Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə34/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   40
- Bence de çok yerinde bir örnek bu.
- Ama "huzur bozucu" yine içeri girmek isteyecektir Sofi. Bastırılan düşünce ve dürtülerin yaptığı da budur. Bilinçaltından çıkmak isteyen bastırılmış düşüncelerin sürekli "baskısı" altında yaşarız. Bu yüzden de "istemeden" bir şeyler söylediğimiz ya da yaptığımız olur.
- Buna bir örnek verebilir misin?
- Freud böyle pek çok mekanizmadan söz eder. Buna verdiği örneklerden biri yanlış tepkilerdir. Bu, bir zamanlar bastırmaya çalıştığımız şeyleri kendiliğimizden söylemek ya da yapmaktır. Freud'un bununla ilgili şöyle bir örneği vardır: Bir ustabaşı patronunun şerefine kadeh kaldıracaktır. Ama bu patron aslında hiç kimsenin sevmediği, kötü bir patrondur. "İçine edilecek" bir adamdır yani.
-Evet?
- Ustabaşı ayağa kalkıp ağdalı bir tavırla kadehini kaldırır ve: "Şimdi patronun içine edelim!" der.
- İnanmıyorum!
- Ustabaşı da bunları dediğine inanamamıştır. Aslında sadece düşündüklerini söylemek olmuştur yaptığı, ama hiç istemeden. Başka bir örnek daha ister misin?
-Evet.
492
FREUD
- Babanın rahip, kızlarının da son derece akıllı uslu kızlar olduğu bir aileyi bir gün piskopos ziyarete gelecektir. Bu piskoposun da çok büyük ve çok çirkin bir burnu olduğunu herkes bilmektedir. Bu yüzden kızlara piskoposun burnuyla ilgili tek bir söz etmemeleri tembih edilir. Çünkü çocuklarda bastırma mekanizması çok güçlü olmadığı için nerede, ne diyecekleri pek belli olmaz.
-Evet?
- Nihayet piskopos aileyi ziyarete gelir ve rahibin cici kızları piskoposun burnundan bahsetmemek için ellerinden geleni yaparlar. Daha da ötesi, piskoposun,burnunu hiç görmemiş gibi yapmaya, unutmaya çalışırlar. Ama aslında burun sürekli akıllarındadır. Sonra kızlardan biri piskoposa kahvenin yanında şeker ikram ederken, adamın yanında kibar bir edayla durur ve: "Burnunuza şeker alır mıydınız?" der.
- Ah, ne utanç verici!
- Bazen de şeyleri rasyonalize ederiz. Yani hem kendimizi, hem de başkalarını yaptığımız şeyin gerçek nedeninden bir başka nedeni olduğuna inandırmaya çalışırız. Çünkü gerçek nedenden utanırız.
- Örnek verir misin?
- Seni hipnotize ederek camı açmanı sağlayabilirim. Hipnoz sırasında sana, ellerimle masaya vurunca senin gidip camı açacağını söylerim. Masaya vururum ve sen de gidip camı açarsın. Sonra sana camı niçin açtığını sorarım. Sen de hava sıcak olduğu için açtığını söylersin belki. Ama bu, gerçek neden değildir. Benim hipnotik sözlerimin sana camı açtıran gerçek neden olduğunu kabul etmez, olayı "rasyonalize" edersin.
» - Anlıyorum.
- İşte bizler her an böyle "çifte iletişim" içinde bulunuruz.
- Dört yaşındaki kuzenimden bahsetmiştim. Pek arkadaşı yok sanırım. En azından beni görünce oynayacak biri geldiği için çok sevinir. Bir seferinde hemen kalkıp eve dönmem gerekiyordu. O zaman ne dedi, biliyor musun?
493

SOFİNİN DÜNYASI


- Ne dedi?
- "Annen aptal!" dedi.
- Evet, bu rasyonalize etmeye iyi bir örnek. Çocukcağız aslında bunu demek istemiyordu herhalde. Ama senin gitmenden üzüntü duyduğunu kendine itiraf edemediği için, ağzından bu sözler döküldü. Bazen de yansıttığımız olur.
- Ne demek bu?
- Yansıtma dediğimiz şey, kendimizde beğenmeyip bastırmaya çalıştığımız özellikleri başkasına maletmektir. Çok cimri biri, başkalarını en önce cimri diye yargılayan kişidir çoğu zaman. Seksle çok ilgilendiğini kendi kendisine itiraf edemeyen kişi, hemen başkalarını seks takıntısı olan kişiler olarak yargılar.
- Anlıyorum.
- Freud hayatımızın böyle pek çok bilinçaltı davranışlarla dolu olduğunu söylüyordu. Bir kişinin ismini ne kadar istesek aklımızda tutamayız; konuşurken elbiselerimizi çekiştirip dururuz ya da bir odadaki nesneleri bir amacımız yokmuş gibi oradan oraya taşırız. Ağzımızdan istemeden laf kaçırdığımız çok olur. Freud'a göre tüm bunlar çok masum davranışlar gibi görünseler de aslında hiç de böyle olmayabilirler. Ona göre bunlar birer "belirti" olarak görülmelidir. Bu "yanlış davranışlar" ya da "sıradan davranışlar" aslında çok derin sırları dile getiriyor olabilirler.
- Bundan sonra söylediğim her lafa çok dikkat edeceğim...
- Ama ne yapsan bilinçaltındaki dürtülerden kurtulamazsın. Yapılması gereken, hoş olmayan şeyleri bilinçaltına itmek için çok fazla enerji kullanmamaktır. Bu, tarla faresinin deliğini kapamaya çalışmaya benzer. Deliği ne kadar kaparsan kapa, tarla faresi nasılsa bir başka delikten yine çıkacaktır. Bilinçle bilinçaltı arasında hep açık bir kapı bırakmalıdır insan.
- Ve insan bu kapıyı kaparsa ruhsal hastalıklara yakalanabilir,
öyle mi?
- Evet, nevrozlu bir kimse "hoş olmayan şeyleri" bilincinden si-
494
FREUD
lip atmak için çok fazla enerji harcayan kimsedir. Çoğunlukla bu kişi belli bir takım olayları bastırmaya çalışır. Freud bu belli olayları travma diye adlandırır. "Travma" Yunanca bir sözcük olup "yara" anlamına gelmektedir.
- Anlıyorum.
- Hastanın tedavisinde Freud için önemli olan bu kapalı kapıyı aralamak ya da yepyeni bir kapı açmaktır. Hastayla işbirliği yaparak bastırılmış duyguları bilinç düzeyine çıkarmaya çalışmaktır. Hasta neyi bastırdığının farkında değildir. Yine de doktorun bu saklı travmaları ortaya çıkarmada kendjsine yardım etmesini isteyebilir.
- Doktor hastasına nasıl davranır?
- Freud serbest çağrışım dediği yöntemi geliştirmiştir. Bu yöntemde Freud hastanın rahat bir pozisyonda yatmasını sağlar ve ondan ne kadar önemsiz, ne kadar sıradan, ne kadar kötü ya da ne kadar ayıp olursa olsun aklına gelen her şeyi anlatmasını ister. Amaç, travmaların üstünü örtmüş olan "kapağı" ya da "kontrolü" kaldırmaktır. Çünkü hastayı sıkan tam da bu travmalardır. Bir bakıma devamlı oradadırlar ama bilinçte değildirler.
- Demek ki bir insan bir şeyi ne kadar unutmaya çalışırsa, bilinçaltında onunla o kadar çok uğraşır?
- Evet, tam böyle. Bu yüzden bilinçaltından gelen işaretleri dikkate almak önemlidir. Freud'a göre bilinçaltının "altın anahtarı" rü-yalarımızdı. Freud'un en önemli kitabı da 1900 yılında yayınlanan "Rüya Yorumu" adlı kitabıydı. Burada rüyalarımızın rastgele olmadığına değiniyordu. Bilinçaltındaki düşüncelerimiz rüyalar yoluyla kendilerini bilinç düzeyine çıkarmaya çalışır.
- Devam et!
- Hastalarıyla ilgili bir çok deneyimlerine ve kendi rüyalarına dayanarak Freud rüyaların isteklerin gerçekleştiği yer olduğunu saptar. Bunu en açık olarak çocuklarda görmek mümkündür, der. Çocuklar rüyalarında dondurma, kiraz görürler. Ama yetişkinlerde rüyanın gerçekleştirdiği istekler kılık değiştirmiş durumda varolurlar.
495
SOFİNİN DÜNYASI
Çünkü uyurken de kendimize kuvvetli bir sansür uygulamaya devam ederiz. Uykuda bu sansür gerçek hayattakinden daha az güçlüdür ama yine de isteklerimizin tanınmamak için kılık değiştirmesine yeter.
- Ve bu yüzden rüyaların yorumlanması gerekir...
- Freud, sabah uyandığımızda hatırladığımız rüyayla rüyanın gerçek anlamını birbirinden ayırmamız gerektiğini söyler. Rüyalar-daki görüntüler, bir başka deyişle rüyanın "filmi" ya da "videosu", rüyanın açığa çıkmış içeriğidir. Rüyanın bu "açık" içeriği malzemesini o gün ya da daha önce yaşananlardan alır. Ancak rüyanın bilincin tanıyamadığı daha derin başka bir anlamı daha vardır. Freud buna da rüyanın görünmeyen içeriği diyordu. Bu içerik, yani rüyanın gerçek anlamı çok eskilere, hattâ ilk çocukluk yıllarına kadar uzanabilir.
- Yani gerçek anlamına ulaşabilmek için rüyanın yorumlanması
gerekir...
- Evet. Hasta insanlar söz konusu olduğunda, bunun terapistle birlikte yapılması gerekir. Ancak rüyayı yorumlayan doktor değildir. O bunu ancak hastanın yardımıyla birlikte yapabilir. Böyle bir durumda doktor, yalnızca orada olup yorumun oluşmasına yardım eden Sokratesçi bir "ebe" gibidir.
- Anlıyorum.
- "Görünmeyen rüya düşünceleri"nden "açığa çıkmış rüya içeriğine" geçişe Freud rüya işçiliği der. Burada rüyanın gerçek anlamının "kodlanması'dır esas olan. Rüyanın yorumlanması sırasında bunun tersi bir yol izlenmesi gerekir. Rüyanın gerçek anlamına rüyanın "motifi"nin "tersinden kodlanması"yla ulaşılır.
- Bir örnek verebilir misin?
- Freud'un kitabı pek çok örnekle doludur. Ama istersen Freud-cu bir örneği kendimiz oluşturalım. Genç bir adam rüyasında kuzeninin kendisine iki balon verdiğini görürse...
-Evet?
496
FREUD
- Rüyanın yorumunu sen yapmaya çalışmalısın.
- Hımm... Öyleyse rüyanın "açığa çıkmış içeriği" senin de dediğin gibi adamın kuzeninden iki balon almasıdır.
- Devam eti
- Rüyanın malzemesini daha önce yaşanmış olayların oluşturduğunu söylemiştin. Öyleyse adam önceki gün lunaparka gitmiş ya da o gün gazetede balon resmi görmüş olabilir.
- Evet, olabilir. Ama unutma ki adamın yalnızca "balon" sözcüğü ya da balona benzeyen bir şeyler görmüş olması da buna yetebilir.
- Peki ama rüyanın "görünmeyen içeriği" yani gerçek anlamı ne olabilir ki?
- Rüya yorumcusu ben değil, sensin.
- Belki de adamın canı balon istemiştir.
- Yok, bence bu gerçek neden olamaz. Bu da isteklerin gerçekleştiği bir rüyaya örnek olabilir ama yetişkin bir adamın balon isteyeceği düşünülemez pek. İstese de bunu rüyasında görmesine gerek olmaz.
- O zaman buldum galiba: Adam aslında kuzenini istemektedir. Balonlar da kuzeninin göğüslerini temsil ediyor.
- Evet, bu daha akla yakın bir açıklama. Tabii adamın bunu ayıp bir düşünce olarak algılaması da şart.
- Çünkü rüyalarımız da balon filan olup kılık değiştiriyor, değil mi? -
- Evet, Freud'a göre rüyalar, "bastırılmış isteklerin kılık değiştirerek gerçekleştiği" yerlerdir. Ancak neleri bastırıp neleri bastırmadığımız, Freud'un Viyana'daki doktorluk yıllarından bu yana oldukça değişmiş olabilir. Ancak rüyanın içeriğinin kılık değiştirerek karşımıza çıktığı gerçeğinin değiştiği pek söylenemez.
- Anlıyorum.
- Freud'un psikanaliz yöntemi, 1920'Ii yıllarda özellikle psikiyatrik hastaların tedavisinde büyük bir önem kazandı. Bilinçaltına dair düşünceleri bunun yanında sanat ve edebiyatta da etkili oldu.
497
SOFÎ'NİN DÜNYASI
- Sanatçılar insanın bilinçaltındaki duygularıyla daha fazla ilgi-lenmeye mi başladılar?
- Evet, tam da böyle oldu. Aslında bu düşünceler edebiyatta önceki yüzyılın son on yılında boy göstermeye başlamıştı bile. Freud'un psikanalizinin tam da 1890'larda ortaya çıkması bu bakımdan bir tesadüf sayılamaz.
- Yani bu zaman içinde ortaya çıkması gereken bir şey miydi?
- Zaten Freud da duyguları bastırma, yanlış tepkiler ya da rasyo-nalize etmek gibi olguları ilk kez kendisinin "bulup çıkardığım" iddia etmiyordu. Ayrıca o, teorisine dair örnekleri edebiyattan almakta son derece ustaydı. Ama demin de söylediğimiz gibi, Freud'un psikanalizinin 1920'I i yıllarda sanat ve edebiyat üzerinde daha doğrudan bir etkisi olmuştur.
- Nasıl?
- Şairler ve ressamlar yaratıcı faaliyetlerinde bilinçaltındaki güçlerini kullanmaya çalıştılar. Bu özellikle sürrealist akımda etkili oldu.
- Ne demek bu?
- "Sürrealizm" Fransızca'da "Gerçeküstücülük" anlamına gelir. 1924'de Andre Breton "Gerçeküstücü bir manifesto" yayınlamıştır. Breton burada, sanatın bilinçaltmdan üretilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Sanatçı bu şekilde rüyalarından esin bularak, rüyayla gerçek arasındaki farkın ortadan kalktığı bir "gerçeküstü"ne ulaşabilecektir. Çünkü bilincin sansüründen kurtulup sözcükleri ve resimleri özgürce kullanabilmek bir sanatçı için de son derece önemli bir şeydir.
. - Anlıyorum.
- Freud bir bakıma tüm insanların aslında birer sanatçı olduklarını kanıtlıyordu. Her rüya küçük bir sanat eseridir ve her gece hepimiz rüya görürüz. Hastalarının rüyalarını yorumlarken de Freud çok fazla sayıda sembole başvuruyordu; tıpkı edebi bir eseri ya da bir resmi yorumlarken yaptığımız gibi. t
- Ve her gece rüya görmekteyiz, değil mi?
498
PREUD
- Son yapılan araştırmalara göre uykudaki zamanımızın yaklaşık olarak yüzde 2,0'sinde, yani her gece 2-3 saat boyunca rüya görüyoruz. Uykumuz bölününce genellikle sinirli ve huzursuz oluruz. Bu da her insanın kendi varoluşsal durumunu sanatsal bir şekilde ifade etme ihtiyacında olduğunun bir kanıtıdır. Rüyamızın konusu biziz-dir. Yönetmeni, senaristi, tüm oyuncuları da biz. Sanattan anlamadığını söyleyen insan aslında kendini hiç tanımayan insan demektir.
- Anlıyorum.
- Freud ayrıca insanın bilincinin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu da kanıtlıyordu. Hastalarıyla çalışmalarından vardığı sonuç, görüp yaşadığımız her şeyi bilincimizin bir köşesinde saklıyor olduğumuzdu. Ve tüm bu izlenimleri tekrar ortaya çıkarabiliyorduk. Önce "beynimizin durup" sonra "dilimizin ucuna gelmesi" ve en nihayet "birden aklımıza gelmesi", bilinçaltımızdaki şeylerin açık bir kapı bulup bilinç düzeyine çıkmasından başka bir şey değildir.
- Ama bazen aklımız gerçekten de durur hani...
- Evet, tüm sanatçılar da bilir bunun nasıl olduğunu. Ama sonra bir an gelir, tüm kapılar, tüm dolaplar açılıverir. Kendiliğinden gelir dilimizin, elimizin ucuna sözler, resimler... Bu, "bilinçaltının kapı-sı"nı biraz aralamakla olur. Buna da esinlenmek diyoruz, sevgili Sofi. Esinlenince kendiliğinden ortaya çıkar yazımız, resmimiz...
- Bu harika bir duygu olmalı.
- Sen de yaşamışsındır mutlaka bu duyguyu. Böylesi bir esinlenme haline çok yorgun çocuklarda da rastlanır. Bazen öyle yorgundurlar ki cin gibi uyanık görünürler. Ama sonra birden konuşmaya başlarlar, hem de henüz öğrenmedikleri sözcükler kullanarak. Sözcükler oradadır oysa; üstlerindeki tüm dikkat ve sansür kalktığında ortaya çıkıverirler. Bir sanatçı için de, mantığın ve dikkatin bilinçaltındaki duygu ve düşünceleri sonuna dek kontrol etmemesi Çok önemlidir. Sana bunu anlatan küçük bir masal anlatayım mı?
- Tabii.
- Oldukça ciddi ve oldukça acıklı bir masal bu.
- Olsun, anlat.
499
SOFÎ'NİN DÜNYASI
- Bir zamanlar, ayaklarının kırkını da müthiş bir hünerle kullanarak çok güzel danseden bir kırkayak varmış. Ormandaki tüm hayvanlar bu kırkayağın dansını izlemeye gelirler ve her seferinde onun dansedişine hayran kalırlarmış. Ama onun bu dansedişini beğenmeyenler de varmış. Bunlardan biri de bir kurbağaymış...
• Kırkayağı kıskamyordur da ondan.
- Ne yapsam da kırkayağın böyle güzel dansetmesini engelle-sem? diye düşünüp duruyormuş. Güzel dansetmiyorsun, dese olmazmış. Ben senden daha güzel dansediyorum dese, hiç olmazmış. Düşünmüş, taşınmış, sonunda mükemmel bir plan hazırlamış.
- Nasıl?
- Oturup kırkayağa bir mektup döşenmiş. "Eşi benzeri olmayan saygıdeğer kırkayak kardeşim!" diye başlamış mektubuna. "Sizin benzersiz danslarınızın naçiz bir hayranıyım. Müsaadenizle sizden şunu öğrenmek isterim: Nasıl böyle güzel dansedebiliyorsunuz? Acaba önce 13. sol ayağınızı, sonra da 27. sağ ayağınızı atarak mı dansa başlıyorsunuz? Sonra da 11. sağ ayağınızı kaldırıp, 35. sağ ayağınızı mı indiriyorsunuz? Cevabınızı bekliyorum. İmza: naçiz hayranınız, kurbağa."
- Gördün mü şunun yaptığını!
- Kırkayak mektubu alır almaz nasıl dans ettiğini düşünmeye başlamış. Önce hangi ayağını attığını? Ondan sonra hangi ayağını kaldırdığını? Ve sonunda ne olmuş sence?
- Herhalde kırkayak artık dansetmeyi bırakmıştır.
- Evet, tam da öyle olmuş. İşte bu bize aklın yaratıcılığı nasıl engelleyebileceğini gösteren güzel bir örnek.
- Gerçekten de acıklı bir öyküymüş...
- Yani sanatçının zaman zaman "kendini bırakabilmesi" gerekir. Sürrealistler de her şeyin böyle kendiliğinden ortaya çıktığı anları kullanmaya çalışıyorlardı. Önlerine boş bir sayfa alıyor, ne yazdıklarını hiç düşünmeden, o an içlerinden gelenleri yazıyorlardı. Buna otomatik yazı diyorlardı. Bu aslında, bir "medyum"un önündeki ma-
500
FREUD
sadaki kalemi ölmüşlerden birinin ruhunun oynattığına inandığı is-piritizmadan gelme bir deyimdir. Ama bunlardan yarın bahsetmeyi düşünüyorum.
• Nasıl istersen!
• Sürrealist sanatçı da bir anlamda bir "medyum" ya da bir araç veya bir aracıdır. O kendi biliçaltının bir medyumudur. Belki de her türlü yaratıcı süreçte rolü vardır bilinçaltının. Hem zaten nedir ki "yaratıcılık" dediğimiz şey?
- Bilmem. Yeni bir şey yaratmak değil midir?
- Öyle diyelim. Ve bu süreçte hayalgücüyle akıl arasında güzel bir işbirliği gerçekleşir. Çoğu zaman akıl hayalgücünü yok eder ve bu da oldukça ciddi bir şeydir. Bence hayalgücü Darvvinist bir sistemdir.
- Ne? İşte bunu hiç anlamadım.
- Darvvinizme göre doğada birbiri ardınca mutantlar ortaya çıkar. Ama doğa bu mutantlardan ancak bir kısmını kullanabilir. Bunların ancak bir kısmı yaşama hakkına sahiptir.
¦ Evet?
- Düşündüğümüzde, esinlenip pek çok yeni fikir bulduğumuzda da bu böyledir. Bilincimizde "düşünce mutantlarının" biri bir diğerini izler. Tabii eğer kendimize çok güçlü bir sansür uygulamazsak. Ama bu düşüncelerin sadece bir kısmı kullanılabilir. İşte akıl burada önem kazanır. Çünkü aklın da önemli bir işlevi vardır. Ortaya çıkan fikirleri bir düzene sokmak aklın ya da mantığın işidir.
- İlginç bir benzetme oldu bu.
- "Aklımıza gelen" her şeyin dudağımızdan olduğu gibi döküldüğünü bir düşünsene! Ya da tuttuğumuz notların, çekmecemizdeki kâğıtların ortaya dökülüverdiğini! O zaman dünya rastlantısal bir takım ıvır zıvırla dolardı. "Seci" denen şey ortadan kalkmış olurdu, Sofi.
- Bu fikirler arasında seçim yapan da akıl, öyle mi?
- Evet ya, sence de öyle değil mi? Yeni bir şey yaratan, hayalgü-
501
SOFi'NİN DÜNYASI
cüdür, ama seçimi yapan hayalgücû değildir. "Birleştiren" hayalgü. cü değildir. Bir kompozisyon, - ki her sanat eseri bir kompozisyon, dur- hayalgücûyle mantığın ya da ruhla aklın inanılmaz bir işbirliği sonucu ortaya çıkar. Çünkü her türlü yaratıcı süreçte hayalgücû önemli bir rol oynar, ancak bir aşamada sıradan esinlenmeleri de denetlemek gerekir. Koyunları önce çayıra salar, sonra güdersin.
Bunları söyledikten sonra Al bert o oturup pencereden dışarısını seyretmeye koyuldu. O sırada Sofi de gölün kenarında bir sürü rengarenk Disney yaratığının durduğunu gördü.
- Bak, şurada duran Guffy değil mi? dedi Sofi. - İşte orada da Do-nald'la yeğenleri duruyor... A, bu da Dolly... Varyemez Amca'ya bak... İşitiyor musun Alberto? Miki Fare'yle Bilgin de ordalar...
Alberto Sof i'ye dönerek:
- Evet, ne yazık ki öyle çocuğum, dedi.
- Niye böyle diyorsun Alberto?
- Burada biz, Binbaşının koyunlarıyla başbaşayız. İçinden gelenden bahsetmeye başlayan da bendim ne yazık ki!
- Bu yüzden kendini suçlamamalısın.
- Hayalgücünün biz filozoflar için de önemli olduğunu söyleyecektim. Yeni düşünceler üretebilmek için bizler de hayalgücümüzü serbest bırakmalıyız. Ama bu kadarı biraz fazla!
- Boşver, aldırma!
- Bu süreçte aklın da önemini vurgulayacaktım. Ama baksana ne biçim bir saçmalıkla karşı karşıya kalıyoruz. Utanması gerek bu adamın!
- Şimdi de ironi mi yapıyorsun?
- İronik olan o, ben değilim. Ama bunun bir çıkar yolu var. Planımın can alıcı noktası da bu.
- Hiçbir şey anlamıyorum.
- Rüyalardan bahsettik. Bunda da ironik bir yan var. Biz de Binbaşının rüyaları değil de neyiz sanki?
502
FREUD
-Ya?
- Ama düşünemediği bir şey var.
- Neymiş o?
- Belki de o da kendi rüyasının farkında. Söyleyip yaptığımız her şeyi biliyor, tıpkı rüyayı görenin rüyasının açık içeriğini hatırlaması gibi. Kalemi elinde tutan o. Ama birbirimize söylediğimiz her şeyi ha-tırlasa da tümüyle uyanmış sayılmaz.
- Ne demek istiyorsun?
- Rüyasının görünmeyen içeriğinden habersiz, Sofi. Bunun kılık değiştirmiş bir rüya olduğunu unutuyor.
- Ne tuhaf şeyler söylüyorsun!
- Binbaşı da böyle düşünüyor olmalı. Çünkü o da kendi rüyasının dilinden anlayamıyor. Bizim de buna sevinmemiz gerek. Çünkü bu bize küçük de olsa bir özgürlük sağlıyor. İşte biz bu özgürlükle, sıcak bir yaz günü çileklerin topraktan fışkırması gibi Binbaşının bilincinden çıkıp kurtulacağız.
- Başarabilebilecek miyiz sence?
- Başarmak zorundayız. Sana birkaç gün içinde yepyeni bir gökyüzü vaat ediyorum. O zaman Binbaşı tarla farelerinin nerde olduğunu, bir daha nerden çıkacaklarını hiç bilemeyecek.
- Rüyadan başka bir şey olsak da olmasak da, ben annesi bekleyen bir kız çocuğuyum ne de olsa! Saat beşe geliyor. Kaptan Virajı'na dönüp parti hazırlıklarına başlamalıyım.
- Hımm... Eve dönerken bana bir iyilik yapar mısın? -Ne gibi?
- Dikkat uyandırmaya çalış. Binbaşının tüm yol boyunca seni izlemesini sağlamaya çalış. Eve geldiğinde de onu düşün, o zaman o da seni düşünmek zorunda kalır.
- Ne işe yarayacak ki bu?
- Çünkü o zaman ben de rahatsız edilmeden gizli planım üzerinde çalışabilirim. Binbaşının bilinçaltına dalabilirim, Sofi. Yeniden görüşünceye dek de orada kalabilirim.
503
KENDİ ÇAĞIMIZ
...insan özgürlüğe mahkûm edilmiştir.
Çalar saat 23.55'i gösteriyordu. Hilde yattığı yerden tavana bakıyordu. Aklına gelen tüm fikirlerin özgürce varolmasını sağlamaya çalışıyordu. Bir düşünceyi düşünmeyi bıraktığında, neden artık o düşüncenin üzerine gitmediğini soruyordu kendi kendisine.
Bir şeyleri bastırıyor olmasındı sakın?
Kendisine uyguladığı tüm sansürleri kaldırabilse, belki de uyanıkken rüya görmeye başlardı... Düşüncesi bile tuhaftı bunun.
Gitgide kendisini daha rahat hissetmeye başladı ve bir an, içinde, kendisinin Binbaşının Evi'nin orada, ormanın içinde, gölün kenarında olduğunu duydu.
Alberto ne yapacaktı acaba? Tabii aslında babasıydı bu şeyi yapacak olan. Acaba o biliyor muydu Alberto'nun planını? Yoksa o da düşüncelerini özgür bırakıp, Alberto'nun kendisini de şaşırtacak bir şeyler yapmasını mı bekliyordu?
Dosyanın bitmesine bir şey kalmamıştı artık. Son sayfayı açıp baksa mıydı acaba? Olmaz, bu oyunbozanlık olurdu. Üstelik Hilde kitabın sonunun şimdiden belli olduğundan pek de emin değildi doğrusu.
Ne garip bir düşünceydi bu! Dosya önündeydi işte. Babasının bu saatten sonra dosyaya yeni bir şey eklemesi mümkün değildi. Ama bunu Alberto başarabilirdi belki de. Bir sürpriz yaparak filan...
En azından kendisi biliyordu yapacağı sürprizi! Çünkü ba-
504
KENDİ ÇAĞIMIZ
bası onu denetleyemiyordu. Ya kendisi... Kendisi denetleyebiliyor muydu tüm yaptıklarını?
Bilinç neydi gerçekten? Evrenin en büyük sırlarından biri değil miydi? Bellek neydi? Nasıl oluyordu da tüm görüp yaşadıklarımızı "hatırlayabiliyorduk"?
Nasıl oluyordu da her gece birbirinden ilginç, masal gibi rüyalar yaratabiliyorduk?
Böyle yatmış düşünürken gözlerini bir açıp bir kapıyordu. Sonra bir an gözlerini açmayı unuttu. Uyumuştu.
Bir martının çığlığıyla uyandığında saat 6.66'yı gösteriyordu. Çok tuhaf bir şey değil miydi bu? Ayağa kalktı. Her zaman yaptığı gibi yine pencereye gidip koyu seyretmeye koyuldu. Yaz olsun, kış olsun bir alışkanlık olmuştu bu.
Orada öyle dururken, birden kafasında rengarenk şimşekler çaktı. Rüyasını hatırlıyordu. Sıradan bir rüya değildi bu. Renkleri, şekilleriyle capcanlı bir rüyaydı...
Babasının Lübnan'dan dönüşünü görmüştü rüyasında. Tüm rüyası, Sofi'nin iskelede altın haçlı kolyesini bulduğu rüyanın bir devamıydı sanki.
Rüyasında, tıpkı Sofi'nin rüyasmdaki gibi, iskelede oturuyordu. Kulağına birisi çok yavaş bir sesle, " Merhaba, benim adım Sofi" diye fısıldıyordu. Sesin nerden geldiğini anlamaya çalışıyordu Hilde. Sesse fısıldamaya devam ediyordu: "Kör ve sağırsın galiba!" O anda babası BM askeri giysileri içersinde bahçeye girmiş, "Hilde!" diye kendisine sesleniyordu. Hilde koşup kendisini babasının kollarına attı. Ve rüya da burada bitiyordu.
Aklına Arnulf Överland'ın bir şiirinden şu mısralar geldi:
Tuhaf bir rüyadan uyandım bir gece, Bir ses benimle konuşuyor gibiydi,
505
SOFÎ'NİN DÜNYASI
Yeraltından akan bir su gibi uzaktı ses, Kalktım, dedim: Nedir benden istediğin?
Pencerenin önünde dururken annesi geldi.
- Aa... Sen uyanık mısın?
- Bilmem...
- Akşam her zamanki gibi, dört sıralarında geleceğim.
- Oldu.
- İyi günler Hildeciğim.
- Sana da!
Annesinin kapıyı çarpıp çıktığını duyar duymaz, tekrar yatağına girdi ve dosyayı açtı.
"... Binbaşının bilinçaltına dalabilirim, Sofi. Yeniden görüşünceye dek de orada kalabilirim."
Evet, burada kalmıştı. Kaldığı yerden okumaya devam etti. Eliyle birkaç sayfa kaldığını hissedebiliyordu artık.

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin