Alman milletinin can düşmanı, en acımasız düşmanı Fransa'dır. Bu düşmanlık sürüp gidecektir. Fransa'yı kimin yönetmiş olduğu ve kimin yöneteceği sorunu, hiç önemli değildir. Fransa'yı yönetenler, ister Bourbonslar olsun, ister Jacobenler, ister Napolyonlar ya da burjuva demokratlar, ister Klerikal Cumhuriyetçiler, yahut bolşe-vikler olsunlar, bütün bunların dış politikalarının son hedefi daima Ren sınırım ele geçirmek ve Almanya'nın ikilik içinde parça parça kalması için bütün çabalarım ortaya koyarak, bu nehir üzerinde Fransa'nın durumunu sağlamlaştırmaktan ibaret olacaktır.
ingiltere, Almanya'nın bütün dünyayı kapsayan bir deylet olmasını istemez. Fransa ise, Almanya adını taşıyan bir devletin var olmasını istemez. Aradaki fark çok önemlidir..Fakat biz, bugün yeniden bir dünya devleti olmak, ya da bu durumu ele geçirmek için mücadele etmiyoruz. Biz vatanımızın hayatı, milletimizin birliği, çocuklarımızın her günkü ekmeği için mücadele etmek zorundayız, işte bu açıklamaları göz önüne alarak bir sonuca varmak istersek, Avrupa'nın bize verebileceği müttefikler arasında yalnız iki devlet olduğunu görürüz: Bu devletler ingiltere ve italya'dır.
ingiltere, Avrupa'nın yenemeyeceği silâhlı yumruğu ve günün birinde kendi çıkarlarına ters düşecek bir politikayı savunacak olan Fransa'yı, karşısında görmek istemez, ingiltere hiçbir zaman Batı Avrupa'da sahip olduğu zengin demir ve kömür madenleri sayesinde, dünya ekonomisinde kendisi için tehlikeli bir rol oynayabilecek olan bir Fransa ile karşı karşıya kalmak niyetinde değildir, ingiltere, bu kıtanın öteki bölümlerinin parça parça bulunması ile, Fransız diplomasisinin geleneklerinden biri olan dünya politikasına daha büyük bir hırsla sarılabilmesine olanak verecek, ya da bu durumu zorlayacak derecede güçlenmesini istemez. Geçmiş günlerin hava savaş araçlarının bombaları her gece biraz daha çoğalabilir. Fransa'nın askeri üstünlüğü Britanya tarafından yöneltilen dünya imparatorluğunun kalbim teşkil eden yeryüzünde ağır bir yüktür.
italya da, Fransa tarafından Avrupa'da işgal edilen egemen durumun daha çok güçlenmesini istemez, italya'nın geleceği toprak yönünden bir gelişmeye bağlıdır. Bu toprağın unsurları Akdeniz'in çevresinde toplanmıştır, italya'yı savaşa zorlayan şey, kuşkusuz Fransa'nın büyüklüğü için çalışmak isteği değildi, italya'nın hedefi, Adriyatik'te karşı karşıya bulunduğu sevilmeyen rakibine öldürücü bir darbe indirmekten ibarettir.
Avrupa Kıtası'nda Fransa'nın her geçen gün güçlenmesi gelecek için bir engeldir, italya da bu engele çarpabilir. Bunun için ırk akrabalığının, italya ile Fransa'nın arasında her türlü çekişmeyi ortadan kaldırabileceğine hiçbir zaman ihtimal verilmemelidir.
Avrupa'daki durum en gerçekçi ve en soğukkanlı biçimde incelendiğinde, ingiltere ile italya'nın en tabii özel çıkarları, Alman milletinin varlığı için gerekli olan şartlarla bozulmayan, ya da en az biçimde zararlı olan devletlerdir. Hatta ingiltere ile italya'nın özel çıkarları, bir dereceye kadar Almanya'nın varlığı ile uygun düşmektedir. Bu anlaşmalann mümkün olup olmayacağı hakkında bir yargıya varacağımız zaman şu üç noktayı gözde uzak tutmamalıyız. Bu noktalardan biri bizi ilgilendirir. Diğer ikisi de söz konusu olan devletlerle ilgilidir, ilke itibariyle bugünkü Almanya ile anlaşma yapılabilir mi? Örneğin bir anlaşma gereği saldırgan bir plânı uygulamak için yardım isteyen bir devlet, hükümetleri yıllar boyu yeteneksiz, barışçı, korkak görünüm içinde olan, milletinin büyük çoğunluğu Marksist ve demokratik doktrinlere körü körüne saplanmış bulunan, kendi ülkesine ve milletine hıyanet eden bir devletle, anlaşma imzalayabilir mi? Herhangi bir devlet; kendi hayatım ve kendi milletini savunmak için bir parmağını oynatmak cesaretini bile gösteremeyen bir devletle, bir gün ortak çıkarlarını savunmak için yan yana mücadele edebileceği inancı ile yararlı ilişkiler kurmak ümidine kapılabilir mi? Herhangi bir devlet; en belirli nitelikleri yabancılara karşı yerlerde sürünürcesine bir uşaklıktan ve kendi ülkesinde ulusal değerlerin iğrenç biçimde boğulmasından ibaret olan bir devletle, ya da davranışlarının suçluluğu yüzünden artık büyük olarak hiçbir şeye sahip bulunmayan bir devletle, veyahut vatandaşlarının gözünde sahip olmakla övünebileceği küçük bir saygıya bile hak kazanamamış olan ve yabancıların gözünde kendine karşı büyük bir saygınlık yaratamamış bulunan hükümetle, iyi ve kötü günlerde geçerli olacak bir anlaşma yapar mı? Bu soruların cevabı, kuşkusuz hayır olacaktır. Kendi ününe önem veren ve anlaşma yaparak doy mak bilmeyen parlamentolar için iane ödeneğinden daha çok bir şey arayan bir devlet, bugünkü Almanya ile anlaşma yapmayacaktır Daha doğrusu, anlaşma imzalamaya gücü yetmez. Bizim bugün anlaşma imzalamaktaki beceriksizliğimiz, düşmanlarımız olan soyguncular arasındaki birliğin, derin ve son sebebidir.
Almanya hiçbir zaman seçkin parlamenterlerimizin protestolarından başka bir şey ile kendim savunamayacağı için, dünyanın öteki milletleri de bizim hesabımıza savaşmak üzere hiçbir sebep görmediklerinden; Tanrı'nm cesareti olmayan milletleri hiçbir zaman kurtarmamak ilkesi bulunduğundan; bizim tamamen yok olmamızda doğrudan doğruya zarara uğrayan, ya da bir çıkarları olmayan milletler bile, Fransa'nın soygunculuk akınlarına katılmaktan başka yapacak bir şey göremiyorlar. Yağmaya katılmak ve soygunlardan pay almak, Fransa'nın yalnız başına kuvvetim arttırmasına ve bunu sürdürmesine meydan vermemek içindir.
Ayrıca bugüne kadar bizim düşmanımız olan ülkelerin vatandaşlarının en derin tabakalanna kadar işleyen propagandanın ortaya çıkardığı hissiyat değiştirilmeyecek olursa, karşılanacak olan zorluklar gözden uzak tutulmamalıdır. Yıllarca bir milleti, soygunculardan, barbarlardan oluşmuş bir güruh diye niteleyip, sonra birdenbire bunun tamamen yanlış olduğunu keşfedivermeye ve eski düşmanı yarının müttefiki diye tavsiye etmeye olanak yoktur. Üçüncü bir olaya daha çok dikkat etmek gerekir. Bunun, Avrupa'da gelecekte yapılacak anlaşmaların alacakları şekil ortasında daha çok önemi vardır.
Eğer Almanya'nın şimdiki aciz vaziyette kalması ingiliz siyaseti için pek az önem taşıyorsa enternasyonal Yahudi maliyesi için iş böyle değildir. Resmi ingiliz siyaseti yahut daha uygun tabirle geleneksel ingiliz siyaseti ve borsa hareketleri birbirine zıt amaçlar takip ederler, ingiltere'nin dış politikası ile ilgili olan sorunlarda her ikisinin aldıkları çeşitli durumlar bunu açıkça ortaya çıkarır. Yahudi maliyesi ingiliz devletinin gerçek çıkarlarına ters olarak, Almanya'nın yalnız iktisadi bakımdan ceza olarak harap olmasını değil, siyasi yönden de tamamen esaret altına düşmesini ister. Gerçekten Alman iktisadiyatının milletlerarası hale getirilmesi, yani dünya Yahudi maliyesi tarafından, Almanya'nın üretim kuvvetlerinin ele geçirilmesi, ancak siyasi bakımdan Bolşevikleştirilmiş bir devlette tam surette temin
olunabilir.
Fakat enternasyonal Yahudi sermayesi uğrunda mücadeleyi yöneten Marksçı kuvvetlerin, milli Alman Devleti'nin kesin olarak belini kırmak için, hariçten gelmiş dostane bir yardıma ihtiyaçları vardır. Buna göre Fransız ordularının, temellerinden sarsılana kadar enternasyonal Yahudi maliyesinin emrinde olan Bolşevik eğilimle kuvvetlerin hücumlarına yenilinceye kadar Alman devletine tehlikeli darbeler vurmaları gereklidir.
işte böylece Yahudi bugün Almanya'nın köklü bir şekilde yok olmasına en çok çalışan unsurdur. Almanya aleyhine dünyada basılan her şey Yahudiler tarafından yazılmıştır. Barış sırasında ve savaş esnasında da Yahudi borsacıları ve Marksçıların basını Almanya aleyhindeki kini alevlendirmişlerdir. Sonunda devletler, birbirleri ile anlaşarak ve milletlerin gerçek faydalannı feda ederek bizimle savaşmak için dünya antlaşmasına katıldılar.
Yahudilerin yürüttükleri düşünce meydandadır. Almanya'nın komünistleştirilmesi, yani Alman halkındaki milli şuurun kökünden yok edilmesidir. Aynı zamanda bu maksat, enternasyonal Yahudi maliyesinin boyunduruğu altında Alman üretim vasıtalarının istismarını imkân derecesine indireceği için, Yahudiler tarafından tasarlanan bütün dünyanın fethedilmesi düşüncesinin gittikçe büyük bir şekilde genişlemesinin başlangıcından ayrı bir konu değildir. Tarihte çok kere meydana geldiği gibi, Almanya'nın bu büyük boğuşmanın üzerinde yapılacağı bir eksen olması gerekir. Eğer milletimiz ve devletimiz Yahudi denilen paraya hırslı ve kana susamış zalimlerin kurbanları olursa bütün dünya bu ahtapotların çengelleri içine girer. Fakat, Almanya onların kuşatmalarından kurtulacak olursa, bütün milletler karşı karşıya bulundukları tehlikenin en müthişinin artık dünyayı tehdit etmekten uzak kaldığına kanaat getirebilirler.
Yahudi'nin, yalnız milletlerin Almanya'ya karşı meydana vurdukları düşmanlığı devam ettirmek hususunda bütün saklı entrikalarım harekete geçirmekle yetinmediği ve bu husumeti imkân nispetinde şiddetlendirmeye çalıştığı şüphesiz olduktan başka, bu faaliyetin zehirlediği milletlerin gerçek yararlarıyla çok az bir surette birleştiği de aynı derecede muhakkaktır. Genellikle Yahudi propagandasının yöneltildiği milletlerde yalnız kendi adamları, kendilerinin en fazla başarı beklediği şahıslar eliyle tahrik edilen milletin zihni üzerinde en çok etkili olacak geçerli delilleri kullanır. Kanı olağanüstü karışık olan bizim milletimizin yanında, Yahudilik kudretinin beklediği çatışmayı idare için, az çok kozmopolit fikirlere başvurur. Bunlar barışçı ideoloji tarafından ilham edilmiştir ve onun kafasında doğmuştur.
Özede; Yahudi, enternasyonal eğilimlere taraftarlık gösterir. Fransa'da varolduğunu gördüğü ve kudretini oldukça takdir ettiği şovenizmden istifade eder. ingiltere'de iktisadi menfaatlerle, dünya politikası düşüncelerini harekete getirir. Özetle, her zaman, parçalanmış bir milletin zihni istidadının esaslı ayırıcı hasletlerinden faydalanır. Ancak bu çeşitli imkanlarla iktisat ve siyaset üzerinde kesin bir otorite kurar.
Böylece parlak delillerin kendi propagandasına yüklediği engellerden kurtulur. Gizli maksatların ne istediğini neden dolayı savaştığını kısmen açığa çıkarır. Tahrip işlemine daha büyük bir hızla devam eder. Sonunda bütün devletleri bir harabeye çevirir. İşte bu harabeler üzerinde ebedi Yahudi İmparatorluğunun yükseldiği ve hükümran otoritesini yürüttüğü görülecektir.
ingiltere'de, italya'da da olduğu gibi köklü bir politikanın icapları ile uluslararası Yahudi maliyecilerinin plân ve tasavvurları arasındaki ayrılık açıkça görülmektedir. Bugün sadece Fransa'da temsilcileri Yahudiler olan borsacılarla, milli bir politikanın istekleri arasında, hiçbir zaman görülemeyecek biçimde gizli bir anlaşma vardır. Almanya için de büyük tehlike arz eden durum, bu anlaşmadır. Bu sebepten dolayı Fransa en çok korkacağımız düşmandır ve düşman olarak kalacaktır. Gitgide zencilerin seviyesine düşmekte olan bu millet, dünya egemenliği amacına ulaşmak için Yahudilere tanıdığı kolaylıklar dolayısıyla, Avrupa'da beyaz ırkın hayatını gizlice tehlikeye atmaktadır. Çünkü Avrupa'nın kalbi olan Rhin üzerinde zenci kanının saldırısı ile meydana gelen bulaşma, milletimizin bu irsi düşmanının intikam hırsına uygun düştüğü kadar, Yahudi'nin soğukkanlı hesaplarına da uyar. işte Yahudi bu durumu Avrupa'nın tam merkezinde Avrupa Kıtası'nı melezleştirmeye başlamak faaliyetinin bir vasıtası kabul eder. Yahudi, beyaz ırkı basit bir milletin kanı ile kirletip, kendi hâkimiyetinin temellerim atmaya çalışır. İntikam hırsından teşvik gören ve aynı zamanda Yahudilerin sistemli olarak yaptıkları rehberlikten de faydalanan Fransa'nın bugün Avrupa'da oynadığı rol beyaz ırkların varlıklarına karşı bir günah işlemektir. Bu şekil davranış, günü geldiğinde, ırkların kanlarının kirletilmesini günah sayan bir neslin intikam dolu düşüncelerini harekete geçirecektir.
Almanya, Fransa'nın kendisi için teşkil ettiği tehlike karşısında, bütün hissi düşüncelerden sıyrılarak, Fransa'nın işgal emellerine izin vermek ve razı olmak istemeyen bir millete elini uzatmak zorundadır. Avrupa'da, gözle görebildiğimiz kadarı ile, bütün gelecek süresince Almanya için iki müttefik vardır ve bunlar, daha önce de belirttiğim gibi ingiltere ile italya'dır.
Eğer bugün, Kasım devriminden itibaren Almanya'nın politikasının ne şekilde idare edildiğini anlamak için geriye bir göz atılacak olursa, hükümetlerimizin devamlı olarak işledikleri akıl almaz hataları karşısında, ya başımızı ellerimizin arasına alıp kendimizi ümitsizliğe terk etmekten veya şiddet dolu nefretle isyan ederek, böyle bir rejim aleyhinde mücadeleye girişmekten başka bir şey yapılamaz. Almanya'nın hareketlerinde hiçbir zaman şuursuz bir şeyler görülmemiştir. Çünkü, Kasım Devrimi'nin tek gözlü aydınları, düşünme yeteneğine sahip kişilerin hepsi için akıl almaz gibi görünen her şeyi yapmayı başarmışlardır. Yani en adi biçimde Fransa'nın sevgisi kazanılmaya çalışılmıştır. Bu son yıllarda düzeltılmeleri imkânsız bu hayalperestlerin ahmaklıkları ile devamlı şekilde Fransa'nın iyi dostu olmaya çalışıldı. Bu millet karşısında, devamlı olarak yerlere kadar eğiliyorlardı. Fransız katilinin kurnazca uyguladığı her hileli davranışında durumun değiştiğine ilişkin ilk işaretlerin belirdiğine hükmediliyordu. Kulis arkasında bizim siyasetimizi idare edenler bu hatalı ve saçma sapan fikir ve düşüncelere hiçbir zaman katılmadılar. Çünkü onların gözünde, Fransa'ya yaklaşma, tesirli bir anlaşma politikasını dinamitlemek için bir araçtan ibaretti. Onlar, Fransa ve Fransa'nın da arkasında bulunanların uyguladıkları politikanın gayeleri hakkında hiçbir vakit bir şüpheye kapılmamışlardı. Bu heriflerin Almanya için yeni bir vaziyetin doğduğuna inanmış gibi görünmelerinin sebebi, milletimizin gerçek menfaati bakımından başka bir yol tutmasını önlemek içindir. Hiç şüphe yok ki, ingiltere'yi bizim taraftarlarımıza gelecek için iyi bir dost devlet olarak kabul ettirmek çok zor olacaktır. Al manya'da Yahudi basın, milletimizin kinini devamlı şekilde Ingilte re'nin üzerinde toplamayı becermiştir. Birçok kafasız Alman, Yahu dilerin kurdukları ökseye dünyada eşine rastlanmayan bir iyi niyetle tutulmuştur. Herkese Alma Deniz Kuvvetleri'nin tekrar dirilmesin den bahsedildi. Sömürgelerimizin elimizden alınmış olmaları şid detle protesto edildi ve buraların tekrar ele geçirilmesi istendi. Bu tün bu boş lâflar adi Yahudilerin, ingiltere'deki ırkdaşlarına ulaştır dıkları malzemeler olmuştur. Yahudi'nin tesirli propagandası bu hu susları devamlı bir şekilde işledi. Bugün, politikaya burunlarını so kan ahmak burjuvalar, şimdi Almanya'nın denizlere hâkim olması için mücadele etmemizin ihtimal dahilinde olmadığını üstü örtülü şekilde anlatmaya başlıyorlar. Avrupa Kıtası'ndaki durumumuzu sağlamlaştırmadan Alman milletinin kuvvetlerim bu maksat için harcamak, savaştan önce bile büyük bir çılgınlık idi. işte bugün böyle bir tasarının siyasette adına cinayet denilen ahmakça yapılmış işler arasına alınması gerekir.
ipleri ellerinde tutan Yahudilerin milletimizi ikinci derecede meseleyle uyutmayı nasıl becerdiklerini, nasıl gösteri ve mitingleri tertip ettiklerini ve bu arada Fransa'nın da, milletimizin vücudun dan yeni yeni parçalar koparıp, bağımsızlığımızın temellerini sistemli bir şekilde nasıl oyduğunu görünce doğrusu gerçekten üzüntüye kapılıp, ümitsizliğe düşülürdü.
işte bu arada, bu günler sırasında Yahudilerin fevkalâde bir şe kilde idare etmeyi başardığı bir sorundan söz etmek isterim. Bu Güney Tirol sorunudur. Ayrıca şu noktanın üzerinde durmak isterim:
Evet, Güney Tirol! Bu soruna ilerde tekrar dönecek ve yeni açıklamalarda bulunacağım. Halk topluluklarının akıl eksikliğini ve aptallığını istismar eden yabancılar takımının hesabını görmek gerekecektir. Çünkü bu parlamenterlerde var olduğu sanılan vatanseverlik duygusu, bir saksağanda başka birinin mülkiyetine karşı saygı mefhumu bulunması kadar garip bir şeydir.
Güney Tirol'un kaderi tespit edildiğinde -yani 1914'ten 1918 Kasımına kadar- ben bu memleketin tesirli şekilde savunulacağı noktasında vaziyet almış olan kimseler arasındaydım. Yani ordu mensubu idim. Bu yıllar süresince kuvvetlerimizin elverdiği nispet derecesinde mücadele ettim. Evet, Güney Tirol elden kaçmasın diye değil, vatan orasını da herhangi bir Alman ülkesi gibi elinde sakla-Ijnn ve korusun diye mücadelelerimi sürdürdüm.
O günlerde mücadeleye katılmayanlar, parlamentocu herifler,
!parti siyaseti takip eden kötü ruhlu adamlardı. Biz, ancak savaşın zaferle bitmesi ile Almanya'nın Güney Tirol'ü de koruyabileceğine inandığımız için savaşırken, bu hain herifler işledikleri rezaletlerle ve teşvik ettikleri isyanlarla başarıyı tehlikeye düşürüyorlardı. Öylesine a-di hareket ettiler ki en sonunda Siegfried arkasından bıçaklanarak yere serildi. Çünkü yakışıklı parlamentocular tarafından Viyana'da Bele-' diye Meydanı'nda, yahut Münih'te Feldherrnhalle'de söylenen kun-| dakçı ve sahte nutuklar Güney Tirol'ü Almanya için muhafaza etmeye * yetmezdi. Bu hedefe ancak cephede savaşan ordu ile ulaşılırdı. Oysa cephenin dağılıp, bozulmasına yol açanlar diğer Alman toprakları için olduğu kadar Güney Tirol için de hıyanette bulunmuşlardır.
Güney Tirol sorununun protestolar, konuşmalar, derneklerin barışsever yürüyüşleri ile çözümlenebileceğini sananlar ya kötü ruhlu heriflerdir veya küçük Alman burjuvalarıdır. Halbuki elden kaçıp giden yerlerin ne Tanrı'ya edilen dualarla, ne de parlamentoya bağlanan dindarane ümitlerle tekrar kazanılamayacağını ve bunu sadece silâh kuvvetinin sağlayabileceğini kafalara sokmak gerekti. Demek ki, bütün sorun kaçırılan toprakları, yeniden fethetmek için kimlerin silâh elde hazır olduklarım bilmektedir.
Samimiyetle ifade edebilirim ki parlamento gözdelerinden ve diğer liderlerden, bazı müşavirlerden kurulu hücum kıtasının başına geçerek Güney Tirol'un tekrar kazanılmasına katılacak kadar kendimde henüz kuvvet hissetmiyorum. Bu kadar ateş saçan bir protesto mitinginin üzerinde birdenbire birkaç şarapnel patlasa buna sevinip, sevinmeyeceğimi şeytan bilir. Zannederim ki kümese giren bir tilki, tavukların bu kadar gıdaklamalarına sebep olmaz. Tavukların kendilerini korumak için kaçışmaları bu kadar gösterişli bir protesto mitinginin dağılmasından daha çabuk olamaz.
Fakat bu işte daha da kötü olan husus bu heriflerin kendilerinin de kullandıkları araçlardan sonuç alınabilineceğine inanmamalarıdır. O panayırı andıran mitinglerin ne kadar tesirsiz ve anlamsız olduğunu kendileri gayet iyi takdir ederler. Fakat bugün Güney Tirol'un yeniden ele geçirilmesi hususunda çene çalmak, önceden onu muhafaza etme uğrunda savaşmaktan hiç şüphe yok ki daha kolay olduğu için bu adice davranışa başvurulmaktadır. Herkes elinden geleni yapıyor. O günlerde biz kanlarımızı akıttık. Oysa bu herifler bugün gagalarını biliyorlar.
işin en tatlı tarafı, Viyanalı "Legitimiste" çevrelerin bugün Güney Tirol'ü isteyerek ayakları üzerlerine kalkmalarıdır. Yedi yıl önce, onların kutsal ve ünlü hanedanları, en adi kimselere yakışacak bir hıyanette bulunarak, düşman devletlerin savaş zaferinin mükâfatı olarak Güney Tirol'ü işgal etmelerine yardım etmişti.
O devirde, bu çevreler hain hanedanlarının politikalarına yardımcı olmuşlardı. Güney Tirol meselesine veya başka bir şeye, bir tavuğun elmaya önem vermesi kadar duyarlılık gösteriyorlardı. Pek tabii ki, bugün bu yerler için tekrar mücadeleye girişmek çok daha kolaydır. Çünkü bu kavga sadece manevi silâhlarla yapılmaktadır. Herhalde bir protesto mitinginde kalbimizi dolduran asil şevk ve nefreti ortaya koyarak boğaz yırtmak ve Ruhr'un işgali sırasında meselâ köprüleri uçurmaktansa bir gazete, için yazı yazarak, yazar cezbesine tutulmak pek tabii daha kolay bir iştir.
Bazı çevrelerin son yıllar içinde, Tirol sorununu neden Almanya ile İtalya arasındaki ilişkilerin odak noktası yaptıkları pek açık biçimde görülüyor. Yahudiler ile Habsbourgların taraftarları, Almanya'nın antlaşma yapmasını engellemekle kendilerine çıkarlar sağlamaktadırlar. Çünkü bu siyaset, günün birinde bağımsız bir Alman vatanının yemden canlanmasını sağlayabilir, işte Tirol sorununa hiçbir yararı olmayan, hatta zararlı olan bu komedi, Tirol aşkı için oynanmıyor, gerçekte Almanya ile italya arasında imzalanabilecek bir antlaşmanın korkusu ile sahneye konuyor. Yalnız bu çevrelerde hüküm süren yalan ve iftira salgınından yararlanarak, bizi Ti-rol'e hıyanet etmişiz gibi göstermek yüzsüzlüğünde bulunuyorlar. Bu efendilere açıkça şunu söylemek isterim: Tirol'e, bütün organları sağlam olduğu halde, 1914-1918 yılları içinde cephede görev almamış ve vatanına yararlı olmamış bütün Almanlar hıyanet etmişlerdir.
ikinci olarak, o yıllar içinde milletimizde savaşa devam etmeye ve sonuna kadar mücadeleye yardımcı olmaya olanak verecek bir direniş iktidarını güçlendirmeye hizmet etmemiş olan herkes Tirol'e hıyanet etmiştir.
Üçüncü olarak, gerek hareketleri ve davranışları ile doğrudan doğruya, gerek alçakça koltuklama ile dolaylı olarak, Kasım Devri-mi'ne katılarak Güney Tirol'ü kurtarabilecek tek silâhı da kırmış olan herkes TiroPe hıyanet etmiştir.
Dördüncü olarak, o utanç verici Versay ve Saint-Germain anlaşmalarının altını imzalamış olan parti üyeleri ile bütün partiler Ti-rol'e hıyanet etmişlerdir.
Evet, yalnız söylevlerle durumu protesto eden cesur(!) beyefendiler, işte gerçek bundan ibarettir!
Ben, bugün yalnız şu düşünceyi kendime rehber olarak kabul ediyorum: Kaybedilen toprak, anıran parlamenterlerin sivri dilleri ile geri alınamaz. Kaybedilen toprakları, pek iyi bilenmiş kılıç ile, yani kanlı kavgalar pahasına ele geçirmek gereklidir.
Kader kesin yargısını vermiş olduğu için, bir tereddüt göstermeden şu hususu açıklarım: Güney Tirol'ü bir savaş ile yeniden ele geçirmenin mümkün olmadığına inandığım gibi, bu sorunun bütün Alınanlarda zafere ulaşmanın en önemli şartı olan ateşli vatanseverlik duygularını da uyandırmayacağı kanaatindeyim. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, yanımızdaki yedi milyon Alman (Rhenanie'nin işgal altında olması) yabancı egemenliği altında inlerken ve Alman milletinin hayat damarı olan Ren, zenci sürülerinin keyiflerine sahne olurken, Tirol'deki iki yüz Almam kurtarmak için kan dökmek bir cinayet olur. Eğer Alman milleti, kendisini Avrupa'daki toprağından yok etmek tehdidini ortaya koyan bir sürü unsurlara son vermek isterse; savaştan önce işlenen hataya düşerek, bütün dünyanın düşmanı olmamalıdır. Alman milleti en tehlikeli düşmanının kim olduğunu saptayarak, bütün kuvvetlerini onun üzerinde toplamalı ve ona öldürücü darbeler indirmelidir. Bu zaferin şartı, başka noktalarda yapılacak fedakârlıkları da gerektiriyorsa, milletimizin gelecekteki nesilleri bu konuda bizleri affedecektir. Bu nesiller, çabalarımızın armağanı parlak olacağı için, büyük üzüntülerimizi, derin sıkıntılarımızı ve zamanında alınmış acı kararı daha iyi takdir etmek olanağını bulacaklardır. Biz, bir devletin kaybettiği toprakları, ilk önce siyasal bağımsızlığım ve anavatanın güçlenmesini sağladıktan sonra geri alabileceği yolundaki ana düşünceyi kendimize rehber edinmeliyiz. Bu siyasal bağımsızlığı ve devlete güç ve saygı kazandırılması, akıllıca bir antlaşmalar siyaseti ile mümkün olabilir, işte dış politika konusunda enerjik bir hükümetin yapması gereken ilk görev budur. Biz Nasyonal-Sosyalistler, Yahudiler tarafından yöneltilen ve konuşmaktan başka bir şey yapmayan vatanseverlerin arkalarından yürümekten kendimizi özellikle sakınmalıyız. Eğer bizim hareketimiz de, mücadeleyi kılıçla yapacak yerde, mitinglerle oyalanırsa büyük felâket olur. Habsbourglar Devleti denilen ölü bir ülke ile gözü kapalı bir biçimde antlaşma yapılması yolundaki acayip düşünce, Almanya'nın harap olması sonucunu doğurdu. Bugün dış politikamız için açık bulunan olanaklar incelendiği zaman, hayale ve hissiyata kulak verilecek olursa, kalkınmamızı sonsuza kadar engelleyebilecek en iyi yöntem seçilmiş olur.
Şimdi yukarda ortaya koyduğum üç sorunun yol açacağı itirazlara cevap vermek gerekir. Bu sorular şunlardır:
Önce, harap bir durumda olduğu herkes tarafından açıkça görünen ve bilinen bugünkü Almanya ile antlaşma yapılabilir mi?
ikinci olarak, Almanya düşman milletler yolu ile bir doğru yola girme hareketine yetenekli midir?
Üçüncü olarak Yahudiliğin nüfuzu bilindiğine göre, bu nüfuz öteki milletlerin pek iyi takdir edilmiş olan çıkarlarından ve iyi niyetlerinden daha güçlü gelip, öteki bütün antlaşma tasarılarına engel olmaz mı ve bunları boş bir duruma sokmaz mı?
Dostları ilə paylaş: |