkun Uçar



cağımı bilemez haldeydim. Efendim Balasahir nereye gittiğini söylemeden bir yolculuğa çıktığı için devam eden günlerdeki ihanetler kafamı karıştırmıştı. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bu nedenle Ba-tı'ya yöneldim.

Şimdi anlıyorum ki beni Sürgündeki' nin kutsal gölgesi yönlendirmiş. Size en yararlı olacağım yere göndermiş.

Şu anda Derviş Mikael denilen kâfirin ülkesinde bulunuyorum ve Tephen adıyla kısa zamanda önemli bir konuma geldim.

Yeni kurulan Kudüs'te birçok imkân elimin altında. Emirlerinizi bekleyeceğim.

Bu sırada size ilk raporumu sunmak isterim. E-zmaraf in haydut yönetimi Mikael'e Dromak adlı bir elçi yolladı. Söylediğine göre Mentazamor'da kaptanmış. Ama korsan olduğundan hiç kuşkum yok. Yeni yönetim Sabır ile iyi ilişkiler kurmak istiyormuş. Bana ticari anlaşmalardan bahsettiler ama baş başa yapılan uzun toplantıda sadece ticaretin konuşulduğunu zannetmiyorum.

Emirlerinizi bekliyorum efendim, raporlarım sürecektir.

Kulunuz Vonab Pensa."

Gajul, Vonab Pensa'nın karşısına böyle tekrar çıkmasına için için sevinmişti ama E-zmaraf hakkında söyledikleri baş ağrıtıcıydı.

"Bunu böyle mi yollamış?" diye sordu.

"Hayır," dedi Janus. "Akıllı çocuk, seninle mesajlaştığımız zamanki şifreyle yazılmıştı. Ne diyorsun?"

"Poriganis akıllı adam, bence sadece bir zemin yoklaması. Bana E-zmaraf'da sorun yok gibi geliyor," diye fikrini belirtti Gajul. "Öte yandan artık Sabır'ın işini bitirmemiz için önemli bir koz edinmişiz. Tabi Pensa hakikaten dediği konumdaysa."

270
Ası

"Başka bir casusumuz Tephen adlı bir adamdan bahsediyor. Kruebes'ten gelmiş kısa zamanda Kudüs'ün inşasında her şey ondan sorulur olmuş. Hem paralıymış, hem de dürüst. Rüşvet almıyor ve gece gündüz çalışıyormuş."

Gajul güldü, bu onun tanıdığı Vonab Pensa'ydı. Eğer daha fazla vakit verseydi Poriganis ve Zünâyin'in de hakkından gelirdi. "Bu kadar basit ha!" dedi. "Mikael'in yakın çevresine yükselmek bu kadar basit!"

Janus ellerini çenesine dayadı. "O kadar basit değil," dedi. "Anlamıyorum, benim gönderdiğim casuslar kısa zamanda açığa çıkıyor, planlar suya düşüyor ama Vonab Pensa hemen güven kazanıyor."

Bu önemli bir sorundu. Gajul, "Belki de sorun Kurâf'ta," diyecek oldu.

Janus kızgın bakışlarını ona dikti. "Ben de öyle düşünüyorum. Hurda onların da casusları olmalı. Her hareketimizi haber veren, Pensa belki de bilgimiz dışında hareket ettiği için yakalanmadı. Pe-k i ama kim?"


Yüklə 1,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin