Oryantalizmin Çıkış Sebepleri
a) Dini sebepler:
Batılıları oryantalizm çalışmalarına iten sebeplerin başında “din” gelir. Zira oryantalizmi ilk defa rahiplerin başlatması, bizi bu sonuca götürmektedir. Özellikle Hıristiyan ruhbanların önem verdikleri tek konu İslâmiyet’i tenkide ederek iyi taraflarını kötülemek, gerçekleri tahrif etmekti. Böyle yapmalarının sebebi, her şeyden önce, dini liderlerine son derece bağlı olan Hıristiyan halka İslâmiyet’in yayılmaya layık bir din olmadığını göstermek; Müslümanların ise, kaba, cahil, kan dökmekten hoşlanan kimseler olduklarını, dinlerinin bedeni zevkleri telkin ve tavsiye etmekten, bunu karşılık ruhu yücelterek ahlaki hasletlerden uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmadığını ortaya koymaktı.17 Öte yandan batılı Hıristiyan din adamları ilk İslâm fetihlerinin, bunların ardından haçlı seferlerinin, daha sonra da Avrupa’daki Osmanlı fetihlerinin geride bıraktığı şiddetli bir İslâm korkusunu ve Hıristiyan halkın Müslümanlara karşı nefretini gayet iyi biliyorlardı. Bu psikolojik ortamı çok iyi değerlendirdiler ve İslâmî konularda araştırma faaliyetlerine hız verdiler.18
b) Sömürgeleştirme:
Batılılar, çeşitli zamanlarda, Müslüman ülke ve topraklarını işgal etmiş ve işgal ettikleri yerleri ekonomik, kültürel vs. yönlerden sömürmüşlerdir. Hedeflerine ulaşabilmek için batılılar; bir yandan işgal ettikleri -veya etmek istedikleri-ülkenin enerji kaynaklarına el koyup sömürmek, zayıflatmak ve Müslümanların ruhundaki manevi direnme gücünü kırmak ve düşüncelerini karıştırmak için, işgal ettikleri-veya işgal etmek istedikleri- ülkelerde yaşayan insanların dini akidelerini, adet ve geleneklerini, ahlâki meziyetlerini ve manevî miraslarını her yönden öğrenmek için bir kısım oryantalistler ve oryantalist kurumları, şarkiyat araştırmaları’na yöneldiler. Mesela, Christian Snouck Hurgronje, II. Abdulhamid’in pan-İslamizm politikasının o dönemde Hollanda’nın sömürgesi durumunda olan Endonezya’dan Mekke’ye gelen hacılar üzerinde nasıl bir etki yaptığı konusunda bilgi toplamak ve Hollanda hükümetine raporlar sunmak için, 1884’te Mekke’ye gidip orada araştırmalar yapmıştır.19
c) Ticari sebepler:
Oryantalist çalışmalarının gelişmesinde tesiri görülen sebeplerden biri de, Batı sanayi ürünlerinin sürümünü arttırmak, İslam ülkelerinden çok ucuz fiyatla hammadde satın almak ve muhtelif İslam ülkelerinin yerli sanayisi’ni ortadan kaldırmak maksadıyla bu ülkelerle batı arasında ticari ilişkiler kurma isteğidir.20
d) Siyasi sebepler:
Oryantalizm’in sebeplerinden biri de siyasidir. Batılı devletlerin, İslam devletlerindeki elçiliklerinde, bulundukları ülkenin dilini iyi bilen bir sekreter veya kültür ataşesi bulunur. Bunların görevi bulundukları ülkenin fikir adamlarını, gazetecileri ve siyasileriyle sıkı dostluk bağları kurarak fikirlerini öğrenmek, onlara kendi devletlerinin istediği doğrultuda telkinlerde bulunmaktır. İleri gelen oryantalistlerin birçoğu İstanbul, Mısır, Suriye gibi yerlerde, kendi ülkelerinin sefaretinde görev yapmışlar ve bulundukları ülkelerden önemli miktarda eserler (özellikle el yazması) toplamışlardır.
e) İlmi sebepler:
Oryantalistlerin çok az bir kısmı oryantalizmi, sırf Doğu milletlerinin dinlerini, dillerini, kültür ve medeniyetlerini öğrenmek istedikleri için benimsemişlerdir.21 Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki, önyargı ve ard niyetten uzak, “bağımsız ve objektif” araştırmaları ne batılı din adamları ve politikacılar arasında; ne de ilim çevrelerinde tutulmadığı ortadadır. Mesela; İslâmî araştırmalarda “tarafsızlık” ilkesini geliştirip, o dönemde Hz. Muhammed hakkında var olan efsane ve hurafeleri eleştiren ve İslam’a ön yargısız bakan Adrianus Relandus‘un yazdığı “De Religione Muhammedica” adlı eseri, Katolik kilisesi tarafından “okunması ve bulundurulması yasak kitaplar” listesine alınmıştır.22
Tarihi Seyir İçerisinde Oryantalizm
Oryantalizm’e bir başlangıç tarihi vermek zordur. Doğu araştırmalarıyla ilgilenen ilk batılı ilim adamının kim olduğu ve bu işin ne zaman başladığı tam olarak bilinmemektedir23; fakat İslâmiyet’in Doğu’da ve Batı’da süratli bir şekilde yayılması, şüphesiz Hıristiyan din adamlarının dikkatlerini bu dine çevirmiştir. İslâm’a ve İslâm araştırmalarına olan bu ilgileri İslâmiyet’i benimsemek için değil, aksine Hıristiyan din kardeşlerini ondan korumak içindir. İslâm’ı araştırmaya ilk ilgi gösteren Hıristiyan bilginlerden Yuhanna ed-Dımeşki (John of Damascus ) dir. Ancak biz, bu çabaları oryantalizmin başlangıcı olarak kabul edemeyiz. Çünkü Yuhanna ed-Dımeşki, Emevi Devleti’nin himayesinde yaşamış ve sarayda hizmet etmiş Doğulu bir kişidir.24 İspanya ve Sicilya’nın fethi Müslümanlarla Hıristiyanları daha yakın bir ilişkiye sokmuştur. Bu yerlerin daha sonra Hıristiyanlar tarafından ele geçirilmesi ise İslâm üzerinde bir merakın doğmasına yol açtı. Bu ilişkiler, Müslümanlara ait bilgi kaynaklarını (İslâm’ı büyük ölçüde çarpıtacak olan) Hıristiyan ilahiyatçıların da kullanacağı oryantalizmin başlangıç tarihini 10. asra dayandırmışlar ve öncüsünün de Gerard De Oraliac (Rahip Jerbert) olduğunu dile getirmişlerdir. Rudi Paret ise; İslâm ve Arap araştırmalarının, Kuran’ın ilk defa Latinceye çevrildiği, yine ilk defa Latince-Arapça sözlüğünün çıkarıldığı 12. yüzyıl’da başladığı görüşündedirler.25 Bazı batılı araştırmacıları 1311’de toplanan Viyana konsilini şarkiyat araştırmalarının başlangıcı sayarlar. Zira bu konsil, Arapçanın bazı Avrupa okullarında okutulmasına izin vermiş ve Sarbonne (Fransa), Oxford (İngiltere), Bologna (İtalya), Salamanca (İspanya) ve Roma Üniversiteleri’nde Arap dili ve edebiyatı kürsüleri kurulması kararlaştırılmıştı.26 Fakat M. Hamdi Zakzuk, bununla da oryantalizmin başlangıcının kesin olarak belirlenemeyeceği, ancak burada “Kilise Oryantalizmi”ne işaret edilmesi, bu tarihten önce gayr-ı resmi bir oryantalizm’in olduğunu gösteriyor27, demektedir. Aynı şekilde “Oryantalizm’in başlangıcı olarak bu tarihi kabul etmeyen bazı Avrupalı oryantalistler de bulunmaktadır. Dolayısıyla bu konudaki girişimler, oryantalizmin başlangıcı için kesin bir tarih belirlemeye değil de, yaklaşık bir dönem tespitine yöneliktir” demektedir.28 Nihayetinde oryantalizmin başlangıcı için belirli bir dönem üzerinde fikir birliği olmadığını görüyoruz.
12. asırdan itibaren Hıristiyan bilginler yoğun bir biçimde felsefe ve tabiat ilimleriyle ilgili Arapça kitapları tercüme etmeye çalışmışlardır. Ancak İslâm medeniyetiyle olan bu köklü ilişki, Batı’nın İslâm’ın inanç, düşünce ve tarihi hakkındaki bakışını değiştirmede bir etki gösterememiştir. Zira bu dönem de İslâm ile ilgili objektif ve önyargısız bir tutum sergilenememiştir. 12. yüzyılda da İslamiyet’i bir bakıma objektif olarak anlamaya yönelik bazı girişimler olmuştur. Ancak bu girişimler de, kendilerince dinsizlik saydıkları İslâm ve ilkelerine karşı açık bir şekilde mücadele etme amacına yönelikti.29 Genel olarak şunu söyleyebiliriz: Bu ilk dönem de oryantalizmin İslâmiyet karşısında takındığı tavırlarda iki ayrı eğilim ve amaç vardı. Birincisi, milli efsane ve hurafelerden oluşan kalın bir sis tabakasının ardından İslâmiyet’e bakan,” taraflı ve subjektif” bir mücadele yolu izleyen dini eğilimdir. İkincisi ise, birincisine oranla “objektiflik ve bilimselliğe” bir derece daha yakın olan ve İslâm dinini tabiat, tıp ve felsefe ilimlerinin beşiği olarak gören eğilimdir.30 13. yüzyılda İslâmiyet ve Arapça araştırmaları sahasında Roger Bacon (1214–1294), Raymond Lülle (1235–1316), Albert de Grand (1206–1280) ve Thomas d’Aquin (1226–1274) gibi isimler ön plana çıkmaktadır. Bazı oryantalistlerin Hıristiyanlaştırma amacıyla Müslümanların dillerinin öğrenilmesi ve dil okullarının açılmasının gerekliliği konusunda istekleri, 1312’de toplanan Viyana Konsülü’nde, değişik üniversitelerde Arapça kürsüleri açma kararıyla gerçekleşmiş oldu. Ortaçağ’ın sonlarında, fütuhatını günden güne genişleten Osmanlı devleti ile siyasi ve diplomatik ilişkiler de oryantalist araştırmalarının ilerlemesinde etkili olmuştur. İspanya ve İtalya’nın Anadolu, Suriye ve Mısır ile olan ticari ilişkilerinin de şarkiyat araştırmalarının canlanmasında büyük etkileri olmuştur.31 Ayrıca 15. yüzyılda Hindistan deniz yolunun keşfi, İngiliz, Fransız, Portekiz ve Hollanda imparatorluklarının dikkatini çekmiş ve ticaretin yeni alanlara taşınması için aralarında var olan rekabet bu yeni toprakların fethedilmesini şart koşuyordu. Bu alanları ise, iki önemli imparatorluğun, Moğol ve Osmanlı imparatorluklarının Müslüman yöneticilerin elinde bulunması, İslâm konusundaki merakların yoğunlaşmasına neden oldu.32
16. asır ve daha sonrasında Rönesans gerçeği ile beraber ortaya çıkan hümanist eğilimler33, siyasi ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi, Doğu’yu gezen seyyahların ve misyonerlerin sayısındaki artış ve Avrupa’da Hıristiyanlığın ideolojik birliğin ve hâkimiyetinin sarsılışı34, Avrupa’da eskiye göre daha objektif araştırmaların yapılmasına neden oldu. Öte yandan, Müslüman halkların dillerinin ve edebiyatlarının görece tarafsız ve bilimsel bir biçimde araştırılması, büyük ölçüde semitik filolojisi ve ilahiyatı çerçevesiyle alakalı olarak, Kur’an ve Arapça ile sınırlı kaldı.35
İspanyol bilgin Pedro de Alcala’nın (Petrus Hilpanus) 1505 yılında Arte Para Ligaremente Saber le Lengue Aravia adlı eseri ilk Arapça gramer kitabı olarak kabul edilmekte birlikte36, ilk Arapça kürsüsü Paris’te College de France’de 1539 yılında kurulmuştur.37 Ve bu kürsünün başına ilk gerçek oryantalist sayılan Guillaume Postel getirilmiştir.38 Bir takım ders kitapları yayınlayan Postel’in, Avrupa’da Doğu dilleri ve araştırmalarının zenginleşmesinde büyük katkıları olmuştur.39
Ayrıca Pastel önemli oryantalistler de yetiştirmiştir. Bunlardan biri olan Joseph Scaliger, birçok el yazması eser toplayan Postel’in getirdiği eserleri Heidelberg’teki eyalete ulaştırmış kütüphanelerdeki yazma koleksiyonları sayesinde ilim adamları ciddi bilgiler elde etme imkânına kavuştular. 1856 yılında, Büyük Toscana Dükü Kardinal de Medici’nin kurduğu matbaalar aracılığıyla Avrupa’da Arapça kitapların basımı kolaylaştı.40 Bu matbaa sayesinde, Doğu dünyası hakkında çalışanlar birbirinin eserlerinden faydalanma imkânı da bulmuşlardı. Ardından, bu uzmanlar grubunun çalışma araçları hazırlanmaya başlanır: Gramerler, sözlükler ve temel metinler…41
17. yüzyılda çakışmaya başlayan misyonerlik ve ticari menfaatler sonucunda başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, Almanya, Hollanda, Portekiz ve İspanya Müslüman topraklarda ticari şirketler kurmaya başlamış ve bu şirketlerin siyasi boyutlar kazanması için fazla uzun süre geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasi kontrolü gerekli kılıyordu. Avrupalıların Müslüman ülkelerindeki/topraklarındaki ekonomik ve siyasi çıkarları gelişirken bir taraftan da buraların kültür, dil ve dinleri hususunda ilgileri de artmaya başladı. Doğu ile yapılan ticaretin artması, bu doğrultuda 1600’lerin ilk yıllarından itibaren Hindistan kumpanyalarının kurulmaya başlamasıyla birlikte bölgede hâkim olan ana diplomasi ve ticaret dillerini bilen insanlara duyulan ihtiyaç artmaya başladı. Bunlara bağlı olarak Avrupa’da Doğu araştırmaları yapan kürsülerin sayısı hızla çoğalmaya başlamıştı. 1632’de Cambridge’de, 1634’te Oxford’da birer kürsü oluşturuldu.42
17. yüzyılda oryantalistler, el yazması eserleri toplamaya başladılar.43 Doğu bilimini inceleyen kürsüler çoğaldı.44 Çeşitli yerlerde Arap dili kürsüleri kuruldu. Edward Pocock 1638’de Oxford ta bir Arapça kürsüsü açtı. F. Ravlenghien (1539–1597) 1593’lerden itibaren Leiden’de Arapça okuttu.45 Avrupa’da Arap dili eğitiminin sağlam temellere oturtulmasında en büyük etkiye sahip şahsiyetlerden biri da 1613 yılında Hollanda’da Leiden üniversitesi Arap dili kürsüsü başkanlığına ilk hoca olan Thomas Erpenius’tur.(1584–1624)46 Bu zat ilmi gayretleri ve Arapça grameri konusunda ortaya koyduğu eserleriyle, iki asra yakın bir zaman boyunca Arapça alanında araştırmalar yapılması konusunda Avrupa’da Hollanda’ya öncelik sağlamıştır.47 Grammatica Arabica (1613) başlıklı çalışması, bir Avrupalı tarafından hazırlanmış, klasik Avrupa’ya ait ilk metodik eserdir.48
17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılda da devam edecek olan başka bir temayül gerçekleşti. Bu temayül sahipleri, İslâm’a biraz da sempati içeren objektif ve tarafsız bir gözle bakıyorlardı. Bu durumu o zamanın Avrupası’nda egemen olmaya başlayan ve genel anlamda kiliseye karşı olan “Rasyonalizm” akımının ortaya çıkması da teşvik etti. 17. yüzyılda birçok eser Ortaçağ’ın peşin hükümlerinin ve aşırı hücumlarına karşı İslâm’ın müdafaası yüklenmiş ve İslam dinin değerini ve samimiyetini ispat etmişlerdi.49
İslâm’ı tanımak konusunda yapılan ilk ciddi bilimsel girişimler ise, Hollanda Utrecht üniversitesi’nde Doğu dilleri profesör’ü Adrianus Relandus (Ö.1718) tarafından gerçekleştirildi. 1705 yılında iki cilt halinde Latince olarak yazdığı “De Religione Muhammedica”(İslam Dini) adlı eseri, o zamana kadar Hz. Muhammed hakkında var olan efsane ve hurafeleri eleştiren, “önyargısız ve tarafsız” bir nitelik taşımaktadır.
17. ve 18. yüzyıllar boyunca Doğu konusunda üretilenleri bir önceki yüzyılla kıyaslayacak olursak, daha zengin ve verimli bir üretimin olduğunu görürüz.50 Bu asrın başlarında batı dünyasında birkaç âlimin Doğu araştırmaları alanında ilerlemeler kaydettiği, belli başlı batı ülkelerinde dergiler çıkarıldığı görüldü. Bunlar, bir yandan da İslâm ülkelerinde bol miktarda bulunan yazma eserler üzerine düştüler.51 Bu sayede birçok Doğu’ya ait el yazması eser, Batı’ya taşınmıştır. Bu yüzyılda göze çarpan belli başlı oryantalistler Alman J.J. Reiske, ve Fransız Silvestre de Sacy’dir. Reiske, 18. yüzyıl Alman oryantalizm dünyasında ılımlı üslubu, Almanya’da Arapça araştırmalarını belli bir seviyeye getirmesi ve bu alanda yaptığı çalışmalarla tanınır. 1795’te Paris’te Ecoles Des languages Vivantes’in (Yaşayan Doğu Dilleri Okulu) kurulmasıyla birlikte Fransa’da müsteşriklik hareketi, kendi asrında müsteşriklerin lideri olan Silvestre de Sacy eliyle ilmi bir hususiyet kazanmaya başladı. Paris’i Arap Araştırmaları’nın merkezi yapma şerefi bu zata aittir. Öyle ki, burası Avrupa’nın muhtelif ülkelerinden ders almak için öğrenci ve ilim adamlarının akın ettiği uğrak bir yer oldu.52
De Sacy, daha çok Arapça grameri ve Arap edebiyatı gibi araştırmalara yöneldi. Bu Yaşayan Şark dilleri Okulu, özellikle 18. asırda Fransa ve İngiltere’de müsteşrikliğin kiliseden ayrılmasından sonra, kendi döneminde ilmi ve laik oryantalizmin numunesi sayıldı.53
Aynı zamanda Slvestre de Sacy tarafından kurulan Ecoles Des Lenguage Orientales Vivantes ile bilimsel oryantalizmin başladığı da düşünülmektedir.54
Oryantalist çalışmalarda, her yüzyılda belirli ülkelerin ön plana çıktığı görülmektedir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren de en azından 50 yıl boyunca bir disiplin olarak oryantalizm de İngiltere ve Fransa egemen olmuştur.55 18. yüzyıl sonları akademik, bilimsel ve modern oryantalizmin temellerinin atıldığı bir dönemdir. Bundan dolayı Said, 18. yüzyılın ikinci yarısıyla 19. yüzyılın ilk yılların da başlayan oryantalizmi “Modern Şarkiyatçılık” olarak nitelendirmektedir. 56
18. yüzyılda oryantalist geleneğinin oluşumu açısından da önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Her şeyden önce oryantalizmin akademik bir disiplin olarak kurumsallaşması, modern batılı bilimlerden de destek alarak yöntemlerinin gelişmesi bu dönemde gerçekleşmiştir. Önceki yüzyıllarda Avrupa’da yaygın olan İslâm ve Doğu hakkındaki imaj, yeni üretilen söylemler, yöntemler ve bilimler ışığında “Bilimsel” bir çerçevede sunulmaya başlandı. Bu dönemin oryantalist çalışmalarında görülen bir husus da, batının üstünlüğünü vurgulayıcı, Doğu imajının doğululara da kabul ettirilmiş olmasıdır.57
İşte buradan açıkça ortaya çıkıyor ki, müsteşriklik, kilisenin kontrolü ve tahakkümünden kurtulması sonucu, hedefi Şark dillerini ve edebiyatını araştırmak olan bizatihi müstakil bir ilim haline gelmiştir. Bundan sonra, sadece öğrenmek niyetiyle, bizzat Şark’ın edebiyat ve inançlarını araştırmaya yönelen ilmi bir temayül ortaya çıkmıştır.58Hatırlatılması gereken şey, bu bilgiler için giderek büyüyen bir ihtiyacın var olduğudur. Bu talep, yaygınlaşan fetihler ve sömürgeciliğin çıkarlarından kaynaklanıyor. Yani sömürge toprakları elde ettikçe sömürülen yeni kültürler, yeni dinler ve kendilerine yabancı olan fikirlerle karşı karşıya geliyorlardı. Batılı olmayan bu halkları kontrol edebilmek için dinleri ve kültürleri konusunda daha fazla bilgiye ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç çağdaş oryantalizm tarafından karşılanıyordu.59
19. asrın ortalarındaki emperyalist tutum, Avrupa ülkelerinin Doğu’ya bakışlarına hâkim oldu. Böyle olunca sömürgeci siyasetçiler, maksatlarına hizmet etmek için bazı oryantalistlerden istifade ettiler. Mesela; Hollandalı oryantalist Snouck Hurgronje (Ö. 1936), Rus Barthold, Alman H. Becker bu tür müsteşriklerden oldular. Keza Fransa ve İngiltere’de bir kısım şarkiyatçılar Dışişleri Bakanlıkları’nda danışman olarak görev yapmışlardır. Sömürgecilik, görünüşte dini gerçekte ise emperyalist savaşları olan Haçlı savaşlarının bir uzantısı olmuştur. Böylece emperyalizm ile oryantalizm birbirine destek sağlayarak, siyasi ve askeri yönden istila ettikleri İslâm ülkelerini, Batı medeniyetine tam boyun eğdirme hedefine yönelmişlerdir.60
Tarihin, sömürgecilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve hızlandığı bu evresinde, Avrupa yeni toplumlarla, yeni kültürlerle, yeni geleneklerle karşılaşmaktaydı. Avrupalı seyyahlar, girişimciler Avrupa’nın egemenlik kurduğu bu yeni egemenlik alanlarına seyahatler yapmaktaydılar. Buralardan doğal olarak da, pek çok yeni bilgi gelmekteydi. Bu bilgilerin işlenmesi, tasniflenmesi, Avrupalının kullanımına sunulması gerekliydi. İkinci bir ihtiyaç da, tanışılan bu yeni toplumlarla ilişkilerin nasıl sürdürüleceğiydi. Bu toplumun gelenekleri, dinleri, tarihsel kökleri onlarla nasıl ilişki kurulacağı konusunda da ipuçları vermekteydi. Zira artık sadece yağmalamak, yakıp yıkmak Avrupa için bir çözüm değildi. Sömürünün sürekliliğinin sağlanması gerekliliğiydi. Oryantalist çalışmalar işte bu arka planda hızlı bir artış gösterdi. Hâlâ revaçta olan çalışmalar filolojik çalışmalardı. Ancak zamanla bunlara yeni disiplinler eklenecekti: Arkeoloji, Nümizmatik v.s… Oryantalistler bu çalışmalarını daha sistemli ve başka oryantalistlerin çalışmalarından haberdar olarak sürdürebilsinler diye önce dernekler kuruldu. Ardından, yapılan çalışmalardan kamuoyunu haberdar etmek, bir anlamda kamuoyu desteğinin devamını sağlamak için uzmanlık alanlarına özel dergiler çıkardılar. Sonraları ise üretilen oryantalist bilgilerin paylaşılması ve sağlamasının yapılması, elde yeni bulgularla mevcut oryantalist bilginin geliştirilmesi gibi amaçlarla, çeşitli Avrupa devletlerinden gelen bu uzmanlar arasında bir ortak çalışma zeminin oluşturulması ve iletişim ihtiyacının karşılanması gibi nedenlerle kongreler tertip edildi. Bu birlikte çalışma, bilgileri paylaşma arzusu ve örgütlenme, yalnızca bilimsel saiklerle açıklanacak bir durum değildir. Bu oryantalist teşkilatlanma, daha ziyade dünyanın Batı dışında kalan bölgelerin emperyalist paylaşımına tüm batılı ulusların kendi güçleri ve yetenekleri oranında katılımını göstermesi açısından dikkate değer niteliktedir.
1821’de Paris’te Sociêtê Asatique kuruldu. İlk başkanlığını Sacy’nin yaptığı dernek 1822’de Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland’ı çıkarmaya başladı. 1832’de Hindistan’da William Jones ve arkadaşlarının Asiatic Researches’i, yerini periyodik olarak çıkmaya başlayan Journal of the Oriental Society’ye bırakır. 1842’de kurulan America Oriental Society de bir dergi yayınlar. 1845’te Deutsche Morgenlandische Gesellschaft (Alman Doğu Derneği) kurulur ve dernek, 1847’de Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft’ı yayınlamaya başlar. 1804’ten sonra Rusya’nın Kharkov kentinde ve bilhassa Kazan’ın Müslüman bölgelerinde Doğu İslam Dilleri, üniversite müfredatında yer alır. Rus devletinin iç politikadaki İslâm siyasetinin ihtiyaçları yüzünden Kazan şehri büyük bir gelişme kaydeder.61 Şarkiyatçılığın da araştırma “paradigma”ları, kendi bilgi kurumları, kendi kurumsallaşması vardı. 19. yüzyılda hem şarkiyatçılığın saygınlığı hem de Sociêtê Asatique (Asya Derneği), Royal Asiatic Society (Kraliyet Asya Derneği), Deutsche Morgenlandischen Gesellschaft (Alman Şark Derneği), American Oriental Society (Amerikan Şark Derneği) gibi kurumlaşmaların ünü ve etkisi olağanüstü bir artış gösterdi. Ayrıca, bu derneklerin gelişmesiyle birlikte, tüm Avrupa’da akademik Şark araştırmaları kadrolarının sayısı, bunun sonucunda da, şarkiyatçılığı yaygınlaştırmaya yarayan ulaşılabilir kaynaklar arttı. Fundgraben des Orients’le (Şark Hazineleri, 1809) başlayan şarkiyatçı süreli yayınlar, ihtisas alanlarının sayısıyla birlikte bilgileri de çoğalttı.62 Bu derneklerde bir araya gelen uzmanlar grubunun temel görevleri Arapça’yı ve İslâm kültürünün öteki dillerini öğrenmek ve öğretmek, bu dillerde yazılı eserleri anlamak için araçlar sağlamaktı. Onlar, Sacy ve William Wright’indekiler gibi gramerler, Lane’in Arapça-İngilizce ve Redhouse’un Türkçe-İngilizce sözlüklerine benzer sözlükler ürettiler. Büyük Avrupa kütüphanelerindeki el yazmalarını katalogladılar ve İslâm dünyasına ve kültürüne ait ilahiyat, hukuk, tarih ve edebiyat eserlerinden en önemli gördüklerine tıpkıbasımlarını yaptılar63
19. asrın sonunda İslâmî araştırmalar, genel müsteşriklik hareketi içerisinde müstakil bir ihtisas sahası haline geldi. O zamanlar Arabiyât ve İslâmiyât âlimlerinin birçoğu, aynı zamanda umumî manada Sâmiyât âlimleri vasfıyla İbranî araştırmaları, ya da Kitâb-ı Mukaddes incelemelerinde mütehassıs olmakla meşhurlardı. Meselâ, Nöldeke, Goldziher, Wellhausen bunlardandır.64
19. asır, müsteşriklerin ilk milletler arası kongrelerinin yapılmaya başlandığına şâhit olmuştur. Bu kongreler, her yerdeki müsteşriklere aralarındaki organizasyonu ve irtibatı kuvvetlendirme, doğrudan doğruya birbirlerinin çalışmalarından haberdar olma ve faaliyetlerini birleştirmek suretiyle fikir ve enerji israfına sebep olan mükerrer çalışmalardan sakınma fırsatı vermiştir.
Müsteşriklerin ilk milletlerarası kongresi, 1873 yılında Paris’te yapıldı. O günden beri bu kongreler, muntazam bir şekilde gerçekleştirilmeye devam edildi. Şu ana kadar bu kongrelerin sayısı 30’u aşmıştır. Bu sayı, mahalli kongre, konferans ve toplantıların dışındakiler için geçerlidir. Zira bu tür mahalli faaliyetlerin bir kısmı, daha çok eski tarihlere dayanır. Mesela, Alman müsteşrikler tarafından gerçekleştirilen ilk mahalli kongre 1849 yılında Dresden’de yapıldı. Bu tür kongreler günümüze kadar muntazam bir şekilde tertiplenmektedir.
Müsteşriklerin, milletlerarası kongreleri yüzlerce âlimden oluşmaktadır. Mesela Oxford Kongresi 25 ülkenin 28 üniversite ve 69 ilmi teşkilatlardan gelen 900 ilim adamını ihtiva etmiştir. Her bir kongre’de 14 çalışma birimi faaliyet gösteriyor, her birim, müsteşriklik araştırmalarının belirli bir konusunda uzman bulunuyordu. Daha sonra bu kongre çalışmaları, çeşitli dergilerde yayınlandı.65
19. yüzyılda Batı’nın özelde Müslüman Doğu’yu genelde ise Doğu’ya bakış açısını ve bu yüzyılda yapılan oryantalist çalışmalarını ve bunların niteliklerini kısaca özetlemek gerekirse, karşımıza şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
19. yüzyılda, özellikle de 19. yüzyılın ortalarından sonra Avrupa’nın Doğu’ya bakışını şekillendiren olgu “hükümranlık ve sömürgeciliktir”66 ve 19. asırda Müslüman Doğu hâlâ bir düşmandır, ama peşinen yenilmiş bir düşman.67 Şarkiyatçılığın kurumları ile içeriğindeki büyük ilerleme dönemi, Avrupa’nın eşi görülmedik yayılma dönemiyle tamı tamına çakışır; 1815’ten 1914’e değin, doğrudan doğruya Avrupa yönetimindeki sömürgelerin kapladığı alan yeryüzünün yaklaşık yüzde 35’inden yüzde 85’e çıktı.68
19. ve 20. yüzyıl, oryantalist çalışmaların bir yükselme ve parlama dönemi yaşadığı yüzyıllardır. 19. yüzyılda oryantalist çalışmalar kilise otoritesinden bağımsız bir şekilde yürütülmeye başlandı; oryantalizm bilimsel bir disiplin haline geldi, birçok ciddi bilimsel araştırma yapıldı, dergiler yayınlandı ve kongreler düzenlendi. Bu dönemde, diğer dönemlerde olduğu gibi, hâlâ filolojik çalışmalar başat bir rol oynamaktaydı.69 19. yüzyıl, oryantalizmde kurumsallaşmanın ve ihtisaslaşmanın görülmeye başlandığı bir dönemdir. Öyle ki, bu yüzyılda İslâm ve Arap araştırmaları, oryantalizm disiplini içerisinde müstakil bir alam haline gelmiştir.
20. yüzyılda meydana gelen birçok önemli siyasi hadise, bu yüzyılda yapılan oryantalist çalışmaları nitelik ne nicelik yönünden etkilemiştir. Bunun ilk belirtisi, 1930’lardan beri, özellikle de II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın siyasi ve ekonomik nedenlerle dolayı Doğu’ya olan bakış açısının değişmesi ve Doğu’ya karşı daha olumlu bir tarzda yaklaşmasıdır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan oryantalist çalışmalar, her ne kadar 19. ve 20. yüzyıl başlarında yapılan çalışmalar kadar kapsamlı olmasa da, sadece Doğu toplumlarının eski dönemlerini ve dillerini incelemekle kalmamış; bunun yanında bu toplumların şu anki sosyal, siyasi, ekonomik v.s. durumlarını modern sosyal ve beşeri bilimlerin yöntem ve bilgilerini/verilerini kullanarak açıklamaya çalışmıştır. Oryantalistlerin kendi toplumları dışındaki toplumların uzman, araştırmacı, bilim adamları v.s. ile geniş işbirliği ağı kurup, bu kişilerle fikir teatisinde bulunmaları bu yüzyıldaki oryantalist çalışmalarda gözlenen başka bir değişikliktir.
Ortadoğu’da sömürgeciliğin zayıflamasına paralel olarak oryantalizm bir süre sendeleme dönemi geçirmiştir. Çünkü oryantalizmin sömürge güçlerine olan faydası anlamını yitirmeye başlamıştı. Bu durum II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam etti; bundan sonra oryantalist çalışmalara, 19. yüzyılın başından II. Dünya Savaşı’nın sonuna değin hâkim olan İngiltere ve Fransa değil, Amerika hâkim olmaya başladı. ABD Üniversiteleri’nin –özel ve devlet- çoğunda bağımsız Şarkiyat merkez ve kürsüleri oluşturulup “Middle East and Islamic Studies” (Ortadoğu ve İslami Araştırmalar) adı altında faaliyete geçirildi. Bunun yanı sıra çok sayıda Amerikan vakfı, konseyi ve şirketi bu çalışmalar için maddi destek sağlamak için fonlar ayırdı70
Günümüzde Batı ülkelerinin yanı sıra Japonya ve İsrail gibi Uzak ve Ortadoğu ülkelerinde Doğu ve İslâm araştırmaları yapan fakülte, enstitü, özel kurumlar, düşünce kuruluşları v.b. bulunmaktadır. Bu ülkelerde oryantalist çalışmalar yerlere farklı ülkelerden lisans ve doktora öğrencileri gelip araştırma yapmakta ve eğitim almaktadırlar. Oryantalist çalışma sahasının genişlemesine paralel olarak birçok alt birim kurulmuş, herkes belirli ve dar bir alanda mütehassıs olmaya başlamıştır. Bu alt birimlerinin başında Ortadoğu ve İslâm Araştırmaları, Afrika Araştırmaları, Yakın ve Uzakdoğu Araştırmaları bulunmaktadır. Bölge araştırmalarının yanı sıra Doğu ve İslâm ülkelerinin her birini sosyal, siyasî, kültürel, ekonomik vs. yönden ele alan oryantalist çalışmaları da yapılmaktadır.
Günümüzde oryantalistler, kendi aralarında iletişimi kuvvetlendirmek ve yapılan çalışmalardan birbirini haberdar etmek için kongreler tertip edip MESA (The Middle East Studies Association of North America/Kuzey Amerika Ortadoğu araştırmaları Birliği), AFEMAM (Assocation Francaise Pour I’Etude du Monde Arabe et Musulman/Fransız-Arap Dünyası Araştırmaları Birliği) ve BRISMES (British Society for Middle East Studies/İngiliz Ortadoğu Araştırmaları Birliği) gibi örgütler kurdular.
Dostları ilə paylaş: |