Jack London Martin Eden



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə36/36
tarix24.12.2017
ölçüsü1,69 Mb.
#35856
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

612

Jack London



den de bir dolu şiir cildi aldı. Ama bunlar da Martin'i sarmadı. Tekrar dolaşmak zorunda kaldı.

Geç vakitlere kadar güvertede kaldı, ama bu da fayda etmedi, zira aşağı indiğinde gözünü uyku tutmadı bir türlü. Hayatın bu eksilişi, bitişi, onu tüketmişti Bu kadarı da fazlaydı artık. Elektriği yaktı ve okumaya çalıştı. Ciltlerden biri Swinburne'un şiirlerine aitti. Yatağa uzandı, gözleri şiirler üzerinde dolaşmaya başladı ve birdenbire, ilgiyle okumakta olduğunu farketti. Kıtayı bitirdi, devam etmeyi denedi, tekrar aynı kıtaya döndü. Kitabı göğsünün üstüne yatırıp düşünceye daldı. Tamam. İşte buydu. Daha önce aklına gelmemiş olması ne tuhaftı. Bütün bunların anlamı bundaydı; hep bu yöne doğru sürüklenip durmuştu; ama şimdi mutlu kurtuluş yolunu ona Swinburne göstermişti. Martin hep dinlenmenin yolunu aramıştı, işte dinlenme onu bekliyordu. Haftalardan beri ilk defa kendini mutlu hissetti. Nihayet hastalığının tedavisini bulmuştu. Kitabı eline aldı ve kıtayı ağır ağır yüksek sesle okudu:

— Hayata yönelen aşırı sevgiden, ümit ve korkudan kurtulan bizler, kısa teşekkürlerle şükranımızı sunarız Tanrılara, Tanrı diye ne varsa ki, hiçbir hayat sonsuz olamaz ki, ölüler dirilmezler; ki, en yorgun nehirler bile bir yerde denizle birleşirler.

Ona Swinburne anahtarı vermişti. Hayat hastalıklıydı, daha doğrusu, hastalıklı hale, çekilmez hale gelmişti: "Ölüler dirilmezler". Bu dizesi onda derin bir şükran hissi uyandırdı. Bütün dünyada biricik hayırlı şey oydu. Hayat acı veren bir yorgunluk halini alınca, bütün bu yorgunluğu sonsuz uyku içinde dinlendirmek için ölüm hazırdı. Peki daha ne bekliyordu? Tam

613

Martin Eden



zamanıydı işte.

Kalktı, başını kamaradan dışarı uzattı, aşağıya, süt gibi denize baktı. Mariposa ağzına kadar yükle dolu olduğu için, elleriyle tutunup sarkmasa ayaklan suya erecekti. Ses çıkarmadan suya bırakabilirdi kendini. Hiç kimse işitmezdi. Bir çalkantı yüzüne su sıçratıp ıslattı. Dudaklarında tuzun tadını duydu, bu tat hoşuna gitti. Acaba bir ölüm şarkısı yazması lazım mı diye düşündü, ama gülüp, uzaklaştırdı bu düşünceyi kafasından. Vakti yoktu, ölmek için sabırsızlanıyordu.

Yakalanmamak için kamarasının ışığını söndürdü. Lumbuzdan önce ayaklarını geçirdi. Omuzlan takıldı, kendini zorla geri çekip, yan dönerek önce bir kolunu geçirmek suretiyle denedi. Geminin bir yalpası da ona yardım etti ve kendini dışarıda elleriyle asılı buldu. Ayakları suya değer değmez bıraktı ellerini. Kendini süt gibi köpüklü bir suyun içinde buldu. Mariposa'nm bordası, yanında yer yer ışıklı lumbuzlarla delinmiş siyah bir duvar gibi hızla geçip gitti. Hiç şüphe yok ki, vakit kazanmak için hızlı gidiyordu. Bunu daha düşünürken, geminin kıçında kaynaşan köpüklü suların yüzünde yavaş yavaş yüzerken buldu kendi.

Bir Bonita vücuduna saldırdı, Martin kahkahayla güldü. Bonita vücudundan bir parça koparıp götürmüştü; bunun acısı Martin'e neden orada bulunduğunu hatırlattı, işiyle uğraşırken, işinin amacını unutmuştu. Mariposa'nın ışıkları uzakta, gittikçe donukla-şıyor Martin ise orada, en yakını binlerce mil uzakta olan karaya ulaşmak niyetindeymiş gibi kendinden emin kulaç atıyordu.

Bu, otomatik olarak harekete geçen yaşama içgü-düsüydü. Yüzmeyi bıraktı, ama su ağzının üstüne çı-

614


Jack London

kar çıkmaz, eller kaldırıcı hareketlerle suyu dövmeye başladı. Yaşamak hırsı diye düşündü, bu düşünceyi de alaycı bir dudak kıvırışı takip etti. Son bir gayretle kendi kendini yok edecek ve artık irade olmaktan çıkacak kuvvetli bir irade vardı onda.

Döndü dik bir şekilde durdu. Başını kaldırıp, hareketsiz yıldızlara baktı, aynı anda da ciğerlerindeki bütün havayı boşalttı. El ve ayaklarını hızla hareket ettirerek, omuzlarını kaldırıp, göğsünü yarıya kadar suyun dışına çıkartacak kadar yükseltti kendini. Bu, inişi hızlandıracak hızı almak için yapılan bir hareketti. Ondan sonra kendini bırakıp, hareketsiz, beyaz bir heykel gibi denize gömülmeye başladı. Suyu bile bile, derin derin tıpkı narkoz alan bir hasta gibi teneffüs etti. Boğulacağı sırada, tamamıyla gayri ihtiyari hareketlerle elleri ve ayakları suyu dövüp onu yukarıya, yıldızların duru pırıltısı altındaki suyun yüzüne çıkardı.

Ciğerleri patlayacak hale gelmişti. Kendini boş yere, hava almamaya zorlarken, yaşamak hırsı diye düşündü iğrenerek. Eh, o da yeni bir yol denemek zorunda kalıyordu. Ciğerlerini adamakıllı havayla doldurdu. Bu nefesle iyice derine inebilirdi. Baş aşağı dönüp, bütün gücü, bütün hırsıyla suyu çekerek dalmaya başladı. Derine, daha derine indi. Gözleri açık, saldırgan Bonitaların bıraktığı fosfor gibi parlayan, ışığa benzer izi seyretti. Bir yandan dalmaya devam ederken, bir yandan da 'saldırmasalar bari,1 diye düşündü, zira bu, iradesinin gergin telini koparabilirdi. Ama Bo-nitalar saldırmadı ve Martin o anda bile kendisine bu son lutfundan dolayı hayata şükran duyacak vakit bulabildi.

Kolları, ayakları yorulup kıpırdayamayacak hale

615


Martin Eden

gelinceye kadar derine, daha derine daldı. İyice derine indiğini anladı. Kulak zarları üzerindeki tazyik, dayanılmaz bir acı vermeye başlamıştı, kafasının içinde de bir uğultu vardı. Tahammülü azalıyordu, ama kollarıyla bacaklarını, kendisini daha derine sürükleyinceye kadar zorladı ve nihayet, ciğerlerindeki hava bir patlayış halinde hızla boşandı. Hava kabarcıkları minicik balonlar gibi yanaklarına, gözlerine sürüne sürüne yukarı doğru uçuşmaya başladı. Bunu acı bir boğuşma takip etti. Bulanan bilincinde, bu acı ölüm değil düşüncesi dalgalandı. Ölüm aratmazdı. Hayattı bu acıyan; bu korkunç boğulma duygusu hayatın verdiği acıydı; hayatın ona indirebileceği son darbeydi bu.

Elleriyle ayakları zayıf çırpınışlarla, kasılma hareketleriyle suyu çalkalayıp, dövmeye başladı. Ama o, elleriyle ayaklarını ve onlara suyu çalkalatıp dövdüren hırsı aldatmıştı. Artık çok derindeydi. Bu ellerle ayaklar onu hiçbir zaman suyun yüzüne çıkaramazdı artık. Yorgun bir halde, rüyamsı bir sanrı dünyasında sürükleniyor gibiydi. Her yanını renkler, ışıklar sarıp, onu yıkadı, içini doldurdu. Neydi bu? Bir fener ışığı gibiydi, ama beyninin içindeydi. Bu şimşek şimşek çakan, parlak, beyaz bir ışıktı. Daha hızlı, gittikçe daha hızlı çakmaya başladı; gümbürtülü, uzun bir ses çıktı; ona sanki dipsiz bir merdivenden aşağı yuvarlanıyormuş gibi geldi. Dipte bir yerde karanlığa gömüldü. Bu kadarını bilebildi. Kopkoyu karanlığın içine yuvarlanmıştı.

SON


616
Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin