Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə22/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51

idealizmin ortadan kalkması söz konusu olduğu devrelerde, topluluğu vücuda getiren ve medeniyetin ilk şartı olan kuvvetin za­yıfladığını görürüz. Bencillik bir millet üzerinde hakimiyetini kurar kurmaz düzen rabıtaları gevşer, insanlar kendi şahsi menfaatleri pe­şinde koşarlarken, cennetten, cehenneme düşüverirler. Gelecek ne­sil yalnız kendi menfaatim düşünmüş ve onun için çalışmış olanları unutur, şahsi saadet ve menfaatlerinden feragat etmiş olanları över.

Yahudi, üstün ırk ile en bariz, en açık tezadı vücuda getirir. Dünyada başka bir millet yoktur ki, Yahudiler kadar beka içgüdüsü ile gelişmiş olsun. Bu iddianın en açık delili, bu ırkın günümüze ka­dar payidar kalmış olmasıdır. Son iki bin sene içinde, yeteneklerin­de, karakterinde Yahudi milleti kadar pek az değişikliğe uğramış bir başka millet yoktur. Yahudiler kadar hiçbir millet büyük devrimlere karışmamıştır. Böyle olmakla beraber, insanlığı en büyük zararlara uğratan her türlü hareketten Yahudi en az zarar gören olarak çık­mıştır. Bu olaylar, Yahudilerin, büyük ve sonsuz inatçı bir yaşama iradesine sahip olduklarının ve ırklarının devamında büyük bir se­batla hareket ettiklerinin açık ve kuvvetli birer delilidir. Yahudilerin fikri melekeleri yüzyıllar boyunca gelişmiştir. Yahudi'ye bugün "kurnaz" denilmektedir. Fakat bir manada o her zaman kurnaz ol­muştur. Yahudi'nin zekası gizli bir gelişmenin sonucu değildir. Bu zeka, yabancıların Yahudi'ye verdiği hayat dersinden faydalanmıştır, insanın düşünme gücü, önündeki basamakları teker teker atlama­dan tam olgunluk derecesine kendiliğinden ulaşamaz. Yükselmek için attığı her adım, geçmiş devirlerin ortaya koyduğu temellere da­yanmalıdır. Yani genel medeniyetin arz ettiği temele dayanmak ge­rektir. Her düşünce, ancak pek küçük bir parçası itibariyle şahsi tecrübeden doğar. Düşünce büyük kısmı itibariyle, eski zamanlar­daki tecrübelerin ürünüdür. Medeniyetin genel seviyesi, kişiye çok zaman onun dikkatini çekmeden o kadar çok ilkel bilgiler verir ki, insan bunlarla kendi kendine ileriye doğru kolaylıkla yeni adımlar atabilir. Mesela günümüzde bir genç, son yüzyıl içinde yapılmış o kadar çok teknik buluşların arasında büyür ki yıllarca önce en bü­yük düşünce gücüne sahip kimseler için bile sır halinde kalan şey­ler, (kendisi için pek önemli şeyler olmasına rağmen) ona gayet ta­bii görünürler ve artık gencin dikkatini çekmezler, sadece ona, bu yönde yaptığımız gelişmeleri takip etmeye ve anlamaya imkan ha­zırlarlar. Bundan önceki yüzyılın ilk yirmi yılı içinde ölmüş bir da­hi, zamanımızda birdenbire mezarından çıksa, düşünce gücünü devrimizin gidişine uydurabilmekte, bugünün on beş yaşındaki ale­lade çocuklarından çok daha fazla zorluk çeker. Çünkü bu mezar­dan çıkan dahide, çağdaşlarımızın büyürlerken, genel medeniyetin görünümleri kanalıyla adeta şuursuz bir şekilde, yani iradesi dışında aldıkları o büyük hazırlama devri eksiktir.

tşte bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Yahudi hiçbir zaman kendine has bir medeniyetin sahibi durumunda bulunmamış olduğu için, Yahudi'nin fikri çalışmasının temelleri daima yabancılar tarafın­dan sağlanmıştır. Yahudi'nin zeka ve idraki daima etrafındaki mede­ni alem içinde gelişmiştir. Bunun aksi hiçbir zaman olmamıştır.

Yahudi'de beka içgüdüsü, diğer milletlere nispetle daha kudret­li olmasına rağmen bu kudret Yahudi'ye medeniyet yapıcı bir millet olması için en esaslı ilk şartı sağlamamıştır. Sözün Kısası: Yahudi'de

idealizm yoktur.

Yahudi milletinde, fedakarlık ferdin basit beka içgüdüsünden ileri gitmez. Yahudüerde görünen milli birlik hissi bu dünyada daha başka birçok mahluklarda da tesadüf edilen gayet iptidai bir sürü topluluğunun içgüdüsünden başka bir şey değildir. Bu münasebetle şunu söylemek gerekir: Sürü topluluğunun içgüdüsü, ancak müşte­rek bir tehlike karşısında yardımı faydalı veya mutlaka gerekli kıldı­ğı zaman sürünün üyelerini birbirlerine karşılıklı yardıma sevk ed­er. Avına karşı müşterek bir saldırıda bulunan kurt sürüsü, kendi topluluğunu meydana getiren üyelerin açlıkları tatmin olduğu za­man tekrar dağılır. Bir saldırgana karşı kendilerini korumak için birleşmiş olan atlarda da aynı durum görülür. Tehlike geçer geçmez bu at grubu derhal dağılır. Yahudi de başka türlü davranmaz. On­daki fedakarlık ruhu ancak dış görünüşte kalır. Herkesin hayatı bu­nu mutlaka önemli bir duruma sokmadıkça, fedakarlık kendini or­taya çıkarmaz. Fakat müşterek düşmana galip gelinir gelinmez yani, Yahudileri teker teker tehdit eden tehlike geçer geçmez, görünüşte kalan birleşme kaybolur ve yerini tabii istidatlara bırakır. Yahudiler sadece müşterek bir tehlike yüzünden mecbur kaldıkları zaman ve­ya müşterek bir av için bir araya gelirler. Bu iki sebep ortadan kal­kacak olursa en adi bencillik tekrar ortaya çıkar ve önceleri bir ara­da olan bu millet artık birbirleri ile kanlı bir şekilde boğuşan fare sürülerinden ibaret kalır.

Eğer, Yahudiler bu dünyada yalnız başlarına olsalardı çirkef içinde boğulurlardı veya amansız ve insafsız mücadeleler içinde bir­birlerinin kökünü kazımaya çalışırlardı. Yeter ki, kendilerinin feda­karlık ruhundan kesin olarak yoksun bulunduklarını ispatlayan korkaklıkları, kavgayı sadece bir gösteriş haline getirmesin, işte Ya­hudilerin mücadele etmek için veya daha doğrusu hemcinslerini yağma için birleşmelerine bakarak, onlarda fedakarlık hakkında bir idealist ruh bulunduğuna hükmetmek çok yanlış bir hareket olur. Yahudi burada da bencillikten başka bir şeye boyun eğmez. Bundan dolayı bir ırkı korumaya ve çoğaltmaya mahsus canlı bir organ ol­ması gereken Yahudi devleti, toprak yönünden hiçbir sınıra sahip değildir. Çünkü bir devletin sınırı daima onu meydana getiren ırkta bir idealist ruhun kabiliyetine ve özellikle çalışmanın manası hak­kında doğru bir düşünceye delalet eder. Bu düşünce ne nispette ek­sik ise belirli bir toprak içinde kalan bir devleti kurmak ve onu de­vam ettirmek için yapılan teşebbüslerin az çok neticesiz kalması da o nispette zorunludur. Bu bakımdan bu devlette bir medeniyetin yükselmesinde temel görevi görecek şey eksiktir, işte bunun için, Yahudiler kendilerine has vasıfları olan bütün fikri melekelerine rağmen gerçek bir medeniyete ve özellikle kendi yapısına uygun bir medeniyete sahip değildir. Bugün Yahudi'nin medeniyet adına sa­hip olduğu şey, başka milletlerin büyük bir kısmı itibariyle onun elinde berbat olmuş malından ibarettir.

Yahudi'nin medeniyet karşısında yerinin ne olduğunu anlamak için, esaslı gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir: Hiçbir zaman bir Yahudi sanatı görülmemiştir. Bugün de yoktur. Özellikle, güzel sa­natların iki kraliçesi durumundaki mimari ve musiki ile orijinal olan her şey Yahudilere borçlu değildir. Sanatta, Yahudi'nin vücuda getirdiği şey fikri bir hırsızlıktan ibarettir. Sonuç olarak, Yahudi ya­ratıcı güçle ve medeniyetler kurma imtiyazı ile yüklü ırkların mele­kelerine sahip değildir. Yahudilerin yabancı medeniyetleri nasıl ancak bir kopyacı gibi, modelin şeklini bozarak temsil ettiklerini ispat eden şey, özellikle en az icadı gerektiren sanatla yani dram sanatı ile meşgul olmaları­dır. Bu işte dahi Yahudi taklitçi bir maymundur. Gerçek büyüklük­lere götüren hamle kendisinde yoktur. Yaptığı bu işte bile, bir yara­tıcı değil basit bir taklitçidir. Kurnazlıkları ve kullandığı vasıtalarla kendisinde yaratıcı vergilerin yokluğunu gizlemeğe muvaffak ola­maz. Bu hususta Yahudi basını en basit yazarı dahi, Yahudi olması şartıyla överek onun imdadına yetişir. Bu işi o kadar ustalıkla yapar ki, diğer insanlar kendilerini bir sanatkar karşısında zannederler. Halbuki gerçek adi ve değersiz birinden bahsedilmektedir. Hayır, Yahudi'de bir medeniyet meydana getirecek ufacık bir kabiliyet yoktur. Çünkü insanı yükseltecek her tekamülün en birinci şartı olan idealizm Yahudi için meçhul bir şeydir ve daima böyle olmuş­tur. Yahudi'nin zekası hiçbir zaman Yahudi'ye yapma işinde hizmet-

•kar olmayacak yalnız yıkmağa yarayacaktır. Son derece ender du­rumlarda, olsa olsa bir teşvik iğnesi görevini görebilir ki, o zaman da, daima kötülük isteyen, fakat hayır yaratan kuvvet tipini meyda­na getirmiş olur. Şurası bir gerçektir ki, insanlığın bütün gelişmesi,

•Yahudi ile değil, Yahudi'ye rağmen ortaya çıkar.

Yahudi'nin, hiçbir zaman belirli sınırlar içinde bir devlet kurma­dığı ve dolayısıyla hiçbir zaman kendine has bir medeniyete sahip olmadığı için, bedeviler arasına alınması gereken bir millet sayılacağı zannedildi. Bu görüş tehlikeli olduğu kadar, büyük bir hatadır. Çün­kü bedevilerin pekala sınırlandırılmış toprağı vardır ve orada yaşar­lar. Yalnız bedevi bu toprağı toplu halde yaşayan çiftçiler gibi ekip, biçer ve oturduğu arazi üzerinde hep bir arada bulunduğu sürüleri­nin ürünleri ile yaşar. Bu çeşit hayatın sebebi, toprağın bir noktada yerleşmeye imkan vermeyen vasfıdır. Fakat gerçek sebep ise, bir devrin veya bir milletin teknik medeniyeti ile bir çevrenin tabii ha-kirliği arasındaki nispetsizliktir. Bazı ülkeler vardır ki, orada üstün ırklar, bin yıldan çok bir zaman içinde millileştirdikleri tekniklerinin sayesinde, sabit müesseseler kurmayı ve geniş bir toprağa sahip ol­mayı başarmışlardır ve hayat için gerekli olan her şeyi bu topraktan almaktadırlar. Eğer bir tekniğe sahip olmasalardı, ya bu çevreyi terk etmek veya burada devamlı şekilde yer değiştiren bedevilerin sefil hayatını sürmek zorunda kalacaklardı. Ayrıca, binlerce yıldan beri almış olduğu terbiye ve toplu hayat alışkanlığının böyle bir yaşamayı kendileri için tahammül edilmez bir duruma getirmemiş olması da gerekir. Çünkü şunu unutmamalı ki, Amerika Kıtası fethedildiği za­man birçok üstün ırk mensupları, tuzakçı, avcı vs. sıfatı ile hayatları­nı binbir zahmetle kazandılar ve çoluk çocuk büyük çöküntüler içinde çok zaman serseri gibi dolaşıp durdular. Bu sıralardaki hayat­ları, tıpkı bedevilerin yaşayışlarına benziyordu. Fakat sayıca çoğal­dıkça, daha verimli topraklara yerleştiler ve yerli halka karşı koyma imkanını kazanınca da sabit şekilde yerleşmeye başladılar.

Üstün ırk mensupları, bir ihtimale göre önceleri bedevi idiler Ancak zamanla toplu halde ve medeni olarak yaşamaya başladılar Bu sonuca varmaları kendilerinin Yahudi olmamaları ile meydana gelmiştir. Hayır, Yahudi bedevi değildir. Çünkü, bedevi çalışma hakkında bir mefhuma sahiptir ve gerekli ilk şartlar tahakkuk eder se kendisinden bir gelişme beklenir. Bedevide pek az olmakla bera ber bir idealizm temeli vardır. Bundan dolayı yaratılışı üstün ırklara garip görünür, fakat sevimsiz olmaz. Yahudi için böyle bir durum ve düşünce yoktur. Onun için Yahudiler hiçbir zaman bedevi olma mışlardır. Yahudi daima başka milletlerin yolları üzerinde, asalak olarak yaşamıştır. Bazı kere, o vakte kadar yaşadıkları çevreyi terk etmişlerse de, bu kendi istekleri dahilinde olmuştur. Yahudiler, kendilerine bahşedilen misafirperverliği suistimal etmelerinden bı kan milletler tarafından çeşitli olaylarla sıkıştırdıklarından dolayı bu göçü yaparlar. Esasen Yahudi milletinin daima daha uzaklara yayıl mak yolundaki adeti, asalakların en belirli vasıflarından biridir. Ya hudi kendi milleti için daima "sütninelik" edecek yeni bir toprak arar. işte bunun bedevilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Yahudi bu lunduğu memleketi terk etmeyi hiçbir zaman aklına getirmez. Yer leşmiş olduğu toprakta kalır. Oraya o kadar yapışır ki kendisini an çak zor kullanarak kovmak mümkün olur. Yeni bir memlekete ya yılması ancak Yahudi'nin hayatı için gerekli şartlar temin edildiği zaman vukua gelir. Bedeviler gibi oturdukları yeri değiştirmezle ı Yahudi, tam bir asalak tipidir ve daima böyle kalacaktır. Münbit bu toprak, Yahudi'yi davet edince, "basil" gibi daima uzaklara yayıl 11 Onun varlığı ile meydana gelen sonuç, asalak bitkilerin tesirleri ile aynıdır. Yahudi nereye yerleşirse Yahudi'yi kabul etmiş olan milin az veya uzun zaman sonra sönüp gider. işte Yahudiler, başka milletlerin vatanlarında bu şekilde yaşa­mışlardır. Yani Yahudi kendi devletim kuruyordu. Kendi devleti ve şartlar onu gerçek mahiyetini tamamen belli etmeye zorlamadığı sü­rece, kendini "dini topluluk" maskesi altında saklıyordu. Fakat bu kıyafet değiştirmeden vazgeçebilecek kadar kendini kuvvetli hisset­tiği gün, maskeyi atıyor ve açığa çıkıyordu.

Yahudi'nin asalak sıfatıyla başka milletlerin ve devletlerin gövde­lerinde sürdüğü hayat özel bir vasfa sahiptir. Bu yüzden Shakspeare daha önce de bahsettiğimiz gibi, Yahudi'nin yalancılıkta büyük usta olduğunu söyler. Yaşayış şekli onu daima yalan söylemeye sevk eder. Kuzey ikliminin bir kimseyi yünlü elbiseler giymeye zorlaması gibi... Yahudi, başka milletlerin vücudunda, kendi yaşayışının bir mil­let gibi kabul edilmeyip, ancak özel cinsten bir "dini topluluk" gibi düşünülmesi gerekeceği kanaatini uyandırmayı başardığı takdirde, j bu asalak hayatına devam eder. Fakat bu onun en büyük yalanların-' dan biridir. Çünkü Yahudi, milletlerin asalağı sıfatıyla yaşayabilmek 1 için kendi şahsında hiç değişmeyen ve özel olarak mevcut bulunan ! jeyi inkar etmek zorundadır. Yahudi'nin zekası ne kadar büyükse, [f-bu hileli işte de o kadar başarı sağlar. Bu sahtekarlıkta o kadar ileri l gidebilir ki, onlara misafirperverlik gösteren milletin büyük bir kıs-|mı, sonunda Yahudilerin başka bir dinin mensubu olmaları ile bera-| ber gerçekten bunların Fransız, ingiliz, Alman veya italyan oldukla-|nna inanır. Halbuki özellikle, tarihin kırıntılarından istifade ettikleri i Sanılan tedbirli sınıflar bu korkunç aldatmaya kurban olmaktadır-|' lar. Bu çevrelerde kendi kafası ile düşünmek kutsal inanışa karşı iş­lenmiş bir günah gibi kabul edilir, işte bu yüzden, Bavyera'da bir bakanın Yahudilerin bugün bile bir dinin mensupları olmayıp, bir milletin fertleri oldukları zerre kadar fark etmemesine hayret etmek gerekir. Halbuki bu gerçeğin en kabiliyetsiz düşünce gücüne sahip kimselerin kafalarına yerleşmesi için Yahudiliğin malı olan basına bir göz atmak yeter. Gerçi Echo Juif henüz resmi bir organ değildir ve onun için devletin yüksek mevkilerine çıkmış bir kimsenin gö­zünde hiçbir önem taşıyamamaktadır.

Yahudiler, daim ırklarına has bir vasfa sahip bir millet olmuş­tur. Bunlar hiçbir zaman özel bir dine inanan kimse olmamışlardır. Yahudiler gelişebilmek için, kendilerini rahatsız edici bir dikkati, kendi üzerlerinden başka bir yöne çevirmek için, bir çare bulmak zorunda kalmışlardır. Kendilerine çevrilen şüpheli bakışları uyut­mak için başvurulan en başarılı ameli çare, o "dini topluluk" mefhu­munu ileri sürmekten ibaret değil miydi? Çünkü bunda da her şey kopyadır, işin aslı aranırsa çalınmış şeydir. Yahudi yaradılışı itiba­riyle dini bir teşkilat kuramaz. Çünkü o hiçbir sahada idealist ola­maz. Binaenaleyh hayattan sonra iman, Yahudi için tamamen ya­bancı bir mefhumdur. Fakat üstün inanışlara göre, bir insanın ölü­münden sonra da hayatının devam ettiği kanaatinden, herhangi bir şekilde yoksun bulunan bir din tasavvuruna imkan yoktur. Gerçek­te Talmud (Yahudilerin, Hz. Musa'nın kanun ve prensiplerini konu edinen din kitabı) insanı ahrete hazırlayan bir kitap değildir, sadece dünyada ameli ve tahammül edilecek bir hayat sürmeyi gösterir ve öğretir.

Yahudilerin dini, evvela Yahudi kanının temizliğini korumaya çalışan bir derstir. Bu din, Yahudilerin kendi aralarındaki ilişkilerini tanzim eder. Diğer taraftan Yahudilerin kendilerinin dışında kalan kimselerle olan münasebetlerinde ahlak meselelerinden bahsetmez. Yalnız, fevkalade adi ekonomik meseleler ortaya koyar. Yahudi dini­nin inanışlarmdaki ahlaki değer hakkında her zaman incelemeler yapılmış ve bugün dahi bu yolda derin incelemelere devam edil­mektedir. (Burada kastettiğim incelemeler Yahudiler tarafından ya­pılanlar değildir. Çünkü Yahudilerin bu konuda yazdıkları bütün şeyler pek tabii olarak kendi gayelerine uygun yazılardan ibarettir.) Onların kendi dinleri hakkında söyledikleri şeyler, bu konuda bü­yük fikirlere göre hüküm verenlere pek şüpheli görünür. Fakat bu­nun en iyi tarifi, bu dini terbiyenin meydana çıkardığı üründedir.

Yahudi'nin hayatı yalnız bu dünyada sürdüğü hayattır. Her Ya­hudi'nin ruhu, kendi mezheplerinin kurucusuna ne kadar yabancı ise, Yahudi ruhu gerçek Hıristiyanlığa da o kadar yabancıdır.



Isa, Yahudi milleti hakkında beslediği kanaatinin hiçbir zaman gizlememiştir. Hatta gerektiği zaman insanlığın düşmanı olan bu Yahudileri Tanrı'nm mabedinden kırbaçla kovmuştur. Her zaman olduğu gibi Yahudi o zaman da dini iş yapmak için bir vasıta kabul ediyordu, îşte bu yüzdendir ki Isa çarmıha gerilmiştir.

Ne yazıktır ki, Hıristiyan Partisi, seçimlerde Yahudilerden oy dileniyor ve Alman milletinin düşmanı olan Yahudi Partileri ile de entrikalar çeviriyor. Yahudilerin bir ırk olmayıp, bir dinin mensupları olduklarına dair söylenen bu ilk ve büyük yalandan sonra, başka yalanlar da bi­na edildi. Mesela bunlardan biri Yahudilerin diline ait uydurulan yalandı. Bu dil Yahudi için düşünceleri ifade vasıtası değil, gizleme vasıtasıdır. O, Fransızca konuşurken, Yahudi gibi düşünür, Alman­ca şiir yazarken, yalnız ırkının karakterini anlatır. Yahudi, kanını emdiği milletlerin hakimi olmadıkça ister istemez onların dilini söy­ler. Fakat diğer milletler kendilerinin köleleri olur olmaz, bütün Ya­hudiler, hemen bir dünya dilini, esparantoyu öğrenecekler ve onu konuşacaklardır. Maksat bu vasıta ile Yahudiliğin hakimiyetini daha kolay sağlamaktan ibarettir. Yahudiler dış görünüşü kurtarmak için bütün şiddetle reddettikleri "Protocoles deş sages de Sion" (Sion ile­ri gelenlerinin protokolleri) bu milletin büyük hayatının nasıl de­vamlı bir yalan üzerine bina edilmiş olduğunu gösteren eşsiz bir mi­saldir. Gazette de Francfort bağıra bağıra, "bunlar sahtedir" diye ya­zıyor ve bütün dünyayı buna inandırmaya çalışıyor. Bunların doğru olduğuna en güzel delil işte bu yazılanlardır. Bu protokoller, birçok Yahudi'nin şuursuz bir şekilde yerine getireceği, yapacağı ve uygu­layacağı şeyleri açık şekilde anlatmakta ve göstermektedir, işin önemli noktası buradadır. Hangi Yahudi beyninin açıklanan bu şey­leri düşünmüş olduğunu bilmek önemli değildir. Kesin olan şey, Yahudi milletinin karakter ve faaliyeti, bütün dal budak saran yayı­lışı ile birlikte, gözünü dikmiş olduğu son hedefleri insanı titretecek bir açıklıkla ortaya koymasıdır. Bu açıklama hakkında bir hüküm vermenin en iyi vasıtası onları olaylarla kıyaslamaktır. Son yüzyılın tarihi olayları bu kitabın ışığı altında gözden geçirilecek olursa, Ya-. hudi basının neden böylesine feryat ettiği kolayca anlaşılır. Bu kitap bir milletin her gün okuduğu bir eser haline gelirse, artık Yahudi tehlikesi önü alınmış bir tehlike olarak kabul edilebilir. Yahudileri yakından tanımak için, en iyi usul, diğer milletler arasında yüzyıllar boyunca takip etmiş olduğu usulü uygulamaktır. Bunu açık şekilde görmek için bir misal yeter. Yahudi'nin gelişmesi her devirde aynı olduğu, zarar vererek yaşadığı milletler hep aynı milletler olarak kaldığı için bu incelemeyi çeşitli bölümlere ayırmak gerekir. Bunla­rı, sade bir ifade ile belirtmek için her bölümü harflerle işaretleyece­ğim. Almanya'ya ilk Yahudiler, Romalıların istilası ile ve her zaman olduğu gibi ticaret adamı sıfatıyla gelmişlerdir. Büyük göçlerin do ^urduğu alt üst olmalar sırasında, Yahudiler dışardan bakıldığında ortadan kalkmış göründüler ve bundan dolayı ilk Cermen Devletle­rinin kurulduğu günler, Orta ve Kuzey Avrupa yeni ve kesin bir şe­kilde Yahudileşmenin başlangıç noktası oldu. Böylece o günden be­ri Yahudiler ne zaman üstün ırkların arasına karıştılarsa bir gelişme başladı ve daima aynı durumda veya benzer bir halde kaldılar.

A. Yahudi ilk sabit kuruluşlar doğar doğmaz, birdenbire orada ortaya çıkar. Tüccar sıfatı ile gelir ve ilk başlarda milliyetim sakla­maya önem vermez. O hâlâ Yahudi'dir, çünkü kendi ırkı ile misafiri olduğu milletin arasındaki farkları ortaya koyan dış işaretler henüz pek bariz bir şekildedir. Çünkü içine girdiği milletin dilini henüz daha iyi bilmez. Diğer milletin milli vasıfları ile arasında büyük farklar olduğu için Yahudi kendini yabancı tüccardan başka bir sı­fatla tanıtmaya cesaret edemez. Kendisi pek uysal olduğu ve Yahu­di'yi kabul eden millet de tecrübeden yoksun bulunduğu için, Ya­hudilik vasfını korumak ona pek zarar vermez, hatta böyle davran­ması bazı faydalar sağlar. Yabancılara karşı iltifat gösterir.

B. Yahudi, yavaş yavaş iktisadi hayata dahil olmaya başlar. Bu sokuluş, üretici sıfatıyla olmaz. Daha ziyade aracı olarak ekonomik hayata girer. Binlerce yıl zarfında binbir tecrübe ile gelişmiş olan ti­caret alanlarındaki mahareti Yahudi'yle, geniş bir namuskârlığa sa­hip olan büyük ırklara karşı bir üstünlük sağlar. Öyle ki, kısa bir zaman içinde o toplumda ticaret Yahudi'nin tekeline girer. Önce borç para verir. Faiz alır. Bu yeni buluşun doğuracağı tehlike ilk an­larda fark edilemez. Hatta hatta, ticaret hayatında borç para vermesi ile sağladığı kolaylık memnuniyetle karşılanır.

C. Yahudi artık, şehirlerde özel mahallelerde oturmaya başlar. Gittikçe kuvveti artar. Devlet içinde devlet kurar. Ticaret ve para iş­lerini kendine ait bir imtiyaz kabul eder ve bunları insafsızca istis­mara başlar.

D. Artık para işleri ve ticaret Yahudi'nin kesin olarak tekeline girmiştir, işbirliği ve tefeci faizleri, sonunda kendisine karşı bir di­renme uyanmasına sebep olur. Yahudi'nin yaradılışından ileri gelen küstahlığı şiddetini artırınca, nefrete yol açar ve zenginliği kıskanç­lık doğurur. Yahudi toprağı da kendi ticareti arasına alıp ve bunu da satılan, pazarlığa tabi tutulan bir meta halinde hakir bir duruma düşürünce kendisine gösterilen tahammül sona erer. Yahudi hiçbir zaman toprağı kendi ekip, biçmediği ve onu gelir temin eden bir mal addetmediği ve kendi adi isteklerine boyun eğilmesi şartı ile köylünün oturmasında bir zarar görmediği için, tahrik ettiği antipa-ti açıkça bezginlik doğuruncaya kadar çoğalır. Baskısı, hırsı ve aç­gözlülüğü öylesine tahammül edilmez bir hal alır ki kanları emilmiş kurbanları kendisine karşı fiili tecavüze başlarlar. Böylece bu yaban­cı daha yakından incelenmeye başlanır ve kendisinde gittikçe iğrenç vasıflar görülür. Sonunda ev sahibi ile Yahudi arasında derin bir uçurum meydana gelir.

Korkunç sefalet devirlerinin istismar edilmiş halkının galeyan ve hiddeti sonunda Yahudi'nin aleyhinde patlar. Yağmaya uğramış, sefil düşmüş ve harap olmuş halk toplulukları kendi müdafaaları için bu Tanrı'nın belasına karşı adaleti kendileri uygulamaya başlar­lar. Belki aradan birkaç yüzyıl geçmiştir ama, bu belanın da ne mal olduğunu öğrenmişlerdir. Artık onun sadece varlığını bile, veba mikrobu kadar korkunç bir tehlike kabul ederler.

E) işte bu vakit Yahudi gerçek hüviyeti ile ortaya çıkar. Hükü­metleri buhran doğuracak müdahalelerle sıkıştırmaya başlar. Bazen halkın gazabı, bu "ebedi sülük" aleyhine parlarsa da, bu hal Yahu­di'nin terk ettiği noktadan itibaren birkaç yıl sonra tekrar meydana çıkmasına engel olmaz. Yahudi'yi başka insanları istismardan vazge-çirtecek hiçbir zulüm yoktur. Yahudi kendisine yapılan zulmün üs­tünden bir süre geçince yine toplumun içine girer ve eski halini alır. Bunun üzerine hiç olmazsa daha kötü bir durumu engellemek için toprağı tefecilerden uzak tutmaya çalışırlar ve bundan dolayı Yahu­di'nin toprak almasını kanunla yasaklarlar.

F) Yahudi, hükümdarların kuvvetleri artıkça, onların etrafını alır. Hükümdarlardan yeni yeni "imtiyazlar", "ayrıcalıklar" dilenir. Mali bakımdan sıkıntı içinde bulunanlar, para karşılığında Yahu­di'ye istediklerini bahşederler. Bu yeni imtiyazlar Yahudi'ye ne ka­dar pahalıya mal olursa olsun, Yahudi kısa bir zaman içinde harca­dığı parayı faizi ile beraber tekrar kazanır. Yahudi halkın gövdesine yapışan gerçek bir sülüktür. Yahudileri halkın gövdesinden koparıp atmak mümkün değildir. Hükümdarlar paraya ihtiyaç duydukça, Yahudi'nin halktan emdiği kanın bir kısmını, mübarek elleri ile on­dan alırlar. Bu hal böyle devam eder gider. Bu durumda Alman prenslerinin oynadığı rol, Yahudilerin yaptıkları kadar esef vericidir. Bu prensler, gerçekten Allah tarafından millet için bir bela olarak gönderilmişlerdi. Zamanımızda ise bu prenslerin yerini bakanlar al­maktadır. Eğer Alman milleti Yahudi tehlikesinden tamamen kur­tulmamış ise, bunun suçu Alman prenslerine aittir. Maalesef daha sonra bu durum aynı şekil altında kaldı. Öyle ki prensler milleti için işledikleri günahların karşılığı olan ücretleri belki bin defa Yahudi­lerden tahsil etmişlerdir, işte bu prensler şeytanla anlaşmışlardı ve hayatlarını cehennemde sona erdirdiler.

G) Prensler, Yahudilerin ellerine düşmekle kendi feci akıbetle­rini hazırlamış oldular, işgal ettikleri mevkiler, kendi halkının men­faatlerini korumaktan vazgeçmeleri ve bu halkı istismar edenlerden biri olmaları nispetinde yavaş yavaş fakat muhakkak surette zayıflı­yor ve kökünden yıkılıyordu, işte Yahudi onların saltanatının sona ermekte olduğunu gayet iyi fark ediyor ve bu çöküşü mümkün ol­duğu kadar geciktirmeye uğraşıyordu. Prensleri gerçek görevlerin­den alıkoyup, en adi ve en fena övgülerle sersem ederek, sefil haya­tın içine iten, kendilerini bütün bütün gerekli hale getirerek o son­suz para ihtiyacı içinde onlan çırpındıranlar, bizzat Yahudiler di. Ya­hudi, ustalıkla veya daha doğrusu para işlerinde ahlaki düşünceler­den yoksun oluşu ile daima kurbanlarının boğazlarını sıkarak, hatta derilerim yüzerek yeni kâr kaynakları bulur. Öyle ki bu kurbanların hayatlarının ortalaması daima kısalır. Her sarayın bir "Saray Yahu­di'si" vardır. Halkı işkence içinde bırakan, ümidini yok eden, fakat öte yandan prenslere her zaman yeni yeni servetler sağlayan cana­varlara bu ad verilir. Bu durumda Yahudi daha yükseklere çıkmak için her şeyden istifade etmeye başlar. Artık Yahudi'nin yaptığı, memleketin asıl sahiplerinin haklarından aynı derecede istifadeye kalkmaktır. Her türlü haklardan faydalanır. Kiliseye kendini vaftiz ettirir. Kilise yeni bir evlat kazandığını sanarak iftihar eder. israil de büyük bir başarı ile sonuçlanan bu hilekarlıktan bahtiyarlık duyar.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin