Jack London Martin Eden



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə26/36
tarix24.12.2017
ölçüsü1,69 Mb.
#35856
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   36

Kapı hızla açıldı ve adam Martin'i kenara itip lanetler yağdırarak, yumruklarını sıka sıka koridorun alt yanına doğru geçip gitti. Martin odaya hemen girmemesi gerektiğine karar vererek koridorlarda onbeş dakika kadar oyalandı. Sonra kapıyı açıp içeri girdi. Bu, onun için yepyeni bir deneyimdi, ilk defa editörlük makamına giriyordu. Burada karta lüzum yoktu, zira hizmetçi çocuklardan biri, iç odaya girip birisinin Mr.

438

Jack London



Ford'u görmek istediğini söylemişti. Çocuk, geri döndüğünde, Martin'e yan yoldan işaret ederek onu özel odaya, kutsal editörlük makamına götürdü. Martin'in ilk izlenimi, odanın düzensizliği, perişanlığı oldu. Ondan sonra gözüne, döner bir sandalyeye oturmuş, yanakları sakallı, merakla kendisine bakmakta olan genç görünüşlü bir adam ilişti. Martin adamın yüzündeki sakin ifadeye hayret etti. Matbaacıyla yaptığı atışmanın, adamın sakinliğin zerre kadar bozmadığı görülüyordu.

Martin konuşmaya:

— Ben Martin Eden'im, diye başladı. Bu arada içinden, "Beş dolarımı verin lan" demek geçiyordu.

Editör, Martin'i hayretler içinde bırakan bir hareketle ayağa fırlayarak:

— Gerçekten mi? Demeyin? diye bağırdı. Bir süre sonra da iki eliyle Martin'in elini yakalamış, hararetle sıkıyordu.

— Sizi gördüğüme ne kadar memnun olduğumu anlatamam, Mr. Eden. Sizi hep merak eder dururdum.

Bunu söyler söylemez de Martin'i bir kol boyu ileri atıp yıpranmış ve tamirden geçmiş elbisesini dikkatle süzdü; neyse ki Martin pantalonlarını Maria'nın ütüsüyle, özenli bir şekilde ütülemişti.

— Sizi daha yaşlı biri olarak düşündüğümü itiraf ederim. Biliyorsunuz, hikâyenizde büyük bir düşünce genişliği, kuvveti ve düşünce olgunluğu ile düşünce derinliği göze çarpıyor. Bu öykü bir şaheser. Size onu ilk defa nasıl okuduğumu anlatayım. Ama hayır; önce sizi arkadaşlarla tanıştırayım.

Editör, konuşmasına ara vermeden Martin'i genel

439


Martin Eden

büroya götürdü ve editör yardımcısı Mr. White ile tanıştırdı. Mr. White, seyrek, ipek gibi sakalları olan, ellerinin acaip soğukluğu insanda kendisinin soğuk algınlığı çekmekte bulunduğu izlenimi uyandıran, ufak tefek, ince yapılı bir adamdı.

— Bu da, Mr. Ends, Mr. Eden. Mr. Ends, bizim yönetim müdürümüzdür, biliyorsunuz.

Martin, el sıkıştığı adamın başı saçsız, gözleri ters ters bakan ve yüzü, tamamıyla karısı tarafından özenle düzeltilmiş beyaz bir sakalla kaplı olduğu için anla-şılabildiği kadarıyla genç olduğu tahmin edilebilen biri olduğunu gördü.

Sakallarını pazar günleri düzelten karısı, Mr. Ends'in aynı zamanda ensesini de usturayla traş ederdi.

Hepsi de hayran hayran konuşan üç adam, hemen Mardin'in çevresini sardılar. Martin'e öyle geldi ki, bunlar, sonunun ne olacağı belli olmayan bir durumu bir an önce savmak için böyle acele ediyorlardı.

Mr. White:

— Hep neden bize uğramadığınızı düşünürdük, diyordu.

Martin, onlara paraya son derece ihtiyacı bulunduğunu belli etmek için, dobra dobra:

— Vapura binecek, param olmadığı için, dedi. İçinden de, zaten başlı başına süslü elbiselerim,

paraya olan ihtiyacımı en güzel bir ifade kudretiyle anlatmaktadır onlara diye düşündü. Arada sırada, onlardan fırsat düştükçe, gelmekteki maksadını ima yollu belirtti birkaç kere. Ama hayranlarının kulakları sağırdı. Öyküsünü ilk okuduklarında ne düşündüklerini,

440


Jack London

sonradan ne düşündüklerini, karılarının, ailelerinin öykü hakkında ne düşündüğünü anlatıp Martin'e hayranlıklarından dem vurdular boyuna, ama içlerinden biri bile, parasını ödemek niyetinde olduklarına dair en ufak bir imada bulunmadı. Mr. Ford:

— Öykünüzü ilk defa nasıl okuduğumu anlattım ya size? dedi. Tabii anlatmadım. New York'tan batıya dönüyordum. Tren Ogden'de durunca, oradan itibaren hizmet edecek olan çocuk, 'Transcontinental'in yeni sayısını getirdi.

Martin, of Allah'ım! diye düşündü; ben beş dolarak yüzünden açlıktan ölürken sen Pulimanda seyahat ediyorsun. Bir öfke dalgasının hücumuna uğradı. Transcontinental'in kendisine ettiği kötülük gözünde bir anda büyüdü, zira aylarca süren özlem, açlık ve mahrumiyetin Martin üzerindeki etkisi çok kuvvetliydi, şu anda çektiği açlık da ona bir gün önceden ağzına bir lokma yiyecek koymadığını, bir gün önce ağzına koyduğu yiyeceğin de ancak bir lokma olduğunu hatırlattı. O an için ortalığı kan kırmızı gördü. Bu yaratıklar, soyguncu bile değillerdi. Birer adi hırsızdılar. Yalanlar, boş vaatlerle kandırıp öyküsünü almışlardı onun. Pekâlâ, o da gösterirdi onlara. Parayı almadan oradan adımını atmamaya iyice karar verdi. Eğer parayı alamazsa, Oakland'a dönemeyeceğini de hatırladı. Büyük bir irade harcıyarak, kendine hakim oldu, ama bu arada yüzündeki vahşi kurt ifadesi, diğerlerini korkutmuş ve rahatsız etmişti.

Eskisinden daha da fazla söze boğmaya başladılar. Mr. Ford, 'Çanların Sesi'ni ilk nasıl okuduğunu anlatmaya koyuldu. Aynı anda da Mr. Ends, yeğeninin

441


Martin Eden

'Çanların Sesi'ni ne kadar beğendiğini, tekrar, anlatmaya çabalıyordu. Bahsi geçen yeğen de Alame-da'da öğretmenmiş.

Sonunda Martin:

— Buraya neye geldiğimi söyleyeyim size, dedi. Bu kadar beğendiğiniz öykümün parasmı almaya. Eğer yanılmıyorsam, öykümü yayınlar yayınlamaz ödemeyi vaad ettiğiniz miktar beş dolardır.

Yüzünün azaları kıpır kıpır kıpırdayan Mr. Ford, hemencecik uysal, memnun bir ifadeye bürünerek, elini cebine attı ve aniden Mr. Ends'e dönerek, parasını evde bıraktığını söyledi. Mr. Ends'in bu işe kızdığı yüzünden okunuyordu; Martin, onun kolunun sanki pantalon cebini korumak istermiş gibi seyirdiğini gördü ve paranın orda olduğunu anladı.

Mr. Ends:

— Çok üzgünüm," dedi. Ama matbaacıya para ödeyeli daha bir saat bile olmadı, adam bütün paramı aldı, gitti. Doğrusu yanımda bu kadar az para bulundurmakla tedbirsizlik etmişim; ne var ki, borç senedinin vadesi henüz gelmediği halde matbaacının, bir lütuf olarak, paranın peşin verilmesini isteyeceği de hiç aklıma gelmemişti.

Her iki adam, ümitle Mr. White'a baktılar, ama bu bey de gülüp omuzlarını silkti. Onun vicdanı temizdi nasıl olsa "Transcontinental'a edebiyatını öğrenmek için girmiş, onun yerine maliye öğrenmişti adamcağız. 'Transcontinental' ona dört aylık maaş borçluydu ve adam, matbaacının da mutlaka editör yardımcısı tarafından kandırılmış olduğunu biliyordu.

Mr. Ford kabara kabara:

442


Jack London

— Mr. Eden'in bizi bu durumda yakalamış olması çok kötü, diye lâfa başladı. İnanın ki tamamıyla tedbirsizlik. Ama size ne yapacağımızı söyleyeyim bakın, yarın sabah ilk iş olarak size beş dolarlık bir çek postalarız. Mr. Eden'in adresi var sizde, değil mi, Mr. Ends?

Evet, Mr. Ends'de varmış adresi Martin'in ve Mr. Ends yarın sabah ilk iş çeki gönderecekmiş. Martin, öyle bankalar, çekler hakkında pek fazla bir şey bilmiyordu, ama çeki ertesi gün yerine, o gün vermemelerine de bir sebep göremedi.

— Şu halde, Mr. Eden, çeki yarın sabah size yollayacağımızı anladınız, değil mi? dedi Mr. Ford.

Martin oralı olmadan:

— Benim paraya bugün ihtiyacım var, dedi.

Mr. Ford tatlı bir dille, "Durumun talihsizliği " diye lâfa başladı, ama ters ters bakan gözlerinden tahammülünün azaldığı anlaşılan Mr. Ends, onun sözünü kesti.

Sert bir tavırla:

— Mr. Ford size durumu anlattı ya, dedi. Ben de söyledim. Çeki postalayacağiz...

Martin, onun sözünü keserek:

— Ben de durumumu açıkladım size" dedi. "Paraya bugün ihtiyacım olduğunu da anlattım.

Yönetim müdürünün terslenişiyle birlikte Martin, kanının damarlarında daha hızlı dolaşmaya başladığını hissetti, aynı zamanda da adamı gözden kaçırmamaya dikkat etti, zira 'Transcontinental'in hazır parasının bu centilmenin cebinde yattığını sezinlemişti.

443

Martin Eden



Mr. Ford:

— Çok yazık ki, diye söze başladı.

Ama o sırada, Mr. Ends, sabırsız bir hareketle, odayı terkedecekmiş gibi döndü. Aynı anda da Martin atılıp adamı tek eliyle gırtlağından öyle bir kavradı ki, Mr. Ends'in kusursuz biçimliliğini hala koruyan kır sakalı kırkbeş derecelik bir açıyla tavana doğru çevrildi. Mr. White ile Mr. Ford dehşet içinde, yönetim müdürlerinin bir Astragan kilimi gibi silkelendiğini gördüler.

Martin:


— Sökül bakalım, seni gidi genç yeteneklerin muhterem cesaret kırıcısı seni! diye gürledi. Sökül yoksa bütün paralar bozukluk bile olsa, seni silkeleye silkeleye çıkartırım onları. Sonra ödleri patlayan iki seyirciye dönerek:

— Geri durun! dedi. Karışacak olanın canı yanar ha!

Mr. Ends'in nefesi tıkanıyordu, ancak Martin'in eli gevşedikten sonra parayı sökülme meselesindeki uysallığını belli edebildi. Elleri pantalonunun ceplerine bir kere dalıp çıktıktan sonra, dört dolar onbeş sent verebildi.

— Ters çevir cebini, diye emretti Martin.

Bir on sent daha düştü bu cepten. Martin, yaptığı akından elde ettiklerini, emin olmak için bir kere daha saydı.

Mr. Ford'a:

— Şimdi sıra sende, diye bağırdı.

Mr. Ford hiç bekletmeden ceplerini altüst edip, altmış sent çıkardı.

444

Jack London



Martin kindar bir tavırla:

— Hepsinin bu kadar olduğuna emin misin? diye sordu. Yelek ceplerinde ne var?

Mr. Ford iyi niyetinin bir belirtisi olarak, ceplerinin ikisini de tersine çevirdi. Ceplerden birinden yere bir karton parçası düştü. Mr. Ford, bunul aldı tam cebine koyacakken Martin bağırdı:

— Nedir o? Vapur bileti mi? Ver onu bakayım bana. On sent eder bu. Bunu paraya mahsub ediyorum. Şimdi, vapur biletiyle birlikte, dört dolar doksan beş sentim oldu. Bana hâlâ beş sent borcunuz var.

Mr. White'a yiyecek gibi baktı ve zayıf nahif adamcağızın kendisine bir beş sent uzattığını gördü. Martin hepsine birden hitap ederek:

— Teşekkürler eder, hepinize iyi günler dilerim, dedi.

Mr. Ends, onun arkasından:

— Haydut! diye homurdandı.

Martin de dışarı çıkıp kapıyı çarparken:

— Adî hırsız! diye karşılık verdi.

Martin gururlanmıştı. Öyle gururlanmıştı ki, The Hornet'in de kendisine 'Peri ile İnci" yazısı için onbeş dolar borçlu olduğunu hatırlayınca,hemen gidip bu parayı da tahsil etmeye karar verdi. Ne var ki, 'The Hornet'i, apaçık birer korsan olan ve hiç ayırdetme-den herkesi, her şeyi soyup soğana çeviren tertemiz traş olmuş, güçlü kuvvetli gençler yönetiyordu. Birkaç möble kırılıp döküldükten sonra, editör, yönetim müdürünün, reklam ajanının ve kapıcının da büyük yardımları sayesinde Martin'i bürodan çıkarıp ona ilk

445


Martin Eden

kat merdivenlerin inişindeki hızı kuvvetlice vermeyi başardı.

Yukarıdaki sahanlıktan Martin'e gülerek:

— Yine buyurun, Mr. Eden, sizi görmekten memnuniyet duyarız, diye seslendiler.

Martin kendini toparlayıp sırıtarak:

— Öf be! dedi. Transcontinental'dekiler birer süt kuzusuydular ama, siz hepiniz profesyonel birer boksör çıktınız.

Onun bu lâfına daha bol kahkahalar karşılık verdi:

Hornet'in editörü aşağıya seslenerek:

— Bir şair olarak Mr. Eden, dedi. Sizin de profesyonel boksörden aşağı kalır yeriniz olmadığını söylemeliyim. Soruşumu mazur görürse, niz eğer, şu sağ kroşeyi nerden öğrendiniz Allah aşkına?

— Siz bu kesik Molson vuruşunu nerden öğrendiniz? diye cevap verdi Martin. Bununla beraber gözünüz moraracak yine de.

Editör, de iyilikçi bir edayla:

— umarım ki sizin de boynunuz tutulmaz, temennisinde bulundu. Hep birlikte gidip bunun şerefine kafaları çeksek ne dersiniz? Boynunuzun şerefine değil tabiî, şu ufak gürültünün şerefine ha?

— Eğer gözün morarmazsa, paralar benden ama, diye kabul etti Martin.

446


XXXII

Sevgiler kimi zaman aldatıcıdır. Kimi zaman çevrenin etkisinde kalır sevgililer ve büyük, bitmez denilen sevgiler saman alevi gibi sönüverir. Kadın için büyük sevgi ya paradır ya acıma ya da gerçekten aşk. Ruth, Martin'in yanına şükran günü verecekleri yemeğe gelip gelemeyeceğini sormaya gelmişti. Maria'nın bu küf kokan evinin küçük ön basamaklarını çıkarlarken Arthur kapıda kalmayı tercih etti. Merdivenleri özleyen bir kadına özgü değil de yavaş adımlarla çıkan Ruth hızla çalışan daktilonun tıkırtısını işitti. Kafasına yine olur olmaz sorular hücum etti. Martin kendisini içeri aldığında da, onun bir yazısının son sayfasını yazmakta olduğunu gördü. Ruth hiçbir şey söylemeden Martin bütün benliğini vererek hazırladığı yazısını okumayı teklif etti.

— En son eserim, hem de diğer yazdıklarımdan bambaşka bir şey bu. O kadar bambaşka ki, korkutuyor beni, ama yine de bunun çok güzel olduğuna inanıyorum. Sen yargıç ol. Bir Hawai öyküsü. Wiki Wiki adını verdim buna.

Yaratıcı ateşin harareti pırıl pırıl yüzüne vurmuştu

447

Martin Eden



Martin'in, oysa Ruth bu soğuk odada titriyordu. Martin Ruth'u karşıladığı sırada ellerinin soğukluğu dikkatini çekmiş ama bir şey söylememişti. Martin okurken, Ruth onu dikkatle dinledi; Martin arada sırada her ne kadar Ruth'un yüzünde bir hoşnutsuzluk ifadesi gördüyse de, öyküsünün sonunda:

— Gerçekten nasıl buldun? diye sordu. Ruth:

— Bilmem, diye cevap verdi. Satabilecek mi dersin?

Martin:


— Korkarım ki, hayır, diye itiraf etti. Bu öykü dergiler için fazla iyi. Ama gerçek, hakikaten gerçek.

Ruth:


— Öyleyse, satılmayacaklarını bildiğin halde, bu gibi şeyler yazmakta niye hala ısrar ediyorsun? Senin yazı yazmanın sebebi; geçimini sağlamak değil mi?

Martin:


— Evet, doğrudur; ama şu sefil öykü aklımı aldı benim. Mutlaka yaz beni diye tutturdu.

Ruth:


— Peki ya şu Wiki Wiki adlı karakter, neden onu o kadar kaba konuşturdun? Tabii okurlarını incitecektir bu, editörler de işte bu sebepten senin eserlerini reddetmekte haklılar.

Martin:


Öyle konuşturdum, çünkü gerçek Wiki Wiki bu şekilde konuşurdu.

Ruth:


448

Jack London

— Ama okur zevkine uymaz bu. Martin:

— Hayata uyar, diye net konuştu. Gerçek bu. Ben de hayatı gördüğüm gibi yazmak zorundayım.

Ruth cevap vermedi, kısa bir süre sessiz kaldılar. Martin, Ruth'u sevdiğinden onu tamamıyla anlayamı-yordu. Ruth da Martin'i anlayamıyordu; çünkü Martin Ruth'un ufkunun ötesinde yükselen bir dağ gibiydi.

Martin konuşmayı daha rahat bir konuya sürüklemek için gayret göstererek:

— Şey, dedi. 'Transcontinental'dan paramı aldım. Dört dolar doksan sent ve bir vapur bileti ödeyerek cezaya çarptırılan üç sakallının gözünün önünde canlanan resmi, Martin'i güldürdü.

Ruth, neşeyle:

— Öyleyse geleceksin, diye bağırdı. Martin dalgın dalgın:

— Gelmek? diye mırıldandı. Nereye? Ruth:

— Yarın akşam yemeğine canım. Biliyorsun, bana eline para geçince elbiseni rehinden kurtaracağını söylemiştin.

Martin safça:

— Vallahi unutmuşum. Bu sabah belediye memuru, Maria'nın iki ineğiyle danasını götürdü. Maria'nm parası olmadığı için inekleri ben kurtarmak zorunda kaldım. 'Trans Continental'den aldığım beşlik işte buraya gitti. 'Çanların Sesi" belediye memurunun cebine indi.

449


Martin Eden

— Demek ki gelemeyeceksin? dedi Ruth.

Martin kendi üstüne bir baktı. Ruth'un gözlerinde hayal kırıklığını ve sitemi anlatan gözyaşları pırıldadı, ama bir şey söylemedi.

Martin, onu neşelendirmek için:

— Gelecek Şükran gününde, benimle birlikte Del-monico'da akşam yemeği yiyeceksin, ya da Londra'da, Paris'te veya nerde istersen orada. Sözlerime dikkat et.

Ruth damdan düşer gibi:

— Birkaç gün önce gazetede gördüm, dedi. Demiryolu posta yönetimine birçok atama yapılmış. Sen birinci olarak kazanmıştın, değil mi?

Martin, çağırıldığını, ama kendisinin vazgeçtiğini, kabul etmek zorunda kaldı.

— Kendimden o kadar eminim ki, dedi. Bir sene sonra bir düzine demir yolcunun kazandığından fazlasını kazanmaya başlayacağım. Bekle de gör bak.

Martin sözünü bitirince Ruth, sadece bir:

— Oh, dedi. Eldivenlerini eline geçirerek ayağa kalktı. Gitmem lâzım, Martin. Arthur beni bekliyor.

Martin onu kollarının arasına alıp öptü, ama Ruth'un pasif davrandığını gördü. Ruth'un vücudunda gerginlik yoktu, kollarıyla onu sarmamış, dudakları ise Martin'in dudaklarını hiçbir ihtiras duymaksızın öpmüştü.

Martin, bahçe kapısından dönerken, Ruth'un kendisine kızgın olduğu sonucuna vardı. Peki ama neden? Belediye memurunun Maria'nın ineklerini kapatması şanssızlıktı. Bunda hiç kimsenin suçu yoktu ki.

450


Jack London

Kendi davranış tarzından başka türlü davranabileceği ise Martin'in aklının köşesinden bile geçmedi. Bir süre sonra demiryolu posta yönetiminin davetini kabul etmediğim için bir parçacık da benim kusurum var diye düşündü. Ruth da Wiki Wiki'yi beğenmemişti üstelik.

Merdivenin başında dönüp, akşam seferine çıkan postacısını karşıladı, üzün zarflardan oluşan posta paketini eline aldığı zaman, hep tekrarlanan o umut ateşi Martin'i yine sardı. Zarflardan biri uzun değildi. Kısa ve ince bir zarftı, üstünde de matbu harflerle, 'The New York Outview'nun adresi yazılıydı. Zarfı yırtıp açmadan önce duraksadı. Bu bir kabul mektubu olamazdı. Bu yayınevinde hiç yazı yazmamıştı Martin. Belki de bu müthiş düşünceyle Martin'in kalbi neredeyse duracak gibi oldu. Belki de kendisine bir makale ısmarlıyorlardı; ama aynı anda da bunun imkansız olduğunu düşünerek bu ihtimali kafasından uzaklaştırdı.

Bu, editör tarafından kaleme alınmış kısa, resmi bir mektuptu ve aldıkları imzasız bir mektubu ilişikte yolladıklarını ve 'Outview' yazı işleri müdürlüğünün bu gibi imzasız mektupları dikkate almadıklarından emin olabileceğini bildiriyordu.

Martin, ilişik mektubun kargacık burgacık bir el yazısıyla yazılmış olduğunu gördü. Martin'i edepsizce aşağılayan bu karmakarışık mektup, 'Martin Eden denen' ve dergilere öyküler satan adamın yazarlıkla ilgisi olmayıp, eski dergilerden öyküler çalmak, yeniden daktiloya çekmek suretiyle kendisininmiş gibi sürdüğünü iddia ediyordu. Zarfın üstündeki damga 'San Le-andro' postanesine aitti. Martin, mektubu yazanın kim

451


Martin Eden

olduğunu anlamak için bir saniye bile düşünmedi. Higginbotham'ın grameri, Higginbotham'ın halk ağzı, Higginbotham'ın dolambaçlı ifadesi ve düşünüşü bütün mektup boyunca sırıtıyordu. Martin, mektubun her satırında eniştesinin sadece ince İtalyan elini değil, aynı zamanda onun kaba bakkal yumruğunu da ¦ gördü.

"Peki ama neden?" diye boş yere kendi kendine sordu durdu. Bernard Higginbotham'a ne kötülüğü dokunmuştu ki? O kadar mantıksızca, o kadar aşağılık bir işti ki bu. Anlatılır gibi değildi bu. O hafta içinde Martin'e Batının çeşitli dergilerinden buna benzer bir düzine mektup daha geldi. Martin, editörler ince davranıyorlar diye düşündü. Hiçbirinin Martin'i tanıdığı yoktu, buna rağmen bazıları ona sempati bile göstermişti. Editörlerin imzasız yazılardan hoşlanmadığı açıkça anlaşılıyordu. Kendisine yöneltilen bu kindar girişimin boşa çıktığını anladı. Aslına bakılırsa bu mektuplar eğer bir sonuç sağlayacaksa, hiç şüphe yok bu Martin'den yana bir durum yaratacak, hiç değilse birçok editörün dikkati onun ismine çekilmiş olacaktı. Belki bir gün, ondan bir yazı aldıkları zaman, bunun, kendisi hakkında imzasız mektuplar gönderilen kişi olduğunu hatırlarlardı. Böyle bir hatırlayışın da, onların Martin'in hakkındaki hükümlerinin dengesini bir parçacık da olsa Martin'den yana bozmayacağını kim iddia edebilirdi ?

İşte bu sıralarda Martin, Maria'nın gözünden düştü. Bir sabah onu mutfakta, ütülenecek bir yığın çamaşır arasında, bitkinlikten yanaklarından gözyaşları süzülür ıstıraptan inler halde boş yere didinirken buldu. Martin, hemen grip tanısı koydu, Brissenden'in

452

Jack London



getirdiği viskilerin artığından bir bardak sıcak viski içirip, yatağa girmesini emretti. Ama Maria'nın yatmaya yanaştığı yoktu, ütünün bitmesi lâzım diye itiraz etti, aksi halde o akşam ve ertesi sabah yedi küçük aç çocuğuna yiyecek getiremeyeceğini anlattı.

Maria hayretler içinde, Martin'in sobanın üstünden bir ütü alıp, fantezi kola yapılacak bir bluzu ütü tahtasının üstüne yaydığını gördü. Bu, Kate Flanagan'ın pazarlık bluzuydu ve Maria'nın dünyasında ondan daha kusursuz, ondan daha titiz giyinen bir kadın yoktu, "üstelik Miss Flanagan, ayrıca haber gönderip bluzunun o akşama hazır olmasını istemişti. Herkesin bildiği gibi, Miss Flanagan, demirci Mr. Collins'le flört ediyordu, ertesi gün de birlikte Golden Gate Parkına gideceklerdi; bunu da yalnız Maria biliyordu. Maria, bluzu Martin'in elinden almak için boş yere uğraştı. Martin, ayakları birbirine dolaşan Maria'yı bir sandalyeye oturttu, o da oradan faltaşı gibi açılan gözlerle Martin'i seyretti. Kendisinin ütülemek için harcayacağı zamanın dörtte biri kadar bir zaman içinde bluz tertemiz ütülendi, hem de Martin'in bizzat Maria'ya da onaylattığı gibi, Maria'nın ütüleyebileceği kadar güzel oldu.

Martin:

— Eğer ütülerin daha sıcak olsaydı, çok daha hızlı çalışabilirdim, dedi.



Maria'ya göre ise, Martin'in salladığı ütüler, kendisinin kullanmaya cesaret edebileceğinden çok daha sıcaktı.

Martin ondan sonra:

— Senin ıslatma tarzın tamamıyla yanlış, diye yakındı. Bak nasıl ıslatılacağım göstereyim sana. Bize

453


Martin Eden

lazım olan tazyiktir. Eğer çabuk ütü yapmak istiyorsan, tazyik altında ısla.

Bodrumdaki tahtalardan bir sandık yaptı, buna bir de kapak uydurduktan sonra, Silva ailesi çocuklarının hurdacıya satmak için topladıkları hurda demir parçalarını da talan etti. Sandığın içine yeni ıslatılan çamaşırları tıkıp, kapağı kapattı, kapağın üstüne de demir parçalarını koyunca düzen tamam ve işler hale geldi.

Martin iç donuna varıncaya kadar soyunup, kendi işinin 'iyice kızgın' dediği bir ütüyü eline alarak:

— Şimdi beni seyret bak, Maria, dedi. Maria bunu sonradan şöyle anlattı:

— ütüyü birince de, yünlüleri yıkadı. Dedi ki bana, Maria, sen koca bir aptalsın. Ben göstereyim sana nasıl yıkanır yünlüler, ve de gösterdi. Martin bu işi Shelley Hot Springs'de Joe'dan öğrenmişti. Dikine duran çubuğun üst tarafına eski jantı yerleştirmiş, bunu da mutfak kirişlerine sıkıca bağladığı çubuğa tutturmuştu. Böylece çamaşırları varilin içinde suya daldırıp çıkaran jantı çevirirken, bir eliyle de çamaşırları kolayca dövebiliyordu.

Maria'nın hikâyesi, hep:

— Artık Maria yıkamaz çamaşırları, diye biterdi. Çalıştırırım çocukları varilin başında, çevirsinler tekeri...

Bununla beraber Martin, Maria'nın mutfak çamaşırhanesinde yaptığı yenilik ve işi ustaca becermesinden ötürü Maria'nın gözünden adamakıllı düştü. Ma-ria'nın hayalinde Martin'e yönelttiği romans pırıltısı, onun sabık bir çamaşırcı oluşu gerçeği karşısında sönüp gitti. Martin'in bütün o kitaplarının, onu arabalar-

454


Jack London

la ya da kucak dolusu viski şişeleriyle ziyarete gelen bütün yüksek dostlarının hiçbir değeri kalmadı. Nihayet, Martin de alelade bir işçi, onun sınıfından, onun cinsinden bir insandı işte. Şimdi daha bir insanlaşmış, daha yanına varılır hale gelmişti Martin; sır olmaktan çıkmıştı artık.

Martin'in ailesinden gitgide daha çok soğumaya devam etti. Mr. Higginbotham'ın kışkırtmaya dayanmayan hücumunun arkasından, Mr. Hiermann von Schmidt de rengini belli etti. Birkaç küçük öyküsüyle, bir iki mizahi manzume ve şakasının satışından kendisine bir müddet yetecek kadar para kazanmıştı Martin. Sadece faturalarının bir kısmını ödemekle kalmamış, aynı zamanda eline siyah elbisesiyle, bisikletini rehinden kurtaracak kadar da para kalmıştı. Martin, krank sustası eğrildiği için, tamir isteyen bisikletini, müstakbel eniştesiyle dostluğunun bir belirtisi olarak Von Schmidt'in dükkânına yolladı.

Aynı gün akşamüstü, ufak bir gocuğun, bisikletini getirdiğini gören Martin memnun oldu. Bu umulmaz lütuf üzerine Martin, eniştesinin de kendisiyle dost geçinmek arzusunda olduğu sonucuna vardı. Ama bisikleti gözden geçirince, el bile sürülmemiş olduğunu gördü. Aynı gün, biraz sonra kızkardeşinin sevgilisine telefon eden Martin, bu zatın kendisiyle, "hiçbir konuda, hiçbir surette ve hiçbir şekilde" ilgilenmek istemediğini öğrendi.

Neşeli bir tavırla:


Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin