Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə42/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   51

Monarşi rejiminin ve bu rejimin temsilcilerinin ortadan kaldı­rılmaları Reich'ın federatif vasfına pek acı bir darbe indirdi. Fakat en acı darbe barış anlaşması ile taahhüt ettiğimiz vecibelerle indiril­miş oldu.

Savaş kaybedilince, küçük devletlerin hiçbir zaman yerine geti­remeyecekleri parasal vecibeler Reich'a yüklendi. Bu tazminatın Re­ich'a intikal edeceği pek açıktı.

Reich üstüne yüklenen vecibeleri yerine getirebilmek için, bir­takım kaynakları eline geçirmek mecburiyetinde kaldı. Bu arada postaların ve demiryollarının Reich tarafından işletilmeleri de mille­timizin tutsaklığının kaçınılması olanaksız bir sonucu idi. Reich'ın iktidar ve yetkilerinin genişlemesinin aldığı şekil manasız kalmıştı. Fakat Reich'ın buna teşebbüs etmesi de makuldü. Bütün bunların tek sebebi, Almanya'nın savaşı galip bitirebilmesi için gereken ted­birleri önceden almamış olan, kişiler ve partilerdi.

En basit sorumlular, özellikle Bavyera'da çıkarları peşinde ko­şan ve bu yüzden, Reich'a borçlu oldukları halde, savaş için Reich'a ödenek vermemiş olan partilerdir. Bu tedbirsizliklerinin cezasını bozgundan sonra, savaş çıkmadan önce yapacakları masrafların on misli fazlası ile ödediler. Tarih intikam alıcıdır! Yalnız şunu belirte­yim ki, Tann'nın işlenen bir günaha, bu kadar çabuk ceza verdiği az görülmüştür. Birkaç yıl önce, özellikle Bavyera'da, özel devletlerin çıkarlarını, Reich'ın çıkarları üstünde tutmuş olan partiler, o zaman olayların baskısı altında Reich'ın yüksek çıkarlarının özel devletler tarafından boğazlandığına tanık oldular. Bunlar kendi işledikleri ha­talarının kurbanları olmuşlardı. Bu partililerin, ülkelerinin egemen­lik haklarını kaybetmelerinden ötürü yakınıp durmaları eşi görül­memiş bir ikiyüzlülüktür. Çünkü bu partilerin hepsi, istisnasız öyle bir siyaset uyguladılar ki, bunun sonuçları Almanya'nın iç siyasetin­de pek derin değişiklikler olmasını gerektirdi. Bismarck'ın Reich'ı dışa karşı özgür ve anlamsız idi. Üstelik bu Reich, bugün Alman­ya'nın Davves rejimi altında tahammül etmek zorunda kaldığı dere­cede ağır ve aynı zamanda yararsız mali ödevler yüklenmemişti. Bü­tün yetkisi, yalnızca içte muhakkak gerekli olan birkaç vergiye münhasır kalıyordu. Demek ki, gelir konusunda kendisine özgü re­jimlerden vazgeçebilir ve Reich'ı oluşturan devletlerin verdikleri paylarla yaşayabilirdi. Bu devletler, kendi egemenlik hakları güven­ce altına alındığı ve ödedikleri vergi tutarı nispeten az olduğu için, Reich'a karşı olumlu duygular besliyorlardı.

Ancak Reich'ın muhtelif devletler nazarında pek az sevilmesi­nin, devletlerin Reich'a karşı mali bir tabiiyet altında bulunmaları ile izah etmek hatalı bir propaganda, hattâ yalan olur. Hakiki se­bep bu değildi. Reich'ın ifade ettiği kudretin bir ilgi görmemesinin sebebi, Reich'ı meydana getiren çeşitli devletlerin elinden hüküm­ranlık haklarının alınması idi. Bu alâkasızlık, daha ziyade Alman kuvvetinin bugün kendi devleti, tarafından üzüntü duyulacak bir şekilde temsil edilmesinin neticesidir. Reich'ın sancağı, anayasa şen­liklerine rağmen milletin kalbine yabancı kalmıştır. Belki cumhuriyeti müdafaa eden kanunlar telkin ettiği ve etrafa saçtığı korku ile, cumhuriyet müesseselerine dokunmaya mani olabilir. Fakat, bu ka­nunlar sayesinde tek bir Alman'a dahi bugünkü cumhuriyet sevdiri-lemez.

Kanunlar ve zorunlu hizmetler korkusu ile cumhuriyeti kendi vatandaşlarına karşı koruma endişesinin aşırı bir noktaya vardırıl-ması, bütün rejimin en ezici ve en utanç verici biçimde eleştirilme­sine yol açar.

Bazı milletlerin, Reich'ın çeşitli devletlerin hâkimiyetlerine el uzattığı için halk tarafından sevilmediğine dair ortaya çıkardıkları yalanın sebebi başka idi. Reich, kendi hâkimiyetini bu kadar geniş tutmasa bile, genel mükellefiyetler bugünkü gibi ağır kaldığı müd­detçe, özel devletler Reich'a yüksek vergiler ödemeğe devam ede­cekleri için Reich'ın bu devletlerin sevgilerini kazanacağı düşünüle­mez. Böylece bu devletlerin Reich'a olan vergi borçlarının toplan­ması da Reich'ın hâkimiyeti zayıfladığı için zorlaşacaktır. Bu vergi borçları bundan böyle zor kullanılarak tahsil edilebilecektir. Diğer taraftan cumhuriyet, barış anlaşmalarına riayet ettiği ve bunları fes yoluna gidemediği müddetçe bu anlaşmaların ortaya koyduğu vecibeleri yerine getirmek mecburiyetindedir. Bunu tek sebebi par­tilerdir. Çünkü, mevcut partiler seçmenlere devamlı bir şekilde çe­şitli devletlerin hâkimiyetlerinin devam etmesi lüzumundan bahse­diyorlardı. Aynı zamanda bu partiler, Reich'tan hükümranlık hakkı­nı geri alacak bir siyasete yardımcı oluyorlardı.

Reich bu durum karşısında çaresizdi. Çünkü öyle bir iç ve dış siyaset takip ediliyordu ki, bu iç ve dış siyasetin yüklediği görevleri yerine getirebilmek için başka çare bulamıyordu. Burada çivi çiviyi söküyordu. Reich'ın yabancı ülkelere karşı, Almanya'nın menfaatleri hususunda bir suçlu olarak yaptığı her borç içerideki havayı daha da bozuyordu. Bunun neticesi de, Reich'ı meydana getiren devlet­lerde mukavemetin artması ve artan mukavemeti önlemek için de bu devletlerin hükümranlık haklarının ellerinden alınması oluyor­du. Eski Reich, memleket dahilinde barış ve sükûnu hâkim kıldı. Bu arada harice, kuvvetini de kabul ettirdi. Halbuki bugünkü cum­huriyet, yabancılara karşı zaaf gösteriyor ve kendi vatandaşlarını ez­mekten başka bir şey yapmıyor. İşte bugünkü Reich ile^ eski Reich arasında göze çarpan farklar bunlardı. Kuvvet ve canlılık dolu bir milli devlet, dahilde birçok kuvvet­lere ihtiyaç duymaz. Keza vatandaş devletine samimi bir sevgi ile bağlıdır. Fakat vatandaş esir durumunda ise devlet, hakimiyetini korku ve angarya ile telkin eder. Şimdiki cumhuriyet rejimi hürri­yetten bahsederken vatandaşlarına karşı yalan söylemektedir. Böyle hür vatandaşlar ancak eski Almanya'da vardı.

Cumhuriyet, yabancıların hizmetinde bir esirler sömürgesi meydana getirdiği için vatandaşlara sahip değildir. Olsa olsa böyle bir cumhuriyetin ancak tebaaları olur. Bundan dolayı cumhuri­yetin milli bayrağı yoktur.

Cumhuriyetin işareti hükümetin bir kararnamesi ile kabul edil­miş ve bu işaret ancak kanunlarla korunabümiştir. Alman demokra­sisi için Gessler'in şapkasının rolünü oynayacak olan bu sembol da­ha sonra, milletimizin kalbine devamlı bir şekilde yabancı kalmış, ona nüfuz edememiştir.

iktidarda iken, kendisini duygulandırmayan bir geleneğin ve büyüklüğü kendisine küçücük bir saygı bile telkin etmeyen bir geç­mişin sembolünü çamurlara batırmış olan cumhuriyet, bir gün gele­cek, kendi tebaasının, kendi sembolüne duyduğu bağlılığın ne ka-. dar az ve basit olduğunu görecek ve hayrete düşecektir.

Cumhuriyet, Almanya'nın tarihinde bir perde aralığı niteliğini kendiliğinden vermiştir. Bugünkü devlet, hâkimiyetini devam etti­rebilmek için muhtelif devletlerin hükümranlık haklarını yalnız maddi sebeplerden ötürü değil aynı zamanda psikolojik sebepler­den ötürü dişlemektedir. Mali sömürme politikası ile milletimizin son damla kanını de emmektedir. Bu gidişatın pek tabii neticesi olan isyan hareketini önlemek için de, devletlerin hükümranlık haklarını ellerinden almak zorunda kalmaktadır.

Vatandaşların menfaatini, hudutları üzerinde takdir ve koruma­sını bilen canlı ve milli bir Reich, bu vatandaşlara devletin kuvvetin­den endişeye ve tereddüde düşmeden dahilde hürriyet verebilir, iş­te biz Nasyonal Sosyalistlerin kanaati ve vardıkları netice budur. Fa­kat, canlı bir milli hükümet, vatandaşı, milletin büyüklüğü için bu gibi tedbirlerin gerekli olduğuna inandırabilirse fertlerin ve hususi devletlerin hürriyetlerine geniş çapta tecavüze kendini yetkili saya­bilir. Dünyanın bütün devletleri dahildeki teşkilâtlarının gelişmesi ile bir nevi merkeziyete doğru kaymaktadır. Almanya da bu hususta yalnız kalmayacaktır. Bugün için özel devletlerden egemenlik hak­kına sahip özel devletler olarak söz etmek bir ahmaklık olur. Çünkü bu hükümranlık kelimesinin ifade ettiği mana, bu özel devletlerin gülünç boylarına hiç uymamaktadır. Özel devletlerin ehemmiyeti, ulaştırma vasıtaları ve idari bakımdan gitgide azalmaktadır. Çünkü teknik ilerledikçe ticaret de modernleşmektedir. Yani ticaret mer­kezleri arasındaki mesafeler gittikçe kısalmaktadır. Neticede bir eski devir devletinin, bugünün tekniği karşısında bir ilden farkı kalma­maktadır. Şimdiki devletler ise eskiden bir kıta sayılırlardı. Almanya gibi bir devleti idare etmenin zorluğu, bir asır önce Brandebourg vi­lâyetim idare etmenin güçlüğünden büyük değildir. Teknik görü­nüş bakımından bu böyledir. Çünkü, bugün Münih'ten Berlin'e git­mek, eskiden Münih'ten Stamberg'e kadar olan mesafeyi almaktan çok daha kolaylaşmıştır. Bugünkü Reich'ın bütün toprakları, günü­müzün nakil vasıtaları göz önüne alınmak şartı ile, Napolyon savaş­ları sırasında Cermen Konfederasyonu'nu meydana getiren orta boydaki herhangi bir devletin topraklarından daha az geniştir. Tes­pit edilen ve görülen hâdiselerden çıkan neticelere karşı zihni ka­palı kalmış bir adam, imanına kıyasla geri adam demektir. Her de­virde bu gibi geri adamlara, körlere tesadüf edilmiştir. Bunlara da­ima rast gelinecektir. Fakat ne var ki bu körler, tarihin dönen teker­leğinin hızını keserlerse de, hiçbir zaman bu tekerleğin dönüşünü durduramayacaklardır.

işte bütün bu neticeler karşısında biz Nasyonal Sosyalistler ola­rak kör kalmamalıyız. Bu işte de, kendi kendilerine milli adını ve­ren burjuva partilerinin büyük ve ağdalı sözleri Nasyonal Sosyalist­leri etkilememelidir. Büyük ve ağdalı sözlerin anlamı şudur. Bu par­tilerin kendileri de maksatlarının gerçekleşeceğine muhakkak nazarı ile bakmazlar. Keza hâdiselerin aldığı şekil ve neticelerden burjuva partileri mesuldür fakat bunu bile bile yine de büyük lâf etmekten kendilerim alamazlar.

Özellikle Bavyera'da, merkeziyetin azalmasını isteyen feryatlar bir siyasal parti maskaralığından başka bir şey değildir. Bu sözler hiçbir samimi amaca istinat etmez. Burjuva partileri bu gösterişli be­yanları, gerçekleştirmeye ne zaman teşebbüs etmişlerse, istisnasız teşebbüslerinde başarısızlığa uğramışlardır. Reich, Bavyera Devle-ti'nin "egemenlik hakkına karşı bir haydutluk" diye nitelenen bir hareket yaptığı zaman, kendisine iğrenç bazı dedikoduların dışında hiçbir direniş gösterilmemiştir.

Bugün, bu mânâsız rejime karşı cephe almak cesareti gösterildi­ğinde, "zamanı değil" bahanesi ile, hareket ve teşebbüs kanun dışı sayılıyor, işte bu durum karşısında da hapse atılıncaya, ya da ka­nunsuz bir şekilde susturuluncaya kadar bu rejime karşı söz söyle­niyor.

Bizim Nasyonal Sosyalist taraftarlarımız bu sözde federalistçile-rin ne kadar sahtekâr olduklarını kolayca anlayabilirler. Konfedere devlet kuramı, bu sahtekârlarca, kendi partilerinin menfaatini koru­mak için tıpkı din konusunda da olduğu gibi bir vasıtadan ibarettir.

Bir merkeziyet düşüncesi, özellikle ulaşım yolları yönünden ne kadar doğal görünürse görünsün, biz Nasyonal Sosyalistler bugün­kü devletin bu yöndeki gelişimine karşı pek kesin ve sert bir durum almak görevi ile yükümlü bulunuruz. Çünkü, bu yoldaki tedbirle­rin, sonu bir felâket olan bir dış siyaseti gizlemekten ve buna olanak vermekten başka bir amacı yoktur. Keza bugünkü Reich demiryol­larını, posta yönetimini, maliyeyi vb... milli siyasetin yüksek sebep­leri adına devletleştirilmesine girişmemiştir. Buna yalnız, frensiz bir uygulama siyaseti yapabilmek için kaynaklar ve güvenceler elde bu­lundurmak amacı ile başvurmuştur. Biz Nasyonal Sosyalistler de böyle bir siyaseti zor duruma sokmak ve mümkün olursa tamamen durdurabilmek için uygun görünen şeyleri yapmalıyız. Bu amaçla, ilk önce milletimiz için hayati önem taşıyan kuruluşların bağlı tu­tuldukları merkeziyet aleyhinde uğraş vermek gereklidir. Çünkü bu merkeziyet, yalnız savaştan bu yana hükümetimiz tarafından izle­nen siyasetin yabancılar lehine gereken milyarlarca parayı sağlamak amacı ile uygulanmaktadır.

işte gösterdiğim bu sebeplerden ötürü, Nasyonal Sosyalist hare­ketin, bu yoldaki girişimlerin aleyhinde bir durum alması gerekir.

Nasyonal Sosyalistler olarak bizleri bu merkeziyet aleyhine vaziyet almaya sevk eden ikinci önemli bir sebep daha vardır. Mer­keziyet, memleket dahilinde bütün icraatı ile Alman milleti için bir musibet teşkil etmiş olan bugünkü rejimin kuvvetini artırabi­lir. Bu rejim, yani demokratik ve Yahudileşmiş Reich, hakikaten Alman milleti için korkunç bir belâdır.

Bugünkü devlet, özel devletlerce kendisine yöneltilen ve henüz devrimizin ruhu ile dolu bulunmayan bütün eleştirileri tam bir an­lamsızlığa dönüştürerek, boş bir hale sokmak için çalışmaktadır. Bu durum karşısında, biz Nasyonal Sosyalistlerin ellerinde sadece özel devletlerin muhalefetine başarı vadeden bir siyasal güce temel sağla­mamak ve onların merkeziyetçiliğe karşı olan mücadelelerini genel anlamda Almanya'nın yüksek milli çıkarları biçimine çevirmek için ciddi sebepler bulunmaktadır. Bizim hususi devletleri, merkeziyete karşı mücadeleye sevk etmemiz, milli Almanya'nın menfaatleri için olmalıdır. Bavyera Halk Partisi, âdi bir menfaatperestlikle Bavye-ra'nın hususi haklarını müdafaa ettiği müddetçe, biz Nasyonal Sos­yalistler bu durumdan istifade ederek, Kasım inkılâbının ortaya çı­kardığı rejimi yıkmak için çalışacağız. Bu hareketimiz de milletimi­zin yüksek menfaatleri için yapılacaktır.

Reich lehine devletleştirme denilen bu faaliyetin, büyük kısmı itibariyle hakikatte bir birlik olmadığı kanaatindeyiz, işte bu kanaat, bizi, şimdilik merkeziyetçilik faaliyetine karşı olmamızın üçüncü se­bebini teşkil etmektedir. Bundan dolayı, kapıları ve kasaları, inkılâp taraftan partilerin tatmin olmak bilmeyen hırslarına açık tutulan müesseseleri, özel devletlerin egemenlik haklarından ayırmak söz ko­nusudur. Almanya'nın tarihinde iltimas ve rüşvet hiçbir zaman bu­günkü demokratik cumhuriyette olduğu kadar yüzsüzce ve âdi bir şekilde memleket sathına yayılmamıştır.

Merkeziyet ilkesini gerçekleştirme konusunda gösterilen hırs ve şiddet, eskiden ehliyet ve liyakat sahibi olan memurlara yol açmak iddiasını ortaya atan partilere yöneltilebilinir. Oysa bugün çeşitli yerlere ve memuriyetlere adam bulmak söz konusu olunca, bu par­tiler, yalnızca adayların kendi partilerine mensup olup olmadıkları sorununa önem veriyorlar. Bunlar özellikle cumhuriyet kuruldu­ğundan bu yana bütün ekonomik bürolara ve yönetim organlarına inanılmayacak derecede ve peş peşe gelen büyük dalgalar halinde dolan ve bugün o yerleri birer Yahudi malikanesi yapan pis Yahudi-lerdir.

Özellikle bu üçüncü düşünce ve görüş, bize merkeziyeti güç­lendirmeye yardımcı olan her yeni tedbiri incelemek ve gerektiğin­de ona karşı durmak görevini yüklemektedir. Böyle bir incelemeye girişmek için kabul edeceğimiz hareket noktası, milli bir siyaset ol­malıdır, hiçbir zaman dar bir çerçeve içinde kalan tek olma görüşü dikkate alınmamalıdır. Biz Nasyonal Sosyalistler olarak, Reich'a hu­susi devletlerin hükümranlık haklarından üstün bir hükümranlık hakkı verilmesine ilke olarak muhalefet etmeyeceğiz. Bu son düşün­cemiz çok önemlidir ve prensibimizin bütün parti üyeleri tarafın­dan eksiksiz olarak bilinmesini isteriz. Aramızda bu hakka dair ufak bir şüphe dahi olmamalıdır. Biz Nasyonal Sosyalistler için devlet daha önce de izah ettiğimiz gibi bir şekilden ibarettir. Devletin cevheri, daha doğrusu bu topluluğun muhtevası millettir. Bundan dolayı bütün menfaatler, milletin hâkim ve yüksek menfaatlerine bağlı ve boyun eğmiş olmalıdır. Biz Nasyonal Sosyalistler olarak, bir milletin ve o milleti temsil eden Reich'ın sinesinde mevcut bulu­nan bağımsız bir siyasal kuvvete ve egemenlik hakkına sahip devle­te özgü bir hukuku kabul edemeyiz. Konfedere devletlerin, yabancı devletlerde veya kendi aralarında, kendilerini temsil eden sefaretha­neler bulundurmakla yaptıkları suiistimallere artık bir son verme­nin zamanı gelmiştir. Bu kargaşalıklar devam ettiği müddetçe ya­bancılar Recih'ın binasının sağlamlığından kuşku duyarlar ve buna göre hareket ederlerse, bu davranışlara hiç şaşmamalıyız. Bu yolsuz­luklar göze çarpacak hareketlerdir. Yabancı bir memlekette bulunan bir Alman'ın hakkı, Reich'ın büyükelçiliği tarafından korunamazsa, modern dünyada önemi az olan bir devletin orta elçisi tarafından hiçbir şekilde korunamaz.

Hususi devletlerin hükümetleri tarafından medeniyeti ilerlet­mek için gösterilecek gayretler, gelecekte o özel devletlere verilecek öneme uygun düşmelidir. Bavyera'mn önemi için mücadele etmiş olan devlet adamı, Cermenliğe düşman değildir. Bu devlet adamı, güzel sanatlara duyduğu ilgiyi, büyük Almanya için beslediği sevgi ile birleştiren birinci Louis idi. Bu devlet adamı, devletin gelir kay­naklarını Bavyera'mn siyasi kudretini artırmak için kullanmamıştır. Birinci Louis, maddi gelirleri, Bavyera'mn medeni memleketler arasında yüksek bir yer işgal etmesi için kullanmıştır. Bu devlet adamı zor bir iş yaparken olumlu sonuçlar almıştır. O vakitler Mü­nih önemi olmayan bir taşra şehri idi. Birinci Louis Münih'i bir Alman hükümet merkezi haline getirdi. O, böylece milli karakterle­ri Bavyeralılardan farklı olan Frencoien'leri Bavyera'ya tâbi bir hale getiren fikri hareketi doğurdu. Eğer Münih eski halinde kalmış olsa idi. Saksonya'da cereyan etmiş olan hal Bavyera'da tekrarlanmış olaçaktı. Belki arada şöyle bir fark olabilirdi. Bavyera'nın Leipzig'i yani Nurenberg, bir Bavyera şehri olmayacak, bir Franconien şehri ola­caktı.

Münih'e bir büyüklük kazandıranlar, "Kahrolsun Prusya" diye uluyanlar değildir. Bu şehre önem veren kimse, imparatordur ve o şehri Alman milletine ziyaret edildiğinde hayran kalınacak bir mü­cevher olarak teslim etmiştir. Bütün bunlardan biz Nasyonal Sosya­listler bir ders almak mecburiyetindeyiz. Hususi devletlere verilen önem, artık hususi devletlerin siyasi kudretleri ile ölçülemez. Ben, bu devletlerin önemini, daha çok ırkın dalları sıfatıyla oynayacakları rolde veya medeniyetin gelişmesine yapacakları yardımda tezahür edecektir biçiminde düşünüyorum. Fakat bu hususu zaman ortadan kaldıracaktır. Çünkü gelişmiş olan ulaşım araçları insanları birbirle­ri ile öyle bir yoğurmaktadır ki, aynı bir ırkın dallarını birbirlerin­den ayıran coğrafi hudutlar ağır ağır da olsa devamlı bir şekilde ortadan kalkmaktadır. Öyle ki, bir milletin ortaya koyduğu uygarlı­ğın çeşitli şekilleri, ülkenin her yanında, yavaş yavaş da olsa aynı görünümü almaktadır.

Bir milletin ordusu, bu ferdiyetçi nüfuz ve tesirlerden bilhassa büyük bir dikkat ve itina ile korunmalıdır. Geleceğin Nasyonal Sos­yalist devleti artık geçmişin hatalarına düşmemelidir. Bu devlete kendisine ait olmayan ve teşebbüs etmesine hakkı bulunmayan işler verilmemelidir. Ordu bir ırkın muhtelif dallarını birbirinden ayı­ran hususiyetleri devam ettirmeye hizmet eden bir okul olmalı­dır. Ordu, öyle bir okul olmalıdır ki, bu okulda okuyan bütün Al­manlar birbirlerini karşılıklı olarak anlamayı ve birbirlerine uymayı öğrenmelidirler. Bir milletin hayatında bölünmelere sebep olan hu­susların hepsini, ordu ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Ordu, genç ve acemi erin dikkatini kendi küçük memleketinin ufkunun üzerinden almalı ve bu genç ve acemi ere "Alman milletinin uf­kunu" göstermelidir. Asker dünyaya geldiği memleketin hudutlarını değil "Vatanın hudutlarını" görecek şekilde talim ve terbiye edilme­lidir. Çünkü bu er, bir gün gelecek bu vatanı müdafaa edecektir. Bundan dolayı genç Almanı, dünyaya geldiği memlekette bırakmak manasızlıktır.

Her Alman'a askerlik hizmetini yaptığı sırada Almanya'yı tanıt­malıdır. Bugün genç bir Alman erinin eskisi gibi Almanya'yı dolaşıp ufkunu genişletmediği için buna daha çok ihtiyacı vardır.

Bu böyle olduğuna göre, hâlâ genç Bavyeralı'ya Münih'te, genç Franconienli'ye Nurenberg'de, genç Badli'ye Karlsruhe'de, genç ' Wurtmbergli'ye Stuttgart'ta askerlik yaptırmak doğru olur mu? > Pek tabii ki hayır! Genç Bavyeralı bazen Rhin'i bazen da Kuzey 'Denizi'ni görmelidir. Genç Hamburglu Alplere, genç Prusyalı | merkez Alman dağlarının doğusuna gönderilmelidir. Bu daha ma-'. küldür. Her bölgeye has vasıflar genç erlerin hafızalarında kalma-jj; lıdır. Yoksa bu vasıflar garnizonlarda unutulursa askerlik hizmeti-r-nin bir mânası kalmaz.

Her merkezleşme teşebbüsü bizim kınama ve muhalefetimizle ' karşılaşır. Ancak, her türlü merkezleşme teşebbüslerine karşı olsak ;'. dahi, merkezleşmenin orduya tatbik edilmesi biz Nasyonal Sosya-, listleri memnun eder. Reich'ın ordusunun, bugünkü durumuna gö-

• re, hususi devletlerden kalan bir askeri kuvveti elde tutması anlam-! sız bir şey olacağı düşüncesi bir yana bırakılsa bile Reich'ın ordusun-!•. da uygulanan merkezleştirme eylemi Nasyonal Sosyalistlerce bir iler-' leme sayılır. Gelecekte milli ordu yeniden kurulduğu zaman bu iş-

• ten vazgeçmeliyiz.

Esasen yeni bir zafere koşan bir düşünce, kendini ileri doğru : iten fikri zembereği felce uğratabilecek bütün bağlantıları reddet­miştir. Nasyonal Sosyalizm, ilkelerinin, bugüne kadar konfedere devletleri birbirlerinden ayıran hudutları önemsemeden, bütün Alman milletine kendi düşünüş ve plânlarına göre eğitim ve öğretim ; sağlama hakkına sahip olduğunu iddia etmelidir. Nasıl ki kiliseler ;' kendilerini siyasi hudutlarla bağlı ve tahdit edilmiş saymazlarsa, Nasyonal Sosyalist fikir de Almanya'yı meydana getiren hususi devletlerin toprak bölüşümü yüzünden kendisini ayırıcı kabul et­mez.

Nasyonal Sosyalist doktrin konfederasyonu meydana getiren fe­dere devletin siyasi menfaatlerinin hizmetkârı değildir. Nasyonal Sosyalizm, Alman milletinin hükümranı ve tek hâkimi olmalıdır. Bu doktrin bir milletin hayatını idare etmek ve teşkilâta bağlamak vazifesi ile mükelleftir.

Demek oluyor ki, Nasyonal Sosyalizm, çizilmiş hudutların üze­rinden aşmak hakkını âmirane bir sesle istemelidir.
BÖLÜM 23

1921 senesinin, benim ve Nasyonal Sosyalist hareket için bü­yük bir hususiyeti vardır.

Ben Alman işçi Partisi'ne girdikten hemen sonra, propaganda­nın idaresini elime aldım. O günlerde Propaganda konusunu çok önemli görüyordum. Önce teşkilât işleri ile uğraşmanın gereği yok­tu. Bence önemli olan, Nasyonal Sosyalist fikri mümkün olduğu ka­dar çok sayıda kimselere duyurabilmekti. Propaganda, teşkilâttan çok önde yürümeli ve önce bu teşkilâtla yoğrulacak insan malzeme­sini sağlamalıdır. Bunun için, ben bilgi satan ve bilgiçlik taslayan teşkilâta karşıyım. Bu şekilde hareket edilmezse ortaya ölü bir me­kanizma çıkar, canlı bir teşkilâtın meydana geldiği pek enderdir.

Bir teşkilât mevcudiyetini organik bir hayata ve organik bir ge­lişmeye borçludur. Belirli miktarda birtakım insanlar arasında yayı­lan fikirler devamlı bir nizama doğru meyleder. Bundan büyük bir netice çıkar. Fakat burada da insanların zaaflarını nazarı itibara al­mak şarttır, insanların bu zaafları bağımsız ve ferdi bir otoriteye karşı, içgüdüleri ile direnç göstermeleri şeklinde meydana gelir, işte böyle bir şekilde bir teşkilât tepeden aşağıya doğru mekanik bir yol­la gelişirse büyük tehlike doğar. Meselâ, kendisini henüz kâfi dere­cede kabiliyetli görmeyen ve lideri olduğu partinin fikirlerine inti­bak edemediğini itiraf eden bir kimse, partinin içinden daha istidat­lı kimselerin yükselmelerine ve ön plâna geçmelerine kıskançlık şevki ile mâni olmaya teşebbüs eder. Böyle bir şey ihtimal dahilinde olsa bile vukua geldiği takdirde bundan en çok zarar gören, genç hareket olur. işte bundan dolayı, bir müddet propaganda ile meşgul olarak, ilk önce merkezi bir noktaya ait bir fikri yaymalı, daha sonra yavaş yavaş çoğalmış olan insanlar arasında "FÜHRER KAFALAR" arama­lıdır. Bu "kafaları" tecrübe etmek lâzımdır. Çünkü öyle tesadüfler olur ki esasen pek kıymetsiz olan kimseler, "anadan doğma Führer" diye vasıflandırılırlar.

Nazari malûmatın zenginliğini bir Führer olmak için ehliyetin ve liyakatin değeri zannetmek tamamen yanlıştır. Bunun tersi pek sık olur. Büyük nazariyecilerin büyük teşkilâtçı oldukları pek nadirdir. Keza, bir kuramcının büyüklüğü ilk önce soyut olarak kanunları bilmekten ibarettir. Halbuki, teşkilâtçı her şeyden önce bir psikolog olmalıdır. Teşkilâtçı insanı olduğu gibi kabul etmelidir. Bu bakımdan teşkilâtçı, insanı bilmek mecburiyetindedir. Teşkilâtçı, insanın kıymeti­ni az görmemeli, fazla görmekten de kaçınmalıdır. Sarsılmaz bir hayat kuvvetine sahip olması icap eden teşkilâtçı, bir fikri yaymaya ve o fikri başarıya ulaştıracak yolu açmaya kabiliyetli bir insan grubu meydana getirmek zorundadır. Ancak bütün bunları yaparken de insan zaafını dikkate almalıdır.

Büyük bir kuramcıdan büyük bir Führer çıkması ender görülen bir hâdisedir. Bir hareketi idare eden bir kimse çoğu zaman bir Führer olabilir. Halbuki ilmi bir ruha sahip olan kimselerin büyük bir kısmı, bu hakikati makul bir şey olmasına rağmen pek kolay tes­lim etmezler.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin