Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə3/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40
Ya da bu mit, mevsimleri açıklamak üzere yaratılmış olabilir: kışın doğa ölür çünkü Tor'un çekicini devler çalmıştır. Bahar geldiğinde ise Tor çekicini tekrar ele geçirir. Mitler bu şekilde insanlara anlamadıkları şeylerin cevabını vermeye çalışır.
Mitler yalnızca açıklamaya çalışmakla kalmaz demiştik. İnsanlar çoğu zaman mitlerle ilişkili dinsel törenler de yaparlardı. Kurak ya da kötü geçen bir mevsimle ilgili insanların yapabileceği,, bu miti canlandırmak olabilirdi örneğin. Belki de köylülerden biri çekici devlerin elinden almak üzere göğsüne taslar koyarak gelin gibi giyinirdi. İnsanlar böylece yağmur yağıp tarlada başaklar büyüsün diye aktif olarak bir şey yapmış olurlardı.
Doğa olaylarını hızlandırmak için dünyanın pek çok farklı yerinde insanların bu şekilde "mevsim mitlerini" canlandırdıklarını biliyoruz.
34
MİTLER
İskandinav mitolojisine şöyle bir değinmiş olduk. Tor ve Odin, Fröy ve Fröya, Hodve Balderve daha çok, pek çok tanrı hakkında sayısız başka mitler vardır. Filozoflar işin içine girmeden önce bu tür mitolojik açıklamalar pek çoktu. Felsefenin doğuşu sırasında Yunanlıların da mitsel bir dünya anlayışı vardı. Asırlar boyunca kuşaktan kuşağa tanrıların öykülerini anlatmışlardı. Eski Yunan'da tanrıların adları Zeus ve Apollo, Hera ve Athene, Diyonisos ve Asklepios, Herakles ve Hefaistos idi. Bunlar tanrılardan sadece birkaçıydı.
İsadan önce 700 yıllarında Yunan mitlerinin çoğu Homeros ve Hesiodos tarafından yazıya geçirildi. Bu yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden oldu, çünkü mitler yazılır yazılmaz onları tartışmak da mümkün hale geldi.
ilk Yunanlı filozoflar Homeros'un tanrı öğretisini eleştirdiler, çünkü tanrılar fazlasıyla insan gibiydiler ve bizim kadar bencil ve güvenilmez idiler, ilk kez mitlerin belki de yalnızca insanların uydurması olduğu söylendi.
Mitlerin eleştirisini yapan filozoflardan biri, İ.Ö. 570 yıllarında yaşamış Ksenofanes'dir. "İnsanlar kendilerine bakarak tanrıları yaratmışlardır," der Ksenofanes. Tanrıların biz insanlar gibi doğduklarına, bizim gibi vücutları olup bizim gibi giyindiklerine ve konuştuklarına inanmışlardır. Siyah derililere göre tanrılar siyah derili ve basık burunludur; Trakyalılara göre ise mavi gözlü ve sarışın. Ve evet, eğer öküzler, atlar ve aslanlar resim yapabilselerdi, tanrıları öküz, at ve aslan gibi çizerlerdi kuşkusuz!"
Tam bu çağlarda Yunanlılar Yunanistan, Güney İtalya ve Küçük Asya'da pek çok şehir devleti kurdular. Bedensel çaba gerektiren tüm işleri köleler görürken, özgür yurttaşlara politika ve kültürle uğraşacak bol zaman kalıyordu.
Bu kent ortamlarında insanların düşünce biçimlerinde müthiş ilerlemeler oldu. Birey artık tek başına toplumun nasıl örgütlenmesi gerektiğini sorgulayabiliyordu. Aynı şekilde birey, hazır mitlerin açıklamasına inanmak zorunda kalmadan felsefi sorular sora-

35
SOFfNİN DÜNYASI


biliyordu.
Böylelikle, mitsel düşünce tarzından deneyim ve sağduyuya dayalı bir düşünüş biçimine geçildi diyoruz. İlk Yunan filozoflarının amacı, doğal süreçlere doğal açıklamalar getirmekti.
Sofi büyük bahçede dolanıp duruyordu. Okulda öğrendiği her şeyi unutmaya çalıştı. En önemlisi Doğa Bilgisi dersinde öğrendiklerim unutmaktı.
Başka hiçbir şey bilmeden bu bahçede doğup büyümüş olsaydı, bahan nasıl algılardı kim bilir?
Niye durup dururken yağmur yağdığına dair bir şey uydurmaya mı çalışırdı? Niye karın yokolup güneşin gökyüzünde yükseldiğine de bir açıklama kurar mıydı acaba?
Evet, mutlaka böyle olurdu. Böylece başladı uydurmaya:
Soğuk kış sarmıştı yeryüzünü, çünkü kötü kalpli Muriat güzel prenses Sikita'yı soğuk bir mahzene hapsetmişti. Ancak bir gün cesur prens Bravato gelip prensesi kurtardı. Sikita o zaman mutluluktan dansetmeye başlayarak, zindanda yazdığı bir şarkıyı söylemeye başladı. Toprak ve ağaçlar öyle duygulandılar ki, hemen o an karlar gözyaşına dönüştü. Ama o zaman da güneş gökyüzünde yerini alıp tüm gözyaşlarını kuruttu. Kuşlar Sikita'nn şarkısını söylemeye başladılar ve güzel prenses sarı saçlarını çözüp lüleleri toprağa düştüğünde yerde nilüferler açtı...
Sofi hikâyesini pek beğendi. Mevsimlerin nasıl değiştiğini hiç öğrenmemiş olsa, uydurduğu bu hikâyeye inanmaktan başka bir şey yapmayacağına emindi.
insanların her zaman doğada olup bitenleri açıklama ihtiyacını duymuş olduklarını anlıyordu, insanların bu tür açıklamalar getirmeden yaşamaları olanaksızdı belki de. Bu yüzden bilimin olmadığı o çağlarda bütün bu mitleri uydurmuşlardı.
36
DOĞA FİLOZOFLARI
...hiçbir şey yoktan varolamaz...
Annesi o akşam üzeri işten geldiğinde Sofi bahçede oturmuş, bu felsefe kursu ile babasının yolladığı yaşgünü kartını alamayacak olan Hilde Möller Knag arasında nasıl bir bağ olabileceğini düşünüyordu.
Annesi uzaktan "Sofi!" diye sesleniyordu. "Sana bir mektup var!"
Kalbi yerinden hopladı. Posta kutusuna daha önce baktığına göre bu mektup filozoftan geliyor olmalıydı. Annesine ne diyecekti şimdi?
Salıncaktan yavaşça kalkıp annesine doğru gitti.
- Mektupta pul yok. Aşk mektubu bu, bak gör. Sofi mektubu aldı.
- Açmayacak mısın? Ne demeliydi?
- Annesi omuzunun üzerinden bakıp dururken aşk mektubu açan birini gördün mü hiç?
Annesi böyle bir şey olduğuna inansın daha iyiydi. Aslında müthiş utanıyordu bunu söylerken çünkü yaşı daha aşk mektupları için pek küçüktü. Ama yabancı bir filozoftan, hem de kendisiyle kedi-fare gibi oyun oynayan bir filozoftan gelen bir mektupla kursa başladığının ortaya çıkması bir bakıma daha utanç verici bir şey olurdu.
Bu sefer gelen küçük beyaz zarflardan biriydi. Sofi yukarı, odasına çıktı ve zarfın içindeki kâğıt parçasında yazılı olan üç yeni soruyu okudu:
37
SOFÎ'NİN DÜNYASI
Her şeyin temelini oluşturan bir öz madde var mıdır?
Su şaraba dönüşebilir mi?
Toprak ve su nasıl yaşayan bir kurbağaya dönüşebilir?
Sofi soruların epey uçuk olduğunu düşünse de bütün gece bunları düşünmeden edemedi. Ertesi gün okulda da soruların birini bırakıp öbürüne kafa yordu.
Her şeyin temelini oluşturan bir "öz madde" var mıydı? Dünyadaki her şeyin ondan meydana geldiği bir "madde" olduğu varsayılsa bile, bu şey nasıl olup da birdenbire bir dü-ğünçiçeğine ya da diyelim ki bir file dönüşebilirdi?
Suyun şaraba dönüşebilmesine de yine aynı şekilde karşı çıkmak mümkündü. Sofi îsa'nm suyu şaraba dönüştürme hikâyesini duymuş ama bunu hiçbir zaman kelimenin gerçek anlamıyla ele almamıştı, tsa bunu başarmış olsa bile bu bir mucize demek olurdu ki, mucize de aslında gerçekte olamayacak bir şey demekti. Sofi şarapta ve doğadaki diğer hemen her şeyde çok fazla su olduğunun bilincindeydi. Ancak salatalığın yüzde 95'i su bile olsa, salatalığı su değil salatalık yapan başka bir şeyin de olması gerekti.
Bir de şu kurbağa meselesi... Felsefe öğretmeni kafayı kurbağalarla bozmuştu anlaşılan. Sofi, kurbağanın toprak ve sudan meydana gelmiş olduğunu kabul edebilirdi, ancak toprağın tek bir maddeden oluşmamış olması şartıyla. Toprak bir çok maddeden oluşuyorsa, toprak ve suyun birlikte kurbağayı oluşturduğu düşünülebilirdi elbette. Tabii toprak ve sudan, önce kurbağa yumurtası sonra da tetari oluşursa. N% kadar iyi sularsak sulayalım, kurbağanın bir bitki gibi bahçede boy atması beklenemezdi kuşkusuz.
O akşamüstü okuldan eve .geldiğinde posta kutusunda kalın bir zarf onu bekliyordu. Sofi şimdiye kadar hep yaptığı gibi yine Geçit'e gitti.
38
DOĞA FİLOZOFLARI
Filozofların projesi
Tekrar merhaba! Beyaz tavşanlardan filan «özetmeden doğruca bu günkü dersimize başlayalım.
Sana kabaca Yunanlılardan günümüze dek insanların felsefi sorular konusunda neler düşündüklerini anlatacağım. Tabii her şeyi yeri ve zamanı geldikçe.
Filozoflar başka bir zamanda -ve de bizim kültürümüzden tamamen apayrı bir kültürde- yaşadıkları için, her bir filozofun projesinin ne olduğunu sormak akıllıca olabilir. Bununla, her bir filozofu özellikle ilgilendiren sorunun ne olduğunu bulmayı kastediyorum. Bir filozof bitkiler ve hayvanların nasıl oluştuğuyla ilgileniyor olabilir. Bir başkası tanrının varolup olmadığı veya insanlarda ölümsüz bir ruhun olup olmadığıyla ilgileniyordur.
Bir filozofun "projesinin" ne olduğunu ortaya koyabilirsek, onun düşünce biçimini takip etmek de kolaylaşır. Çünkü tek bir filozof tüm felsefi sorularla uğraşmaz.
Burada "o" derken filozofların genelde erkek olduğuna değinmek istiyorum. Çünkü felsefe tarihini belirleyenler erkek düşünürler olmuştur. Bunun nedeni kadının hem cinsel hem de düşünen bir varlık olarak ezilmiş oluşudur. Bu büyük bir kayıptır, çünkü bu şekilde pek çok önemli deneyimden yoksun kalınmıştır. Kadınların felsefenin tarihine girişi ilk kez bu yüzyılda olmuştur.
Sana ödev vermeyeceğim; en azından zor matematik problemleri olmayacak verdiklerim. İngilizce fiil çekimiyle de hiç ilgilenmem zaten. Ancak arada bir sana küçük alıştırmalar verece ğim.
Bu koşulları kabul ediyorsan, haydi başlayalım.
39
SOFÎ'NİN DÜNYASI
Doğa filozofları
Doğa ve doğal süreçlerle ilgilendikleri için Yunanistan'daki ilk filozoflara "doğa filozofları" diyoruz.
Her şeyin başının ne olduğunu sormuştuk. Bugün pek çok insan, şeylerin bir zamanlar yoktan varolmuş olması gerektiğine inanıyor. Eski Yunanlılarda ise bu düşünce böyle yaygın bir düşünce değildi. Onlar "bir şeylerin" hep varolmuş olduğundan hiç şüphe etmiyorlardı nedense.
Dolayısıyla şeylerin yoktan varolmuş olması onlar için önemli bir sorun değildi. Buna karşılık Yunanlılar suyun nasıl yaşayan bir balığa, cansız toprağın nasıl rengârenk bir çiçeğe dönüştüğünü merak ediyorlardı. Ve tabii bir çocuğun annesinin karnında nasıl meydana geldiğini de!
Filozoflar doğada her şeyin nasıl değiştiğini gözleriyle görüyorlardı. Ancak bu değişimler nasıl mümkün oluyordu? Bir şey bir maddeden diğerine -mesela yaşayan bir canlıya- nasıl dönüşebiliyordu?
Tüm filozofların üzerinde anlaştığı nokta, bütün bu değişimlerin arkasında belli bir özün olması gerektiğiydi. Bu düşünceye nasıl vardıklarını bilemiyoruz. Bilebildiğimiz tek şey, doğadaki tüm değişimlerin ardında neredeyse pusuya yatmış bir şey olduğu düşüncesinin gelişmiş olduğu, her şeyin ondan gelip ona döndüğü "bir şey" olmalıydı.
Bizim için en ilginç şey bu ilk filozofların buldukları yanıtlar değil. İlginç olan hangi soruları sordukları ve bu sorulara ne tür yanıtlar aradıkları. Ne düşündüklerinden çok nasıl düşündükleri önemli bizim için.
Doğadaki görünür değişimlerle ilgili sorular sorduklarını kesinlikle söyleyebiliriz. Genel-geçer doğa yasaları bulmaya çalıştılar. Kendilerine sunulan mitlere başvurmaksızın, doğada olup bitenleri anlamak istiyorlardı. Her şeyden önce, doğanın kendisini
40
DOĞA FİLOZOFLARI
inceleyerek doğal süreçleri anlamaya çalışıyorlardı. Bu, şimşek ve gök gürültüsünü, yaz ve kışı tanrıların dünyasında olup bitenlerle açıklamaktan çok farklı bir şeydi!
Felsefe bu şekilde kendini dinden bağımsız kıldı. Doğa filozoflarının bilimsel düşünce doğrultusunda ilk adımı attıklarını söyleyebiliriz. Böylece sonraki doğal bilimlere öncülük ettiler.
Doğa filozoflarının yazıp söylediklerinin büyük çoğunluğu bugün yitik. İlk filozoflardan birkaç yüz yıl sonra yaşamış Aristoteles'in yazdıklarında birşeyler buluyoruz. Çoğunlukla, bunlarda Aristoteles kendinden önceki filozofların vardığı sonuçlara değinir. Bu, bizim onların bu sonuçlara nasıl vardıklarını her zaman bilemeyeceğimiz anlamına geliyor. Yine de ilk Yunan filozoflarının "projelerinin" doğanın özü ve doğadaki değişimlere dair olduğunu öne sürebileceğimize eminiz.
Miletos'lu üç filozof
Bildiğimiz ilk filozof, Anadolu'da bir Yunan kenti olan Miletos'ta yaşamış Thales'tir. Thales dünyayı çok gezip dolaşmıştı. Mısır'daki bir piramidin boyunu, kendi gölgesi tam kendi boyuna eşit uzunluktayken piramidin yerdeki gölgesini ölçerek bulduğu anlatılır. İ.Ö. 585 yılında bir güneş tutulmasını önceden saptadığı da söylenir.
Thales her şeyin özünün su olduğunu öne sürmüştür. Bununla tam olarak neyi kastettiğini bilmiyoruz. Belki de her türlü yaşamın suda oluştuğunu ve her şeyin sonunda yine suya dönüştüğünü söylemek istiyordu.
Mısır'dayken Nil'in suları çekilir çekilmez deltadaki tarlalarda nasıl bitkiler yeşerdiğini gözlemlemiş olmalıydı. Yağmurdan sonra solucan ve kurbağaların nasıl ortaya çıktığını da görmüştü belki de. •
41
SOFÎ'NIN DÜNYASI
Thales'in suyun nasıl buz ve buhara ve sonra yine tekrar suya dönüştüğünü düşünmüş olması da beklenir.
Thales "her şey tanrılarla doludur" da demiştir. Bununla ne demek istediğini yine ancak tahmin edebiliriz. Belki de toprağın çiçeklerden mısırlara, böceklerden karafatmalara kadar her şeyin kaynağı olduğunu anlamıştı. Buradan da toprağın gözle görülemeyecek kadar küçük "yaşam özleri" ile dolu olduğunu düşünmüş olabilir. Ne olursa olsun, Thales'in bu sözüyle Homeros'un tanrılarını kastetmediği kesin.
Bundan sonra bildiğimiz bir başka filozof, yine Miletos'ta yaşamış olan Anaksimandros'\ur. Anaksimandros, dünyamızın, "belirsizden" ortaya çıkmış ve burada varolan pek çok dünyadan yalnızca bir tanesi olduğunu öne sürer. Burada "belirsiz" ile neyi kastettiğini anlamak kolay değilse de, onun Thales gibi bildik bir maddeden sözetmediğini söyleyebiliriz. Belki de her şeyin özünü oluşturan şeyin, tam da bu nedenle oluşturduğu her şeyden farklı olmak zorunda oJduğunu kastediyordu. Böyle ise, öz madde sıradan bir su değil "belirsiz bir şey" olmalıydı.
Miletos'lu bir üçüncü filozof Anakaimenes'M (İ.Ö.570-526). Anaksimenes'e göre her şeyin özü havaya da uçucu maddeydi. Anaksimenes, Thales'in su hakkındaki öğretisinden elbette haberdardı. Ancak ya su nereden geliyordu? Anaksimenes, suyun sıkışmış hava olması gerektiğini öne sürüyordu. Yağmur yağdığında suyun havadan fışkırdığını görüyoruz. Suyu da biraz daha sı-kıştırırsak toprak olur, diyordu. Belki de buz eriyince nasıl kumun ortaya çıktığını gözlemlemişti. Aynı şekilde ateşin de incelmiş hava olduğunu söylüyordu. Kısacası Anaksimenes'e göre toprak, su ve ateşin özü, havaydı.
Toprak ve sudan sonra toprakta yetişen şeylere varmak güç değil. Belki de Anaksimenes hayatın ortaya çıkabilmesi için toprak, hava, ateş ve suyun birarada olması gerektiğini düşünüyordu. Ancak çıkış noktası "hava"ydı. Yine o da Thales'in doğadaki
42
DOĞA FİLOZOFLARI
tüm değişimin arkasında bir öz madde olduğu görüşünü paylaşıyordu.
Hiçbir şey yoktan varolamaz
Miletos'lu üç filozof da dünyadaki her şeyi oluşturan bir, tek bir öz madde olması gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak bir madde nasıl birdenbire bir başka madde haline dönüşebilirdi? Bu problemi dönüşüm problemi diye adlandırabiliriz.
İ.Ö. 500 yıllarında İtalya'nın güneyindeki Yunan kenti Elea'da yaşayan bir kısım filozoflar ya da "Elea'lılar" bu tür sorularla uğraşıyorlardı. İçlerinde en tanınmışları Parmenides'M (İ.Ö. 540-480).
Parmenides'e göre varolan her şey ezelden beri varolagel-mişti. Bu, Yunanlılar arasında yaygın bir düşünceydi. Dünyadaki her şeyin ebedi olduğunu neredeyse verili olarak kabul ediyorlardı. Parmenides, hiçbir şeyin yoktan varolamayacağını öne sürüyordu. Varolan bir şey de yokolamazdı.
Ancak Parmenides diğerlerinden ileri giderek hiçbir gerçek değişimin mümkün olmadığını da söylüyordu. Hiçbir şey kendinden başka bir şey olamazdı.
Parmenides doğanın sürekli değişimlere tanık olduğunu görmüyor değildi elbette. Şeylerin nasıl değiştiğini duyularıyla algılıyordu. Ancak algıladıkları mantığının söylediklerine uymuyordu. İkisi arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında mantığının sesine kulak veriyordu.
"Gözümle görmeden inanmam" dendiğini duymuşuzdur. Ancak Parmenides, gördüğünde de inanmıyordu. Duyularımızın bizi yanıltıp dünyayı yanlış, mantığımıza uymayan bir şekilde algılattığını düşünüyordu. Filozof olarak görevinin de "duyunun aldatmacalarını" bulup ortaya çıkarmak olduğuna inanıyordu.
43
SOFfNÎN DÜNYASI
İnsan mantığına böylesine güvenmeye akılcılık denir. Akılcı dünya bilgisinin kaynağında insan mantığı olduğuna inanır.
Her şey akar
Parmenides'le aynı zamanlarda Anadolu'da Ephesos'ta Herakleitos (İ.Ö. 540-480) yaşıyordu. Herakleitos doğanın en belirgin özelliğinin değişim olduğunu düşünüyordu. Duyuların sesine Parme-nides'ten daha çok güvendiğini de söyleyebiliriz belki.
"Her şey akar," diyordu Herakleitos. Her şey hareket etmektedir ve hiçbir şey kalıcı değildir. Bu yüzden "aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir". Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem dere hem de ben değişmişizdir.
Herakleitos dünyanın sürekli zıtlıklar barındırdığına da işaret ediyordu. Hiç hasta olmamışsak, sağlıklı olmanın ne anlama geldiğini bilemezdik. Hiç aç kalmamışsak, tok olmanın nasıl bir mutluluk verdiğini bilemezdik. Hiç savaş olmamış olsa, barışın değerini kavrayamaz, hiç kış olmasa bahar geldiğini anlayamazdık.
Hem iyi hem de kötünün bütün içerisinde gerekli bir yeri vardı Herakleitos'a göre. Zıtlıklar arasında sürekli bir oyun olmasaydı, dünyanın sonu gelirdi.
"Tanrı gündüz ve gece, yaz ve kış, savaş ve barış, açlık ve tokluktur," diyordu Herakleitos. Burada "Tanrı" sözcüğünü kullanmasına rağmen, kastetiği Tann'nın mitolojide geçen Tanrı olmadığı açıktır. Herakleitos için Tanrı -ya da tanrısal olan şey- tüm evreni kapsayan bir şeydir. Tanrı kendini tam da sürekli değişen ve zıtlıklarla dolu olan doğada ortaya koyar.
Herakleitos, "Tanrı" yerine çoğu kez Yunanca "logos" sözcüğünü kullanır. "Logos" mantık anlamına gelir. Biz insanlar hep aynı şekilde diişünmesek ya da aynı mantığa sahip olmasak da, He-raklitos'a göre doğada olup biten her şeyi denetleyen bir çeşit
44
DOĞA FİLOZOFLARI
"evrensel mantık" olması gerekir. Bu "evrensel mantık" -ya da "doğa yasası"- herkes için geçerli, herkesin uymak zorunda olduğu bir şeydir. Yine de pek çok kişi kendi mantığına göre yaşar, der Herakleitos. Herakleitos'un insan kardeşleri hakkında pek de yüksek fikirler beslediği söylenemez. "İnsanların çoğunun fikirleri çocuk oyuncağı kadardır," der.
Kısacası Herakleitos, doğadaki tüm değişim ve zıtlıkların ortasında bir birlik ya da bütünlük görüyordu. Her şeyin ardındaki bu "şey"e de Tanrı" ya da "logos" diyordu.
Dört ana madde
Parmenides ve Herakleitos bir anlamda birbirinin tam zıttıydı. Par-menides'e göre mantık bize hiçbir şeyin değişemeyeceğini söylüyordu. Oysa Herakleitos'un duyusal deneyimleri doğada sürekli bir değişim olduğunu ortaya çıkarıyordu. Hangisi haklıydı? Mantığın sesini mi dinleyeceğiz yoksa duyularımıza mı güveneceğiz?
Parmenides de Herakleitos da iki şey söylüyor. Parmenides:
a) hiçbir şey değişemez ve b) bu yüzden duyusal algılayışa güvenemeyiz, diyor.
Herakleitos ise:
a) her şey değişiyor ("her şey akar") ve b) duyusal algılayış güvenilirdir, diyor.
Filozoflar arasında ne büyük bir düşünce farklılığı! Ya hangisine hak vermeli? Felsefeyi girdiği bu çıkmazdan kurtaran Sicil-ya'h Empedokles (İ.Ö. 494-434) oldu. Empedokles, Parmenides'in de Herakleitos'un da iddialarının birinde haklı olduklarını ve diğer
45
SOFfNİN DÜNYASI
noktada ikisinin de yanıldıklarını öne sürdü.
Empedokles, bu fikir ayrılığının temelinde, her iki filozofun da şeylerin özünde tek bir ana madde olduğuna inanmaları olduğunu söylüyordu. Bu böyle olsaydı, mantığın söylediği ile "gözümüzle gördüğümüz" şey arasındaki uçurum kapanamaz bir şey olurdu.
Su elbette bir balığa veya bir kelebeğe dönüşemez. Su aslında değişemez. Saf su sonsuza dek saf su olarak kalır. Yani Par-menides "hiçbir şey değişmez" derken haklıdır.
Empedokles öte yandan Herakleitos'la duyularımıza güvenmek konusunda hemfikirdir. Gördüklerimize inanmalıyız ve gördüğümüz şey tam da doğadaki değişimlerdir.
Empedokles, tek bir öz madde bulunduğu yolundaki görüşün bırakılması gerektiği sonucuna varmıştı. Ne su ne de hava tek başına bir güle ya da kelebeğe dönüşemez. Doğada tek bir "ana madde" bulunduğu düşünülemez.
Empedokles'e göre doğada böyle dört temel madde ya da kendi deyişiyle "kök" bulunuyordu. Bu dört kök, toprak, hava, ateş ve suydu.
Doğadaki tüm değişimler bu dört maddenin karışımlarından ve sonra da çözülmelerinden ileri geliyordu. Çünkü her şey toprak, hava, ateş ve suyun değişik oranlarda karışımından oluşuyordu. Bir çiçek ya da hayvan öldüğünde bu dört madde tekrar birbirinden ayrışıyordu. Bu değişimi çıplak gözle görebilmek mümkündü. Ancak toprak, hava, ateş ve su oluşturdukları maddelerin içinde değişmeden ya da "dokunulmadan" oldukları gibi duruyorlardı. Yani "her" şeyin değiştiği doğru değildi. Aslında hiçbir şey değişmiyordu. Ne oluyorsa bu dört değişik maddenin karışmasından, çözülmesinden ve sonra tekrar yine karışmasından oluyordu.
Bunu bir ressamın resim yapışıyla karşılaştırabiliriz. Ressam tek bir renk, örneğin sadece kırmızı renk kullanırsa, yeşil ağaçlar
46
DOĞA FİLOZOFLARI
çizemez. Oysa sarı, kırmızı, mavi ve siyah renkleri kullandığında, renkleri farklı oranlarda karıştırabileceği için yüzlerce değişik renk elde edebilir.
Yemek yapmak konusunda da aynı şeyi söyleyebiliriz. Elimde tek bir unla, pasta yapabilmem için sihirbaz olmam gerekir. Ama yumurta, un, süt ve şekerle, bu dört ana maddeyle bir sürü değişik pasta yapabilirim.
Empedokles'in doğanın "kökleri" olarak toprak, hava, ateş ve suyu seçmesi bir tesadüf değildi. Ondan önceki filozoflar da ana maddenin neden su, hava ya da ateş olması gerektiğini kanıtlamaya çalışmışlardı. Suyun ve havanın doğada çok önemli yeri olduğuna Thales de Anaksimenes de işaret etmişlerdi. Eski Yunanlılar ateşin de önemli olduğuna inanıyorlardı. Örneğin güneşin doğadaki her şey için ne büyük yeri olduğunu görüyor, insanların ve hayvanların vücutlarının sıcaklığını biliyorlardı.
Empedoktes belki de bir ağaç parçasının yanışını gözlemlemişti. Çünkü burada olan şey tam da bir şeyin çözülmesidir. Ağacın çıtırdayıp cızırdadığını duyarız. Bu "su"dur. Buradan duman çıkar. Bu "hava"dır. "Ateş"i görmekteyizdir zaten. Ateş sönünce geriye bir şey kalır. Bu da kül ya da "toprak"dır.
Empedokles doğadaki değişimlerin bu dört kökün birleşip ayrışmasından dolayı meydana geldiğini söylerken geriye yine bir soru kalıyordu. Şeylerin biraraya gelip yeni bir hayat oluşturmalarının nedeni nedir? Ve bir "karışımın", örneğin bir çiçeğin sonra tekrar ayrışması niyedir?
Empedokles bunu doğada iki farklı güç olmasına bağlıyordu. Bu güçleri "sevgi" ve "çatışma" diye adlandırıyordu. Şeyleri birbirine bağlayan şey "sevgi", sonra onları birbirinden ayıran şey ise "çatışma"ydı.
Empedokles burada "madde" ile "güç" arasında bir fark gözetiyor. Bu önemli bir nokta. Günümüzde de bilim "ana maddeler" ile "doğal güçler" arasında bir ayrım yapar. Modern bilim de
47
SOFÎ'NÎN DÜNYASI
tüm doğal süreçleri, bazı ana maddeler ile bir kaç doğal gücün bi-rarada oluşlarıyla açıklar.
Empedokles bir şeyi algıladığımızda neler olduğu sorusunu da ele aldı. Örneğin bir çiçeği nasıl görebiliriz? Görme anında neler olur? Hiç düşündün mü bunu Sofi? Düşünmedinse işte şimdi tam sırası 1
Empedokles, doğadaki diğer her şey gibi gözlerimizin de toprak, hava, ateş ve sudan oluştuğunu düşünüyordu. Gözümüzdeki "toprak" gördüğü şey içindeki toprağı, "hava" havayı, "ateş" gördüğü şey içindeki ateşi ve "su" da suyu algılar. Gözümüzde bu maddelerden biri olmasaydı, doğayı da göremezdik.
Her şeyden bir şey
Her şeyin kaynağının tek bir şey, örneğin su olduğu düşüncesini pek benimseyemeyen bir diğer filozof da Anaxogaras (İ.Ö. 500-428) idi. Anaksagoras, toprak, su, hava ve ateşin yaşayan şeylere dönüşebildiği fikrini de kabul etmiyordu.
Ona göre doğa, gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geliyordu. Her şey küçük, daha küçük parçacıklara bölünebilir ancak en küçük parçada bile her şeyden bir şey vardır. Deri ve saç, deri ve saçtan başka bir şeyden oluşamıyorsa, içtiğimiz süt yediğimiz yemekte de deri ve saç varolmak zorundadır, diyordu Anaksagoras.
Onun bununla ne demek istediğini modern bir örnekle açıklayabiliriz. Günümüzde laser tekniğiyle "hologram" denen bir şey yaratmak mümkün. Bir hologram örneğin bir araba şeklindeyse, bu hologramı parçaladığımızda elimizde geriye yalnızca tamponu gösteren parça kalmış olsa da hâlâ tüm arabayı görebiliriz. Çünkü parçaların her biri tüm şekli içinde barındırmaktadır.
Vücudumuz da bir anlamda aynı şekilde oluşmuştur. Parma-

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin